Yade Karayel aklına bir şey koyduğunda hiçbir kuralı dikkate almaz, içinden geleni yapar ve bunu yaparken de elbette detayları düşünmezdi. Mahir bunu biliyordu, unutmamıştı ama ablası hayatını tarumar ederken onun haberi bile olmamıştı ki! Ablasının hızına yetişmek mümkün müydü?
Oturduğu yerde rahatsız bir şekilde kıpırdandı. Susamamış olmasına rağmen biraz su içti ve bardağı masaya geri bırakırken iç çekerek etrafını izlemeye başladı.
Zeynep gerçekten gelecek miydi?
Bu düşünce Mahir’i öyle geriyordu ki kravatı olsa gevşetirdi. Boğazına bir şey dolanmış gibi içi daralıyordu. Eğer gelecekse neden hâlâ görünmemişti?
Masanın üzerinde öylece duran, özenle paketlediği kitaba baktı. Onu okumaya bile fırsatı olmamıştı. Niyeyse eli bir türlü gitmemişti kitaba. Belki kendi için de aynı kitabı alırdı, bilmiyordu ama Zeynep’e aldığı için olsa gerek ondan önce okumak içine sinmemişti. Bu yüzden de kitabı okuyamamıştı.
Derin birkaç nefesle olanları düşündü. Belki de kız gelmeyecekti, ablasını başından savmak için yalan söylemişti. Öylesine cesur birinin yalan söyleme ihtimali düşüktü ama ablasının çenesini göz önüne aldığında emin olmakta zorlanıyordu Mahir.
Yade ne yapmış ne etmiş, bir şekilde Zeynep’e ulaşmıştı. Anlattığına göre önce kıza bir mesaj göndermiş, Mahir Karaman’ın ablası olduğunu söylemişti. Durumu kendince heyecanlı hâle getirerek dikkatini çekerse başarılı olacağına inanmıştı. Mahir’i rezil etme ihtimali umurunda değildi elbette. Ona çok önemli bir meseleyle ilgili görüşmeleri gerektiğini söylemiş, telefon numarasını istemişti. Mahir olsa kızı polise şikâyet ederdi ama Zeynep Kahraman ilginç bir şekilde ablasına cevap vermişti.
Yade’den özür dilemiş, Mahir Karaman ile katiyen görüşmek istemediğini söylemişti.
Bunu duyunca yüzü düşmüştü ama sesini çıkarmamıştı tabii ki Mahir. Ne diyebilirdi ki? Ablası heyecanla mesajları okurken telefonu elinden almamak için kendini zor tutmuştu sadece.
Yade Karayel pes etmemiş, telefonda konuşurlarsa derdini daha güzel anlatacağını iddia etmişti ki haklıydı da. Çenesiyle sizi muma çevirirdi de haberiniz olmazdı.
Zeynep sonunda numarasını vermiş, ablası kızı hemen arayıp tatlı dille görüşmeleri için ikna etmişti. Arkadaş sayılırlardı, böyle önemli bir mesele görmezden gelinemezdi. Eğer aralarında bir sorun varsa bile, Zeynep’in bunu iyi niyetinin önüne geçirmeyeceğinden emindi. O tatlı ve kibar bir insandı ve Yade de onunla tanışmayı çok isterdi. Yoksa Zeynep onu sevmemiş miydi? Rahatsız mı olmuştu Mahir’in ablasından?
Bunlar ablasının saydıklarının çeyreği bile değildi. Olayı anlatırken öyle acıklı konuşmuştu ki Mahir bile Zeynep’in geleceğine ikna olmuş, onun aklına uyup geçen sefer karşılaştıkları restorana gelmişti. Tam üçte buluşmaları gerekiyordu, Zeynep on beş dakika gecikmişti ama o yine de beklemeye devam edecekti.
Derken kızın kapıdan girdiğini görüp irkildi. Sahiden gelmişti. Bu nasıl olabilirdi ki? Ablasının acıklı konuşması onu nasıl ikna etmişti? İnanılmazdı.
Tabii işin kötü yanı ortada önemli bir mesele olmamasıydı. Ne diyecekti ona?
Merhaba Zeynep, son günlerde hayatında neler olup bittiğine dair anlamsız bir merak duymaya başladım. Tabii bir de şey var, hani seni yıllar önce terslemiştim ya? Onun için özür dilerim. Biraz geç oldu ama üzgün olduğumu bilmeni istedim.
O dahi bu sözleri duysa sinirlenirdi, Zeynep suratına bir yumruk atsa sesini çıkaramazdı ki Mahir!
Aralarındaki mesafe azalırken saçlarını sıkıcı bir topuz yaptığını, üzerinde rengârenk bir elbise olduğunu ve tam Mahir’in seveceği gibi zerre makyaj yapmadığını görerek hafifçe gülümsedi, elinde değildi. Geçen onca yılın ardından değişen neydi bilmiyordu ama Mahir’in kalbi de aklı da kızdaki değişimi haykırıp duruyordu. Sadece Mahir ne olduğunu bulamıyordu.
“Hoş geldin,” dedi aniden.
Zeynep kaşlarını kaldırırken hoş bulmadığını mı belli etmeye çalışıyordu?
“Otursana.”
Mahir onun bariz bir isteksizlikle tam karşısına yerleşmesini izledi, ardından kendi de sandalyesine yerleşti. Yıllar ne çabuk geçmişti? Hissettiği korkunç isteksizliği ve bu duygunun ağırlığını gözden çıkarırsa onca yılın nasıl geçtiğini dile getirebileceğini sanmıyordu. Bunca yıl Zeynep’i aklına bile getirmemişti ama şimdi yüzüne bakarken olanlar birkaç gün evvel yaşanmış gibi hissediyordu. Bu çok tuhaftı.
“Geldiğin için teşekkür ederim.”
Zeynep omuzlarını kaldırıp sessizliğini sürdürdü. Bu kadarının kabalık olduğunu düşünmesi gerekirdi ama şartları düşününce kızın onu tokatlama ihtimaline bile razı olduğundan, sessizliğini önemsememeye çalışıyordu. Yine de bir şey vardı, Zeynep ona bakmaya dahi tahammül edemiyormuş gibi gözlerini kaçırırken Mahir’in elleri kitabını arıyordu.
“Benden rahatsız olduğunun farkındayım ama seninle görüşmek istedim Zeynep. Bir şekilde ablamı bu olaya dâhil ettiğim için özür dilerim, seni nasıl bulacağımı bilmiyordum.”
Hissettiği kadar ezik görünüyor muydu, merak ediyordu.
“Geçen gün seni görünce üniversitedeyken olanları hatırladım.”
Zeynep de hatırlamış olacaktı ki kaşlarını çatıp dudaklarını öfkeyle birbirine bastırdı.
“Senden özür dilemek istedim.”
Tüm sözleri içinde belli ki bu en beklenmedik olandı. Bir anda Zeynep’in yüzündeki öfke şaşkınlıkla yer değiştirdi. Mahir onun derin bir nefes aldığını, gözlerini tekrar kaçırdığını ve yanaklarının kızardığını aşama aşama izlerken gülümsemek istedi. Tabii bunu yapmaya cesareti yoktu.
“Zeynep ben biraz sabit fikirliyim sanırım.” Zeynep ona tekrar bakarken yutkundu. “Bu bana seni incitme hakkı vermiyor elbette. Ama o zaman yaptığım şeyin, seni üzebileceğini düşünmemiştim. Sadece…”
“Benden kurtulmak istedin.”
Söylediği ilk şeyin bu olmasını istemezdi Mahir. Hele de cümle gerçeği bu kadar yansıtıyorken. Ama kız buruk diyebileceği bir tebessümle onu izliyor ve Mahir’in ağzından gerçeği duymayı bekliyordu.
“Evet,” diyerek derin bir nefes aldı. “Bu yüzden özür dilerim. Düşünmeden konuştum. Aradan epeyce zaman geçtiğini de biliyorum ama seni o zamandan beri görmediğim için anlamam biraz uzun sürdü.”
“Bazı şeyler özür dileyerek telafi edilmez Mahir.”
“Yine de bunu duyman gerekir.” Masadaki kitabı kıza uzattı. “Ufak bir hediye aldım senin için. Sever misin bilmiyorum ama…”
Söyleyecek bir şey bulamama sıkıntısıyla yüzüne baktı. Zeynep kitabı yavaşça eline alırken omzundaki yüklerden biri kalkmıştı. Paketi hemen açmasını bekliyordu ama Zeynep bunun yerine hediyeyi çantasının içine koyup “Artık bir şeyler sipariş etmezsek kovulacağız,” diye mırıldandı.
Bu kadar basit miydi yani? Öyle olmadığından emindi ama Zeynep şimdi kızgın görünmüyordu.
İkisi için kahve isteyip kızı izlemeye başladı tekrar. Gözlerinin bu ısrarına mâni olamıyordu. Durup durup ona dönüyor ve bu Mahir’i deli etse de hiç söz dinlemiyorlardı. Zeynep kaçıp gitmese iyiydi.
Sessizce bekledikleri süre sayılamayacak kadar uzadığında kahveleri geldi, kız bir yudum kahve aldıktan sonra mesafeli bir şekilde gülümsedi. “Bu konu kapandığına göre bir daha beni rahatsız etmezsin, değil mi Mahir?”
Evet, demesi gerekiyordu.
Özür dilemişti, hediyesini vermişti. Kitapla ilgili fikrini öğrenememişti ama bu o kadar da önemli bir şey sayılmazdı. Şimdi onu bir daha rahatsız etmeyeceğini söylemesi şarttı.
Oysa içinden bunu söylemek gelmiyordu. Hatta açıkça ona hayır, demek istiyordu. Seni rahatsız edeceğimin farkındayım ama neden görüşmeyecekmişiz ki?
Görüşmek için bir sebepleri yoktu. Onlar arkadaş değildi. Birbirlerini tanımıyorlardı bile! Konuşacak konu dahi bulamadığınız birini neden görmek isterdiniz ki?
Ama Mahir’in içinde bir yer bunu istiyordu. Bir şey, bir belirsizlik…
“Benden bu kadar çok mu rahatsız oluyorsun?”
“Evet, Mahir.”
Acımasız kız.
Nasıl da hatırlatıyordu gerçekleri? Mahir ona haksızlık ettiğini bilmesine rağmen kaşlarının çatılmasına mâni olamadı. “Neler yapıyorsun peki görüşmeyeli?”
“Anlamadım?”
Zeynep şaşkın bir hâlde konuşurken Mahir neredeyse hâline gülecekti.
“Hayatında neler oldu?”
“Öncesini biliyor muydun ki şimdiki hâlini soruyorsun?”
Kaçıncı taştı bu acaba? Ama haklıydı Zeynep. Kızmakta, sorgulamakta, şüphe etmekte yerden göğe kadar hakkı vardı. Mahir’in derdi neydi?
“Doğru, merak ettiğim için bağışla.”
Kahvesinden büyük bir yudum aldı. Nasıl olup da onunla konuşmaya devam edebilecekti? Zeynep eski zamanları hatırlatınca sinirleniyor, bugününe Mahir’i dâhil etmek istemiyordu. Mahir ise neden onunla konuşmak istediğini bile bilmeden çaresizce bir çözüm bulmayı umuyordu.
Onca kızla görüştüm, diye düşündü bu esnada.
Kahveleri bitmek üzereydi, bir şey bulması gerekirdi. Bir yolu olmalıydı, değil mi?
Hiçbiriyle zaman bu kadar çabuk geçmemişti. Konuşmak istemeyen de hep ben olurdum.
Zeynep fincanı masaya bırakırken söyleyecek mantıklı bir şey bulamama sıkıntısıyla iç geçirdi. Onun ne söyleyeceğini adı gibi biliyor ve buna engel olmak istiyordu ama bu kadarı gerçekten terbiyesizlik olurdu.
“Artık kalkalım mı?”
“Tabii.”
Hesabı ödeyip kalktılar. İkisi yan yana yürürken Mahir bir an biraz daha mı zayıflamış, diye düşündü. Bu kadar ufak tefek olması rahatsız ediciydi. Birisi ona yanlışlıkla çarpsa yere düşme ihtimali vardı. Hem niye çarpıyorlardı ki Zeynep’e? İnsanlar biraz dikkatli olmalıydı.
“Kahve için teşekkür ederim.”
“Afiyet olsun,” dedi gülümseyerek. “Beni dinlediğin ve hediyemi kabul ettiğin için teşekkür ederim ben de.”
“Sorun değil. Uzun zaman oldu Mahir, artık bu meseleyi düşünmene gerek yok. Geçti gitti.”
Bu cümlenin ne anlama geldiğini fark ettiğinde aklından Zeynep’in uzattığı eli sımsıkı tutmak ve bırakmamak geçti. Ona karşı en ufak bir ilgisi kalmadığını söylüyordu. Her şeyin geçip gittiğini, onunla tokalaşıp bunlar yaşanmamış gibi yapacağını, belki daha suratını görmeden varlığına kızdığı o adamla hayatına devam edeceğini…
Mahir kaşlarını çatarak Zeynep’in elini sıktı. Avuçları birbirine değerken bir an ellerinden yayılan sıcaklıkla irkildi, parmaklarını kızın parmaklarına dolama arzusuyla içten içe sarsıldı fakat bu kısacık an sona erdiğinde çaresizce geri çekildi.
“Yolun açık olsun. Ablana da tanıştığımıza memnun olduğumu söyle lütfen. Hoşça kal.”
“Kendine iyi bak Zeynep.”
Zeynep ona arkasını dönmeden önce hafifçe gülümsedi. Bu pek içten bir tebessüm sayılmazdı. Sanki bir an önce bu aşamayı atlatıp ondan kurtulmak istiyordu. Sonra da onu öylece bırakıp yürümeye başladı.
Mahir uzun bir süre olduğu yerde durup kızın adımlarını izledi ama bir noktadan sonra onu görememişti elbette. Ne yapacağını bilmediği için çareyi eve dönmekte buldu. Neyin değiştiğini şimdi öğrenmişti işte!