At arabası tepelerin arasındaki vadi boyunca akan nehrin üzerindeki tahta köpründen geçerken, suyun sesi genç kızın dikkatini çekti. İyice uyuşan bedeni ve moraran bilekleri canını yaksa da içindeki endişe çok daha acı vericiydi. Nasıl bir durumun içine girdiğini, nasıl bir adamla karşılaşacağını bilmiyordu. En önemlisi de neden kaçırılmıştı? Kendisini kaçıran adamlardan biri ile sadece bir kez karşı karşıya gelmiş, ancak sorularına cevap bulamamıştı. Leydi Jasmine İngiltere'deki açlıktan ve insanları kaçıran kötü insanlardan bahsetmişti. Tanrım! Acaba onların eline mi düşmüştü? Ama hastalıklı bedeni hiç bir işe yaramazdı ki... Zaten ilgi çekici ve güzel bir kız olsaydı bu iki adam çoktan kendisine... Hayır bunu düşünmek bile tüylerini diken diken etmeye yetti.
Arabanın yavaşladığını fark ederken, dışarıdan gelen insan seslerini dinlemeye başladı. Erkek, kadın ve çocuk sesleri...
"Hey Sam! Ne var o araba da? "
"Önemli bir şey yok dostum. Sen işine bak!"
Kendisi ile konuşan adamın sesini tanıdı genç kız. Geçtikleri yerin kalabalık bir köy olduğunu tahmin etti. Doğduğundan beri babasının topraklarının dışına çıkmamıştı. İngiltere'nin çok büyük bir yer olduğunu duymuştu sadece. Kendi dünyası o kadar küçüktü ki, yaşadığı yerin büyük olması hiç önemli değildi. Eliza evlendikten sonra oradan kaçacaktı. Sırf bu yüzden ata binmeyi bile öğrenmişti. Fransa'ya gidecekti. Tabii başarabilirse... Artık bu saatten sonra hayallerinin gerçek olması mümkün değildi.
Derin derin bir kaç kez nefes aldı. Çünkü ölümün kendisine çok yakın olduğunu tahmin ediyordu. Ölüm... Ne kadar yaşamıştı ki ölümden korksun. Hayatı okuduğu kitaplardan ve hayallerinden ibaretti yıllardır. Bir kez ölümden dönmüş bedeni bu kez kaçamayacaktı. Şeytan denilen adam Leydi Jasmine'den ne almıştı acaba kendisini öldürmesi için? Anlamsız hayatının birazdan biteceğini bilmek... İster istemez gözleri doldu.
"Güçlü ol Christina." dedi usulca. "Zaten yaşamak için bir sebebin yok ki... Senin ölümün kimsenin umurunda değil biliyorsun. Eliza... Benim sevgili kardeşim. Umarım öldüğümü duymazsın... Tanrım... Lütfen ona yardım et. Bir şekilde o adamla evlenmesine engel ol." Gözyaşları yanaklarından süzülmeye başladı. Kendisi için değil kardeşi için ağlıyordu.
Leydi Jasmine'e ne yapmıştı ki kendisinden bu kadar nefret ediyordu? Lord Harrıson'ın kızı olmayı kendisi seçmemişti. O adamın kızı olmaktansa yetim bir çocuk olmayı tercih ederdi. Leydi bu gerçekten inanılmaz korkuyordu. Ona göre Eliza Lordun tek kızı ve varisiydi. Eliza doğduktan sonra iki kez daha hamile kalmış ancak bebekler daha doğmadan karnında ölmüştü. Babası ölü doğan erkek çocuğu için günlerce yas tutmuştu. Hatta bu konuda karısını bile suçlamıştı. Çünkü Leydi hamileyken ateşli bir hastalık geçirmiş, şifacıya göre bu hastalık bebeklerin ölümüne sebep olmuştu. Çok acımasız bir adamdı Lord Harrıson. Kalede iki tane daha metresi vardı ve Leydi onlara garip bir şekilde gözyumuyordu.
Christina geçmişin hatıraları arasında gezinirken, asla evlenmeyeceği için şanslı olduğunu hissetti. Yaşayan hiç bir erkek ne aşkın ne de sadakatin değerini biliyordu. Onlar için kadınlar kullandıkları bir eşya kadar değerliydi sadece. Babası erkekler hakkında tecrübesi olmasa da, kötü bir örnek olarak karşısındaydı. Ya Tom? Genç adam aklına gelince yüzüne küçük bir gülümseme yayıldı. Çocukluğundan bu yana en yakın arkadaşı olan Tom, o kadar kibar ve centilmendi ki, çirkin ve gösterişsiz genç kızın kendini inanılmaz güzel hissetmesini sağlıyordu. Tom'u seviyordu. Ona fazlasıyla değer veriyordu.
"Senin kalbin o kadar güzel ki Christina, yüzünün nasıl olduğu hiç ama hiç önemli değil. Ben senin her zaman dostun olarak kalacağım. "
Sadece dost olmak isteyen genç bir adama aşık olmak acı çekmekten başka bir işe yaramazdı.
Aşk... Bir Fransız yazarın kitabında tarif etti gibi aşk ne kadar imkansızdı kendisi için. Birini kendinden ve hayatından fazla sevmek ve her şeyden daha çok değer vermek mümkün müydü? Hem hangi erkek hastalıklı bir bedene sahip olan, çirkin bir kadına aşık olurdu? Aklını kaçırmamışsa olmazdı değil mi? Tom çok yakışıklı genç bir adamdı. Bazen Eliza'nın ona karşı bir şeyler hissettiğini düşünüyordu. Tom da Eliza'ya karşı boş değildi. İkisinin birlikte olması kesinlikle imkansızdı. Lord Harrıson bunu fark ederse genç adamı öldürmeden huzur bulamazdı. Kendi kızını çıkarları uğruna harcayan bir adamdan ne beklenirdi?
Sam ve Ralph at arabasını kalenin bahçesine doğru sürüp, kendilerine selam veren askerlere gülümsemeyi ihmal etmediler. Her ne kadar yüzlerinde memnun bir ifade olsa da, arabada yatan genç kız hakkında tereddütleri vardı. Eğer hata yaptılarsa Şeytan bu hatanın bedelini çok kötü bir şekilde ödetirdi.
"Ne düşünüyorsun Sam?" dedi Ralph sıkıntılı bir iç çekerek. "Bu kadın gerçekten Leydi Atkins mi? "
Sam arkadaşının sorusunu bir kaç saniye düşündü.
"Bilmiyorum dostum." diye cevap verdi. "Neden ona kim olduğunu sormadık? Ya değilse? "
"Nasıl soralım? Kızı kaçırırken yüzüne bile bakmadım. Bayıldıktan sonra hemen arabaya attım. "
"Etrafta başka genç bir kadın yoktu. Hizmetçiler dışında."
Araba kalenin koca ahşap kapısının önünde durunca iki adam da arabadan indiler. Christina ölüm yolculuğunun sonuna geldiğini hissederken, başına her ne gelecekse bir an önce olması için Tanrı'ya dua etmeye başladı. Güçsüz ve yorgun bedeni kimse ile savaşacak halde değildi. Zaten kendini koruma konusunda bilgisi yoktu. Yolculuk esnasında Şeytan denilen adamın çok acımasız olduğunu net bir şekilde duymuştu. Acaba nasıl bir adamdı? Kesin ürkütücü bir yüzü vardı. Babasından bile daha çirkindi belki de. Canını nasıl alacaktı kim bilir? Çamın havlaması ile irkildi genç kız.
"Çam..."
Keşke peşinden gelmeseydi. İnsanları acımadan öldüren bir adam zavallı bir köpeği de öldürürdü.
Sam arabanın üzerindeki postu çekince, genç kız gün ışığının gözlerini acıttığını fark edip,başını yana doğru devirdi.
"Artık yolculuk bitti." Genç adam kıza bakıp, ona doğru eğilerek önce ayaklarındaki sonra ellerindeki ipleri çözdü. Bu arada Christina direnmedi. Direnmenin kendine bir faydası olmayacağını tahmin ediyordu. Çam arabanın etrafında koştururken ve havlarken adamların ona zarar vermesinden korkuyordu sadece.
Sam kızı kollarından tutarak arabadan yere indirdi fakat genç kız iyice uyuşan bacakları yüzünden toprağın üzerine çöküverdi. O sırada çam adamlara aldırış etmeden yanına koşup bulduğu her yerini yalamaya başladı.
"Git buradan seni pire yuvası!"
Ralph köpeği uzaklaştırmak için bağırsa da Çam adama aldırış etmedi. Genç kız tek elini köpeğinin başına koyarak
"Lütfen ona zarar vermeyin..."dedi usulca."O sadece beni korumaya çalışıyor. İnanın hiç bir şey yapmaz. Kimseyi ısırmaz."
"O zaman yanından gitmesini söyle!"
Christina köpeğine gitmesi için bir şeyler fısıldadı ve Çam istemeyerek ondan uzaklaştı. Sanki sahibinin başının belada olduğunu hissediyordu.
"Ayağa kalk!"
Genç kız ayağa kalkmak için arabanın tahta tekerleğine dayandı. Bir kaç denemeden sonra bedenini kaldırmayı başardı. Ardından bulunduğu yeri incelemeye başladı. Oldukça büyük bir kalenin önünde duruyordu. Daha önce hiç görmediği bu yer hiç de kötü değildi.
"Burası neresi?" dedi merakla.
"Sorularını Şeytan'a sorarsın." Sam umursamaz bir tavırla genç kızın kolunu tuttu ve onu kaleye doğru götürmeye başladı.
"Kim bu Şeytan?" Adam cevap vermedi. Bir kaç dakika sonra taş duvarlarla örülü koca bir koridora girdiler. Onları merakla izleyen yaşlı bir kadın ve iki adamla göz göze geldi genç kız. Yüzlerindeki ifade şaşkın olduklarını belli ediyordu aslında.
"Lordumuz nerede?"dedi Sam onlara bakarak.
"Avdan henüz dönmedi." diye cevap verdi yaşlı kadın. Bu arada bakışları eve gelen misafirin üzerindeydi. "Tanrı aşkına Sam. Bu kız da kim? Onu nereden buldun?"
"Bu seni ilgilendirmez. Onu nereye götüreceğimi söyle sadece."
"Bilmiyorum... " Bir an düşündü. "Mutfağın yanındaki boş olan odaya götür. "
Sam denileni yaparak genç kız hızlı adımlarla odaya götürdü ve içeri girince hiç bir şey söylemeden kapıyı üzerine kapatıp kilitledi.
Ulu Tanrım! Tıpkı bir hayvan gibi sürükleniyor, odalara kilitleniyordu. Daha önce hiç görmediği bu adama nasıl bir kötülük yapmıştı ki, şu an bu durumdaydı. Odanın taş olan zemininde dizlerinin üzerine çöküp, elleriyle yerden destek alarak derin bir nefes aldı. Ve başına gelecekleri beklemeye başladı.