27

971 Words
Üzerinde krem rengi, gül desenli yazlık elbisesi ve elbisesine uygun sandaletleriyle Mete’nin arabasına doğru yürürken adamın onu fark edip aniden gülümsediğini, tek elinde tuttuğu güllere kısa bir an bakıp tüm ilgisini üzerine yönelttiğini ayrımsayarak yutkundu. Saçlarını atkuyruğu şeklinde toplamış, makyaj yapmamış, ağladığının belli olacağını bilse de üzerinde durmamış, sırf sözünü tutabilmek adına evden zor da olsa çıkabilmişti ama belli ki bunlar Mete’nin umurunda değildi. Ona öyle bir bakıyordu ki Zeynep hiç olmadığı kadar güzel ve sevilesi göründüğünü düşünüp kendini adamın karşısında daha da küçülmüş hissediyordu. En kötüsü de Mahir’in ona yaptıklarını düşündükçe onu nasıl reddedeceğini bilememekti. Birini böyle kırmak ve incitmek istemiyordu. Tertemiz hislerini buruşturup bir kenara atmak istemiyordu. Neden gönül ferman dinlemiyordu sanki? İstediğimiz kişiyi neden sevemiyorduk? Mete’ye âşık olsa her şey daha kolay olmaz mıydı? Aralarındaki mesafe azaldığında adam derin bir soluk alıp buketi Zeynep’e uzattı. “Çok güzel görünüyorsun.” “Teşekkür ederim.” Çiçekleri tutup gülümsemeye çalıştı. “Beni geri çevirmediğin için teşekkür ederim Zeynep. Seni takip ediyormuş gibi görünmek istemiyorum ama İstanbul’a döndüğünü görünce kendimi tutamadım.” “Önemli değil.” “Karnın aç mı?” Aslında hiçbir şey yememişti ama iştahı yoktu. “Pek değil. Ama sen açsan bir şeyler yiyebiliriz.” “Üsküdar’da çok sevdiğim bir restoran var. İstersen önce yemek yiyelim, sonra birer dondurma alıp sahilde yürürüz. Ne dersin?” “Güzel olur.” Sahte bir tebessümle başını aşağı yukarı salladı. Mete arabanın kapısını açıp o oturana kadar tutarken de gülümsemeye devam etti. Ona karşı yaptığı her şey haksızlıkmış gibi hissediyordu. Hak etmediği bir sevgi ve ilgiyi sömürüyormuş gibiydi. Yol boyunca Mete’nin sorduğu birkaç soruyu cevapladı, bunun dışında konuşmadılar. Buna engel olan elbette Zeynep’ti. O müsaade etse adam onunla saatlerce konuşur, söylediği her şeyi dinlerdi. Oysa Zeynep izin vermeyi denese de sorularını kısa cevaplarla geçiştirip duruyordu. Evet, iyiydi. Tatili güzel geçmişti. Nurgül de iyiydi. Yakında İstanbul’a dönecekti. Evet. Hayır. Evet. Evet. Tabii. Arabayı bir otoparka bırakıp yürüyerek restorana girdiler. Elleri titriyor, hava insana huzur verecek kadar güzel olsa da Zeynep içten içe üşüdüğünü hissediyordu. İkinci katta, güzel bir masaya geçip oturdular. Yemek seçmeyen birisi olduğu için Mete’nin ikisi için önerdiği yemeği kabul edip ellerini birbirine sürterek ısıtmaya çalıştı. “Üzgün görünüyorsun Zeynep. Bir sorun mu var?” Adamın tüm ilgisi üzerindeydi. Yine. Elbette. “Önemli bir şey değil, merak etme.” “Üşüyor musun?” Şaşkın bir hâlde yerinden kalkmaya yeltenmişti. Zeynep onun ne yapacağını tahmin bile edemiyordu ama ani bir şekilde başını iki yana salladı. “Hayır Mete, oturur musun lütfen?” Bu sıcakta çalışanlardan klimanın kapatılmasını mı isteyecekti yoksa ona bir şal bulmak için Üsküdar’ı mı talan edecekti bilmiyordu lakin her ne planlıyorsa ona engel olması gerektiğini bilecek kadar adamın tavırlarına aşinaydı. “Tamam, oturuyorum.” Mete yüzünde çekici bir tebessümle yerine oturup bir dirseğini masaya yerleştirdi. Başını hafifçe eğmiş, çenesini iki parmağıyla tutarak onu izlemeye başlamıştı. Şunu yapmayı keser misin lütfen, diye soramadan evvel gelen siparişleri, adamın dikkatini üzerinden çekti. Yemekleri servis edilirken ilgiyle izliyor, Zeynep’in en ufak bir sorunla karşılaşmayacağından emin olmaya çalışıyordu. Derin bir nefes alırken şimdiden akşamın bitmesini ummaya başlamıştı. Tabağı önüne yerleştiren garsona nazikçe gülümsedi. “Teşekkürler.” Adam yeni uzaklaşmıştı ki Mete “Nasıl görünüyor Zeynep? Sevmediysen başka bir şey sipariş edebiliriz,” diyerek ona baktı. Yüzünü dikkatle inceliyor, yemek hoşuna gitmediyse değiştirmeye kararlı görünüyordu. “Gayet güzel, kokusu da çok hoş... Teşekkür ederim.” Lütfen bana bebekmişim gibi davranmayı keser misin? İçinden geçirdiği isyanın ardından yemeğini yiyerek oyalandı. Mete bir şeyler söylemek istiyorsa bile ona bakmadığı için konuşamamış, Zeynep de elde ettiği kısacık sessizlikte biraz olsun nefes alabilmişti. Hepsi Mahir yüzündendi. Mahir onu yine o küçük fanusun içine hapsetmişti. Böylece hiç kimse umurunda bile olmuyordu. “Seni bunaltıyorum, değil mi?” Geçen birkaç dakikalık sessizliğin ardından Mete usulca konuşmuştu. Zeynep adama tekrar baktığında biraz olsun sakinleşmişti. Bu yüzden dürüstçe ama kırıcı olmadan derdini anlatmaya çalıştı. “Bana bebek muamelesi yapmandan pek hoşlanmıyorum. Ama sorun bu değil Mete.” Mete gözlerini kaçırırken zamanı geldiğini düşünerek boğazını temizledi. “Sana ve kendime zaman vermeye, bir şans vermeye çalıştım ama olmuyor. Seni incitmek istemiyorum, bunları söylemek beni de çok üzüyor ama gerçek bu.” “Biliyorum.” Tüm neşesi, enerjisi yitip gitmiş; gözlerinden taşan umut öylece sönmüştü. Ama bu yapılması gerekendi ve birini reddetmenin en doğru yolu, ona karşı dürüst olmaktı. Zeynep buna tüm yüreğiyle inanıyordu. “Özür dilerim Mete.” “Saçmalama, bu özür dilenecek bir şey değil.” Mete derin bir nefes alıp kendini toparlamaya çalışırken sessizce bekledi. “Hesabı isteyelim mi? Biraz yürürüz hem?” İç çekerek başını salladı. Toparlanıp restorandan çıktıklarında birkaç dakika boyunca hiç konuşmadılar. Mete dondurma almak için izin istediğinde bir banka oturup gelip geçen insanları, onların gürültüsünü, trafiğin uğultusunu ve tüm çekiciliğiyle karşısında duran Marmara’yı izleyerek beklemeye başladı. Deniz ulaşılmaz, sarsılmaz, incitilmez görünüyordu. İnsanlar ne yaparsa yapsın, onlardan üstünmüş gibi... Zeynep denize bakmayı her zaman severdi ama bu akşam deniz gözüne daha bile hoş görünüyor, kalbindeki yerini daha da sağlamlaştırıyordu. “İşte dondurmalarımız...” Mete yanına oturup gülümserken yutkunarak adama döndü. “Benden nefret etmezsin, değil mi Mete?” Mete buruk bir tebessümle dondurmasından bir kaşık alıp ağzına attı. “Mümkün mü?” “Ama...” “Sorun değil diyemem Zeynep. Hislerimi paylaşmanı tüm kalbimle istedim, hâlâ da istiyorum.” Durup önce denize, sonra Zeynep’e bakarken gerçekten üzgün görünüyordu. “Ama bilirsin; yani sen elmayı seviyorsun diye, elmanın da seni sevmesi şart mı?[1] Sonra hiç konuşmadılar. Konuşacak ne vardı? Zeynep ona güzel bir karşılık veremezdi, tekrar özür dileyerek ona acıyormuş gibi görünmek de istemezdi. Mete ise söyleyebileceği her şeyi, defalarca söylemişti. Dondurmalarını yediler. Ardından Mete, Zeynep’i evine bıraktı. Ona gülümseyerek veda etti ve Zeynep elinde gülleriyle evine dönüp kendini yatağının üstüne bıraktı. Yalnızca biraz huzura ihtiyacı vardı. Bu kez ağlamadı yahut Mahir’in mektuplarını düşünerek kendine acı çektirmedi. İlk kez sadece kendiyle olmak ona yetmişti. Kendi olmak. Kendi olabilmek. Bu gerçekten iyi gelmişti. [1]Tahirle Zühre Meselesi, Nâzım Hikmet RAN.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD