Akılsızca davranmaktan bıkmıştım ama yine de kendimi Rozerin'in peşinde sürüklenirken bulmuş boğazımıza kadar battığımız belanın farkında değilmiş gibi yapmak zorunda kalmıştım.
Rozerin'in kalbini kırmaktan korkuyor üzmekten çekiyordum. Hastalığı yüzünden ani duygu değişikliklerini bile gelemeyen bir bünyesi vardı. Kullandığı ilaçlar yüzünden yeterince fiziksel olarak yan etki görmüş psikolojik olarak pamuk ipliğine bağlı yasamaya mecbur bırakılmıştı. O yüzden asla iki kız kardeşime de hayır diyemiyordum.
Çocukluğumdan beri kardeşlerime abla olmaktan çok anne olmuş onlar için kendi geleceğimi çöpe atmıştım. Hayallerimle kardeşlerim arasında seçim yapmaya zorlandığım gün savunmasızlıklarıyla gözlerimin içine bakmaları doğru olanın kardeşlerim olduğunu göstermişti. Ben okursam ben tek kurtulacaktım ve iki kız kardeşim annemin ellerinde parçalara ayrılacaktı. Onları seçmemle iki hayat kurtulacak babam daha fazla ezilmeyecekti.
Sağlık lisesinden mezun olup hemşire olmayı ve daha sonra sınavlara girerek tıp okumayı hayal etmiştim. Ama yeterince ders çalışamıyordum. Hem işte çalışıyor hem kardeşlerime bakıyor hem de okula gidiyordum bütün gücümü dengeli bir şekilde paylaşamadığımda hiçbirine yetemiyordum. Ama kızlar büyüdükçe masrafları arttı ve ben okulumu son senesinde bırakmak zorunda kalarak tam zamanı çalışamaya başladım. Ağır ve acılı bir dönemdi ama üstesinden kız kardeşlerimin başarılarıyla gelebilmiştim. Rozerin ve Roza okul birincileriydi ve her okula götürüp getirdiğimde onlarla gurur duyuyordum. Yaşları küçük olmasına rağmen beni anlıyor ve onlar için neler yaptığımı ve feda ettiğimi görüyorlardı. Asla bir gün bile yüzlerine şikayette bulunmamıştım benim tercihimdi ve de kimseyi bağlamıyordu. Ama yakında birini bağlayacaktı.
Şehmuz Laloğlu. Yüzünü en son nişanımda gördüğüm evleneceğim adamı tanımaz etmezdim. Babamın uzaktan akrabalarıydı. Annesi annemi aramış kızına talibiz verir misin demiş annem hiç düşünmeden bana sormadan talih kuşu başına konmuş gibi havalara uçarak veririm demişti. Telefondan satılırken keşke orada olmasaydım. İçim parçalara ayrılmıştı ama okumadığım için bir gün bunun olacağını bildiğimden de şaşırmamıştım. Annemin kıpır kıpır hallerle direkt altına ve süt hakkına girmesi midemi bulandırmış odadan çıkıp küçük bahçeye kaçmıştım.
Zavallı babam bahçedeki tahta sedirde bacaklarını toplamış bahçedeki dut ağacına bakıp gülümsüyordu. Saftı benim babam. Bir ağanın oğlu derlerdi ama hangi ağanın oğluydu bilinmezdi. O kadar Laloğlu vardı ki.
Babam kimseyi ayırt etmez herkese bir çocuk gibi yaklaşırdı. Annem gibi biri babamla nasıl evlenmişti bilmiyorum ama o işte de bir Laloğlu parmağı olduğu kesindi. Annem... Utanıyordum ama paragözün tekiydi. Çocukları onun çocukları değilmiş gibi davranır kendinden başka kimseyi düşünmezdi.
Babam durumundan dolayı çalışamazdı çalışsa da eve gelene kadar kansızlar kandırarak parasını alırdı. Hiç unutamıyorum babamın durumuna aklımın kesmediği günlerden bir gün babamdan bebek istemiştim. Bütün gün sırtında taş taşımış bana kimsede olmayan bir bebek almayı başardığını söylemişti ama biri yolda elindeki bebeği çekip almış bir de üstüne bacağına teklemiş kırmıştı. Eve o halde geldiğinde onunla birlikte ağlamıştım. İşte o gün babamın normal babalar gibi olmadığını anlamış ve bir daha hiçbir şey istememiştim. Tam tersi ben o yaz terzi dükkanında çalışmaya başlayarak babama bir şey ister misin diye sorar olmuştum. Zavallı babam... Bir şey istemezdi. Dut ağacına bakar gülümserdi.
Yıllar önce kendi başına işlerini görürdü ama yıllar geçtikçe durumu daha da kötüye gitmeye başladı. Karnını ben doyurur üstünü başını ben giydiriyordum. Annem babamın varlığının bile farkında değildi. Tek bildiği kolu komşu gezmek elimdeki paraya göz dikmekti. Dışarıdan neşeli bir kadın gibi gözükse de bize acımasız bir canavardı. Beni daha on dört yaşındayken evlendirmek istediğinde çok kötü kavga etmiş birbirimizin canına okumuştuk. Araya öğretmenlerimi ve polisi kattığımda geri adım atmak zorunda kalmıştı ama artık yirmi yaşındaydım kime ne diyebilirdim ki?
Şehmuz ağanın ise neden benimle evlendiğini gayet iyi biliyordum. Adını nasıl biri olduğunu duymayan yoktu. Beni gayri meşru çocukları için anne olarak alacaktı. Sesimi çıkarmamıştım çünkü ben onun çocuklarına bakacaksam o da benim kardeşlerime bakmak zorundaydı. Böyle bir şart koydum. Çünkü ben gidersem annem Rozerin’in gözünün yaşına bakmaz evlendirir Roza’yı okuldan alıp benim çalıştığım terzi dükkanına verirdi. Laloğlu zengin ve güçlü bir aşiretti iki kıza bakabilirlerdi herhalde.
Kardeşlerim için hayatımı temelli feda ettiğim günün üstünden bir ay geçmişti ve ben hala kayıp, boşluktaymışım gibi hissediyordum. Rozerin’in peşinde yeni tanıştığı arkadaşıyla buluşmak için evden gizli çıkmıştık. Annem beni telefonda sattığı günden beri gözünü üzerimden ayırmıyordu. Beni insanlara temiz vermek için çabaladığının farkındaydım ama zaten kimse de bakmıyordu. Gözlerimin tuhaf rengi insanları korkutuyor dudağımdaki kesik hoşlarına gitmiyordu. Yaralı parçalara ayrılmış kızı ne yapsınlar?
“Abla biraz daha hızlı yürür müsün?” diye Rozerin heyecan ve telaş içinde önümde duvar dibinde yürürken arkama binici kez baktım. Gece karanlığında biri bizi görürse başımıza çok büyük belalar alacaktık.
“Arkamızı kolluyorum Rozerin. Akşam vakti buluşmak hiç uygun bir zaman dilimi değil. Biri görür konuşursa nasıl açıklarım?” diyerek endişeyle etrafıma yeniden bakındım. Başıma şal bağlamış uzun siyah bir elbise giymiştim ama yine de buradaki insanlar insanları yürüyüşünden bile tanırdı.
Rozerin sıkkınlıkla nefes verdi. “Abla her yerin kapalı kimse seni tanımaz.” derken arkadaşı ile buluşacakları Kado dedenin evinin olduğu sokağa girdi. Kado dede duyma yetisini kaybetmiş yalnız yaşayan yaşlı bir adamdı. Evini daha çok kızlar sevgilileri ile buluşmak için kullanırdı. Çünkü Kado dede ne ses duyar ne de uykusundan uyanırdı ve kapısı hep açık olurdu. Kolu çekmek yeterliydi güzel bahçesine girmek için. Güzeldi biliyordum çünkü bir kere gelmiştim. Ama bir kere...
Kapının önüne geldiğimizde etrafıma daha dikkatli baktım. Dar, yüksek duvarları olan sokağın her iki başına baktım. Issızlığı ve fazla sessizliğiyle içim ürperdi. Rozerin eskimiş zar zor mavi rengi gözüken tahta kapıyı tutmak için iki taş basamağı çıkıp sabırsızlıkla kolu çekti. Korkmadan içeri girince içimdeki sıkıntıyla ben de iki basamadığı hızla çıktım ve kendimi bahçeye atar atmaz kapıyı kapattım. İlk hangi çift gelirse kapıyı kilitlerdi hemen kilitleyip tutuğum nefesi verdim. Alnımdaki terle arkamı dönüp Rozerin’e bakınca onun donup kaldığı gördüm. Baktığı yöne başımı çevirip baktığımda onu gördüm. Çarşıdaki sapık!
Aklımdaki korkunç düşünceyle hemen kendimi Rozerin’in önüne attım. Kapıyı da kendi ellerimle kilitlenmiştim! Kendime kızarken sapık genişç bembeyaz dişleriyle gülümseyip elini cebine koydu. Yaptığım hoşuna gitmiş gibi gözleri parıldayarak bakıyordu.
“Kardeşimi kandırdın!” dedim sinirlenerek. Rozerin bana bir çocukla bulaşacağım demişti ama bu adam kazık kadardı!
“Abla,” dedi Rozerin bir şey söylemek için elini koluma koyarak. Ama benim masallara karnım toktu. “Seninle evde konuşacağız Rozerin! Belli ki bu adam sana yaşın konusunda yalan söylemiş. Korkma eve gideceğiz şimdi.”
“Sen yanlış anladın menekşe.” dedi gevşek gevşek sırıtan sapık. “Ben yaşım konusunda kimseye yalan söylemem. Otuz yaşındayım. Bir erkeğin en verimli olduğu yaşlardayım.” deyip göz kırpmasıyla gözlerim giderek büyüdü. Kalbim deli gibi atarken Rozerin’i iyice arkama aldım. “Seni pis sapık! Seni polise şikayet edeceğim! Uzaklaş yoksa...” Susup kaldığımda kara gözlerindeki parıltı da havai fişekler patladı.
“Yoksa ne yaparsın? Beni o düz tabanlarınla döver misin?” diyerek ayakkabılarıma bakıp erkeksi bir sese gülünce midemde bir düğüm atıldı. Benimle dalga mı geçiyordu bu adam?
“Abla beni bir dinle-”
“Sus Rozerin! Şimdilik sus. Eve kadar sus yeter.” diye susturdum ama arkamda ofladığında arkamı dönüp nadiren attığım kızgın bakışları atmak istedim.
Gözüm siyah takım elbisesinin içinde (bu havada takımın yeleğini giymişti) dev gibi görünen adama sabitlenmiş hareketlerini tartıyordum. Rahat ve telaşsızdı. Tabii kapıyı kendi ellerimle kilitlemiştim!
“Bana bak şimdi biz çıkıyoruz sakın peşimizden gelme bir bağırırım bütün mahalleyi başına toplarım çok kötü dayak yersin.” dememle geri geri yürümeye başladım ama Rozerin geri yürümeyip arkamdan çıktı. “Rozerin çabuk arkama geç!” diye bağırdım ama Rozerin gözlerini devirip ellerini beline koydu. “Abla bu Baran değil. Baran’ın abisi-”
“Barzan.” dedi sapık kendini dik tutarak. Gülüşünü yüzüne Japon yapıştırıcısıyla mı yapıştırmışlardı? Gülüşüne takılmış ağzın bakarken biraz daha güldü ve “Barzan Zanaoğlu ben. Sen de Zeynep olmalısın. Pek iyi karşılaşmadık ama olsun telafi ederiz.” dedi gözlerini yüzümden aşağılara indirmeden önce. Bakışlarındaki dolu imalarla ürperip gözlerimi kırpıştırırken sinirden yüzüm kızardı. Tam haddini bildirecekken biri içeriden çıktı.
“Aaa gelmişsiniz. Ben de mutfakta bir şeyler hazırlıyordum.” diye bir genç bahçeye elinde tepsiyle girince kendi eviymiş gibi burayı kullanması öfkelendirdi.
“Burası eviniz değil. Sadece bahçesini kullanmaya özen gösterin. İzinsiz girdiğimizi unutmayın.”
Genç elindeki tepsiyi bahçedeki menekşelerin altındaki eski tahta masanın üstüne bıraktıktan sonra önce Rozerin’e dana sonra bana baktı. “Tabii öyle abla ama söz temizleyeceğim.” diye terbiyeyle cevap verince öfkemi azalttım. Abisi yüzünden çocuğa çıkışmıştım. Göz ucuyla yandan gülen adama bakıp Rozerin’e döndüm ama kardeşim sanki biz hiç orada yokmuşuz gibi çocuğa dalmıştı. Koluna dokunup kendisine gelmesini sağladım. “Beni Baran’la tanıştır hadi.” diye onca lafı etmemiş ortalığı karıştırmamış gibi davrandım. Aslında amacım Rozerin’in toplumda kendini göstermeyi başarmasıydı. Aldığı ilaçlar yüzünden istemsizce kilo alıyor ve özgüvenini kaybediyordu.
Rozerin bakışlarını zar zor Baran’dana alıp bana döndü ve heyecan içinde defalarca yutkundu. Ona yapabileceğini başımla onaylayıp gösterdim. Gözlerindeki korku ve endişe biraz olsun dağılırken başını salladı. “Abla, Baran.” diye utanarak Baran’ı gösterdi. Baran’a gülümsemeye çalıştım ama çok cansızdı. Cansızdı çünkü Baran... çok yakışıklı bir çocuktu. Kardeşim asla çirkin değildi ama kilosu yüzünden çok fazla sorun yaşamış hakaret işitmişti ona yaklaşan insan çok azdı. Yumurta gibi çocuğun kardeşime yaklaşma nedeninin sadece duyguları olduğundan emin olmam gerekiyordu.
“Baran, ablam Zeynep.” dedi Rozerin biraz daha özgüvenli sesiyle. Baran’a bakarken bir an kalbi duracak sandım. Bu kız nasıl bir günde böyle tutulmuştu?
“Memnun oldum Zeynep abla.” diyerek başını eğen çocukla biraz daha sinirim yatıştı. Terbiyeli bir çocuk muydu ne?
“Buyurun sizin için bir şeyler hazırladım. Söz hepsini daha sonra kendi ellerimle yıkayıp yerine koyacağım.” Abisi gibi de gevşek gevşek gülmeyince ilk izlenimlerinde artıyı kaptı. Ama abisine dönüp baktığımda sirkteki hayvanlarmışız gibi bizi izlemesi yeniden sinirlerimi gerdi.
“Ben de tanıştığımıza memnun oldum Zeynep. Bana Barzan diyebilirsin.” demesiyle yüzümü çevirip masaya doğru yürüdüm. L şeklindeki sedire önce ben geçip oturdum Rozerin de yanıma. Barzan da diğer uçtan girip oturunca bana yakın yere oturdu ve kardeşi de yanına geçti. Masadaki tepsiden iki genç tatlıları ve içecekleri servis etmeye başlayınca kendimi çok tuhaf hissettim. Ama Rozerin’in ilk buluşması böyle geçmek zorundaydı daha sonra onlardan yavaş yavaş ayrılacaktım.
“Hava da çok sıcak bugün.” diye Barzan başını eğip bana doğru konuştuğunda masaya bağlayarak koyduğu kolların nasıl da yakınımda olduğunu fark ettim. Uzaklaşmak istedim ama Rozerin tam dibimdeydi. Cevap vermeyip önüme baktım.
“Gözlerin lens mi?” diye bu sefer de başını önüme doğru uzatınca başımı kapıya doğru çevirdim. Allah’ın sapığıyla konuşmayacaktım.
Pes edeceğini sandım ama ona boşuna sapık damgası yapıştırmamıştım.
“Lens olmayacak kadar güzel görünüyor aslında.”
Buradaki adamlara yakışmayacak tutumuyla kendime hakim olmak için uğraştım. Ama yaklaştıkça kokusunu da almaya başlamıştım. Farklı bir kokusu vardı. Pahalı parfümü burnuma sızarken araya sıkışmış sigara kokusunu da aldım ama yutkunmama neden olan çarpıcı koku çok farklıydı. Pahalı parfümü çok pahalı olmalıydı.
Kafamı dağıtmak için gençlerin konuşmasına daldım. “Hangi okulda okuyorsun Baran?” dedim ama sesim ayağıma basılmış gibi çıkmıştı.
“Nusaybin Koleji’nde okuyorum abla.” dediğinde başımı aşağı yukarı salladım. Başka ne bekliyordum ki? “Ne okumayı düşünüyorsun daha sonra?” Yaşlılar gibi çocuğu sıkıyordum ama Barzan’la uğraşmaktan iyiydi.
“Ben pek düşünmedim. Zamanı gelince düşünürüm.” dediğinde zengin rahatlığıyla ben gerildim. Ben daha kalemi elime almadan düşünmüş o yaşta gerilim hattını oluşturmuştum.
“Aile şirketinde çalışacak okur bir şeyler. Genç yaşta ne stresi yaşayacak gençler. En güzel yaşlarını yaşmak varken düşünmesi gerekmiyor.” diyen Barzan’la dişimi sıktım. Ağaların hepsi böyle umursamaz bizim dünyamızda dert tasa olmaz sizin geçim derdinizi bilmiyoruz görsek de umurumuzda değilb diyerek mi yaşıyordu?
“Çocuklar hangi konumda olursa olsun sorumluluk almayı bilmeli. Kendi hayatının da sorumluluğunu kendi yüklemeli. Onlar bebek değil. Kendilerini keşfetmeleri lazım. Çıkıp doktor olmak istiyorum derse ne diyeceksin?” dedim sonunda Barzan’a dönüp kara gözlerine bakarken. Aramızdaki dört karışla burnumun önündeki kokusuyla doğru yapmadığımı biliyordum ama kendimi bu durumun içinde bulmuştum. Hadi ben ablaydım bu adam niye kardeşiyle geliyordu?
“Olsun benim için bir şef fark etmez. Açarım bir hastane sağlık işlerini o halleder. İyi para var yalnız geçen bir muayene için üç bin verdim. Altı üstü bir doktoru numarasını alacaktım.” dediğinde sesindeki ima sonunda ki gülüşü yüzümü kızarttı ve başımı başka yöne çevirmek zorunda kaldım. Çocukların yanında ne diyordu bu?
Baran kolasını içerken sanki birden biri dokunmuş gibi irkilip öksürmeye başladığında Rozerin endişeyle yanımda kalkmaya çalıştı ama elimi dizine koyup durdurdum. Baran kendine gelip önce abisine daha sonra bana bakıp gülümsedi.
“İçerde çok farklı teypleri varmış Kado dedinin. Koleksiyon resmen.” dedi bakışları Rozerin’e kayarken. “Birlikte bakalım mı?”
“Olur.”
“Hayır.” dedim hemen. Rozeri olur cevabıyla yanımda küçülürken üzüntüsüyle canım sıkıldı ama başta konuşmuş anlamıştık ben onay vermeden yalnız kalmayacaklardı. Bunu Baran’a da açıklamalıdyım.
“Baran sen de buralısın biliyorsun her şeyi. Ben kısıtlayıcı bir abla değilim. Rozerin’in erkek arkadaşı ve ya kız arkadaşı olabilir ama bizim bir anlaşmamız var. Benim onayımdan geçen arkadaşlıklarını sürdürebilir. Daha seni anlamaya çalışıyorum. Ama şöyle söyleyebilirim hiç eksin yok bolca artın var.”
Rozerin’in yanımda yeniden yeşerdiğini ve gülümseyerek bana baktığını görünce içim rahatladı. Ama abi kardeşe döndüğümde bakışlarındaki ifadeyi çözemedim. Durup sadece bana bakıyorlardı. Tabii Barzan bunu yana doğru kaydırdığı gülüşüyle yapıyordu. Sanırım onları şaşırtmıştım.
“Doğu batı sentezi gibisin.” dedi Barzan gülerek başını salladığında. “Çalması keyifli olur.”
“Ne?” diye sordum kaşlarımı çatarak. Çünkü bir anlam çıkaramamıştım.
“Yani düşüncelerini duymak güzel olur. Belki biz abi kardeş de senden feyz alırız. Bu çocuğun benim görmediğim bir sürü arkadaşı var.” dedi ancak toparladı mı açıklamamı yaptı emin olamadım.
“Soyadlarını biliyorsun görmene gerek var mı?” diye Baran burunlarının nasıl kalkık olduğunu gösterince dudaklarımı büktüm. Belki bu onların normal halidir.
“Baran sınavdan geçmiş gibi görünüyor bence bir on dakikayı onlara çok görme.” dedi Barzan gevşek gülüşüyle büyüklük yaparmış gibi. Cevabım hayır olacaktı ama Rozerin elini bacağıma koyup sıkınca güzel yüzüne döndüm. Bal rengindeki gözleri bana yalvarıyordu. Kırmaktan çok korkuyordum ama yalnız kaldıktan daha sonra üzülür ilaçlarını içmezse... İstemeyerek “Tamam.” dedim.
Rozerin’in gözlerinde kalpler fışkırırken Baran’a döndü. Baran da durumdan memnun yerinden kalktı. “Sağ ol abla emin ol bu sınavda da bütün notlarım artı olacak.”
“İnşallah.” dedim Rozerin’in eve doğru gidişini izlerken. Siyah bir etek ve tişört giymişti kiloları yüzünden ama pembe ve toprak tonları çok yakışıyordu. Kendini bu yaşta kısıtlıyordu. Baran’la eve girdiklerinde derin bir nefes verip omuzlarımı düşürdüm.
“Gören de evlendirdi sanacak. Nedir bu korumacılık? Gençleri rahat bırak biraz. Kimse kimseyi yemiyor.”
Barzan’ı unutmuştum konuştuğu gibi irkilip başımı çevirdim. İstediğinde görünmez olup istediğinde insanın gözüne batan bir özelliği vardı keşke bana hep görünmez olsaydı.
“Sen niye buradasın? Kim yiyor kardeşini?” diye cevabını verince tek kaşını kaldırdı. Evet hep gülümsüyordu.
“Yanlış anlama zamane gençlerine güven olmaz.” derken geniş sırıtışı en nefret ettiğim sırıtışı olabilirdi. Aslında hepsinden nefret ediyordum.
“Kime? Kızlara mı yoksa erkeklere mi?” diye gözlerimi kıstığımda tavrını dikkatle izledim. Bu adamın bir kelimesinde bir hareketinde binlerce anlam varmış gibi hissediyordum.
Barzan yoğun siyah sakalını okşayıp durunca yüzüne biraz daha dikkat kesildim. Siyah parlak saçlarını özenle taramış şekil vermişti. Kömür karası kaşlarının altındaki sık kirpiklerle çevrili gözleri de gece gibi karanlıktı. Buranın erkekleri gibi esmerdi ama farklı bir havası vardı. Ciddi değildi. Buradaki ağalar hep kazık yutmuş gibi suratsız ve keyifsizmiş gibi dururlardı ama bu adama özel yedi yirmi dört özel şov yapıyorlarmış gibi her zaman yüzü gülüyordu. Dün çarşıdayken de yüzü gülüyordu bundan bir hafta önce mağazada çıkıp bana çarptığında da yüzü gülüyordu. Hastane bahçesinden öldüresiye dayak yerken bile gülüyordu. Ama çarşıda duvara çarpmışım gibi hissetmiştim başım acımış bedenim panik içinde titremişti ama Barzan ağa yüzüme bakmaya tenezzül etmeden bir çocuğu kenarı çeker gibi affedersin diye çekmiş ve arkasına bakmadan gitmişti. Benim tek yaptığım arkasından bakmak olmuştu. Boyum kısaydı ama yüzüne bakılmayacak kadar mı çirkindim? Şimdi bakıyordu çünkü özel şovu bendim. Uğraşıp eğlenecekti. Çünkü ben onun saygı duyduğu, kadın yerine koyduğu uzun boylu sarışınlardan değilim. Bu detayı da bana ona çarptığımı gören Didar abla söylemişti. Zamparalıkta pek meşhurmuş namı hatta kıtaları aşmışmış. Şehmuz gibi biriydi işte.
“Pek bir alıcı gözüyle inceledin.” diyerek göz kırpıp kollarını bir kartal gibi açarak sedirin arkasına atınca kolunun arkamda oluşunu düşünmem huzursuzluk verdi. Ama sözleri ve bakışlarındaki ağırlık daha vahim olanıydı.
“Ben nişanlıyım.” dedim dişlerimi birbirine bastırarak. “Benimle düzgün konuş.”
Elime bakıp parmağımda yüzüğün olmadığını görünce güldü. “Buradan bakılınca bekar gözüküyorsun ama.” demesiyle elimi kucağıma aldım. “Takmayı unuttum.”
Yalandı. Nişan yüzüğüm çok gösterişliydi ve ben bu kıyafetlerin içinde o yüzüğü takamıyordum. Şehmuz’un annesi anneme para vermiş kızın eksiklerini gör diye ama annem bir kuruşunu bile bana vermemiş kendisi için harcamış durmuştu. Hatta daha fazlasını da gün gün istediğine emindim. Kendim için de istemiyordum madem bana verilmiş kız kardeşlerimin eksiğini görecektim.
“Yani genel görünüş itibariyle nişanlı gibi de gözükmüyorsun. O kızlardan değilsin.” dedi bana beni çözmek ister gibi bakarken.
“Nasıl o kızlardan değilim?” Bu adamın dilini kesinlikle anlamıyordum.
Barzan oturduğu yerde kaydığında geniş göğsünü saran beyaz gömleği ve yeleğiyle biraz daha büyüdü. Gözlerimi göğsünden alıp siyah gözlerine çıkardım.
“Nişanlı kızlar biraz süslü olur diye biliyorum. Yani buranın kızları öyle. Sen doğu batı sentezisin farklı olmak isteyebilirsin belki. Ama bence gerek de yok. Gözlerin en büyük mücevherin. Gerçekler değil mi?” diye beklemediğim an da çevik ve hızlı bir hareketle burnumun önünde bitince gözlerim kocaman açıldı. Nefesimi tutmuş kalbimin sesiyle kulaklarım sağır olurken Barzan büyük bir ciddiyetle gözlerimi inceledi. “Yakından daha da menekşesin.” dediğinde içimde bir şeyler kıpırdadı göğsüme ılık bir sıvı aktı aktı.
Ama tam bu yerde iki yıl önce biri daha bana menekşe demiş kalbimi yerinden oynatmış ve kısa bir süre sonra kırmıştı.
“Ben kimsenin menekşesi değilim.” dedim yüzümü yüzünden çekip yana doğru kayarken.
Devamı gelecek.