İMAM NİKAHI VE KINA GECESİ

1397 Words
Sabah güneşi Midyat’ın taş evlerinin üstüne doğduğunda, içimde tarifsiz bir ağırlık vardı. Bugün artık her şey resmileşecekti. Sabah erkenden avlu hazırlanmış, minderler dizilmiş, yaşlılar ön sıralara yerleşmişti. Kadınlar ayrı bir köşede, erkekler ayrı bir köşede oturmuştu. Sessizlik hakimdi, yalnızca kuşların cıvıltısı yankılanıyordu. Cihan yanımda dimdik oturuyordu. Yüzünde sakin ama kararlı bir ifade vardı. Benimse kalbim küt küt atıyordu. İmam dua ederek söze başladı, sonra gözlerini bana çevirdi. “Şeyda Korkmaz, rızan var mı bu evliliğe?” dedi. Gözlerim yere kaydı, ellerim birbirine kenetlendi. Boğazımdaki düğüm büyüyordu ama sesim titrek bir şekilde çıktı: “Rızam var.” İmam, Cihan’a döndü. “Cihan Dağdelen, senin bu evliliğe rızan var mı?" Cihan’ın sesi gür, tereddütsüzdü: “Rızam var hocam.” Dualar okundu, şahitlerin isimleri söylendi. Sonra imam bana döndü: “Kızım, mehir olarak ne istiyorsun?” O an etraf sessizleşti. Gözler bana çevrilmişti. Bir an düşündüm, içimdeki fırtınayı susturmaya çalışarak tek bir cümle kurdum: “Ben sadece talak hakkımı istiyorum.” İmam başını salladı, “Peki kızım” dedi ama o sırada Cihan söz aldı. Sesindeki kararlılık herkesi şaşırttı. “Hocam, ben yalnızca talak hakkını değil, şirketimin yarısını da Şeyda’nın üzerine yapıyorum. Mehirim budur.” Bir uğultu yükseldi. Erkekler birbirine baktı, kadınlar fısıldaştı. Ben şaşkınlıkla Cihan’a döndüm. Gözlerinde o güven dolu ifadeyi yine gördüm. İçimde bir şeyler eridi sanki. “Cihan… Bu kadarına gerek yoktu,” diye fısıldadım. “Senin hakkın bu Şeyda. mehir olarak ben sana veriyorum lütfen kabul et "dedi alçak bir sesle. İmam bana döndü"Sen Araz oğlu Cihanı kocan olarak kabul ettin mi?" "ettim" "ettin mi?" "ettim" "ettin mi?" "ettim" Cihana döndü bu sefer"Sen Hasan kızı Şeydayı karın olarak kabul ettin mi?" "ettim" "ettin mi?" "ettim" "ettin mi?" "ettim" İmam duasını tamamladı, nikah kıyıldı. Artık resmen Cihan’ın eşiydim. Kalbim hem ağır hem de hafifti. Gözlerim doldu ama ağlamadım. Kendime söz verdim: Geçmişi artık geride bırakacaktım. Her kes yavaş yavaş odadan çıktığında Cihanla yanlız kaldık. "Resmi nikahı yarın yapacağız düğünden önce" Cihana baktım. Resmi nikah koyacağını düşünmemiştim ama yapmıştı. "Peki" dedim. başka ne diye bilirdim ki. Cihan’ın gözleri üzerimdeydi, bakışlarında hem kararlılık hem de şefkat vardı. İmam odadan çıkalı çok olmuştu ama hâlâ o sessizlik üzerimize sinmiş gibiydi. Ellerimi kucağımda sıkıca kenetlemiştim, dudaklarımda yarım bir gülümseme vardı. “Şeyda…” dedi, sesinde tereddüt yoktu ama yumuşak bir dokunuş vardı. “Bugün biraz yoruldun biliyorum. Ama bilmeni isterim ki ben hiçbir şeyi aceleye getirmeyeceğim. Resmi nikâh da sadece senin hakkını güvence altına almak için. Kimsenin karşısında mahcup olmanı istemem.” Başımı kaldırıp ona baktım. O an kalbimin derinliklerinde garip bir sıcaklık yayıldı. “Beni düşünmen… bana bu kadar değer vermen… alışık olduğum bir şey değil,” dedim kısık sesle. Cihan hafifçe gülümsedi. “Sen değer verilmesi gereken bir kadınsın. Bunu en son sen fark etsen bile, ben seni buna inandıracağım.” Sözleri boğazımda bir düğüm yarattı. Gözlerim doldu ama yine de gülümsemeye çalıştım. “Cihan, ben… sana haksızlık etmekten korkuyorum. İçimde hâlâ karışıklıklar var. Biliyorum bu doğru değil ama…” Elini yavaşça benim ellerimin üzerine koydu. “Ben sabırlıyım Şeyda. İçinde fırtınalar kopsa bile, ben yanındayım. Senin hazır olmanı beklerim. Bana güvenmen yeterli.” Bir an sustum, kalbim hızla çarpıyordu. Onun sakinliği, benim içimdeki karmaşayı daha da görünür kılıyordu. Ama aynı zamanda bana nefes de veriyordu. “Cihan…” dedim, sesim neredeyse fısıltıya dönmüştü. “Bazen düşünüyorum… Belki de senin yanındayken ben, geçmişin gölgesinden çıkabilirim.” Gözlerimin içine uzun uzun baktı, sanki içimi okumaya çalışıyordu. “Çıkacaksın. Çünkü sen sandığından çok daha güçlüsün. Ben de yanındayım. Yalnız değilsin artık.” Kalbimdeki düğüm biraz gevşedi. Başımı hafifçe salladım, gözlerimi kaçırarak. “Teşekkür ederim Cihan… bana bu güveni verdiğin için.” O, dudaklarında hafif bir tebessümle karşılık verdi. “Asıl ben teşekkür ederim. Hayatımda ilk defa gerçekten bir şeyin doğru olduğunu hissediyorum. Sen… bana doğru geliyorsun.” Sözleri içimde yankılandı, sanki yüreğimde ince bir iz bıraktı. O an bir şey söylemek istedim ama kelimeler boğazıma düğümlendi. Sadece gülümsedim. Cihan ayağa kalktı, eliyle bana uzandı. “Hadi, çıkalım. Herkes seni bekliyordur. Akşama da kınan var. Bugün senin günün Şeyda.” ***** Akşam olduğunda Korkmaz Konağı’nın avlusu bambaşka bir havaya bürünmüştü. Taş duvarlara sıra sıra renkli lambalar asılmış, her köşeye küçük kandiller yerleştirilmişti. Gökyüzü lacivertin en koyusuna dönmüş, yıldızlar parıldarken, avlunun ortası adeta bir bayram yeri gibiydi. Büyükçe minder tam ortaya konmuş, kadınlar rengârenk bindallılarıyla yerlerini almıştı. Erbane sesleri ritmik bir şekilde çalıyor, kimi zaman hüzünlü, kimi zaman neşeli ezgilerle avlunun taşlarına yankı oluyordu. Ben, başımda kırmızı tül, ellerim dizlerimin üzerinde kenetlenmiş halde oturuyordum. Kalbim küt küt atıyor, boğazıma düğümler oturuyordu. Kadınlar etrafımda halka olmuş, ellerinde mumlarla yavaş adımlarla dönmeye başladılar. İlk ezgi duyuldu: “Yüksek yüksek tepelere…” Sözler duyuldukça içimde ince ince sızılar yayıldı. Kadınların ağıtlı sesleri yükseldikçe gözlerimdeki yaşlar engel tanımadan süzülmeye başladı. Gözlerimi kapatmaya çalıştım ama yanaklarımı ıslatan damlalar bana ihanet edercesine dökülüyordu. Ne kadar saklamaya çalışsam da hıçkırığımı bastırmak zordu. Yanımda oturan Meryem yengeme başımı çevirdim. Dudaklarım titreyerek fısıldadım: “Yengem… kınamı sen yak. Senin elinden olsun istiyorum.” Meryem’in gözleri bir anda doldu. Elini karnına koydu, diğer eliyle de avucumu sıkıca tuttu. “Ah Şeyda’m… sen bana öz kız kardeşim gibisin. Bu onur bana yeter. Allah seni daima mutlu etsin.” Kadınların ezgisi yükseldikçe mumların ışığı kırmızı tülün altında yüzümde parlıyordu. O an koca avluya bir sessizlik çöktü. Meryem, eline aldığı kınayı küçük bir tasın içinden avuçladı. Kınayı elime bırakırken gözlerimin içine baktı ve dudaklarından dua döküldü: “Allah kalbine huzur versin Şeyda’m… evin bereketli, yuvan daim olsun.” Kına, avucumda yeşil bir umut gibi parladı. O an gözyaşlarım artık saklanmaz hale geldi. Sessizce süzüldü yanaklarımdan; ne pişmanlık ne de korku… Sanki geçmişin kapısı kapanıyor, önümde yeni bir yol açılıyordu. Kadınlardan biri başıma kırmızı örtüyü kapatırken, diğerleri zılgıtlar eşliğinde etrafımda dönmeye başladı. Ezgiler birden değişti; ağıt yerini coşkulu türkülere bıraktı. Erbane daha hızlı çalmaya, kadınların elleri daha canlı şaklamaya başladı. Zılgıtların sesi avlunun taşlarını titretti. “Haydi haydi!” sesleri yükseldi. Kadınlar ellerinde mumlarla oynarken kahkahalar atıyor, genç kızlar bindallılarının eteklerini savurarak dönüyordu. Bir anda bütün hüzün, yerini kadınların coşkulu eğlencesine bıraktı. Meryem yengem bana sarıldı, kulağıma fısıldadı: “Mutlu ol Şeyda hep mutlu ol. bütün güzellikler seninle olsunBu gece senin gecen Şeyda.” O an içimden sessiz bir dua yükseldi: “Allah’ım, bana bu adamın hakkını vermeyi nasip et. Geçmişin gölgesinde kalmadan, geleceğe bakmayı öğret.” Avlunun taşları bu kez güneşi değil, kandillerin ve mumların titrek ışığını yansıtıyordu. Zılgıtlar gökyüzüne karışıyor, kadınların neşesi taş duvarlardan yankılanıyordu. Ben ise ilk defa, bu taşların arasında kendi yolumun başladığını hissettim. Avlunun taşları, kadınların coşkusuyla hâlâ titrerken, dışarıdan uzak bir uğultu duyuldu. Önce davulun tok sesi, ardından zurnanın keskin, ince ezgisi avlunun taş duvarlarından yankılandı. İçimde hafif bir ürperti dolaştı; erkeklerin gelişi, kına gecesinin asıl ritmini başlatacaktı. Kapının önünden başlayarak, erkekler ağır adımlarla içeri girmeye başladı. Ön sırada genç delikanlılar, arkalarında ise yaşlı amcalar yürüyordu. Her adımda davulun tok sesiyle birlikte avlu doluyordu; zurnanın sesi ritimle birleşip göğe yükseliyordu. Erkeklerin gelişiyle kadınların coşkusu daha da artmış, zılgıtlar daha bir gür çıkıyordu. Bir genç erkek, davulun ritmiyle uyumlu bir sesle manisini okumaya başladı: “Bu kına sana helaldir, Gönül murada belaldır. Şeyda gelin ağlamaz, Ağlasa da sevdadandır.” Ben, kırmızı tülün altından bakarken, içimde garip bir sıcaklık ve heyecan dalgası hissettim. Kadınlar ellerini daha sıkı şaklattı, hep bir ağızdan erkeklerin manilerine karşılık veriyordu. Bir başka genç delikanlı zurnanın ezgisiyle ritim tutarak yeni bir mani söyledi. Avlunun ortasında erkekler ve kadınlar arasında bir ritim yarışması başlamış gibiydi. Davulların gümbürtüsü, zurnanın yanık ezgisi, kadınların zılgıtları ve ellerin şaklaması, taş avluyu adeta bir müzikle doldurmuştu. Ben, başımda kırmızı örtü ve ellerimde kına, bu renkli kaosun tam ortasında dururken kalbim yerinden fırlayacakmış gibi atıyordu. Her mani duyulduğunda içimde bir ürperti dolaşıyor, her zılgıtla birlikte hafif bir titreme geliyordu. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım; bu ritim ve coşku, bana hem huzur hem de heyecan veriyordu. Cihan, erkeklerin arasında ağır adımlarla ilerleyip avlunun ortasına geldi. Gözleri bulut gibi karanlık ama içten bakıyordu. Bana doğru yürüdüğünde, kalbim istemsizce hızlandı. Elleri cebindeydi, ama bakışları tüm sessizliğiyle benimle konuşuyordu. Erkekler davulların ritmiyle manilerini söylemeye devam ederken, ben içimden sessizce gülümsedim ve kendi kendime fısıldadım: “İşte hayatımın bu yeni ritmi… Hem korkutucu hem de güzel. Seninle, Cihan… her şey şimdi gerçek.” Meryem yengem, kadınların halkasında bana göz kırptı, “Güçlü ol , bu gece senin gecen, senin mutluluğun.” dedi. Ben de başımı hafifçe salladım; taş avlu, kandiller, mumlar, davullar, zurnalar ve maniler… Hepsi bir araya gelmiş, geçmişin gölgesini tamamen geride bırakıp geleceğe doğru atılan bir adımı simgeliyordu.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD