Geçen birkaç gün aklını başına toplama çabasını da beraberinde sürüklemişti. İnsan aklını başına nasıl toparlardı? İki yıldır, isteksizliğinden kurtulmayı bile başaramamış bir adam, böylesine basit görünen ancak bir hayli dikkat dağıtan Zeynep Kahraman’ı düşünme haletinden nasıl kurtulacaktı? Eskiden nasıl kolay olmuşsa şimdi o denli zor geliyordu. Bir fark vardı gözünden kaçan, bundan emindi ama ne olduğunu bir türlü algılayamıyordu. Ne yapmalıydı?
Ablasının yeni biriyle buluşması için peşinde dolaşmaya başlaması ufacık bir ihtimal için de olsa Mahir’i ilk kez cezbetmişti. Belki de yeni biriyle görüştüğünde geçen gün olanları unutur, Zeynep’i düşünmeyi bırakır ve mutlu mesut yaşardı. Ya da mutsuz bedbaht yaşardı. İkincisi şu sıralar Mahir’e daha uygundu şüphesiz.
Bu sebeple üç gün sonra kendini bir kafenin içinde bulmuştu. Karşısında esmer, uzun boylu, ciddi görünen bir hanımefendi vardı. Yüzünü kaplayan kalın çerçeveli gözlükleri, sımsıkı bir topuz şeklinde tepesine yerleşen saçları, ağır makyajı, çekik gözleriyle Mahir’in dikkatini çekiyordu ancak bu görüntünün onu cezbetmekten ziyade rahatsız ettiği inkâr edilemezdi. Mahir kızla göz göze durduğu her saniye, içinden bir şeyler geçiriyor ve bunu bilinçsiz yaptığını düşünüyordu. Bu nedenle engel olamıyordu.
Mahir değil, katiyen o değil, ama aklı şöyle diyordu: “Gözleri kahverengi ama Zeynep’in gözleri yeşil.”
“Saçları düz, oysa kıvırcık ve kızıl saçlar daha güzel olur.”
“Biraz sert bakıyor sanki… Zeynep olsa, en azından eskiden, bakışlarının ardında bir tebessüm saklardı.”
“Yüzünde çok fazla makyaj var, çilleri varsa bile göremiyorum ki!”
Daha nicesi dudaklarından taşma tehlikesi olmasa da zihnini talan ediyordu. Zeynep’i düşünmekten bir türlü vazgeçemiyordu ama bunu kabullenemiyordu da. Mahir mantıklı bir insandı. Eğer ondan gerçekten ama gerçekten bu denli şiddetle etkilendiyse neden yıllardır onu düşünmemişti? Neden o zaman kızı paylamıştı? Neden üzerinde hissettiği her bakışıyla sinirlenmişti? Etkilenmesi söz konusu bile değildi. Bu belli ki bambaşka bir şeydi.
O hâlde neydi? Üzerinden günler geçmiş olmasına rağmen Zeynep’i düşünmeden duramama sebebi neydi?
Hem Zeynep neredeydi? Ne yapıyordu? Yüzünü bile göremediği o adam da kimdi?
Aniden nabzı hızlanırken yüzünü bir dehşet ifadesi sardı, karşısında duran Müjde Hanım da tek kaşını kaldırarak beklentiyle Mahir’e bakmaya başladı.
Ya Zeynep o adamla evliyse?
Mahir kendine hâkim olamayarak masadaki kitabı eline aldı. Nihayet karşısında duran genç kıza baktığında yahut onu gördüğünde yalnızca mahcup görünmeyi umuyordu. Elinden şu an için başka bir şey gelmiyordu.
“Müjde Hanım…”
“Evet?”
“Şunu bilmelisiniz ki…” Kadın alay eder gibi iki kaşını da kaldırırken yutkundu. “Buraya ailemin isteğiyle geldim.” Böyle konuşurken çok ezik görünüyor olduğunu bilse de devam etti. “Ve özür dilerim ama bunun yanlış olduğunu düşünüyorum. Sanırım gitmem daha uygun olacak.”
“Anlıyorum.”
“Pekâlâ…”
“Kalkalım o zaman.”
Bu kez sert bir tepki almamıştı en azından. Kıza teşekkür edip taksiye binmesine yardımcı oldu ve amaçsızca yürüdüğü yarım saatin ardından kendini bir sahafta buldu. Bu kez amacı kitaplığına yeni bir parça daha eklemekten ziyade, Zeynep Kahraman’a hitap edecek bir şey bulmaktı. Çünkü Mahir kızı bir kez daha görmesi gerektiğinden bir hayli emindi. Böylece bu sebepsiz ilgiyi anlamlandırabileceğini düşünüyordu. Tabii bu arada yıllar önce ona kaba davrandığı için kızdan özür de dileyebilirdi. Yaptığı şey için ne kadar pişman hissetmiyor da olsa onu kırdığını hissetmişti Mahir. Eğer yüzü öfkeyle kızarmadan evvel onu izlemiyor olsaydı, bu ufacık detayı fark etmesi mümkün olmazdı. Ama Mahir kızdan gözlerini ayıramamış ve her bir ayrıntıyı istemese de aklının bir köşesine yerleştirmişti. Hâliyle bunu görmezden gelemezdi.