8

1001 Words
Kahveleri servis edilirken kendini Meryem Hanım’ın kendisinden bahseden sesine odaklanmaya zorladı. Arada dinliyormuş izlenimi vermek için başını sallıyor, isteksizce gözlerine bakıyor ama dönüp dolaşıp kızın omzunun üzerinden Zeynep’e bakmaya başlıyordu. Bu, kontrol edebileceği bir dürtü değil gibiydi. Bir farklılık vardı sanki Zeynep’te. Onu çok iyi tanıdığını iddia edemese de böyle hissediyordu. Bazı insanları gördüğünüz ilk anda onlarla ilgili her şeyi biliyormuş gibi hissederdiniz ve Zeynep de öyleydi. Mahir buna hakkı olup olmadığını bilmiyordu ama- “Yanlış anlamayın Mahir Bey ama…” Meryem Hanım tekrar konuşmaya başladığında kaşları çatılı, sesi de bir hayli soğuktu. “Buraya ailenizin zoruyla mı geldiniz?” Normal şartlar altında sözcükleri yontması ve durumu olduğundan daha korkunç bir hâle getirmemesi gerekirdi. Sadece ablasının çenesinden kaçınmak için bile olsa nazik olmalıydı. Oysa şimdi öyle gergin, meraklı ve garip bir şekilde öfkeliydi ki dilini tutamadı. “Aslında öyle Meryem Hanım. Sizi rahatsız hissettirdiysem gerçekten özür dilerim.” “Ah…” Genç kız aniden elinde bardağıyla öylece kalmıştı. “Gerçekten çok üzgünüm. Bugün aklım başımda değil, amacım sizi incitmek de değildi.” “Anlıyorum.” “Dilerseniz başka bir gün-” “Gerek yok.” Fincanı masaya bırakırken kızın elleri titriyordu. Büyük ihtimalle bunun sebebi öfkelenmesiydi. Mahir o toparlanırken içini saran pişmanlıkla onu izliyordu. Aklına durumu telafi edebilecek en ufak bir söz gelmiyordu. İstese de Meryem’e odaklanamıyor, Zeynep’in varlığı sürekli dikkatini dağıtıyordu. Anlaşılan gitmesine izin vermek en doğrusuydu. “Tanıştığımıza çok memnun oldum,” dedi usulca. Meryem Hanım ona kaşlarını çatarak “Ben de,” derken samimi olmadığı belli değildi. Yine de Mahir dürüst olduğunu sanmıyordu. “Kahve için teşekkürler.” O hışımla dönüp yürümeye başladığında ayakta öylece kalmış, “Daha içmediniz ki…” cevabı ise duyulmamıştı. Yerine oturup birkaç kez iç çekti. Her şey Zeynep’in suçuydu. Ablası durumu öğrenirse ne yapacaktı? Saatlerce onu azarlayıp kızı nasıl da incittiğinden, kötü kalpli biri olduğundan dem vurabilirdi. Hatta işi abartmak ve Mahir’e eziyet etmek isterse tüm gecesini dırdır yaparak geçirebilirdi. Kahvesinden bir yudum alıp yüzünü ekşitti. Soğumaya yüz tutmuş hâliyle kahvenin tadı da ruh hâli kadar berbattı. Bu da elbette Zeynep Kahraman’ın suçlu olduğu konulardandı. Huysuz bir şekilde bakışlarını artık daha rahat görebildiği kıza çevirdi. O nasıl oluyordu da Mahir’i görmüyordu, hiçbir fikri yoktu fakat bu düşünce, kızın ayaklandığını görmesiyle birlikte kaybolup gitti. Elinde çantasıyla mekânın üst katına yönelen adımlarını izlerken lavaboya gittiğini düşünüyordu. Terasa çıkıp sigara içecek değildi ya? Hızlıca sandalyesini geri itip kızın peşine takıldı. Ona yetişmek için kendini zorlamıştı ancak son basamağı da çıktığında Zeynep’i görememiş, yine de beklemeye karar vermişti. Başka bir yere gidemeyeceğine göre illaki buradan tekrar geçecekti. Geçecekti geçmesine ama bundan Mahir’e neydi? Ne yapacaktı? Neden kızın peşine takılmıştı ki? Hayret içinde birkaç adım atıp lavabonun önünde aptal gibi beklememesi gerektiğini kendine hatırlattı. İçeride onunla ilişiği olan bir kişi bile yoktu, neden bekliyordu? Derdi neydi? “Mahir, aklını başına devşir,” dedi fısıltıyla. Tam karşısında duran, mekânı süslemek adına yerleştirilmiş boy aynasından kendine baktı. Gördüğü kafası karışmış bir adamdı. Stresli bir şekilde ayağını yere vuruyor, tanımadığı birine benziyordu. Neden beklemek istiyordu? Onunla konuşmayı mı deneyecekti? Zeynep’e ne diyebilirdi ki? “Merhaba Zeynep, düşündüm de…” Bu düpedüz yalan olurdu. Düşünmemişti çünkü! Onun ayağa kalktığını görmüş ve bir sapık gibi peşine takılmıştı. Bir sapık gibi peşine mi takılmıştı? Dehşetle yumruklarını sıktı. Ne yaptığını sanıyordu? Derdi tam olarak neydi? Burada ne işi vardı? “Sadece selam vereceğim,” dedi yansımasına. Bu esnada başını şiddetle aşağı yukarı sallıyordu. Peki daha önce bir kez dahi selam vermediği birini, yıllar sonra görünce tuvalete kadar takip edip selam vermek istemek normal olabilir yahut olağan karşılanabilir miydi? Aynadaki aksine bakarak bu sorulara bir cevap ararken Zeynep dışarı çıkarak tüm bu korkunç düşünceleri kesip atmış, merdivenlere doğru yürürken Mahir’i umursamamıştı bile. “Zeynep!” Dudakları hiç âdeti olmayan bir şekilde kıpırdarken ona seslenmenin dehşetiyle öylece kalmıştı Mahir. Belli ki sonunda ona bakmaya tenezzül eden kızın şaşkınlığının da Mahir’inkinden aşağı kalır yanı yoktu. Aralarındaki kısacık mesafeyi kapatıp ona iyice yaklaştı. “Mahir?” Zeynep önce hayretle ona doğru dönse de kendini çabucak toparlayıp ifadesiz bir şekilde ona bakmaya başlamıştı. Hiç alışkın olmadığı bu hâli karşısında neden rahatsızlık hissettiğini bilmiyordu ama kendini kızın yeşil gözlerine bakıp anlamsız bir şekilde gülümserken buldu. “Seni gördüm ve…” Peşine takıldım? Seninle konuşmak istedim? Nedensizce kendimi burada buldum? Söyleyecek mantıklı bir cümle bulamamanın sıkıntısıyla omuzlarını kaldırdı. “Ve?” “Bilmiyorum. Bir selam vereyim dedim.” “Öyle mi?” Zeynep sanki onunla dalga geçecekmiş gibi tuhaf bir şekilde bakıyordu. Tek kaşını kaldırırken yüzünde öyle alaycı bir ifade oluşmuştu ki Mahir peşine takıldığı için anında pişmanlık duydu. Güçlükle yutkunarak “Uzun zaman oldu,” diye mırıldandı. Yanlış bir şey söylemiş olmalıydı. Aksi hâlde Zeynep’in aniden kaşlarını çatması ve mümkünmüş gibi daha soğuk bir ifadeyle yüzüne bakması, başka nasıl açıklanırdı? “Evet, Mahir. Sen beni azarlayıp yüzümü bile görmek istemediğini söylediğin günden bu yana…” Kız iç çekerek yumruğunu sıkarken Mahir o günü düşünerek başını iki yana sallıyordu. “Epeyce uzun bir süre geçti.” “Yüzünü görmek istemiyorum, dememiştim-” Zeynep ona doğru bir adım daha atıp çenesini kaldırırken nefesi kesilmeseydi kendini savunmayı sürdürürdü. Ama bu yüzü, daha da olgunlaşmış hâliyle, bu denli yakından görmek Mahir’in kısa bir anlığına donup kalmasına sebep olmuştu. Kızıl, kıvırcık saçlarıyla sarılmış bembeyaz bir yüzü vardı Zeynep’in. Eskisine nazaran daha ciddi duruyordu ama önemli değildi. Yine zerre makyajın değmediği, gür kirpikleriyle sarılmış yeşil gözlerle bakıyordu Mahir’e. Bu kez hayranlık değil öfke ve belki bir parça nefretle ama bu da sorun sayılmazdı. Kızarmış yanakları, çillerinin en çok burnunda belirginleşen varlığı ve birbirine sertçe bastırdığı dudaklarıyla güzelliği ilk gördüğü günkü kadar sarsıcıydı. Kendini toparlayabilmek adına biraz geri çekildi. “Özür dilerim. Seni rahatsız etmek istememiştim. Sadece…” Zeynep şüpheyle ona bakarken omuzlarını kaldırıp indirdi. “Gerçekten… Sadece seni görünce selam vermek istedim.” “Mahir…” “Tamam, gidiyorum o hâlde. Tekrar özür dilerim.” Zeynep ona bağırmaya başlamadan evvel yanından geçip hızla mekânı terk etti. Peşinden geleceğini, anlayış göstereceğini düşünmemişti elbette. Yine de hızla kalkıp inen göğsüne yerleşen hayal kırıklığını hissedebiliyordu. Sahi, ne olmuştu böyle? Mahir aklını mı kaçırmıştı acaba? Nasıl böyle bir şey yapmış olabilirdi?
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD