Doğan hocamın ağzından çıkanlar, elime aldığım çay bardağı kadar sıcaktı. Bir yudum alıp nihayet ‘’hocam ben’’ diyerek on dakika sonra konuşabilmiştim. ‘’ hocam ben üniversite sınavına hazırlanmak, kazanmak istiyorum’’ dedim. Gayet şaşırmış bir halde gözleri açılarak ‘’sen, yiğit ve üniversite, yanlış duymadım değil mi ? ‘’ dedi. ‘’hayır hocam dediklerimi duydunuz ne bir eksik ne bir fazla.’’ Ciddiyetimi kavramış olmalı ki koltuğundan kalkıp karşımdaki koltuğa oturdu. Lise deki hallerimi biliyordu. Sene sonunda okuldan ayrıldığı için aile olarak yaşadıklarımızdan bihaberdi. Kendisine başımızdan geçenleri kabataslak anlatırken meraklı gözlerle ağzı açık beni dinliyordu. ‘’hocam her şey Allah’tan mıdır.?’’ sorusu ile konuşmama son verdim. Kendisinin biraz muhafazakar olduğunu bildiğim için konuşmamı o soru ile bitirmiştim. Derin bir iç çekerek yerinden doğruldu. ‘’Evet, evet düşmez kalkmaz bir Allah’tır.’’ Demesiyle tüylerim diken diken oldu. Oturduğum süre boyunca bu konuyla alakalı başka bir şey konuşmadık. Kayıt şartlarını, taksit seçeneklerini sordum.
‘’Yiğit kayıt için veli şart, senet imzalaması gerek aksi halde taksit yapamayız ve tüm paranın toplu verilmesi gerek’’ deyince yutkunarak elimdeki çay bardağını masaya bıraktım. Güçlükle ‘’içerisinde bulunduğumuz durumdan dolayı ailem yanımda olamıyor’’ dedim. ‘’bir yandan gururum, Yiğit kalk git. Vaktiyle senden nefret eden bir öğretmen parçasına neden minnet ediyorsun’’ derken bir yandan da gururumu susturur nitelikte başka bir ses ‘’minnet etmek değil, çalışıp kendi paranla bu dershaneye kayıt olacaksın’’ diyordu. Doğan hocam ‘’Hemen geliyorum’’ deyip odadan ayrıldı. Kısa bir bekleyişin ardından yanında başka bir adamla odaya girdiler. ‘’bu müdür bey’’ dedi. Saygı mahiyetinde ayağa kalkmaya çalışırken, müdür elini omzuma koyarak kalkmama müsaade etmeyip karşıma oturdu. Elini uzatıp tebessümle ‘’hoş geldin genç’’ dedi. Kısa bir tanışma faslından sonra müdür ‘’ babamın oğlu dahi gelseydi velisiz kaydını senetsiz almamaya yemin etmiştim.’’ Müdürün ağzından bu cümleler dökülürken kaydımı kabul edeceklerini anlamıştım. Kalkıp elini öpmeye çalıştım yeltendiğimde ‘’biz el öptürüp enaniyetimizi okşattırmayız, düşene yardım eder halden anlarız.’’ Diyerek beni durdurdu. O an ne yapacağımı ne diyeceğimi bilemeden yerime oturdum. Kendimden utanıyordum. Henüz ondört yaşlarımdayken benim bile olmayan ailemin çalışıp kazandığı mallar ile maddi olarak kendimden aşağı herkesi ezer küçük görüp hakaretler ederdim. Oysa bu şehre marka olmuş şu koca dershanenin hem müdür hem de sahibi olan kişi, henüz kendisinin yeni tanıdığı birine gösterdiği tevazu her yiğidin harcı değildi. Kayda değer bir indirim yaptıktan sonra aylığı ikiyüz lira olacak şekilde beş taksitle anlaşarak kaydım kabul edilmişti. Neredeyse üç saattir buradaydım. Müsaade eder yanlarından ayrıldım. Günler kış ayında kısa olduğundan hava erken kararıyordu. Binadan çıktığımda şehrime yavaş yavaş karanlık çöküyordu. Daha fazla karanlığa kalmadan omzumdaki bir yükten daha kurtulup iş bulmalıydım. Şehrimin tek kapalı oto yıkaması olan yerin ‘’eleman aranıyor’’ ilanını görünce soluğu orada aldım. Çalışanlara patronu sorup iş aradığımı söyleyince ‘’buralardadır birazdan gelir’’ deyip beni yazıhane aldılar. Bugüne kadar hiç aramamış, herhagi bir işte çalışmamıştım. Acaba nasıl bir konuşma yapıp sadece hafta sonları işe alınabilir diye söylenip duruyordum. Birden elektrikler kesilince akşam saatleri ve kapalı mekan olduğundan her taraf zifiri karanlığa gömüldü. Çalışanlar araba farlarını yakarak mekanı aydınlatmaya çalıştı. Kısa süre sonra elektrikler gelmiş yeniden aydınlığa kavuşmuştuk. Birkaç dakika sonra patron olduğunu varsaydığım orta boylu, gövde
genişliği boyuna göre orantısız esmer çatık kaşlı bir kişi içeri girdi. Başıyla selam vererek koltuğuna oturdu. ‘’Çalışanlarım beni arayıp iş ilanı için biri geldiğini söyledi.’’ Adamın garip bir ses tonu vardı. ‘’Evet abi o benim’’ dedim. Neden iş aradığımı ve kendimi tanıtan bir iki cümle katarak kısa bir konuşma yaptım. ‘’ hafta içi okulum ve tabi beni burada işe alırsanız dershaneye gideceğim. Hafta sonları da buraya gelirim’’ diye ekledim. Çatık kaşlı siyah gözleri ile beni baştan aşağı süzüp soğuk sesi ile ‘’ tamam, günlük elli lira yevmiye kahvaltın ve öğlen yemeğinde bizden, anlaştık mı ?’’ dedi. Günlük elli lira haftada yüz aylıkta dörtyüz lira yapar. İkiyüzü lira dershane taksiti ikiyüz lirada harçlığım olur’’ diye kafamda küçük bir muhasebe yaparak içime sinmemiş olsa da tamam’’ dedim. Adamın tavrı vücut dili ses tonu hiç mi hiç hoşuma gitmemişti ama tamda bana uyan bu fırsatı sezgilerime kanıp kaçıramazdım. İşimi bağladıktan sonra oradan ayrılıp eve vardığımda saat sekiz olmuştu. Beni merakla bekleyen annem telaşlı ses tonuyla ‘’nerede kaldın oğlum, hiç geç kalmazdın. Dersin üçte bitmiyormuydu ?’’ dedi. ‘’Evet anne üçte bitiyor ama okul çıkışında dershaneye oradan da iş için oto yıkamaya gittim. Artık hafta içi okuldan sonra dershaneye gidip hafta sonları da bulduğum işte çalışıp dershane taksitlerimi ödeyeceğim’’ dedim. Bu sözlerimi duyan annemin telaşının yerini bir yumuşama aldı ‘’ben yemeğini ısıtayım’’ deyip mutfağa gitti. Henüz üzerimi değiştirmiştim ki telefonum çaldı. Arayan sesiyle, görünüşüyle garipsediğim işverenim menderes abiydi. Zaten değişik olan ses tonuna şimdi garip bir ifade yüklenmişti. Nerede olduğumu ve mümkün olduğunca çabuk işyerine gelmemi istedi. Yolunda olamayan bir şeyler vardı. Bunu telefonu açar açmaz ses tonundan sezmiştim. Anneme iş verenimin beni çağırdığını, hemen gidip geleceğimi v merak etmemesini söyledikten sonra evden ayrıldım. İş yerine vardığımda menderes abi, yanında kır saçlı, sinek kaydı traşlı son derece iyi giyinimli ufak tefek bir adam küçük yazıhanede sağa sola gidip gelirken çalışanlarının da karşılarına tesbih taneleri gibi dizili durduklarını gördüm. Selam verip içeri girdim ama kimse selamımı almayınca kesin bir iş var diyerek menderes abiye baktım. Ufak tefek adam ‘’bumu’’ diyerek beni keskin bakışlarla süzmeye başlayınca, menderes abiye ‘’hayırdır’’ manasında başımı salladım. Menderes abi ‘’bugün senin burada olduğun saatte (şimdi koltuğa oturmuş ufak adama bakarak)Vehbi beyin cipinin anahtarı, altın anahtarlığıyla beraber kayboldu’’
-Eee ? yani ?
-Yanisi kamera kayıtlarına baktığımız zaman benim beş çalışanım ve sen haricinde o saatte kimse yazıhaneye girmedi.
Bu cümleler kulağıma iliştikçe ‘’ya sabır’’ çekerek ‘’ al birde buradan yak. Ne için geldim neyle karşılaştım’’ diye mırıldandım. Ufak adam tiz bir sesle ‘’getir ulan altın anahtarlığımı’’ diye bağırınca adama dönüp elimi yumruk yaparak işret parmağımı kaldırdım ‘’ bak ! sesin boyundan fazla çıkıyor ! karşında çocuğun yok senin’’ diyerek üzerinde baskı kurmaya çalıştım. Biraz etkisi olmuş olmalı ki sırtına vursam düşecek şekilde oturduğu koltuğun ucundan elleriyle kendisini geriye çekti. Menderes abiye dönüp ‘’ ben buraya değil sadece dershane taksitimi ödeyebilmek için çalışmaya geldim ve bunu sana özellikle itina ile söylemiştim. Dershane taksitim için ! Şimdi siz kalkmış bana hırsız muamelesi yapıyorsunuz. Bunu yapmış olsaydım sana tüm bilgilerimi verirmiydim ?’’ bu sözleri duyunca biraz afalladı, kirli sakallı yüzünü eli ile ovuşturmaya başladı. Ufak adam dahil
kimseden çıt çıkmıyordu.‘’ dönüp şu elemanlarına baksana. Biri gaspçıya biri torbacıya benziyor. Altın anahtarlığı bana soracağınıza hatta sormak değil benim çaldığımı söyleyeceğinize şu elemanlara o kıymetli anahtar ve anahtarlığın akıbetini sorsanıza !’’ şimdi iyice afallamıştı. ‘’ben gidiyorum değil elli lira 500 lirada versen gelip çalışmam burada. Ha illede sen çaldın diyorsanız kamera kayıtlarınız var kimin içeri girip çıktığı da belli, emniyet hemen şurada gidip verebilirsiniz.’’ Diyerek kapıyı çarpıp oradan ayrıldım.
O gece geç saatlere kadar uyuyamadım. Adeta yastığım dikenli teller gibi ben uyumaya gayret ettikçe daha da batıyor, uyutmuyordu. Yatağımdan doğrulup sobanın deliğinden sızarak tavanı aydınlatan alevlerin yansımasını seyre koyuldum. ‘’Neydi bugün başıma gelen olan. ? Bu bir şermiydi yoksa hayır mı .?’’ Nefsim hemen atıldı ‘’ ne hayrı olacak, baksana ne için gittin neyle karşılaştın. Bu işte hayır mayır yok.’’ Derin bir iç çektim. Nefsimi susturur derecesinde bir ayet belirdi aklımda. ‘’sizin hayır gördüklerinizde şer, şer gördüklerinizde bir hayır vardır. Allah bilir, siz bilmezsiniz.’’ O ufak adamın herkesi karşısına alıp aşağılarcasına konuşması bana tekbir şeyi çağrıştırıyordu. 4 yıl önce okulda ki öğrencilere en ufak bir şeylerinde bende böyle davranmıştım. Ezici, aşağılayıcı ve hakaretler içeren davranışlar… Bugün başıma gelenler geçmişteki hatalarımdan birinin daha bedelini ödediğimin en büyük deliliydi.
Bugün okuldan erken çıkıp dershaneye gidip Doğan hocama durumu izah ettim.‘’ Evet vardır bir hayır’’ diyerek çayını yudumladı. Eliyle çaydan yanan ağzını yelleyerek ‘’Yiğit’’ dedi.
-Efendim hocam. ?
-Dün Aylin yengenle otururken, nasıl faydalı bir şeyler yapabiliriz diye konuşuyorduk. Yengen ‘’ihtiyaç sahibi bir öğrenciye burs verelim’’ önerisinde bulundu. Aklıma hemen sen geldiğin için hoş karşıladım.’’O zaman yarından tez yok burs vereceğimiz birini bulalım’’ demeye kalmadan ‘’ dur hayatım, hani geçen sana bahsettiğim bir öğrencim vardı ismi yiğit olan’’ demek beni daha önce eşine anlatmıştı. Bu hem hoşuma gitmiş hem de acaba neden ve nasıl bir şekil anlattı diye merak uyandırmıştı.’’onun durumu az çok biliyorsun. Bence hiç aramayalım direk ona verelim, ne dersin. ? deyince büyük bir mutlulukla kabul etti. Eğer sende kabul edersen bursu sana vereceğiz’’ Mahcup olmuştum. Biran hocamı duymamazlıktan geldim. Dün hakaretler edip malına zarar verdiğim adam şimdi de bana burs vermek istiyordu. Beni dürterek ‘’ hey ne düşünmeyi bırak bursu kabul etmesen de sana veriyoruz ‘’ dedi. Ama hocam onca yaptıklarıma rağ ‘’hşşş ne yapmışsın ki ‘’ diye beni susturdu.
Dershane binasından çıkarken güneş ışınları gözlerimi kamaştırdı. Hava güneşli ama serindi. Son iki günde yaşadıklarım beni öyle olumsuz etkilemişti ki kendimle bile konuşamaz olmuştum. Bu güzel havayı değerlendirip biraz kafa dinlemenin iyi geleceğini düşünerek göl kenarına inip kayalıklarda oturdum. Kayalara çarpan çarptıkça köpüren biri çekilmeden bir diğeri gelip çarpan dalgaların hem görüntüsü hem de sesi beni her zaman ki gibi cezp ediyordu. Bu güzel anımı bozan bir ses ilişti kulağıma ‘’ hey genç seni pek dalgın gördüm oturabilirmiyim ? ‘’ dedi. Seslenişinden üç dört saniye sonra yavaşça başımı kaldırıp baktığımda sesin sahibine baktım. Başımda, üzerinde kare desenli takım elbise giymiş altmışlı yaşlarda kır saçlı siyaha boyanmış pala bıyıklı bir adam gördüm. Görüntüsü
tedirgin etmediğinden ‘’tabi dayı buyur otur’’ dememe kalmadan, dayı çoktan soluğu yanımdaki kayanın üzerinde almıştı bile. ‘’güzel manzara değil mi ‘’ dedi dayı. İfadesiz yüzümle anlamsızca yüzüne baktım.‘’göl, dalga, kaya’’ diye devam etti. ‘’ ha evet ‘’ dedim. Konuşup muhabbet kurmak istemiyordum ama dayının benim aksimi düşündüğü kesindi. Yılın bu mevsiminde pek kimse uğramaz buralara, kimseler uğramadığı içimde tam bir terapi yerine dönüşüyor. Dayı muhabbet etmekte kararlıydı, bende direnmeden kendimi olayın seyrine bıraktım. Elini uzatarak ben ‘’bahtiyar’’ dedi. Göle attığım çakıl taşlarından kirlenen ellerimi çırpıp uzattım. Tokalaşırken soğuk ses tonumla‘’bende yiğit’’ dedim. Bahtiyar dayı benim aksime buram buram samimiyet kokuyordu. Yumuşak ses tonuyla sordu
-buralımısın ?
-evet dayı, sen?
-bende buralıyım ama atmışlarda ben daha çocukken Bursa’ya taşındık. O yıllarda bu gördüğün seksenbin nüfusluk şehir bomboştu. Ne çarşısı vardı nede insanların geçimlerini sağlayabileceği bir iş olanağı. Fakirdik, sadece iki büyük baş hayvanımız birde atımız vardı. Babam çocuklarının yoksulluk içerisinde büyümelerine gönlü razı olmadı, hayvanlarımızı satarak trenle Ankara’ya oradan da otobüsle Bursa’ya geçtik. Hayvanlarımızın satışından kazandığımız parayla iki odalı küçük bir eve beş kardeşim, annem ve babamla yerleştik. O yıllarda Bursa’da sanayi kurulmuş ciddi işçi alımları yapılıyordu. Babam da fabrikalardan birinde iş buldu çalışıyordu. Gözlerimi bir ara dalgalardan ayırıp Bahtiyar dayıya baktığımda gözlerinin dolduğunu fark ettim. Hiç tanımadığım ve beni hiç tanımayan bir insan soluğu yanım başımda almış şimdi de bana yaşantısından kesitler anlatıyordu. Belikli uzun zamandır kimseyle dertleşmemiş, gördüğü yabancı bir gence içini döküyordu. Güçlükle ‘’babam’’ dediğini duydum. Şimdi ağlıyordu.
-dayı istersen anlatma dememle başını ‘’hayır’’ anlamında sağa sola salladı. Belikli zannettiğimden daha çok dolmuştu. Yeniden ‘’babam’’ dedi. Her zorluğa bizim için katladı. Sırf bizi rahata kavuşturmak için kendisini ata toprağından, memleketinden etti. Çelik tencere fabrikasında çalışıyordu. O sabah evden çıkmadan hepimizi bir bir kucaklayıp öptü. ‘’canım size feda olsun yavrularım. Babanız şimdi işe gidecek, akşam olmadan da gelecek. Annenizi de üzmeyin o kardeşinizi taşıyor’’ diye bizi tembihleyerek anneme doğru gitti. Yüzünü ellerinin arasına alarak ‘’ benim bahar çiçeği kokulu kadınım’’ derken alnından öptü. ‘’allaha emanet olun’’ diyerek evden ayrıldı. Kardeşlerim ve annemle babamı uğurladık.’’ Şimdi Bahtiyar dayı gölün dalgalarına odaklanmış, irili ufaklı gözyaşları akıtıyordu. Bu haline dayanamıyordum ama sözünü de kesmek münasip olmayacağından bitireceği yere kadar dinlemeye koyuldum. ‘’ Annem akşam yemeğinizi hazırlayayım babanızda gelmek üzeredir’’ deyip mutfağa geçti. Henüz hazırlıklara başlamıştı ki kapı ardı ardına sertçe çalındı. Babamdan başkasını beklemiyorduk ama ne onun işten gelme vaktiydi nede o kapıyı böyle çalardı. Annem mutfaktan çıkıp ellerini önlüğüyle silerek kapıyı açınca karşımızda üniformalı iki polis ve takım elbiseli üç kişiyi gördük. Adamlardan biri ‘’Salih öğütmüşün evi burasımı ?’’ diye sordu. Annem burası deyince içeri girmek içinizin istediler. Polislerden dolayı annem sorgulamadan içeri aldı. Yoksa babamın bize ve anneme sıkça etiği tembihle eve yabancı almazdık. Büyük şehir, insan kime
güveneceğini bilmiyor. Aynı adam büyük ağabeyime ‘’sen kardeşlerini al içeri götür hem birlikte oynayın olurmu ?’’ dedi. Ters bir şeyler olduğunu sezen annem onayını almak için kendisine bakan ağabeyime başıyla ‘’tamam’’ deyince hepimiz odaya geçtik geçmesine de arada anahtar deliğinden bakıp kapıya kulak dayayarak olan biteni anlamaya çalışıyorduk. ‘’Zöhre hadım, bugün fabrikada’’ deyip duraksadı. Belikli söyleyeceği şey kendisini zorluyordu. Annem ‘’eee’’ diye karşılık verince adam devam etti. ‘’bugün fabrikada buhar kazanı gaz sıkıştırmasından dolayı patladı. Maalesef ki bu patlama sonucu eşiniz de dahil olmak üzere yedi çalışanımızı kaybettik.’’ Deyince annem dizleri üzerine yığıldı ‘’oyy benim yiğidim, oy benim kara gözlü yiğidim, toprak başıma ‘’ diye feryatlar koparmaya başladı. Sanki bahtiyar dayı o anı yeniden yaşıyormuşçasına çocuklar gibi ağlıyordu. Bende bu anlattıklarına dayanamayıp ağladım. Oysa göl kenarına ne için gelmiş neyle karşılaşmıştım. Oysa bahtiyar dayıyı tanıyalı bir saat bile olmamışken şimdi beraber ağlaşıyorduk.
Sözlerini bitirirken derin bir nefes alarak omzumu sıktı. Hayat yorgunluğunun izlerini taşıyan, buruşmuş yüzündeki yanağına düşen son gözyaşını da kolunun yeniyle silerek ‘’işte böyle evlat’’ dedi. Kim bilir Bahtiyar dayı altmış yıllık ömrüne daha ne acılar sığdırmıştı. Benim yaşadıklarım onun anlattığı şu bir olayının karşısında bile gölgede kalıyordu. Titreyen sesiyle ‘’ sana bunları neden anlattım biliyormusun ?’’ dedi. Cevap vermeye kalmadan devam etti. ‘’ yüreğinde dert taşımayan veya deli olmayan birinden başkası kışın göl kenarına gelip de soğuk kayaların üzerinde saatlerce oturup zaman geçirmez ve sensi burada ilk görüşüm de değil’’ diyerek cümlesini tamamladı. Belli ki oda sürekli buraya geliyordu. Kısa bir sessizliğin ardından anlatma sırasının bende olduğunu anladım. Ya da kendini şu dinlediklerimden sonra bir şeyler anlatma mecburiyetinde hissettim. Babamın ölüm gecesinden başlayarak hayata olan direnişimi kabataslak anlattım. ‘’baki olan Allah’tır dayı’’ diyerek konuşmamı sonlandırdım. Neredeyse üç saattir burada oturuyorduk. Dertler derin olduğundan muhabbet sarmış, gündüz yerini akşamın karanlığına bırakmaya başlamıştı. Üşüyen ellerini ısıtmak için birbirine sürttüğümü görünce eliyle işaret ederek ‘’arabam şurada, gidip sıcak bir demli çay içmeye ne dersin ?’’ bu benim asla hayır diyemeyeceğim bir şey olduğundan hemen ‘’olur’’ dedim.
O gece uzun zaman sonra ilk defa yatağıma, beni uykularıma küstüren düşüncelerimden arınmış halde rahatça girdim ama aklımda tek bir cümle vardı. ‘’ babası ölen birinin yaşı kaç olursa olsun, yüreği babasını kaybettiği yaşta kalırmış.’’ Bahtiyar dayı ve ben babamızı çocuk yaşta kaybetmiştik. İkimizin de yüreği hala çocuk yaştaydı. Beklide bu yüzden ikimizde kendimize hakim olmaya çalışmadan duygu seline kapılıp gitmiştik.