11.BÖLÜM

1212 Words
Sabah güneşi perdenin arasından sızıyordu. Elif gözlerini açtığında tavan tanıdık geldi—evinin tavanı değildi bu, annesinin İstanbul’daki evinin tavanıydı. Bir ay olmuştu burada, ama hâlâ her sabah uyandığında bir an şaşırıyordu. Yataktan kalktı, pencereye yürüdü. Sokak canlıydı; bir kadın balkonda çamaşır asıyordu, iki çocuk bisiklet sürüyordu, yaşlı bir adam ekmek almaya gidiyordu. Herkesin bir hayatı vardı, bir yeri vardı, bir amacı vardı. Peki ya benim? Elif bu düşünceyi kafasından atmaya çalıştı. Kendini yatağa attı, tavana baktı. Dün gece olanlar aklına geldi—Aylin’in gözyaşları, Derya’nin özürleri, Yusuf’un kararlı duruşu. Hepsi onun için yapılmıştı. Ama neden? O kimdi ki bu kadar ilgi gösterilsin? Sadece acınası bir kızdı, ailesinden kaçmış, kimsesiz kalmış biri. Başını iki yana salladı. Hayır, böyle düşünmemeliyim. Annem burada, Ayşe teyze iyi biri, Ayhan arkadaşım… Ama yine de içindeki boşluk dolmuyordu. Yerinden kalktı, dolabına yürüdü. Kapıyı açtığında karşısında üç askı duruyordu. Sadece üç. Birinde hırka, birinde eski bir elbise, birinde de köyden getirdiği tek düzgün kıyafeti. Elif elini askılara uzattı, kumaşa dokundu. Bu kadar mıydı? Bu kadar az şey mi vardı? Dolabın altındaki çekmeceyi açtı. İki pantolon, üç tişört. Hepsi eski, hepsi yıpranmış. Bazılarının dikişleri atılmıştı, bazılarının rengi solmuştu. Çekmeceyi kapattı. Göğsünde bir ağırlık hissetti. Annesine söylemeli miydi? “Anne, kıyafetlerim az, bir şeyler almam lazım” demeli miydi? Ama diyemezdi. Çünkü biliyordu—annesi zaten çok çalışıyordu. Sabahtan akşama kadar dikiş dikiyordu, müşteri kabul ediyordu, para kazanmaya çalışıyordu. Elif için. Hep Elif için. Elif kendini yük gibi hissediyordu. Bir ağırlık, bir sorun. Yatağın kenarına oturdu, ellerini yüzüne götürdü. Ağlamadı ama içi yanıyordu. Köyde de böyleydi. Babası sürekli “Bu kız bize yük” derdi. “Ne işe yarar ki?” derdi. “Evlendiremeyiz, sadece oturuyor.” Kapı hafifçe tıklatıldı. Elif başını kaldırdı. Annesinin sesi geldi, “Elif, kahvaltı hazır kızım.” Elif kalktı, kapıyı açtı. Annesi karşısında duruyordu, gülümsüyordu. Ama gözleri yorgundu, elleri çatlamıştı dikiş iğnesi yüzünden. “Günaydın,” diye işaret etti annesi. “Günaydın,” diye cevap verdi Elif. Mutfağa geçtiler. Sofrada peynir, zeytin, ekmek vardı. Basit bir kahvaltı. Elif annesinin maaşının ne kadar az olduğunu biliyordu. Meryem çayını yudumlayıp işaretle sordu: “İyi misin kızım? Dün geceden sonra…” Elif başını salladı. “İyiyim anne.” Ama Meryem inanmadı. Kızını çok iyi tanıyordu. Gözlerindeki o yorgunluğu, omuzlarındaki o ağırlığı görebiliyordu. “Elif, benimle konuş. Ne oldu?” Elif tereddüt etti. Söylemeli miydi? Ama nasıl söyleyecekti? “Anne ben kendimi yük gibi hissediyorum” demek ne kadar acı verirdi annesine? Başını iki yana salladı. “Hiçbir şey anne. Sadece biraz yorgunum.” Meryem inanmadı ama ısrar etmedi. Belki kızının zamana ihtiyacı vardı. Belki konuşmak istemiyordu. Kahvaltıdan sonra annesi dışarıya çıktı. Elif evde tek başına kaldı. Salonda oturdu, televizyon açtı ama izlemedi. Ekrana bakıyordu ama görmüyordu. Kafasının içi karmakarışıktı. Kendini bu evde misafir gibi hissediyordu. Sanki her an “git” denilecekmiş gibi. Sanki hoş görülüyormuş gibi. Ama bu doğru değildi. Annesi onu seviyordu, Ayşe teyze onu sahipleniyordu, Ayhan arkadaş olmuştu. Yusuf bile… Yusuf ona yardım ediyordu. Ama neden? Neden bu kadar ilgi gösteriyorlardı? O ne yapıyordu karşılığında? Elif telefonu aldı, internete girdi. İş ilanlarına baktı. Ama hepsinde aynı şey yazıyordu: “İletişim becerileri güçlü olmalı,” “Telefonda görüşme yapacak,” “Müşteri ile iletişimde bulunacak.” Hiçbiri Elif için uygun değildi. O konuşamıyordu. Telefonda görüşme yapamıyordu. Müşteriyle iletişim kuramıyordu. Telefonu bıraktı, başını ellerin in arasına aldı. Ben ne iş yapabilirim ki? Dikiş mi? Anne zaten yapıyor. Temizlik mi? Onu da herkes yapabilir. Ben ne yapabilirim ki? Saatler geçti. Öğle oldu, akşam oldu. Elif koltuktan kalkmadı. Sadece oturdu, düşündü, sessizce yandı. ----- Akşam annesinin kapıyı açma sesini duyamadı ama ayak titreşimlerini hissetti. Annesi içeri girdi, yorgun ama gülümsüyordu. Elinde alışveriş torbası vardı. “Elif, bak ne aldım,” diye işaret etti heyecanla. Elif başını kaldırdı. Meryem torbayı masaya koydu, içinden bir şey çıkardı. Bir elbise. “Sana aldım. Çok güzel değil mi?” Elif elbiseye baktı. Basit bir elbiseydi, lacivert renkli, sade kesimli. Ama yeniydi. Tertemizdi. Meryem devam etti: “Pazarda gördüm. Dedim ki kızıma almalıyım. Çok yakışacak sana.” Elif elbiseyi eline aldı. Yumuşaktı, güzeldi. Ama içi burkuldu. Annesi bunu onun için almıştı. Belki o parayı başka bir şeye harcayacaktı. Belki kendine bir şey alacaktı. “Teşekkür ederim anne,” diye işaret etti. Ama gözlerindeki hüzün kaçmadı. Meryem fark etti. “Beğenmedin mi?” “Hayır, çok güzel. Sadece…” Elif durdu. Ne söyleyecekti? Nasıl açıklayacaktı? Annesi yanına geldi, oturdu. Elini Elif’in eline koydu. İşaretle sordu: “Elif, ne oldu? Bugün bütün gün böylesin. Benimle konuş.” Elif tereddüt etti. Sonra telefonu aldı, yazdı: “Anne, ben kendimi yük gibi hissediyorum. Sen benim için çalışıyorsun, benim için para harcıyorsun. Ama ben sana ne veriyorum? Hiçbir şey. Ben sadece oturuyorum, bekliyorum.” Meryem okudu. Gözleri doldu. Kızının bu kadar acı çektiğini, bu kadar kendini suçladığını bilmiyordu. Telefonu aldı, yazdı: “Elif, sen benim kızımsın. Sen benim her şeyimsin. Ben senin için çalışmaktan mutluyum. Sen yük değilsin. Sen benim hayatımın anlamısın.” Elif okudu. Gözyaşları yanaklarından aşağı süzüldü. “Ama anne, ben iş bulamıyorum. Kimse beni işe almak istemeyecek. Ben sadece sana yük oluyorum.” Meryem telefonu aldı, hızla yazdı: “Elif dur. Sen iş bulacaksın. Ama acele etme. Sen daha burada bir ay olmadın. Önce kendini topla, sonra iş ara. Tamam mı?” Elif başını salladı ama içindeki ağırlık hafiflemedi. Meryem kızını kucağına aldı, saçlarını okşadı. İşaretle fısıldadı: “Sen güçlüsün kızım. Sen her şeyin üstesinden gelirsin. Ben sana inanıyorum.” Elif annesinin kucağında ağladı. Sessizce, hıçkırarak. Yıllardır biriken tüm acı, tüm yorgunluk, tüm yük dışarı çıkıyordu. Ve Meryem sadece orada durdu, kızını tuttu, ona güç vermeye çalıştı. ----- Gece Elif yatağına uzandığında hâlâ ağlamaklıydı. Dolaba baktı, yeni elbiseyi gördü. Anne bunu benim için aldı. Beni seviyor. Ama yeterli mi? Pencereden dışarı baktı. Sokak karanlıktı, sokak lambaları yanıyordu. Birkaç kişi eve dönüyordu. Herkesin bir hayatı vardı. Peki ya benim? Benim hayatım ne? Telefonu aldı, eski fotoğraflarına baktı. Köyden getirdiği birkaç fotoğraf vardı. Birinde babası duruyordu, sert bakışlarıyla. Birinde halası vardı, gülümsüyordu. Birinde de Elif vardı—küçücük, on yaşında, henüz dünya onu yıkmadan önce. O küçük kız ne kadar mutluydu. Ne kadar umutluydu. Ama şimdi? Elif telefonu bıraktı, gözlerini kapadı. Yarın daha iyi olacak. Yarın daha iyi hissedeceğim. Yarın… Ama içindeki ses fısıldadı: Ya olmazsa? Ya hiçbir şey değişmezse? Ve Elif o gece uykuya dalarken tek bir düşünce vardı kafasında: Ben kim olmak istiyorum? Sadece “sağır kız” mı? Sadece “zavallı” mı? Yoksa… Elif mi? Sadece Elif. ----- Sabah uyandığında karar vermişti. Artık oturup beklemeyecekti. Artık kendini yük gibi hissetmeyecekti. Bir şeyler yapacaktı. Ne yapacağını bilmiyordu henüz. Ama bir şeyler yapmalıydı. Kalktı, dolabını açtı. Üç askı, birkaç eski kıyafet. Ama yeterli. Şimdilik yeterli. Yeni elbiseyi aldı, giydi. Aynaya baktı. Güzel görünüyordu. Belki güzel hissetmiyordu ama güzel görünüyordu. Mutfağa gitti. Annesi çay demliyordu. Elif ona dokundu, annesi döndü. “Günaydın kızım.” “Günaydın anne.” Meryem Elif’in yüzüne baktı. Bugün farklıydı. Gözlerinde bir kararlılık vardı. “Bir şey mi oldu?” Elif telefonu aldı, yazdı: “Anne, ben iş aramaya başlıyorum. Bugün. Hemen.” Meryem okudu, gülümsedi. “Tamam kızım. Ben sana yardım edeceğim. Birlikte buluruz.” Elif başını salladı. Birlikte. Evet, birlikte bulacaklardı. Belki yük değildi. Belki sadece zamana ihtiyacı vardı. Belki… belki her şey iyi olacaktı.​​​​​​​​​​​​​​​​
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD