13

1569 Words
Henüz gece yarısı bile olmamıştı ama ablası Zeynep Kahraman’ın hayatına dair bulabildiği tüm bilgileri ezberlemiş bir şekilde odasına koşturmuştu. Mahir onun aniden açtığı kapının gürültüsüyle hafif uykusundan sıyrılmış, kendini kurtarsa da kitabının yere düşmesine engel olamamıştı. “Buldum! Buldum!” Yade odaya nereden bulduğunu bile bilmediği bir enerjiyle girerken Mahir kendini toparlamaya çalıştı. Asaf da peşi sıra gelmiş, kaşları çatılı bir hâlde karısına seslenmişti. “Yade zaten hastasın, bir de koşturup durma şöyle. Odaya kilitlerim bak seni.” “Bir şeyim yok benim, bir anlıktı o.” “Kaçtır aynı şeyi söylüyorsun zaten!” Elbette ablası söylenenlerin hiçbirine aldırmamıştı. Şımarık bir şekilde adamın yanağını öpüp kendini Mahir’in yatağına attı. İyice yerleştikten sonra Mahir’i dürterek sanki o tüm bu şamatadan bihabermiş gibi dikkatini ona vermesini buyurdu. “Bu kız, değil mi?” Telefona bakarken iç geçirdi, tam üç kez. Eski Mahir gelip onu kurtarsaydı ya, neredeydi? Zeynep’in birkaç çocuğa sarılmış fotoğrafına bakarken “Evet, o,” dedi belli belirsiz. Az evvelki gerginliği bir anda geçmişti. “Ne çabuk buldun?” “Dünya artık böyle bir yer işte sevgili kardeşim. Sen de katılsan ya aramıza?” Mahir kendini tutamayarak onun heyecanına güldü. Yeni oyuncağı olarak Mahir’i mi seçmişti, değişken ruh hâli yüzünden mi böyleydi yoksa sahiden Mahir’i evlendirmek onun için çok mu önemliydi bilmiyordu ama artık ablasına kızamıyordu. “Senden bir yaş küçükmüş. Terazi burcu. Bir özel okulda öğretmenlik yapıyormuş. Bekâr.” Mahir o anlatırken özellikle de son kelimeyi duyduğunda omuzlarından bir yük kalkmış gibi rahatladı. Eğer bir adam onun karısına kitap almayı ve sebepsizce onunla konuşmayı isteseydi, buna göz yumamazdı. Restoranda kızla oturan suratsız adamın, sadece arkadaşı olduğunu düşünmek içini rahatlatmıştı. “Ve şu an Taksim’deymiş.” “Ne?” “Öyle yazıyor.” “Ne işi varmış orada gece gece?” Yade yüzünü ona çevirirken alayla sırıttı. “Yalan söyledim.” “Abla!” “Hemen kıskandın bakıyorum da…” O imalı bir şekilde sırıtırken Asaf da sessiz tepkisine bir son verdi, Mahir’in sandalyesini karısının yanı başına çekip “Bir de ben bakayım şu kıza,” diyerek elini uzattı. Yade telefonu ona verirken geniş bir tebessümle yüzüne bakıyordu. “Sana söylemiştim Asaf.” “Biliyorum. Seni dinlemem gerekirmiş.” Asaf ciddiyetle ekrana bakarken Mahir “Abartıyorsunuz. Size bir şey olmadığını söyledim. Yalan söyleyecek hâlim yok ya?” diye kendini savundu ama ikisi de sözlerini duymazdan geldi. Neden anlamıyordu ki bu iki sinir bozucu insan Mahir’i? Eğer Zeynep’e karşı bir şeyler hissetseydi, bunu o da bilirdi. Mahir’inki sadece meraktı. Ve tabii küçük bir pişmanlık… İnsan her zaman doğru sözlü olmalıydı ama her doğru her yerde söylenmezdi. Zeynep’i reddetmesi doğru olandı, bunu yapış şekliyse yanlış. Bu yüzden onunla görüşecek, gönlünü alacak ve durumu düzeltecekti. Sonra merakının sona ereceğine inanıyordu. Hele hele kız kitabın kıymetini bilmezse bir daha asla onu düşünmesi gerekmeyecekti. İşte tüm olay bundan ibaretti. “Güzel bir kız gerçekten.” “Ne demek güzel?” Ablası hışımla telefonu geri alırken Mahir kendini tutamayarak güldü. Bu, dalga geçmeyi en çok sevdiği manzaraydı şüphesiz. “Aşkım güzel derken, genel anlamda…” “Bırak Asaf!” “Yade…” “Biliyordum zaten ben. Geçen gün sen güzel değilsin demeler falan. Sıkıldın benden, değil mi?” Mahir içinden “Yok artık abla!” diye geçirdiyse de sessizce gülmek dışında tepki vermedi. Asaf ise bu esnada dehşetle karısının sözlerinde bir anlam arıyordu. Mahir’e soracak olursanız elbette bu oldukça beyhude bir çabaydı. “Senden neden sıkılayım ki?” “Bilmem, sana sormalı. Çok değiştin zaten sen!” Şimdi kendini tutmasa Asaf da kızın sözlerine gülecekti. Mahir onca yılın ardından çocuğun bir parça bile değişmediğini, kolayca okuyabildiği suratından biliyordu. Değişen, bir parça acayipleşen biri varsa o da baş belası ablasıydı. “Ben mi değiştim?” “Tamam Asaf, bir şey demiyorum ben artık sana. İzin verirsen kardeşimle konuşacağız.” “Abla…” Mahir arkadaşının alınmasından çekinmişti ama Asaf öylece durmuş gülümsüyordu. İşte, iyice kafayı yemişti çocuk. Eskiden ne kadar da normaldi hâlbuki. Ablası çocuğun fıtratını bozmuş, onu kendine benzettiği yetmiyormuş gibi bir de dengesiz hâlleriyle çocuğu delirtmişti. “Tamam Yade ben odaya çıkayım, siz baş başa konuşun.” O ayağa kalktığında ablası bir şey söylememiş, Asaf kapıyı kapattığındaysa aniden ağlamaya başlamıştı. Öyle acıklı bir ağlayıştı ki bu Mahir olanlara bizzat şahit olmasa gidip arkadaşına bağırırdı. Hayretle derin bir iç çekti. Yade numara mı yapıyordu acaba? Ya da bir oyun muydu bu? İnsanların sabrını mı sınıyordu yoksa? “Gördün değil mi Mahir? Asaf artık beni sevmiyor.” O melun replik dudaklarını aralayıp dışarı fırlamak için uğraşıyordu ama Mahir ona karşı direnmeyi sürdürdü: Oha ama abla! “Ablacığım…” Kız yüzünü kaldırıp burnunu çeke çeke kardeşine baktı. Bir insanın zaafınız olması gerçekten korkunçtu. Mahir bunu şimdi daha iyi anlıyordu. İmkânı olsa bu anlamsız ağlayışının bile önüne geçmek isterdi. Sevgiyle büyütülmenin olumsuz yanı da buydu demek ki… “Asaf sana deli gibi âşık. Kaç yıl oldu, hâlâ mı inanmıyorsun buna?” “Eskiyi sayma Mahir. Köprüyü geçene kadardı belki de?” “Hangi köprü dört yılda geçilir be kadın? Delirtme beni!” Şakacı bir şekilde söylemişti bunları. Yade’yi kendine çekip yavaşça sarıldı. “Asaf’a haksızlık ediyorsun. Kalbini kıracaksın diye korkuyorum artık. Gerçekten neyin var senin? Bir şeye canın mı sıkılıyor?” Bu söyledikleri mümkünmüş gibi daha çok üzmüştü Yade’yi. “Bilmiyorum. Bazen çok sinirli bazen de mutlu hissediyorum. Yorgunum, her yerim ağrıyor, bütün gece çikolata yesem bile sakinleşemiyorum.” “Asaf’ın suçu ne peki?” Omzunu silkerken çocuk gibi suçunu inkâr ediyordu. Mahir gülerek ablasının saçlarını karıştırdı. Çok şımartmışlardı bu kızı, çok. Tüm suç onlardaydı. “Hadi git de gönlünü al çocuğun.” “O benim gönlümü alsın asıl. Resmen güzel dedi elin kızına!” “Hani gelinimizdi?” “Öyleydi ama…” Mahir gülerek ablasını dürttü. “Hadi hadi, git de uyu artık. Yarın konuşuruz.” “Tamam Mahir.” “İyi geceler abla.” Yade ayaklandığında tamamen sakinleşmişti, kardeşine genişçe gülümsedi. Uzanıp çocuğun yanağını sulu sulu öptü. Bunu hiç sevmediğini biliyordu ama ablaydı o, istediğini yapardı. Hah! “İyi geceler canım.” Ablası odadan çıktığında kitabını alıp bir süre fısıltıyla okudu ve sonunda hiçbir şey anlamadığını fark ederek dehşetle kitabı kapattı. Zeynep’i bulmuştu bulmasına ama şimdi ne yapacaktı? Ya gerçekten ablası haklıysa? Sağ tarafına dönüp başını yastığına yerleştirirken öyle değil, diye düşünüyordu. Ablası haklı olsaydı, Mahir de bunu bilirdi. İnkâr etmesi için bir sebep yoktu sonuçta ortada. Zeynep’e hediyesini verecek, ondan özür dileyecek ve bu meseleyi sonsuza dek kapatacaktı. *** Yade düzenlenmiş hâliyle daha da çok sevdiği eski odasına girdiğinde oda karanlıktı. Yalnızca onun yattığı tarafta gece lambası açık bırakılmıştı ki bunun sebebini bilmek kendini bir parça daha üzgün hissetmesine sebep oldu. O, adamı haksız yere yanlarından kovmuş ve bir sürü laf etmişken Asaf karanlıkta kalmasın diye onu düşünüyordu. Böyleyken kendinden gerçekten nefret ediyordu. Geceliğini alıp adamın uyuma ihtimaline karşı sessizce banyoya geçti. Üzerini değiştirip dişlerini fırçalarken yansımasına kaş çatıyordu. Neden bu kadar dengesizleşmişti? Aslında Asaf’a kızması için ortada hiçbir sebep yoktu ama birden sinirlenip saçma sapan şeyler yapıyordu. Ya sahiden ona kırıldıysa Asaf? Ya onu sevmezse artık? Tüm hazırlığı bitene kadar yaptıklarını düşünüp durdu. Şimdi kendini daha da suçlu hissediyordu. Asaf uyumadıysa ondan özür dilemesi gerekiyordu. Uyuduysa da sabah mutlaka gönlünü alacaktı. En sevdiği börekten hazırlayabilirdi mesela. Omlet de yapabilirdi tabii. Yine de uyumuyor olsa daha iyiydi. Yade onun gülümsediğini görmeden uyumak istemiyordu. Geldiği kadar sessizce odalarına döndü. Adam hâlâ aynı şekilde yatıyordu, uyuyup uyumadığından emin değildi. Gidip usulca yerine yerleşti, Asaf’a yaklaşıp yüzünü adamın göğsüne bastırdı. Uyurken normalde olduğundan bile daha sakin olurdu Asaf, çok düzenli nefes alırdı. Şimdiyse belli ki uyanıktı. “Asaf, çok kızdın mı bana?” Kısık bir sesle sormuştu bunu. Tek eliyle beline sarılması üzerine rahatlamak yerine ağlayacak kadar üzüldü Yade. O, adama bağırıp çağırırken onun böyle iyi olması, bazen Yade’yi kendinden soğutuyordu. “Kızmadım.” “Ama kırıldın, değil mi? Niye gittin sanki? Bana aldırmaman gerekiyor böyleyken. Çok özür dilerim Asaf. Seni çok seviyorum, biliyorsun değil mi?” “Biliyorum Yade, sorun değil.” “Ama gerçekten çok seviyorum.” Asaf güldüğünde içini saran huzurla birlikte başını kaldırdı. Yüzünde her zamanki içten tebessümü vardı. “Sana kızıp duruyorum ama nedenini ben de bilmiyorum. Bir anda ağzımdan korkunç şeyler çıkıveriyor.” Asaf nazikçe Yade’nin yanağına dokundu. “Korkunç değil. Bu aralar yorgunsun, ondan herhâlde...” “Sen yorulunca böyle şeyler yapmıyorsun ama?” “Ben senin gibi şımarık değilim.” O şakacı bir şekilde sırıtırken nihayet Yade de rahatlamıştı. Uzanıp gülümseyen dudaklarını yavaşça öptü. “Daha sakin olacağım,” diye söz verdi sonra. “Olmasan da kabulüm.” “Asaf…” Asaf gece lambasını da kapattığında göğsüne iyice sarıldı. Nasıl olduğunu bilmiyordu ama kocası ne zaman uyuyacağını bile tahmin edebiliyordu. Saçlarını okşayan elini hissettiğinde gözlerini kapatmıştı ama hâlâ uykuya dalmış değildi. “Mahir, Zeynep’e gerçekten ilgi duyuyor gibi, değil mi?” “Evet. Nasıl olduğunu hâlâ anlamış değilim. Kızdan hiç hazzetmezdi, görüştüklerini de sanmıyorum. Ama aklına girdiği belli...” “Diyorum size… Sözde sen de beni unutmuştun.” “Ben seni hiç unutmadım, sadece senden vazgeçmiştim.” “Olsun. Sonuçta sana deli gibi âşık olmadım mı?” Asaf’ın gülüşünü yüzünde dahi hissetmişti ama aldırmadan uyuklamaya devam etti. Hep böyle oluyordu, Asaf saçlarını okşarken aniden uykuya dalıyordu ama adam bir konuşmanın ortasında olsalar bile ona hiç sinirlenmiyordu. “Uyu artık, zorlama kendini...” Bir şeyler söylemek istediyse bile ağzını açamadı. Derin bir nefes alarak kocasına daha sıkı sarıldı. Çocukken hayal ettiği prensin gerçek olamayacağını düşünür ve bazen kendini mutsuz hissederdi Yade ama yıllardır yanında olan bu adam, hayal edebileceği her şeyden daha güzeldi. Asaf Karayel, şüphesiz başına gelen en güzel şeydi.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD