2. Bölüm 🌞 Gizli Aşk

1879 Words
7 Ay Önce GİZEM İçimdeki fırtınayı bastırmak için sıkı sıkıya kapattığım gözlerimi zorunlulukla açtım. Aynada beyaz duvaklara bürünmüş silüetime baktım. Ela gözlerim mutluluktan parlıyor, yanaklarım ise yıllardır sevdiğim adama kavuşmanın verdiği heyecanla yanıyordu. Bu bendim. On yedi yaşında anne-babasız kalınca dünya bir anda üstüme çökmüş gibi olmuştu. Akrabalarım kapılarını yüzüme kapattılar. "Kendi başının çaresine bak" dediler. Son umudum Mirzaoğlu Konağı'nın o heybetli kapısından içeri adım atmak oldu. Komşumuz Hayriye Teyze’nin vasıtasıyla konakta yatılı temizlikçi olarak işe başladım. 4 senedir de burada çalışıyorum. Konağın taş duvarları benim yüreğim gibi soğuk ve ağırdı ilk başta. İçeri girdiğim ilk günü asla unutamam. Korkudan ölüyordum. Üniversitenin ilk sınıfında iç mimarlık okuyordum. Hayallerim vardı. Ama hayat, hayallerden daha acımasızdı. Ailemin kaza geçirip vefatından sonra okulu açığa aldırmak zorunda kalmıştım. Kirayı ödeyecek param yoktu. Küçük olduğum için kimse de iş vermiyordu. O yüzden bu işi bulduğuma çok sevinmiştim. Bu konakta kimse okuduğumu bilmiyordu. İnci Hanım, konağın hanımı, bilseydi belki de izin vermez diye düşünüp saklamıştım. Ya da ders çalıştığım için işimi aksattığımı düşünürdü. Gündüzleri temizlik yapıyor, geceleri odamda kitaplarıma gömülüyordum. Sınav zamanları da başka bir şey uydurup okula giderdim. Şimdi okulu bitirmeme sadece üç dersim kalmıştı. Ama en büyük sırrım, bu değildi. En büyük sırrım için için yandığım Mirzaoğlu Konağı'nın efendisi, Andaç Ağa'ydı. Andaç Mirzaoğlu... Onu ilk gördüğüm an bütün duyguları aynı anda yaşamıştım. Avluda iki adamıyla birlikte yürüyordu. Siyah, düzgün takımının içindeki vücudu öyle güçlü ve heybetliydi ki nefesim kesilmişti. Yüzü taştan oyulmuş gibi sert ve mükemmeldi. Ama asıl beni esir alan, o kapkara gözleriydi. Derin bir kuyu gibi içine çekiyor, önüne çevrili bakışları tenimi yakıyordu. Kalbim öyle hızlı atmaya başlamıştı ki göğsümün patlayacağını sanmıştım. Yürüyüşündeki o otorite, o krallara özgü duruş, büyülenmiştim. O an aşık olmuştum. Direkt. Mantıksız, imkansız, delice bir aşk. Bir hizmetçinin, efendisine duyduğu yasak ve gizli bir tutkuydu bu. Odasından sadece ben sorumluydum çünkü Andaç Ağa aşırı titizdi ve kimsenin işini beğenmemişti. Ta ki İnci Hanım'ın beni gönderdiği güne kadar. O akşam Andaç ağa odayı beğenmiş olmalı ki, İnci Hanım beni yanına çağırdı ve "Artık bu evde sadece ağanın odasından sorumlusun," dedi. İçimde tarifsiz bir sevinç ve korku dalgası yükseldi. Bu, ona bir adım daha yakın olmaktı. Ama bir kural vardı: O evdeyken asla odasına girmemem gerekiyordu. Andaç ağanın kimseye tahammülü yoktu. Bir tek üvey annesine değer verirdi. Bu yüzden işe gittiği saatleri iple çekiyor, onun kokusunu doya doya soluyordum. Odasına her girdiğimde havada asılı kalan parfümü ve deri karışımı o keskin erkek kokusu ciğerlerime dolarken başımı döndürüyordu. Yatağının çarşaflarını değiştirirken onun teninin sıcaklığını hayal ediyor, yastığına yüzümü gömerken delireceğimi hissediyordum. Bazen koridorda ya da avluda yanımdan geçip giderdi. Hiç bakmazdı, hiç görmezdi beni. Sanki bir eşya, bir gölgeydim. Ama o geçtikten sonra ardında bıraktığı o hafif, erkeksi kokusunu içime çekmek bana yetiyordu. O koku, o gözler rüyalarıma kadar giriyor, bana ait olmayan hayaller kurmama sebep oluyordu. Geceleri odamda yalnızken onun hayaliyle yanıp tutuşuyordum. Tenimde onun ellerinin izini, kulaklarımda onun sesinin yankısını arıyordum. Bu beni tüketen, içimi kemiren bir aşktı. Ona olan arzum o kadar güçlüydü ki, bazen koridorda karşılaştığımızda tüm bedenim akşama kadar titriyordu. Bu aşkın hep içimde gizli bir yara, kanayan bir tutku olarak kalacağını düşünüyordum. Ama Allah sonunda dualarımı duymuş olacak ki ufak bir dedikodu ihtimali yüzünden sonunda Andaç'la evleniyordum. Birazdan imam nikahımız kıyılacaktı ve üzerimdeki gelinliğe rağmen heyecandan oturamıyordum bile. Bu olanlara hâlâ inanamıyordum. Birkaç ay önce karnımda ağrılar oluşmaya başlamıştı. Sonra bu ağrılar dayanılmaz hale gelmişti. İzinli günümde kimseye bir şey söylemeden doktora gitmiştim. Muayene ve tahlillerden sonra doktor beni yıkan haberi vermişti. "Rahminde büyük bir kist var kızım" demişti. "Bunu söylemek çok zor ama maalesef... çocuk sahibi olma ihtimalin neredeyse yok. İyi bir tedaviyle belki..." Dünyam başıma yıkılmıştı. O anda hissettiğim acı annemi babamı kaybettiğim günkü acıdan farksızdı. Bir kadın olarak en temel, en içgüdüsel hayalim bir cana can katmak, elime alamadığım sevgimi bir bebeğime vermekti. Ve bu artık imkansızdı. Tedavi olmak için para gerekirdi ve ben kendimi zor geçindiriyordum. Geri döndüğümde konağın avlusunun bir köşesine sinmiş hıçkırıklarla ağlıyordum. Gözyaşlarım taşların üstüne karanlık lekeler bırakıyordu. O sırada bir el omzuma dokundu. İrkilerek başımı kaldırdım. İnci Hanım'ın şefkat dolu gözleriyle karşılaştığımda utanarak hızla gözyaşlarımı sildim. "Ne oldu sana?" diye sordu, sesi anne sıcaklığıyla sarıp sarmalıyordu beni. "Neden böyle perişansın? Anlat bakayım bana." İçimdeki fırtınayı durduramadım. Patronum olduğunu bilmeme rağmen doktorun söylediklerini döktüm. Belki de Andaç'ın, aşık olduğum adamın annesi olduğu için onu kendime yakın hissettim. "Çocuğum...çocuğum olmayacakmış, efendim," diye inledim. "Ben ne yapacağım şimdi?" İnci Hanım çenemden tutup yüzümü nazikçe kaldırdı. Gözleri doluydu ama yüzünde sarsılmaz bir sakinlik vardı. "Aman kızım, Allah Allah," diye fısıldadı, ellerimi tutarak. "Sakın böyle düşünme. Sen genç ve güzelsin. Bak şu an üzülüyorsun, biliyorum. Ama hayat bu kadar karamsar değil. Belki de doğru zaman değildir. Ya da belki de senin için farklı, daha güzel bir kader vardır." Sözleri yaralı yüreğime bir merhem gibi olmuştu. Bu konakta bana şefkat gösteren tek insan oydu. Andaç yüzüme bile bakmıyordu ama onun varlığı bile beni mutlu ederken İnci hanımın desteği o an paha biçilemezdi. "Ağrın varsa odana çekil, dinlen bugün" diye önermişti. Gözlerimi silip ona minnetle baktım. Bu kadar şefkat beklememiştim. "Yok hanımefendi, ilaç verdi doktor. Ağrım geçti şu an," diye cevap verdim. "İşimi yapabilirim." En azından Andaç'ın izi olan odasına girersem kendimi daha iyi hissederdim diye düşünüyordum. Onun özel alanı. Kokusunun en çok sindiği eşyalarının arasında olmak... Bu en karanlık günümde bile beni ayakta tutan, kalbimi heyecanla dolduran tek şeydi. İnci Hanım'ın yüzünde hızlı bir düşünce, bir karar ifadesi belirdi. Hafifçe gülümsedi. "Öyleyse tam zamanı. Andaç gelmeden odasına git de dağınıklığı toparla. Banyonun da temizlenmesi lazım. Benim misafirim geldi, içeride bekletmemeyim kızım. Hadi, çabuk ol." İnci Hanım yanımdan uzaklaşırken ben de merdivenlere yöneldim. Her adımda, için için bir sevinç, doktordan aldığım o korkunç haberin ağırlığını hafifletiyordu. Kapıyı usulca açtım. Odaya girdiğimde her zamanki gibi onun kokusu vurdu burnuma. Derin bir nefes alırken gülümsüyordum. Parfümünün hafif kokusu zihnimi anında yatıştırmıştı. Bir insan kendi kendine bu kadar çok sevebilir miydi? Seviyordu işte. Temizliğe özenle tozları alarak başladım. Yatağının çarşaflarını düzeltirken yastığına dokunmak bile içimi titretmeye yetiyordu. Sonra banyo kapısına yönelip kapıyı ittim. Ve dünyam bir anda yerle bir oldu. Küvetin içinde Andaç ağa vardı. Eve ne zaman gelmişti? Islak saçlarından su damlaları süzülürken kafasını küvetin kenarına yaslamış uzanıyordu. Geçirdiğim şaşkınlıkla gözlerim kocaman açılırken başımı başka yöne çevirmiştim. Tam da onun kimin geldiğine bakmak için bana dönmesiyle aynı anda. Ben duvarla bakışırken ıslak, bronz teni, kaslı göğsü, o mükemmel fiziği... Hayalini kurduğum, rüyalarımda gördüğüm manzarayı şu an kanlı canlı karşımda gördüğüm için hâlâ şoktaydım. Buz kesilmiş tüyler ürpertici bir öfkeyle dolu sesini duydum. Bu aşık olduğum ses tonu ilk kez bana karşı çıkmıştı dudaklarından. "Sen de kimsin?" Nefes alamıyordum. Konuşmaya çalıştım ama dilim damağıma yapışmıştı. "Be-Ben..." diye kekeledim, yan tarafıma dönüktüm hâlâ. Gözlerim kapıya dikilmiş bir haldeydi ve yeniden ona bakmamak için direniyordum. "Ben... temizlik... Gizem..." "Ben odadayken buraya girilmeyeceğini bilmiyor musun?!" diye gürledi. Sesinin tonu odanın içinde yankılanıp kemiklerime işlemişti. Onu çok kez böyle hayal etmiştim, evet. Ama hayallerimde o küvete ben de onunla giriyordum. Daha fazla dayanamadım. Bakışlarımı yeniden ona çevirdiğimde yanaklarım heyecandan alev alev yanıyordu. Andaç'ın da yanakları sıcak sudan hafif kızarmıştı. Dudakları parlak ve aralık duruyordu. Kalbim göğüs kafesimden çıkacak gibiydi. Bakışlarım kaslı göğsüne düşerken "özür dilerim ağam. Evde olduğunuzu bilmiyordum" dedim. Şu an tam çıkacağım andı ama ayaklarım banyoya kazınmış gibiydi. Hareket dahi edemiyordum. Andaç ağa zaten artık odasında temizlik yapmama izin vermeyecek, başka bir hizmetçiyi bulacaktı. Böyle saygısızlıklardan hiç hoşlanmadığını biliyordum. . "Nereye bakıyorsun sen öyle?" Sesi bir kamçı gibi şakladı odada. Sert, tepeden bakan ve son derece tehlikeli bir tondaydı. Hafifçe hareket ederek küvette pozisyonunu düzelttiğinde bakışlarım kol kaslarına ve omuzlarına kaydı. Ben bu adamın ters baktı diye adam vurduğunu iyi biliyordum. Ama gözlerim ondan ayrılmıyordu. Aklımı kaçırmıştım sonunda. Beni burada öldürebilirdi bile. Gözlerimi hemen bir suçlu gibi onun bedeninden ayırıp o kapkara, delip geçen gözlerine çevirdim. Kalbim öyle hızlı atıyordu ki kulaklarımda uğultu yapıyordu. "Hiç... Hiçbir yere Ağam" diye fısıldadım, sesim neredeyse duyulmuyordu. "Çok özür dilerim hemen gidiyorum." Tam geri dönüp kaçacaktım ki beklemediğim bir emir gelmişti. Ve bu emir hayatımı kökten değiştirip o eridiğim adamın karısı olmamda kapı açmıştı bana. "Gel." Sadece bir kelime. Gel dediğimde inanamayarak ona dönmüştüm. Halbuki o odadayken odasına girdim diye beni öldüreceğinden çok emindim. "Sırtıma kese yap." Nefesim kesilmişti. Kulaklarıma inanamamıştım. Hatta kendimi rüyada sanıp çaktırmadan üst bacağımı cimciklemiştim. Ona dokunmak mı? Bu imkansız hayalin gerçek olması mı? "Hadi, ne duruyorsun?" diye bağırdığında yerimden sıçrayarak küvete adeta koşmuştum. "Omzularıma kese yap hızlıca. Bir daha da ben odadayken sakın içeri girme!" "Tamam ağam" diyerek titreyen ellerimle yandaki keseye uzanmıştım. Banyonun kapısı açık kalmıştı ve içerideki yangın boyutundaki sıcaklığı götürüyordu. Bu da nefes almamı sağlamıştı. Tahta keseyi aldığımda elim o kadar titriyordu ki, neredeyse düşürecektim. İstifini bozmadan suyun içinde uzanmaya devam edip sırtını bana verdi. O geniş, kaslı sırt, su damlacıklarıyla kaplıydı. Güneş lekesine benzer benler vardı sırtında. Nefesimi tuttum. İlk dokunuşum bir elektrik çarpması gibi gelmişti. Bu dokunuş bile bana birkaç sene yeter diye düşünmüştüm. Onun nefes alışverişi benimkine karışıyor, odada yükselen ve kapıdan çıkıp giden buharın içinde kaybolup gidiyordu. Ona bu kadar yakın olmak ama her an bir aslan gibi dönüp beni parçalayabileceğini bilmek... Kadınlığımı sızlatmaya yetmişti. Hiç kimseyle ilişkim olmamasına rağmen kadınlığım deli gibi onu istiyordu. İçimde korku ve tarifsiz bir heyecan savaşıyordu. O birkaç kere ona keseyi sürttüğüm saniye bir ömür kadar uzun sürmüştü. Tam kendimi işe kaptırmış ritim tutturmuşken... Pat! Diye içeriki odanın kapısı açıldı. Odasının kapısı tam banyo kapısına bakıyordu ve kafasını çeviren herkes banyoda bizi rahatlıkla görebilirdi. "Sikeceğim şimdi ama" diyen Andaç'ın sert sesiyle yerimde sıçradım. Normalde odasına kimsenin girmesi yasakken bu gün ikinci defa biri odaya girmişti. Giren kişiyi öldürecek gibi kafasını yana çevirip kaşlarını çatmıştı. Anında keseyi elimden düşürdüm korkudan. Öfkesi bana döner diye çekinmiştim. Kapıda İnci Hanım duruyordu. Ama yalnız değildi. Yanında Hasibe diye bir arkadaşı vardı. İnci hanım, Hasibe hanıma örtüler hakkında konuşuyordu. "Bak Andaç'ın odasına koydurttum yeni diktiğim örtüyü. Modeli bu Hasibe'cim" derken iki kadının da bakışları bize dönmüştü. İnci hanımın cümlesi anında yarıda kesilmişti. Hasibe hanımın gözlerini büyüterek "amaaan" dediğini ve elini ağzına kapattığını yakaladım. Andaç ise silahını eline alacak kadar sinirliydi. "Gizem! Senin ne işin var burada? Ağanın odada olduğunu görünce çıkman gerekmez miydi?" diye haykırdı İnci hanım sertçe bağırırken. Sonra gözlerini Andaç'a çevirdi. "Oğlum siz yoksa...?" "Amına koyayım daha kim varsa çağır ana odama istersen? Bir rahat vermediniz banyo yapalım." "Ay Hasibe sen hala burada mısın?" Dedi İnci hanım arkasına dönüp Hasibe'yi ittirirken. "Kız bakma doluymuş oda ben sana sonra gösterim örtüleri." Ben ne yapacaktım diye düşünmüştüm. Andaç ağanın öfkesi şimdi bana yönelecekti. İnci hanım Hasibe hanımı götürürken peşlerine benim de takılmam gerekiyordu. "Defol sende!" Andaç'ın gür sesiyle yeniden yerimden sıçradım. "Keseyi de beceremedin zaten. Bir daha da odanın temizliğine sen gelme!" Ayağa kalkıp dolan gözlerimi saklamıştım. Az önce hissettiğim tüm o heyecan, banyonun buharı gibi olup uçmuş gibi hissetmiştim. Başımı önüme eğerek "emredersiniz ağam" diyerek dış kapıya yürüyüp hızlıca odasından kaçmıştım. İşte bu olayla sevdiğim adam sonunda benim olmuştu. Birazdan onun dini nikahlı karısı olacaktım. O gün Hasibe dedikodu çıkarmasın diye İnci hanım, Andaç'a evlenmemiz gerektiğini söylemişti. Zaten aşiret Andaç ağaya evlenmesi için baskı yapıyordu. İnci hanım beni buna layık görünce bütün gece mutluluktan ağlamıştım. Andaç da annesinin dediğini hemen kabul etmişti. O banyo gününden sonra Andaç'la bir daha karşılaşmasam da, birazdan nikah kıyılırken yanında oturacaktım. Aynaya son kez gülümseyerek baktım. Ellerimi göğüslerime götürüp kabartırken çok heyecanlıydım. Tüm ruhumla ben zaten aylardır onundum. Artık bedenim de onun olacaktı....
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD