İnildemelerim duvarlar da yankılanırken, belim yay gibi gerilmiş ve gözlerim zevkle kararmıştı. Başı uyluklarım arasına gömülmüş Alexie’nin saçlarını çekiştiriyordum. Alexie’nin başı, uyluklarımın arasında gömülüydü. Saç tellerini parmaklarımla kavradıkça, her çekiştirişimde dilinin içime biraz daha gömüldüğünü ve iştahla dilinin aşağı yukarı kaydığını hissediyordum. Saçlarının yumuşaklığı, teninin soğukluğu, her dokunuşta bana ait olduğunu hatırlatıyordu. Onun efendisi bendim. Keskin nefesi, tenime değdikçe, her temasında bedenimde bir ürperti yaratıyor, her anı daha da yoğun hale getiriyordu. Varlığı, beni tamamlayan bir parça gibiydi; her hareketi, her dokunuşu, beni daha da kendinden geçiriyordu.
İkimizin nefesleri, sessizliğin içinde bir melodi gibi birbirine karışıyordu. Alexie, her dil darbesinde zevki hissettiriyordu. Başı, uyluklarımın arasında, ileri geri hareket ederken; tırnaklarını kalçama geçirdi. Saçlarını sertçe avuçlarıma aldığımda ve yeniden çektiğimde Alexie memnun bir şekilde güldüğünü duydum. İniltilerim, odanın duvarlarında yankılanırken, çıkan ıslak sesler kulaklarımda uğulduyordu. Belim, gerilmiş bir yay gibiydi. Her an kontrolden çıkacakmış gibi hissediyordum. Gözlerim, zevkin doruklarına ulaştıkça kararıyor ve yaşlar birikiyordu. Alexei'in elleri kalçalarımdan, belime tırmandı ve parmaklarını bel boşluğuma yerleştirdi.
Bacaklarım omuzlarına düştü. Alexie’nin soğuk ölümsüz nefesi uyluklarıma hızlı ve seri bir şekilde vururken; her şey daha da yoğunlaştı. Alexie’nin nefesi, tenime değdikçe bedenimde bir dalga gibi yayılıyordu. Dokunuşları sıkıydı ve yerimde ölümlü bir insan kızı olsaydı kemikleri kırılıp un ufak olurdu . Elleri belime sıkıca kenetlenmiş, beni kendine çekerken, yüzünü uyluklarım arasına gömdü. Gözlerimi kapattım, dilinin hareketlerini aklımda hayal ediyordum.
Alexie’nin dilinden sonra dudakları kadınlığımda geziniyordu, her öpüşünde içimde ki zevk kıpırdıyordu. Ellerim sırtıma doğru kaydı, parmak uçları omurgam boyunca yavaşça gezindi. Her dokunuşu, tenimde elektrik çarpmışçasına hissettim. Nefesim hızlandı, göğsümün derinliklerinden gelen her nefes, ciğerlerimi yakarcasına sıcak ve keskin. Kalbim öyle hızlı atıyordu ki, göğsümden çıkacakmış gibiydi. Her atış, kulaklarımda yankılanıyor, bedenimi titretiyordu. Kendimi tam bir vampir olarak göremiyordum, çünkü hâlâ insan tarafım vardı. Kan dolaşımı, atan bir kalp, sıcaklık... Hepsi bana ait olan, ama bir yandan da beni zayıf kılan şeylerdi.
Eğer kendimi tamamen vampir yarıma bırakmış olsaydım, Londra'da insan kalmazdı. O zamanlar, kontrol etmekte zorlandığım içgüdülerim, beni bir canavara dönüştürebilirdi. Ki zaten öyleydim. Ama Alexie ve Kirill... Onlar farklıydı. Onlar, kan arzularını tatmin etmek için beni kullanmalarına izin veriyordum. Benim için ise bu, bir zayıflık işaretiydi. Sanki kendimi onlara kurban ediyordum. Ancak kimin umurundaydı ki. Ben iki dünya arasında sıkışmış durumdaydım: insanlığımı korumak için mücadele ederken, bir yandan da vampir yanımın beni ele geçirmesine izin vermemek için direniyordum. İnsan yanım benim için bir kamuflajdı. Diğer yanımın üzerine örttüğüm bir örtüydü.
Parmak uçlarının omurgam boyunca gezindiği her an, bu ikilemi daha da derinden hissettim. İnsan tarafım, bu dokunuşlardan zevk alıyor, sıcaklık ve yakınlık arıyordu. Ama vampir yanım, daha fazlasını istiyordu. Kan, güç, kontrol... Onların efendileriydim. İçimdeki bu iki taraf, birbirleriyle savaşıyor, beni ikiye bölüyordu. Ve bu savaş, her geçen gün daha da zorlaşıyordu. Efendisi ve yeni dönüşmüş bir wampirin arasında hiyerarşik bağlı otoriter bağ efendi istemezse kırılamazdı. Elbette istisnalar olurdu. Alexie gibiler... İradesi güçlü ve kırılması zor olanlar. Buna rağmen beni efendisi olarak görüyordu. Ve büyük ihtimalle Kirill yüzünden hala buralardaydı.
Sanırım onlara bu konuda imreniyordum. Alexie ve Kirill, bu ikilemi hiç yaşamamışlardı. Melez değillerdi. Tamamen wampirlerdi. Onları dönüştürdükten, kendilerini tamamen vampirliğe adamışlardı. Çünkü başka seçenekleri yoktu. Kan arzularını tatmin etmek, onlar için bir zorunluluktu. Benim için ise bu, bir seçimdi. İnsan ya da insan yemekleri.... İçimdeki canavar, güçlüydü. Ve bir gün, belki de kendimi tamamen ona bırakmak zorunda kalacaktım. O gün geldiğinde, Londra'da insan kalmayacağını biliyordum. Ama şimdilik, bu ikilemle yaşamaya devam ediyordum. Hem insan, hem vampir... Ve her ikisi de beni yavaşça bir döngü halinde tüketiyordu.
“Alexie...” diye fısıldadım, sesim titriyordu. Adını söylerken bile içimde bir titreme hissettim. O, bu fısıltıya cevap verircesine bacaklarım arasında başını yükseltti ve daha da yaklaştı. Bedeni yükselince dizlerim kıvrıldı ve bacaklarım bedenime doğru cenin pozisyona girmişim gibi kıvrıldı. Artık onunla ben arasında hiçbir boşluk yoktu. Her şey birbirine karışmış, nefeslerimiz, tenlerimiz... Alexie’nin gözleri derin koyu bir kızıla bulanmıştı. Yavaşça dudaklarıma yaklaştığında başımı başka yöne çevirdim. Alexie’nin dudaklarının, yüzümün kenarına değen soğuk nefesini hissedebiliyordum. Kan gibi ağır ve tatlı bir koku yayıyordu. Derin bir nefes aldım; kontrolümü kaybetmek istemiyordum. Kanımı içmeden hemen öncesi bir ön sevişme her zaman olurdu.
“Bu kadar ileri giderken, beni neden durduruyorsun?” diye sordu, sesi fısıltı kadar yumuşaktı ama aynı zamanda keskin. O kadar yakındı ki sesi, sanki zihnimin içinde yankılanıyordu.
“Ben senin efendinim.” Ona bir açıklama borçlu değildim. Ellerim, istemsizce onun göğsüne dokundu, hafifçe ittim. Ama bu çaba, onu durdurmaya yetmezdi. Alexie, dudaklarını boynumun kenarına doğru sürüklerken tüm kaslarım gerildi. Dişlerini derimin üzerinde gezdirdi.
“Söyle...” dedi, nefesi tenimde titreşti, “beni istemiyor musun?”
Bu soruyu duymak, içimdeki savaşın daha da şiddetlenmesine neden oldu. Gerçeği söylemek istedim. Ama hangisi gerçekti? Onu istemiyordum çünkü bu, tehlikeli bir yakınlıktı. Ama aynı zamanda onu istiyordum; dokunuşu, kanı, varlığı… Hepsi, içimde yanıp duran o açlığa hitap ediyordu.
“Beni bırak, Alexie,” diye fısıldadım sonunda. Sesimde titrek bir kararlılık vardı. Emirlerime uymak zorundaydı.
Gözleri kırmızı bir pırıltıyla parladı. Bir an için duraksadı. Gözlerinde öyle bir ifade vardı ki, bunu anlamakta zorlandım. Hüzün müydü bu? Yoksa öfke? Geri çekileceğini düşündüğüm an, birden daha da yaklaştı. Sesi kararlı ve soğuktu. Dizlerim omuzlarıma değecek kadar büküldüğünde, bir bacağımı serbest bırakıp üzerime uzandı. Sesi kararlı ve soğuktu.
“Sen benim efendimsin,” dedi. “Emirlerine uymalıyım değil mi?”
Nefesim hızlandı, tırnaklarımı avuçlarımın içine geçirdim. İradesizce dişlerimi sıkıyordum. Ondan uzaklaşmaya çalışmak beyhude bir çabaydı çünkü ne kadar uzaklaşsam, bir o kadar yakın hissettiriyordu. “Alexie... Eğer devam edersen... Kendimi tutamam,” dedim, sesim alçalmıştı. Ve işte o an, içimdeki insan yanım bir köşeye çekilmiş, güçsüzlüğünü kabul etmişti.
“Tutmanı istemiyorum,” dedi Alexie. Ve dudakları, boynumun hemen üzerinde durdu. Dişlerini tenimde hissettiğimde, içimde bir kıvılcım çaktı. Bir an için her şey durdu. Zaman, nefeslerimiz, düşüncelerimiz... Ve sonra, Alexie’nin dişleri cildimi delip geçerken içimdeki tüm direnç kırıldı. Kanımın akışını hissederken, içimdeki vampir yanım bir çığlık gibi kendini salıverdi. O an, yalnızca kan değil, aramızdaki bağ da güçleniyordu. Efendi ve hizmetkarın bağı... Alexie’nin varlığı, her zamankinden daha net bir şekilde zihnimde yankı buluyordu. Artık onun, benim üzerimdeki etkisini inkâr edemezdim. Ama aynı zamanda, benim onun üzerinde kurduğum etki de bir o kadar büyüktü. Yudum yudum kanımı içti ve beni tüketti. Alexie başını kaldırdığında, dudaklarından sızan kanımı gördüm. Gözlerindeki koyu kırmızı parıltı, şimdi daha derin ve daha doygun görünüyordu.
“Senin kanın...” diye fısıldadı, sesi titrek bir coşkuyla doluydu. “Her şeyden daha güçlü.”
Her daim soğukkanlı ve akılcı davranan Alexie’yi, o gece bir başka görüyordum. Her zaman kontrolü elinde tutan, en karmaşık durumlarda bile sükûnetini bozmayan biriydi. Ama şimdi, o kendinden emin tavrını bir kenara bırakmış gibiydi. Zevk ve delilik arasında gidip gelen bir sınırdaydı ve bu hali, benim ona karşı dayanılmaz olduğumu kanıtlıyordu. Duygularının kabarmasını izlemek, zihnimde derin bir tatmin duygusu yaratıyordu. İçimdeki vampir yanıma hitap eden bir şey vardı bu görüntüde: Dizginlerinden kurtulmuş bir gücün cazibesi.
Alexie’nin gözleri, koyu kızıl bir ateşle yanıyordu. Duygularını saklamaya çalışmıyordu; aksine, bu çelişkili ve vahşi yanını sergilemekten çekinmiyordu. Bu, beni şaşırtıyordu. Onu hep kendini kontrol eden, her durumda soğukkanlı kalan biri olarak bilirdim. Hatta sayısız kez bana karşı gelmiş, kararlarımı sorgulamış ve hatta neredeyse onu öldürmemle sonuçlanan kavgalarımız olmuştu. Ama şimdi karşımda duran Alexie, bu maskeyi tamamen bir kenara atmış gibiydi. Bu yeni hali, beni ürkütmek yerine büyülüyordu. Çünkü onun bu hali, bir yanıyla bana ait olan gücü ve üzerinde ki etkimi gösteriyordu.
Ellerinin titrediğini fark ettim, ama bu bir zayıflık göstergesi değildi. Bu titreme, içindeki tutkunun ve arzunun taşmak üzere olduğunun bir işaretiydi. O an, kanımın sıcaklığını hissettiğini biliyordum. Gözleri boynumdaki taze ısırığa kayarken, dudaklarını hafifçe ısırdı. O hareket, kontrol ve teslimiyet arasında gidip gelen dengesini bir kez daha gözler önüne serdi. Alexie, bir savaşın tam ortasındaydı; ancak bu, onun içindeki iki yanın savaşıydı: Bir yanda bana boyun eğmek isteyen vampir yanı, diğer yanda ise kendi bağımsızlığını koruma arzusuyla yanan gururlu yanı.
Onun bu kırılgan dengesini izlemek, beni tatmin ediyordu. Ama aynı zamanda, güç bende olduğu hissini daha da derinleştiriyordu. Alexie’nin her zaman akılcı, sakin ve mesafeli biri olduğunu bilirdim. Her kelimesi tartılıp biçilmiş, her hareketi dikkatlice planlanmış olurdu. Ama şimdi, onun planlarının tamamen yerle bir olduğu, duygularının ve dürtülerinin onu ele geçirdiği bir anı görüyordum. Ve bunu sevdiğimi fark ettim.
Ellerimi yüzünde hissettiğinde, titremesi daha da arttı. Parmaklarım yanaklarında, çenesinde dolaşırken, nefes alışı hızlanıyordu. Yavaşça başını eğdi, yüzünü boynumun yanına yaklaştırdı. Ama bu kez acele etmiyordu. Alexie’nin bu hali, hem kontrolünü kaybetmiş hem de bir şekilde bu kaybı bir oyuna dönüştürmüş gibiydi. Dudaklarını boynumun hemen üstünde gezdirirken, sıcak nefesini hissedebiliyordum. Bu, bir vampirin açlığıyla hareket eden bir saldırıdan çok, tutkulu bir keşif gibiydi.
“Senin kanın…” diye fısıldadı bir kez daha, sesi çatallıydı. Bu sözleri söylerken, sesinde yalnızca hayranlık değil, aynı zamanda bir tür delilik vardı. Kanımın etkisinin onun üzerinde nasıl bir yankı yarattığını hissedebiliyordum. Tıpkı onun beni zihinsel ve fiziksel olarak bir uçuruma çektiği gibi, ben de onu bir başka uçuruma itiyordum. Alexie’nin gözlerindeki tutku, dudaklarının kenarındaki o belli belirsiz gülümsemeyle birleşmişti. Gülümsemesinde hem zafer hem de teslimiyet vardı. Zevk ve delilik arasında gidip geldiği bu sınırda, kontrolü tamamen kaybedebileceği bir anı bekliyor gibiydi. Ve ben, o sınırda onu izlemekten keyif alıyordum. Çünkü bu, yalnızca bir teslimiyet değil, aynı zamanda aramızdaki bağın ne kadar derinleştiğini gösteriyordu.
O, bu çatışmaların ortasında bocalarken, bir yandan da bana meydan okuyordu. Gözlerindeki kızıl ışık, ne kadar tehlikeli olduğunu hatırlatıyordu. Ama aynı zamanda bu tehlike, onu daha çekici kılıyordu. Alexie her daim kontrol sahibiydi, ama şimdi o kontrolü kaybetmiş bir haldeydi. Bu haliyle, her zamankinden daha gerçek, daha kendi ve daha vahşi görünüyordu. Alexie’nin titreyen nefesini boynumda hissetmeye devam ederken, onun üzerinde kurduğum etkiden aldığım tatmin duygusu hızla yerini tehlikeli bir çekime bırakıyordu. Dişlerini yeniden boynuma geçirdi ve tırnaklarını çıplak göğsüme gömdü.
İnledim. İhtirasi, yalnızca aramızdaki hiyerarşik bağ ya da kanın etkisi değildi. Onun içindeki bu karmaşıklık, kendi karanlığımla bir şekilde uyum içindeydi. Ve Alexie’nin, her an kontrolü tamamen kaybetmekle sınırda durduğu o halini izlemek, beni de kendi sınırlarıma itiyordu. Bu durum hem büyüleyici hem de yıkıcıydı. Efendi ve hizmetkâr arasında sınırlar kaybolmamalıydı.
Ellerim, onun soğuk teninde gezindi. Teninin dokusu, neredeyse mermer kadar sert ve pürüzsüzdü. Ama o mermerin altında, kaynayan bir volkan vardı. Sıkışmış bir enerji, taşmak üzere olan bir fırtına... Son yudumdan sonra, başını geriye çekti. Ellerimle yüzünü kavradım ve gözlerine baktım. Koyu kırmızı gözleri, karanlık bir deniz gibi derindi. Göz bebekleri bir an için genişledi. Kendi yansımamı o derinlikte gördüğümde, tüylerim diken diken oldu. O gözlerde yalnızca Alexie’nin arzularını değil, aynı zamanda kendi karanlık yanımı da görüyordum.
“Alexie,” dedim, adını söylerken sesim çatladı. “Seni dönüştürdüğüm günü hatırlıyor musun? Isabel’i bir kaç saat önce dönüştürdüğüm gece yarısı gibi bir an da karar verdiğim bir geceydi. Ve sizi Odessa’dan gemiyle benimle gelmek için hipnoz ettiğim gece... Ailenizden sonsuza dek kopardığım gece. Bunlara rağmen beni arzulayabiliyor musun?”
Gözleri, söylediklerime karşılık bir an için daraldı. Belki de bu bir meydan okumaydı. Her zaman otoriter, her zaman planlı olan Alexie, şimdi karşısındaki efendisinden övgü mü bekliyordu? Yoksa bu sözler, içinde kalan son iradesini daha da zorluyordu? Dudakları kıvrılarak belli belirsiz bir gülümsemeye dönüştü. “Kimin umurunda Mary.” diye fısıldadı. Gözleri mest olmuşçasına yeşil gözlerimin içine bakıyordu. “Ben artık bir insan değilim. İnsanken olan zaaflarımla beni yargılamayın efendim. Şimdi ki gerçekliğimiz bu. Bunu inkâr edemem.”
Sözleriyle birlikte, üzerime daha da yaklaştı. Parmak uçlarını boynumdan omuzuma doğru yavaşça sürükledi. Bu dokunuş, kasıtlı bir şekilde yavaş ve işkence edercesine dikkatlice yapılmıştı. Onunla aramızdaki sınırların hızla silinip gittiğini hissedebiliyordum. Her zamankinden daha savunmasız ve aynı zamanda daha tehlikeliydim. Alexie, sınırlarımızı bilerek zorlayarak, beni de onunla birlikte bu çekim gücüne sürüklüyordu. O an, dizginlerinden kurtulmuş bir gücün karşısında olduğumu anladım. Alexie’nin sakinliği ve kontrolü yerini, vahşi bir tutkuyla hareket eden, içgüdülerine teslim olmuş birine bırakmıştı. Bu haliyle hem ölümcül hem de büyüleyiciydi. Teni soğuktu ama dokunduğu her yerde bir yanma hissi bırakıyordu. Ellerimi omuzlarına koyup hafifçe itmek istedim, ama bunu yapmak yerine parmaklarımın onun üzerinde dolaştığını fark ettim. Onu itmek yerine çekiyordum.
“Donmuş, soğuk zamanda ilerlemek...” diye fısıldadı, başını boynumdan çekerek gözlerimin içine baktı. “Bu, ebedi gençliğimizin ve sonsuz gücümüzün bedeli: ölüme mahkûm insanlığımızı ve onun anılarını unutmak. Geçmişimizi, sevdiğimiz her şeyi ve bir zamanlar sığındığımız tüm yargıları geride bırakmak.”
Bu sözleri bir yandan onu anlamamı bekler gibiydi, bir yandan da benimle bir oyun oynuyordu. Wampir aklı bazen kıvrak ve oyuncu olabiliyordu. Dudakları boynuma doğru bir kez daha ilerlediğinde, içimdeki insan yanını duyumsadım, ama bu yalnızca bir an sürdü. İnsanlığımın titreyen bir yankı gibi uzaklaştığını, neredeyse silik bir gölgeye dönüştüğünü fark ettim. Alexie’nin varlığı, dokunuşları ve yakınlığı, içimde uyumaya zorladığım vampir yanımı çağırıyordu. Bu çağrıya direnmek, her seferinde daha da imkânsız hale geliyordu. İçimdeki vampir, onun yakınlığına ve sıcaklığına bir yankı gibi karşılık veriyor, yükseliyordu.
“Beni şaşırtıyorsun Alexie …” dedim, sesim neredeyse bir nefes kadar alçaktı.
Alexie’nin gözlerinde bir kıvılcım çaktı, dudakları hafifçe aralandı. Ve o an, aramızdaki hiyerarşi, rollerimiz, bağlılıklarımız tamamen bulanıklaştı. Artık yalnızca iki varlıktık; arzularımız ve karanlıklarımızla bir bütün haline gelen iki varlık. Alexie, başını eğerek boynuma dişlerini tekrar geçirdiğinde, tüm bedenim titredi. Ama bu kez yalnızca bir acı ya da zevkten değil; aynı zamanda teslimiyetin ve sınırların ötesine geçmenin getirdiği bir farkındalıktı. Alexie, zevk ve delilik arasında gidip gelen sınırında ilerlerken, beni de o sınırın tam ortasına çekmişti. Ve orada, yalnızca bir anlığına, her şey durdu. O gece, Alexie’nin soğukkanlı yüzünün ardındaki o vahşi yanı tüm çıplaklığıyla gördüm. Ellerimi tutup yatağa bastırdı.
Yargılar yoktu. Sınırlar. Dudaklarımız birbirine dokundu ve birbirimize sıkıca sarılarak tutkulu bir şekilde öpüşmeye başladık. Alexie'ye izin verdim. Kendimi böyle bir an için hazırlama fırsatım olmamıştı, ama Alexie’ye baktığım her an, bunun kaçınılmaz olduğunu hissediyordum. Onun varlığı, tüm aklımı ve bedenimi ele geçiriyordu. Bu zevkti. Zevk! Alexie, ölümsüzlük ona neredeyse bir sanat gibi işlemişti. Saçları omuzlarına dökülen altın sarısı dalgalarla çevrelenmişti, her bir tel ışığı yakalıyor, parlayan bir hale gibi yüzünü çerçeveliyordu. Beyaz teni, kar gibi pürüzsüz ve alabildiğine soğuktu, ama ona dokunduğunuzda buzun altında yatan bir alevin olduğunu hissedebilirdiniz. Gözleri, vampir doğasının işareti olan koyu bir kırmızıyla parlıyordu, sanki her bakışıyla insanlığınızı görüp analiz edebilecek kadar keskin bir derinliğe sahipti. Dudakları ince ama belirgindi, bir anda hem yumuşak hem de sert olabileceğini hissettiren bir biçimde kusursuzca kıvrılmıştı. Alexie’nin yüzü, yalnızca bir bakışta bile kontrolü ele geçirebilecek kadar etkileyiciydi; onun yanında savunmasız kalmamak imkânsızdı.
O an, dudaklarının boynuma doğru ağır ve ölçülü bir şekilde yaklaştığını hissettim. İçimdeki insan yanım geri çekilmeye çalıştıysa da, bu his saniyeler içinde kayboldu. Alexie’nin varlığı her şeyi gölgede bırakıyordu. Onun uzun ve zarif parmaklarının bedenimde dolaştığını hissettiğimde, tüm düşüncelerim, korkularım ve tereddütlerim silinip gitmişti. Sanki dünyada yalnızca o vardı, o ve onun etrafında dönen bir sonsuzluk. Bedenim, onunla bütünleşmenin heyecanıyla istemsizce titredi. Hızla doğruldu ve sertleşmiş erkekliğini uyluklarıma sürterek içime itti. Bir anlık yanma hissi, sanki derime hafifçe batırılmış bir iğne gibi, aniden var oldu ama hemen ardından kaybolarak yerini derin bir dolgunluk hissine bıraktı. İlk kez sevişmiyorduk ama bazen günler sürebilen bir kısır döngüye dönüşebiliyordu. O dolgunluk, yalnızca fiziksel değil, tamamlanmışlık hissiydi. Dudaklarımdan bir inilti dökülürken Alexie, gözlerindeki kırmızı alevin parıltısıyla bana baktı ve alnını sertçe alnıma yasladı. Bu temas, yalnızca fiziksel bir yakınlığın ötesindeydi; onunla aramdaki bağın daha da derinleştiğini hissedebiliyordum. Efendi ve hizmetkar... Hizmetkâr efendisine her şekilde hizmet etmeliydi.
Ayak parmaklarımı istemsizce içeri doğru bükerek topuklarımı yatağın yumuşak yüzeyine bastırdım. Vücudumun içindeki dolgunluk hissi, derinlere yayılan dalgalar gibi yavaşça tüm bedenimi ele geçirirken, nefesim düzensizleşmişti. Her kasım, sanki yeni bir gerçekliğe uyum sağlamak için çırpınıyor gibiydi. Doluluğun getirdiği bu yeni his, alışılmadık ama bir o kadar da büyüleyiciydi; hem rahatsızlık veriyor hem de sarsıcı bir zevkle içime işliyordu. Bedenim, bu tuhaf karışımı sindirmeye çalışırken, Alexie’nin varlığını derinlemesine hissediyordum.
O an onun da titrediğini fark ettim. Sabırsızca içimde bekliyor, her nefes alışında derin bir arzu duyuluyordu. Vücudu, sanki kendi kendine bir sınır koymuş ama bu sınırı aşmak için her an harekete geçecek gibi titriyordu. Ellerini yanlarıma yerleştirirken, hafifçe bedenime dokunan parmak uçlarının, üzerinde gezinen birer kıvılcım gibi olduğunu hissettim. Derisi, soğuk ama aynı zamanda içindeki bastırılmış ateşi hissettiren bir gerilimle doluydu. Onun dokunuşları ve titreyen varlığı, içimdeki her siniri harekete geçiriyordu.
Her titreşim, her nefes alış, her ince kas hareketi, beni daha ileriye çekiyordu. İçgüdüsel olarak ileri gitmek istiyordu; bunu her dokunuşunda, her kasılmasında hissedebiliyordum. Ama kendini tutuyordu. Beni acıtmaktan ya da bu anı aceleye getirmekten korkarcasına, son derece dikkatliydi. Vücudu hafifçe spazm geçiriyor, kaslarının derin bir arzu ve sabır arasında gidip geldiğini görebiliyordum. Hareket etmek istiyor, bu dolgunluğu ve birlik hissini daha derinlere taşımayı arzuluyordu. Ama her adımında bir duraksama, bir kontrol vardı. O, arzularını saklamaya çalışırken bile, varlığı ve hareketleri beni bir adım daha ileri çağırıyordu. Her şeyde bir davet vardı; bu davet, kelimelere dökülmeyen ama her bakışı, her dokunuşuyla vurgulanan bir anlam.
“Devam et,” dedim kısık ama titreyen bir sesle. Alnımı onun alnına sürttüğümde, içimdeki seğirmelerin onunla birleştiğini hissettim. Alexie’nin yavaş ama emin hareketleri, beni hem sakinleştiriyor hem de içimde birikmiş olan tüm duyguları serbest bırakıyordu. Her ileri hareketi, vücudumda yakıcı bir zevke dönüşüyor, ama aynı zamanda onun sabrının sınırlarında olduğunu hissettiriyordu. Dudakları, tenime tekrar tekrar dokunurken, nefes alışverişlerimiz birbiriyle bütünleşti. Kalçalarımı tutup kendini bir kez daha içime iterken, bedenlerimizin birbirine karıştığı bu an, kelimelerin tarif edemeyeceği bir yoğunluk taşıyordu. Tutkunun sınırlarını zorluyor, her darbesiyle beni biraz daha içime hapsediyordu. Islak sesler, yatağın gıcırdamaları, nefes seslerimiz ve iniltilerimiz odada yankılanıyordu. Ama sonra, o son hamlesiyle yatağın gıcırdayan sesi aniden kesildi. Bir yankı gibi odada çınlayan bir çatırtı duyuldu ve yatağın orta kısmı ağırlığımızla birlikte çöktü. Yatak ikiye bölünüp, çöktüğünde birbirimize bakakaldık.
Göz göze geldiğimizde, aramızda tuhaf bir sessizlik oluştu. İkimiz de birkaç saniyeliğine ne yapacağımızı ya da ne söyleyeceğimizi bilemeden öylece birbirimize baktık. Bu anın yoğunluğu, yatakta yaşanan trajikomik durumla birleşince, karmaşık bir duygu dalgası içimi kapladı. Hem tutkunun zirvesinde, hem de bir şekilde gülünç bir durumun ortasındaydık. Alexie’nin dudaklarının kenarları yukarı kıvrılmaya başladığında, onun da bu anın absürtlüğünü fark ettiğini anladım. Önce sessiz bir kahkaha patlattı, ardından kendini tutmaya çalışarak bakışlarını benden kaçırdı. Bu hareketi, her zamanki özgüvenli haline aykırı bir şirinlik taşıyordu. Ama ben, o an için içimde yankılanan başka bir şeye odaklanmıştım: içimdeki boşluk.
Alexie, yavaşça benden geri çekildiğinde, içimde hissettiğim dolgunluğun aniden kayboluşu, beni gerçekliğe daha sert bir şekilde döndürdü. Derin bir nefes aldım; bedenim, ondan ayrıldığında bir an için boşluk hissiyle sarsıldı. İçimden çıkarken, derin bir nefesle içimde ki boşluğu karşıladım. Orgazm şiddetli bir şekilde gelip de sularım fışkırdığında, çarşafa bulandı. Ve ıslaklığı beyaz çarşafa yayıldı. Nefeslerimiz hala birbirine karışıyordu, ama artık hareket yoktu; sadece bu yoğun anın ardından gelen sükunet vardı. Yeniden göz göze geldiğimizde ikimiz de birkaç saniyeliğine sessiz kaldık. Ne diyeceğimizi bilmiyorduk; bu anın ağırlığı mıydı yoksa yatağın trajikomik sonu mu, ikisi de birbirine karışmıştı. Sonunda Alexie’nin dudak kenarları yukarı kıvrıldı ve kahkaha atmamaya çalışırken bakışlarını kaçırdı.
“Sanırım böyle bir son beklemiyordum,” dedi, sesi hafifçe titreyerek. Alaycı ama bir o kadar da tatmin olmuş bir tondaydı. “Ama iyi dayandı.”
Ben de daha fazla tutamadım kendimi ve kahkaha atmaya başladım. Yatağın trajikomik hali, ikimizin de kontrol edemediği bir şekilde yüzlerimize birer gülümseme yerleştirmişti. Gülüşlerim nefes nefese, ama bir o kadar da rahatlamış bir şekilde devam ederken, ona dönüp alaycı bir tonla “Kapat çeneni, Alex,” dedim. Ama söylediklerimden pek etkilenmemiş gibiydi. O kendinden emin, hafif şeytani gülümsemesini koruyarak elini yavaşça bacağıma yerleştirdi. Parmaklarının tenimde gezinişi, her dokunuşu bilinçli, her hareketi beni etkisi altına alacak kadar yoğundu.
Alexie’nin bedenini yavaşça aşağı doğru kaydırdığını hissettiğimde, istemsizce gözlerimi kıstım. Bakışlarımı yukarıdan ona çevirdiğimde, tamamen uysal bir teslimiyetle bacaklarımın arasına yerleştiğini gördüm. Başımı eğip ona bakarken, gözlerindeki kırmızı derinlik bir şekilde efendisine teslim olduğunu gösteriyordu. Uyluğuma yanağını yasladı, tenimin sıcaklığına sığınmış gibi bir hali vardı. Ama gözleri, tamamen benden ayrılmadan bana dikilmişti. Hafifçe başını kaldırıp, aşağıdan bana bakarken dudaklarını hafifçe kıpırdattı. “Efendim tatmin oldu mu?” diye sordu, sesi alaycı ama bir o kadar da baştan çıkarıcı bir ciddiyete sahipti. Bu sözleri beni biraz sinirlendirmek, ama bir o kadar da kışkırtmak için söylenmişti.
“Evet, elbette.” dedim, bir sırıtışla.
Alexie yana devrilerek benimle birlikte kırılmış yatakta uzandı. Gözlerini tavana dikti, ama yüzünde hala hafif bir ciddiyet belirdi. “Efendimi mutlu edebildiysem, ne mutlu bana,” dedi, sesi derindi ve ince bir ima taşıyordu.
Ellerimle saçlarımı arkaya doğru attım ve hafifçe doğruldum. Yatağın kırılmış olması, bunun bir önemi yoktu. Sessizlik, aramızdaki mesafeyi düşüncelerle doldurmuştu. Alexie’nin nefesi yavaş ve ritmikti; onun yanında olmak, bir şekilde karmaşıktı. Bacaklarım arasında yatarken, derin bir şekilde iç çekti ve dudaklarımdan bir itiraf döküldü. “Gerçekten beni ailemden, doğduğum topraklardan koparmasaydın, annem ile babamın hafızasından Kirill ve benim olan anılarımı yok etmeseydin ya da beni bu canavara dönüştürmeseydin seni sevebilirdim.” Gözünden bir damla yaş gibi kan süzüldüğünde bana yeniden o soğuk nefret dolu bakışlarla baktı. “Ve elbette insanların hayatını hiçe sayıp onların yaşam hakkına saygı duymadan bir canavara dönüştürmeseydin...”
Alexie’nin gözlerindeki o soğuk nefret dolu bakış, içimde bir burukluk yarattı. Dudakları hafifçe titredi, sanki söylemek istediği bir şeyler vardı ama kelimeler boğazında düğümleniyordu. Yüzünden süzülen kan damlası, tenime değdiğinde soğuk bir ürperti hissettim. O an, aramızdaki her şeyin ne kadar karmaşık ve yıkıcı olduğunu bir kez daha fark ettim. Sözleri içime işledi. Ona bakarken, yıllar önce tanıdığım o masum çocuğu görmeye çalıştım. Ama artık o kişi yoktu. Yerine, benim yarattığım hem beni efendisi olarak gören hem de bana baş kaldırmak isteyen benden nefret eden, hem koruyan hem de yok etmek isteyen bir canavar vardı.
“Alexie,” diye fısıldadım, sesim titreyerek. “Bunu düzeltmemin bir yolu yok.”
Gözlerini bana dikti, o kırmızı derinlikte bir acı ve pişmanlık vardı. “Elbette üzgünsün,” dedi, sesi keskin ve acımasızdı. “Bende üzgünüm.”
Ellerimi yüzüme götürdüm, nefesim hızlanmıştı. Onunla olan her şey, bir kâbus gibi üzerime çökmüştü. Ama bir yandan da onlardan vazgeçemiyordum. Alexie, Kirill ve şimdide Isabel... Hepsini birbirine zincirlenmiştim. Hem fiziksel hem de ruhsal olarak; her birinin efendisiydim. Alexie yavaşça doğruldu, bacaklarımın arasından uzaklaştı. Yatağın kenarına kaydı. Omuzları düşüktü, sanki taşıdığı vicdani yük onu eziyordu. “Gitmelisin,” diye mırıldandı. “Yoksa boynunu kırma isteğimle baş etmek zorunda kalacağım.”
Ona doğru uzandım, elimi omzuna koydum. Teni soğuktu, neredeyse buz gibi. “Gitmememi mi istiyorsun Alexie?” diye sordum, sesimde dominant bir tona bürünmüştü
Alexie başını hafifçe salladı. “Hayır,” diye fısıldadı. “Ama efendimi incitmek istemem.”
Bu bağ, ikimizi de mahvediyordu. Yavaşça yataktan kalktım, ellerim titriyordu. Alexie’ye baktım, onun da gözleri bana dikilmişti. Bakışlarım bulanıklaşırken, yeşil gözlerim de beliren kızıl harelerle baktım ona. Çenesinden tutup sertçe kaldırdım. “Boynumu mu kırmak istiyorsun?!” diye sordum bağırarak. “Bir denesene Alexie!”
Alexie’nin gözleri genişledi, yüzündeki ifade bir anlığına şaşkınlıkla doldu. Çenesinden tuttuğum elim titriyordu, ama sesimdeki öfke ve meydan okuma hiç sarsılmamıştı. O kırmızı derinlikte, bir anlık tereddüt belirdi. Sanki gerçekten boynumu kırmayı düşünüyordu, ama içindeki o bağ, o kontrol edilemez sadakat, onu durduruyordu. “Seni incitmek istemiyorum.” diye fısıldadı, sesi neredeyse duyulamayacak kadar zayıftı. “Ama bu... bu bağ, bu lanet, beni delirtiyor. Ve efendimin kalbini mi kırdım?”