12

1930 Words
İşler ciddi anlamda karışmaya başlamıştı ve Mahir pes edenin ablası değil de o olacağını şimdiden hissedebiliyordu. Yade Karayel yeni biriyle buluşması için başının etini yerken Mahir sürekli kaçmıştı ama bahaneleri tükeniyordu. Ne demesi gerekiyordu? Zeynep ile özel olarak ilgilenmemesine rağmen onunla görüşmeden önce aklını başına toplamasının mümkün olmadığını ablasına nasıl anlatabilirdi? Bu kadar hayalperest bir insan, Mahir hangi dil ve kelimeyi kullanmış olursa olsun, söylediklerini şöyle anlayacaktı: Gelinimizi buldum! İnleyerek elindeki kitabı bıraktı. Hâlâ Zeynep’e aldığı kitabı okumaya başlamamıştı. Zeynep’i bulabileceğini de sanmıyordu zaten. Mahir telefonun mesaj ve arama özellikleri dışında bir işleviyle ilgilenmemişti bugüne dek. Çağın epeyce gerisinden gelen bir sosyallik anlayışı vardı. Öyle ki Mahir’e sorarsanız bir insanla iletişime geçmenin en kolay yolu karşısına çıkmak yahut mektup yazmaktı. Belki sınıf arkadaşlarına durumdan bahsetse kıza ulaşması mümkün olurdu ama bu da Mahir’in yapabileceği bir şey değildi. Kendini bile şaşırtıyordu ama her şeyi gün geçtikçe daha detaylı hatırlar olmuştu. O ilk göz göze geldikleri, Mahir’in kendinden utandığı günün ardından Zeynep bir gölge gibi etrafında dolaşmaya başlamıştı. Sessiz, mesafeli ve bir hayli zararsız bir gölgeydi aslında. Tabii bir parça da ufak tefekti. Yine de Mahir durumdan rahatsız olmuştu. Kızın onu izleyen bakışlarını hissettiği her seferinde kaşlarını çatmak ve bağırarak gitmesini söylemek istemişti. Ben, senin beni alenen izleme utancını taşırken sen peşimde dolaşmaktan nasıl rahatsız olmazsın, diye sormak istemişti. Şayet ikimiz için bir gelecek söz konusuysa ben senin peşinde koşmalıyım, diye bağırmak istemişti. Kızın o zayıf omuzlarını tutup sarsmak ve senden soğumama sebep oluyorsun, diye haykırmak istemişti. Tüm sınıf arkadaşları ve Mahir’i az çok tanıyan okul arkadaşları durumun farkındaydı. Bazen imalı bakışlara maruz kalıyor, bazen de insanlar ona şöyle şeyler diyordu: Bu kız sana fena kapılmış, değil mi Mahir? Aslında güzel kız, bir baksan ya yüzüne? Kaç zaman geçti, hâlâ peşinden ayrılmadı. Okul öncesi okuyormuş, her gün buraya geldiğine göre sana abayı yakmış olmalı. Kütüphanede Zeynep Kahraman’ı gördüm, herhâlde seni bekliyor. Mahir aklına gelenlerin etkisiyle irkildi. Zeynep belki kalbini kırdığı için özrünü hak ediyordu ama bunların Mahir’i nasıl çileden çıkardığını bilseydi, özür dileyen taraf olmak isterdi. Şayet Mahir kızın ilgisini bu denli hissetmeseydi, etkisinden çıkamazdı. İlk kez dikkatini çeken biri olmuştu. Güzellik değildi mesele, o zaman dahi Mahir ruhun maddeden nasıl da farklı olduğunu bilirdi. Zeynep’in yüzünde, gözlerinde, o yeşilin derinliklerinde bir şeyler görmüştü ve nefesi kesilmişti. Zeynep müsaade etse Asaf’tan bir farkı kalacağını sanmıyordu. Fakat kız onu çıldırtmayı ve kendinden soğutmayı seçmişti. “Mahir, kahvaltı hazır!” Ablası odaya girerken kaşlarını çattı. “Müsaade istesen olmuyor mu?” “Uyandığını biliyordum. Banyoya girerken gördüm ya seni!” “Belki giyiniyorum abla, sen yine de kapıyı çal.” “Hah! Sevsinler. Kalk çabuk da çayın soğumasın.” Yade çocuk gibi dil çıkarıp kapıyı da açık bırakarak odadan çıktığında yerinden kalkıp peşine takıldı. Tüm ailesi uyanmış, masadaki yerini almıştı. Safa Aras günlerdir yaptığı gibi telefonunu yanına almadığını göstermek için ellerini havaya kaldırdığında uzanıp çocuğun saçlarını karıştırdı. Aralarının düzelmesi evin havasını değiştirmişti sahiden. Ailesinin de rahatladığını hissedebiliyordu. Çocuğun yanına yerleşirken gülümsedi. “Günaydın.” Tabağına bir şeyler koyup çayından büyük bir yudum aldı. Annesi ve Yade bir tarifle ilgili konuşuyor, Asaf ve Safa Aras izledikleri maçla ilgili bir şeylerden bahsediyordu. Mahir de onların konuşmasına dâhil olmak istemişti fakat babası öylece durmuş dikkatle ona bakarken sessizliği tercih etti. Sanki yüzünde bir bilmece gizliymiş gibi bakıyordu adam. Kısılmış gözlerinden yansıyan merakı fark etmemek imkânsızdı. “Baba?” “Oğlum?” Çayından bir yudum daha alırken gözlerini kaçırdı. “Neden öyle bakıyorsun yüzüme?” Sonunda merakını dile döktüğünde adamın yüzüne imalı bir tebessüm yerleşti. “Nasıl bakıyormuşum?” Şimdi tebessümü daha da büyümüş, Mahir’in gerilmesine sebep olmuştu. “Bilmem, biraz garip.” “Efe?” Annesi araya girdiğinde rahatlayarak arkasına yaslandı. Ne olmuştu da babası böyle bakmıştı bilmiyordu ama Mahir rahatsız olmuştu. Bir şey mi yapmıştı bilmeden? Safa Aras ile arası düzelmişti, buluşmalara gidiyordu, herhangi bir sorun da yoktu bildiği kadarıyla. “Canım?” Annesi bir an Mahir’i şöyle bir süzdü, ardından tekrar adama döndü. “Ne oldu?” “Mahir’e niye öyle bakıyorsun baba?” Zaafları araya girdiğinde neredeyse gülecekti. Onlar da merak etmiş olmalıydı ama babası bilinçli olarak onu germek istediğini belli edercesine gülüp omuzlarını kaldırdı. “Hiç.” Annesi ağzını açamadan yerinden kalkıp kadının alnını öperken hâlâ gülüyordu. “Bir şey yok canım, siz kahvaltınızı edin.” “Babam iyi mi?” Safa Aras’ın sözleri üzerine gülmeden edemedi. “Bence bana bir şey anlatmak istiyor ama hâlâ bakışların dilini öğrenemediğim için anlamam uzun sürecek.” “Aklına bir şey gelmiştir canım, sen kendini sıkma.” Annesi gülümserken başını salladı. Masadaki gazeteyi eline alıp bir süre sessizce okudu, bu esnada iki kez çay koymak için kalksa da umursamamıştı. Kahvaltı bittiğinde mutfağı toplamaya gönüllü olmasıysa durumun vahametine karşı bir başka delildi. Mahir öyle sıkılıyordu ki ev işi yapmak bile onu rahatsız etmez olmuştu. Acaba kendini temizliğe mi adamalıydı? Belki de içinde bir temizlik canavarı vardı? “Mahir ne yapıyorsun Allah aşkına?” Ablasının sözleriyle irkilip elindeki sünger ve tavaya dikkatle baktı. “Temizlik?” dedi kaşlarını kaldırarak. Hâlâ onu dehşete sokan ihtimali düşündüğü için dikkatini verememişti kıza. “Yumuşak yeriyle yapman gerekiyor!” Elindeki süngeri kapıp onu itekleyen ablasına bakarken rahatlaması normal miydi acaba? “Neden?” “Tavayı çizmemek için tabii ki...” Kız ciddi ciddi bu durumu kendine dert etmiş olacak ki sinirle tavayı elinden aldı. Mahir ondan biraz daha uzaklaşıp gülümsedi. Şükürler olsun ki temizlik canavarı falan değildi. Bu işin ona uymaması gerçekten rahatlatmıştı Mahir’i. Ortalığı toplamaya yardım etmek başkaydı, özenle tavayı yıkamak bambaşka. “Bugün sana birini göstereceğim.” “Abla!” “Sus Mahir, söz vermiştin.” “Ama-” “Kız Asaf’ın kuzeni ve de çok tatlı biri. Bu hafta İstanbul’a gelmişler. Ve dedim ki, neden olmasın?” Tabii öyle demişti. Sonuçta Yade Karayel’di bu. Neden olmasındı? “Ya, değil mi ama?” dedi alayla. “İsmi Aslı. Sarışın, uzun boylu… İngilizce öğretmeniymiş.” O imalı bir şekilde gülümserken Mahir iç çekti. “Sarışınlar ilgimi çekmiyor.” “Esmerler de öyle!” Gülerek başını kızın omzuna yasladı. Sadece ablası olsa yetmiyor muydu? Neden onu evlendirmeyi kafaya takmıştı ki? “Mahir bunu konuşmuştuk, niye böyle yapıyorsun?” Yade aniden sesi titreyerek konuşmaya başladığında şaşkın bir hâlde tek eliyle kıza sarıldı. “Tamam, tamam, biliyordum zaten ben böyle olacağını. Yine sen kazandın abla.” “Ne? Buluşacak mısın Aslı ile?” “Hayır, sana daha çok ilgili çekecek bir malzeme vereceğim.” Ablası hızla ona dönerken gözleri parlamaya başlamıştı bile. Bu dengesizliğini neye yorması gerektiğini bilemediği için iç çekip ağzındaki baklayı çıkardı Mahir. “Bir kızı arıyordum.” İşin aslı aramak için mantıklı bir yol arıyordu. Sadece adını ve mesleğini bildiğiniz birini nasıl bulabilirdiniz ki? Sosyal medyayla alakanız yoksa ve ortak bir arkadaşa sorma fikri sizi dehşete sokuyorsa? “Mahir!” Kız çığlık attığında irkilerek ondan uzaklaştı. Neyse ki Asaf bu çığlığın üzerine mutfağa koşmuştu da ilk tepkinin şiddetinden kurtulmuştu. “Yade? Ne oldu canım, niye bağırıyorsun?” Asaf bir ona bir Yade’ye bakarken endişeli görünüyordu. Mahir masum olduğunu ispatlamak istercesine ellerini havaya kaldırdı. “Asaf! Mahir dedi ki…” Kız neşeyle adamın boynuna sarılırken Mahir ellerinin köpüklü olduğunu fark etmesini umuyordu yalnızca. Sadece birini aradığını söylemişti ama durum ortadaydı: Ablası umutsuz vakaydı. Mahir mahvolmuştu. Yakın gelecek içinde kendini Zeynep’in evinde oturup tuzlu bir kahve içerken görebiliyordu. “Aşkım sakin ol, her yerin ıslandı.” Asaf gülerek ablasının ellerini tuttuğunda bir sandalyeye oturup birkaç kez iç çekti. Gerçekten mahvolmuştu. Neden hayır diyemiyordu ki şu kıza? Öyle ağlayacak gibi konuşunca hemen yumuşamıştı. Biraz daha katı olmalıydı. Eskiden ablasına hayır demek ne kadar kolaydı oysa. Ankara’ya taşındığından beri durum biraz farklılaşmıştı. “Ya Asaf, Mahir âşık olmuş!” Mahir kuralları olan biri olmasaydı, ağzından şu ilginç kelimelerin çıktığına şahit olabilirdi insanlık: Oha ama ya! Tabii bunun yerine inleyerek başını masaya vurdu, Asaf da “Canım ne aşkı? Mahir birine âşık olsa ilk benim haberim olurdu,” diyerek ablasını hayal dünyasından kurtarmak için anlamsız bir çabaya başvurdu. “Hah! Bana söyledi işte, niye inanmıyorsun? Sen bu aralar beni hep üzüyorsun zaten.” Mahir konunun gittikçe başka yönlere sapmasıyla ilgili ne hissetmesi gerektiğini bilmiyordu. Sevinmeli miydi yoksa ablası yine duygusala bağlamış ve Asaf’a kızmışken araya mı girmeliydi? “Yade… Ne dedim ki ben şimdi?” “Tamam Asaf, sen bana inanmıyor olabilirsin ama ben gerçeği biliyorum. Şimdi müsaade edersen kardeşimle konuşacağım.” İç çekerek doğruldu, ablasını sakinleştirmek için kendini gülümsemeye zorladı. Yade Karayel bu günlerde hiç de normal değildi ama bunu dile getirmek için uygun bir zaman bulabileceğini sanmıyordu. Asaf şaşkın bir hâlde kızı bırakırken Mahir neredeyse gülecekti. Adamın kızı üzme ihtimali olduğuna değil Mahir, babası bile inanmazdı. Tüm dünyanın dalga geçebileceği kadar ilgili ve sevgi dolu bir eş varsa o da şu an ağzı açık bir hâlde ablasını izleyen adamdı şüphesiz. Yine de bir Karaman sizi böyle haksız duruma düşürmekten gocunmazdı tabii, kanında vardı kızın. “Evet canım, şimdi anlat bakalım bana.” “Tabii ablacığım, sen yeter ki sakin ol.” Hafif alayla söylemişti bunları ama ablası alınmak yerine kaşlarını oynattı. Asaf sessizce yanına yerleşip kıza sarıldığındaysa az evvel olanları unutmuş gibi sakince adama yaslandı ve Mahir’e dönüp beklentiyle yüzüne baktı. “Öncelikle âşık falan değilim. Bunu bir kabullen, olur mu abla?” “Âşıksın Mahir, ben seni ikna ederim. Anlat sen.” Asaf gülmemek için kendiyle savaşırken masanın altından onu tekleme ihtimalini tartıyordu kafasında. Ablasının neyi vardı böyle? “Hani üniversitedeyken…” “Ah, ben anlamıştım!” Daha bir şey söylememişti ama ablasının bu sözlerden kendince anlamlar çıkardığına Mahir’in de şüphesi yoktu. “Bir kızdan bahsetmiştim ya sana. Peşimde koşuyordu falan?” Düşünceli bir şekilde saçlarıyla oynadıktan sonra nihayet hatırlamış gibi gülümsedi kız. “Evet, sinir olmuştun ona. O kız, değil mi?” Asaf da ilgiyle dinliyordu ama sesini çıkarmamıştı henüz. “İşte, geçen gün onu gördüm ve…” İlgimi çekti? Neler yaptığını merak ettim? Bir selam vereyim diyerek ikimizi de şoka soktum? Ona bir kitap alayım dedim? “Bilmiyorum. Kızla konuşmak istedim.” “Ama?” “Sadece adını ve mesleğini biliyorum.” “Ve tabii sana âşık olduğunu.” “Eskiden bana âşıktı.” “Asaf da sözde beni unutmuştu ama bak şimdi evliyiz.” Mahir tüyleri ürperirken kendini tebessüm etmeye zorladı. Hayal etmek bile rahatsız ediyordu. Sonuçta onun Zeynep’e olan ilgisiyle Asaf’ın ablasına olan ilgisi arasında dağlar kadar fark vardı. “Neden kızla konuşmak istiyorsun ki?” Bunu soran arkadaşıydı elbette. Sakin bir şekilde konuşuyordu, ablasının değişken ruh hâllerinden bile rahatsız olmadığına göre bu çocuğun akıl sağlığı da tartışmaya açıktı. Mahir böyle olmaktan Allah’a sığınıyordu yalnızca. “Çünkü…” “Evet?” Ablası merakla beklerken Asaf yüzünü okumaya çalışıyordu ve belli ki Mahir konuşmadan evvel cevabını almıştı da. “Yıllar önce Zeynep’in kalbini kırdığımı fark ettim.” “Ne yaptın kıza?” “Peşimi bırakmasını söyledim.” Sinirle iç çektikten sonra “Tamam, çok ağır bir şey sayılmaz. Halledebiliriz,” diyerek gülümsedi ablası. “Ben kızı bulayım önce. Telefonum neredeydi Asaf?” O konuda güveni tamdı zaten ablasına. Yade hızla yerinden kalktığında bir an sendeledi, tekrar Asaf’ın yanına oturup yüzünü buruşturdu. Mahir “İyi misin abla? Azıcık sakin olsan olmuyor mu?” diye telaşla ayaklandığında Yade gülümsüyordu. “Aniden kalkınca başım döndü.” “Otur kocanın yanına, bir su getireyim ben.” “Bir de çikolata.” Asaf endişeyle kıza sarılırken söylemişti bunu. Mahir bir bardak su ve ablasının sevdiği çikolatayı masaya bırakırken kız hâlâ gülümsüyordu. “Şimdi iyiyim Mahir, Asaf’a bakma sen. Bu aralar çok halsizim, ondan oldu bence.” “Yade…” Bu adam iflah olmazdı, Mahir araya girmemeyi tercih ederek ablasının saçlarını karıştırdı. “Tamam ama biraz dinlen sen bence. Olmadı bir doktora gidelim.” Onları yalnız bırakıp durumu annesine haber verdi Mahir. Evli bir çiftle uğraşmak pek onun tarzı değildi, bu işi elbette Dilem Karaman’a bırakıyordu.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD