25

975 Words
Bir yanı kolay olmayacağını biliyordu fakat aksini umduğunu inkâr edemezdi. Elinde bir sahaftan alıp özenle paketlediği kitap ve mektupları yerleştirdiği torbayla Zeynep’in fotoğraf çekildiği mahalleye gelmiş, onun durduğu yere kadar gidip etrafındaki dükkânları ve marketleri bile dolaşmıştı. İşin aslı bunu hafta boyunca dört kez yapmıştı, bu da beşinci olacaktı. Her geliş gidişiyle birlikte umudu azalıyor, Zeynep’in telefon numarasını içinden tekrarlarken bir süre daha bekleyebileceğini düşünerek kendini avutuyordu. Neden sanki Zeynep karşısına çıkmıyordu? Onu kovamayacağı bir şekilde karşılaşmaları gerekiyordu. Onu reddedemeyeceği bir şekilde karşısına çıkmalıydı ki konuşmak için yüzü olsun. Mesaj atsa ne diyecekti hem? Zeynep, sen açık bir şekilde beni bir daha görmek istemediğini söyledin ama ben bunu reddediyorum. Buluşup konuşabilir miyiz? Herhâlde kızın ödü kopardı. Mahir gözüne sanki onu rahatsız etmek isteyen biriymiş gibi görünürdü. Hâlbuki bu en son isteyeceği şey bile olamazdı. İşte bu yüzden tesadüfen karşılaşmaları şarttı. Filmlerdeki gibi bir sahneye ihtiyacı yoktu. Ağır çekimde çarpışmak, eşyaları düşürmek ya da düz yolda tökezleyerek birinin üstüne yığılması gibi şeyler beklemiyor ve katiyen istemiyordu. Tek istediği marketin kapısından girerken yahut çıkarken göz göze gelmeleri, o şaşkınlık anında duraksamaları ve sonra konuşmaya başlamalarıydı. Zeynep? Sesi şaşkın, soru sorar gibi çıkacaktı çünkü bunu bekliyor dahi olsa karşılaştıkları an biliyordu ki Mahir de bir hayli şaşıracaktı. O da memnuniyetten yoksun bir şekilde gözlerini kısarak adını söyleyecekti. Mahir? İhtiyacı olan buydu işte. Bu kadar basitti. Mahallenin küçük parkına yürüyüp bir banka otururken somurtuyordu. Elleri istemsizce kendi için getirdiği kitapla buluşurken derin derin soluklandı. Etrafını saran gürültüye, insanların varlığına ve aklını saran tuhaf düşüncelere aldırmadan kitabını okumaya başladı. Okumak onu asla yormuyordu. Engelleyemediği bir refleks gibiydi. Gözleri harflerle buluştuğu an kendini kaptırıyor, elinden bırakmaya karar verene dek -ki bu ya birinin okumasını bölmesiyle oluyordu ya da kitabın bitmesiyle- okumaya devam ediyordu. Hep olduğu gibi bu sefer de öyle olmuştu. Mahir önünde duran kızın varlığını fark etmemiş, o seslenene dek okumasını sürdürmüştü. “Mahir?” İrkilip başını kitabından kaldırdığında neredeyse gülümseyecekti. Olmuştu! Gerçekten olmuştu. Hem de o Zeynep’i bulmamış, kız ona gelmişti. Böylece asla varlığı yüzünden tedirgin olmazdı. Değil mi? “Zeynep?” diye mırıldandı usulca. Ayağa kalkıp kızın karşısında dururken aklından ona yalan söyleyemeyeceği gerçeği geçiyordu. Zaten mektupları verdiği an, onu bulmak için buralarda dolaşıp durduğunu anlamaz mıydı? “Sen... Burada ne arıyorsun?” Zeynep çok şaşkın görünüyordu. Kalbi bir an teklerken içinden çok şaşkın ve çok güzel, diye geçirdi. Bunun etkisiyle kaşlarını çatıp başını iki yana salladı. Ne yapıyordu Allah aşkına? “Şey...” Artık konuşamıyordu bile! Ey yüce Rabbim, diye haykırdı, tabii yine içinden. Kendime katlanabilmem için bana yardım et! “Evet?” Derin bir nefes alıp kızın yüzüne baktı. “Ben… Seni arıyordum. Daha doğrusu, seni bulmayı umuyordum.” Yutkunup Zeynep’in hareketlenen kaşlarına odaklandı. Biraz tehditkâr mı görünüyordu, ne? Yoksa alay eder gibi miydi? Şaşkın? Belki, biraz. Kestirmek güçtü doğrusu. “Umarım beni yanlış anlamazsın çünkü kesinlikle kötü bir niyetim, seni rahatsız edecek herhangi bir davranışa eğilimim yok.” Ne saçmalıyordu Allah aşkına? “Ne?” “Demek istediğim...” Gerçekten konuşamıyordu! Bugün kayıtlara geçmeliydi, zira Mahir Karaman, ömrü boyunca hiç böyle utanç verici bir tecrübe daha yaşamamıştı. “Amacım seni rahatsız etmek değil.” “Peki, öyle olduğunu varsayalım. O hâlde amacın ne Mahir? Neden beni bulmayı umuyordun?” Bunu söylerken ses tonunu taklit etmesi mi daha kötüydü yoksa cümlenin sonunda yüzünü buruşturması mı? “Çünkü seninle konuşmak istiyorum.” “Bu meseleyi hallettik sanıyordum.” Şimdi Zeynep’in yüzü kızarmış, kaşları çatılmıştı. Belli ki geçmişin hatırlatılması onu rahatsız ediyordu. Oysa Mahir onunla gerçekten konuşmak istiyordu. “Tamam, o zaman şuna ne dersin?” Elindeki torbayı kıza uzattı. Zeynep elini uzatıp almak yerine kaşlarını biraz daha çatarken konuşmaya devam etti. “Lütfen al. Boş bir vaktin olduğunda içine bak ve eğer fikrini değiştirirsen...” Daha o cümlesini nasıl bitireceğini bile kestiremeden önce Zeynep sözünü kesti. Mahir onun soğuk bakışlarıyla karşılaştığında gözlerini kaçırma ihtiyacı hissettiyse de onu izleme dürtüsüne engel olamıyordu. Bu yüzden yüzüne bakmaya devam etti. “Peki ama neden?” “Nedenini anlaman için alman gerekiyor. Nedenlerimi anlaman için...” İstemez misin Zeynep? Beni anlamak istemez misin? Kelimeler zihninden geçmiş, kalp atışlarını hızlandırmış lakin Zeynep’e ulaşmamıştı. Kendini çok çaresiz hissediyordu. Yorgun. Bir hayli umutsuz... Sebebini bile bilmiyordu. Tüm bunları niye yaptığını, neden artık kendini kontrol edemediğini, neyin değiştiğini yahut nasıl değiştiğini... Tek bildiği, Zeynep’i kırdığını yeni anlayacak kadar büyük bir ahmaktı ve Zeynep de bunu anlamalıydı. Bunu bilmesi gerekiyordu. Belki böylece bakışları da eski hâline dönerdi. Düşünceler etrafını sarıp soluğuna sataşırken Zeynep’in torbayı ona dokunmadan alan ellerini izledi. Kızın karşısında konuşamadığı yetmiyormuş gibi nefes almayı bile beceremiyordu artık. Bu nasıl olmuştu? Gerçekten böyle bir şey mümkün müydü? Bunca yıl umursamadığınız bir insanı sebepsiz yere böyle önemseyebilir miydiniz? Nasıl? Neden? “Mahir...” Zeynep ona dikkatle, uzun uzun bakarken sessizce bekledi. “Eğer fikrimi değiştirmezsem...” Lütfen değiştir. Lütfen Zeynep. “Beni rahat bırakacak mısın?” Belki? Bilmiyorum? Deneyeceğim? İlk aklına gelen buydu lakin istenmediği yerde duramayacağını biliyordu. Bu yüzden güçlükle “Evet,” diye cevap verdi. “Bunun için bana söz verebilir misin?” Bunu isteme. Lütfen bunu isteme… Gözleri istemsizce irileşirken yutkundu. Elbette söz verecekti çünkü o Mahir’di. Ve en nihayetinde, bu onu yavaşça öldürecek bile olsa sözünü tutacaktı çünkü o böyleydi işte. “Söz veriyorum Zeynep.” Tekrar yutkundu. “Eğer fikrini değiştirmezsen bir daha seni aramayacak ve bulmayı ummayacağım.” Bir şey söylemesini, tepki vermesini bekliyordu ama Zeynep birkaç saniye daha ona baktıktan sonra arkasını dönüp yürümeye başladı. Bir tokayla bağlanmış saçlarının her adımıyla sağa sola savruluşunu izleyerek nefes aldığı saniyelerin ardından nihayet banka oturmayı başardı. Mahir mahvolmuştu. Artık sanki Zeynep’i değil de kendi mahvoluşunu izliyordu. Çünkü sonunda, yine bir hayli geç de olsa, idrak etmeye başlamıştı. Buradaydı, kızın narin bedenini umutsuz gözlerle takip ediyor ve ondan uzaklaştığı her saniye içinde bir şeylerin kırıldığını hissediyordu. Böylece umutsuzluğu çaresizlikle harmanlanıyor ve kalbi anlamsız tepkilerle kıvranırken anlıyordu. Çokbilmiş ablası, biricik zaafı, bir kez daha haklı çıkmıştı. İşte şimdi ne derdi olduğunu kesin olarak anlamıştı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD