bc

Ölüm Meleği

book_age16+
190
FOLLOW
1K
READ
dark
second chance
playboy
badboy
kickass heroine
powerful
independent
mystery
ambitious
enimies to lovers
like
intro-logo
Blurb

Tek hatası yanlış kişiye aşık olmaktı. Şimdi ise bir hain.

Katharina bir hata yaptı ve onu koruyup,büyüten insanlara ihanet etti. Geri döndüğünde herşey için çok geçti. O bir haindi. Tekrar ettiği yemin bile onu bu damgadan kurtaramadı.

Hatasının bedelini sonsuz itaatle ödüyor. Kraliçesine itaat ediyor.

Lord Mason asistanı olarak Katharina’yı istedikten sonra onun için herşey değişti.

Bir hain ve bir kahraman. Birbirine aşık olabilir mi?

Aşkları ikisininde hayatını değiştirecek…

Katharina hayatını mahveden kişiden intikamını alacak.

Ailesini öldüren ruh avcılarından intikamını aldığında herşey daha da güzel olacak.

Ancak açığa çıkması gereken çok fazla sır var.

Karanlık sırlar.

Peki Kate tekrar mutlu olacabilecek mi?

Adını haklayıp bir hainden bir kahramana dönüşebilecek mi?

Ruh avcıları, Kurtulanlar ve Lord Mason’la, Kate’in sürükleyici aşk hikayesi.

Ölüm Meleği Çok yakında….

chap-preview
Free preview
1 | YERÇEKİMİ
KATE 23.00     Gece vardiyam an itibariyle başlamıştı. Kampın ortasından geçerek, kulübelerin arasından geçerek nöbet yerime doğru ilerledim. Burası bir sığınma kampıydı. Ruh avcıları tarafından hayatları mahvolan insanların sığındığı kamplardan biri. Ruh avcılarıysa ruhlarımızı sırf zevk için acımasızca bedenlerimizden ayırıp kendilerine alan, bizim ruhlarımız ve yaşam enerjilerimizle beslenen aşağılık yaratıklardı.     İsmim Katharina Garcia. Bu kampa geldiğimde sekiz yaşındaydım. Babam Caleb ve en yakın iki arkadaşı Frank Davis ile Tyler Moore uğradıkları bir saldırı sırasında içlerinde çok önemli iki kişinin de bulunduğu beş kişilik bir ruh avcısı grubunu alt etmiş ve kahraman ilan edilip, General ve Komutan ünvanlarını ünvanı almışlardı. Lord ünvanı da alabilirlerdi ancak o ünvan için çok büyük bir fedakarlık yapmış olmak gerekiyordu. Annem ve babam o saldırı sırasında ölmüşlerdi. Alicia ve Caleb Garcia biz Kurtulanlar arasında hep kahraman olarak anılırdı.      Ben, büyük kahramanların kızı, bu kampa gelmemden iki yıl sonra bir savaşçı olarak eğitilmek üzere eğitim kampına gönderilmiştim. Kurtulanlar kendilerini saklamak zorunda oldukları için ormanın içinde kamplarda yaşarlar ve ancak kahramanlar bu kampların dışına çıkabilir tabii bir de kraliyet ailesi. O eğitim kampına gittiğimde hedefim buydu. İyi bir savaşçı olacak ve bir gün bir kahraman ilan edilecektim. Leydi olma düşüncesi bana hep itici gelse de buna katlanabilirdim. Bir kahraman olup kendime yeni bir hayat kuracaktım. Bana verdikleri saçma sapan görevler dışında Kurtulanlardan uzak duracak ve acılarımdan kurtulacaktım. On sekiz yaşıma geldiğimde hedefime yaklaştığımı hissediyordum. Bir çok göreve gitmiş ve bir çok ruh avcısını öldürmüştüm. Onları öldürmenin tek yolu sırtlarında bulunan ve “kadim nokta” olarak bilinen yere saldırmaktı. Bu bir hançerle, kılıçla, okla veya ateşli bir silahla olabilirdi. Önemli olan kadim noktayı hedef almak ve saldırmaktı. Sonra… sonra hayatımın hatasını yaptım. Kahramanların kızının yapmaması gereken bir şey. O günden sonra hayatım tamamen değişti. Bir hain ilan edildim. Kamptan kaçmamın üzerinden bir yıl geçmeden geri döndüm ve onlardan af diledim. Bana tekrar bağlılık yemini ettirdiler ve aralarına kabul ettiler. Ancak herhangi bir saldırı ya da en ufak bir dövüşte bulunmam hatta dövüşmem bile yasaktı. Bana gereksiz evrak işleri yaptırıyor ve geceleri meraklı küçük çocuklar ormanın arka kısımlarına gitmesin diye elime-asla kullanamayacağım- bir hançer verip nöbet tutturuyorlardı.  Bir de kraliçe Leah asil bir İngiliz ailesinden gelmemden dolayı sahip olduğum yetenekleri kullanıyordu  ve bana kızı Prenses Charlotte ve oğlu Prens Carl için vals, piyano ve Fransızca dersi verdittiriyordu. Bazen kendimi eski zamanlardaki mürebbiyeler gibi hissediyordum. Evin küçük beyi ne zaman ortaya çıkıyor! Eğer o sekiz yaşındaki Carl’sa istifa etmek istiyordum. Aslında bu çok komikti çünkü aşkla kesinlikle işim kalmamıştı. Sonunda nöbet yerime gelmiştim. Ağaçlardan birinin dibine oturdum ve gökyüzünü izlemeye başladım. Gözlerimi kapattım ve hayatımı düşünmeye başladım. Geçmişimi, şimdiyi ve geleceğimi. Duyduğum bir sesle düşüncelerim bölündü. Hızla ayağa fırladım ve refleks olarak elimi belimde duran hançerimin kabzasına götürdüm. Yavaş adımlarla kendimi ağaç gölgelerine saklayarak ilerliyordum. Bir yandan arkamı kontrol ediyor bir yandan da sesin kaynağını bulmaya çalışıyordum. Sonunda sesin kaynağını gördüm. Kampta yaşayan birkaç çocuk gece gizlice dışarı çıkmış geziyorlardı. Derin bir nefes aldım ve onları görmenin verdiği rahatlamayla hafifçe güldüm. Elimi hançerimden çektim ve onlara doğru ilerledim. “Burda olmamalısınız çocuklar” dedim. Önümde henüz altı yaşında gibi duran küçük bir kız ve ondan en fazla iki yaş büyük bir oğlan vardı. Kız olan ağlıyordu. Eğildim ve omuzlarından tutup gözyaşlarını sildim. “Hey! Neden ağlıyorsun?” “Cece!” dedi titrek bir sesle. Başımı kaldırdım ve diğer oğlana baktım. “Cece de kim?” “Oyuncak bebeği! Kamptaki çocuklar Lia sürekli o bebekle gezdiği için onunla dalga geçtiler ve bebeğini alıp şu ağaca attılar.” Eliyle ağacı gösterdi. Karanlıkta bebeği zar zor seçebiliyordum. Lia hâlâ ağlıyordu. “O bebeği bana annem yapmıştı. O ölmeden ve babam bizi buraya getirmeden önce. İsmini beraber koymuştuk. Şimdi Cece o ağacın tepesinde ve ben onu geri alamayacağım.” Oğlan kıza döndü ve elini tuttu. “Sana onu sabah alacağımızı söyledim. Şimdi iyi bir kız ol ve abinin sözünü dinleyip kulübeye dön.” “Ama uyuyamıyorum Sam. Cece olmadan uyuyamıyorum.” Lia’ya ve Sam’e baktım. Onları kulübelerine gönderip nöbetime dönmek zorundaydım ancak küçük kızın bebek olmadan gitmeye niyeti yoktu. “Pekala sen çıkıp alamıyor olabilirsin ama ben yapabilirim.” Ceketimi ve hançerimi çıkarıp ağacın dibine koydum. Ellerimle ağaç dallarından birini tuttum ve ayağımı boşluklardan birine koyup kendimi yukarı çektim. Hızla yukarı çıktım ve bebeğin olduğu dala ulaştım. Bebeği elime aldım ve aşağı bakıp Lia ve Sam’e gülümsedim. Sam elini açtı ve bebeği ona attım. Sesimi alçak tutmaya çalışarak onlara seslendim. “Şimdi kimse sizi görmeden hemen kulübenize dönün ve o bebeğe sahip çıkın. Bir daha ağaç tepesine atılırsa bu kadar şanslı olmazsınız.” Lia sessizce teşekkür etti ve abisinin elinden tutup kulübesinin yolunu tuttu. Bende aşağı inmek üzere harekete geçtim. Ellerimle tekrar ağaç dallarından birini tuttum ve ayağımı bir boşluğu koydum.  Tam o sırada duyulan bir “Çıt!” sesiyle neye uğradığımı şaşırdım. Tutunduğum dal kırıldı ve dengemi kaybettim. Ellerimi bıraktım ve ağaçtan aşağı hızlı bir inişe geçtim. Yere çakılmayı beklediğim sırada biri beni tuttu. Gözlerimi açtığımda birinin, bir adamın kollarındaydım. Hızla kucağından indim ve montumla hançerimi almak üzere ağaç dibine gittim. Beni tutan kollar arkamdan seslendi. “Önemli değil!”  Bir saniye öylece durdum ve sonra montumu giyip hançerimi yerine takarken ona döndüm. Yavaş adımlarla yanına gittim ve ellerimi göğsümde kavuşturdum. “Burda olmamanız gerektiği halde olduğunuz için size teşekkür etmemi beklemiyorsunuz heralde?” “Aslında bekliyorum!” dedi ukala bir ses tonuyla. “Burda olmamanız konusunda hâlâ ciddiyim.” “Ben de bir teşekkür beklediğim konusunda” Ah! Derdi neydi bu adamın? “Pekala teşekkür ederim. Şimdi lütfen kulübenize dönün ve ne benim ne de sizin başınız belaya girmesin” Güldü.”Güven bana hayatım. Seni bilmem ama burda olduğum için kimse benim başımı belaya sokamaz” Hayatım mı? Bu ne samimiyet böyle. Beni bir ağacın tepesinden düşüp,kaburgalarımı kırmaktan kurtarması bana bu şekilde hitap edebileceği anlamına gelmez. “Elbette bu sözünüzü geldiği zaman Kraliçe Leah’ya bizzat iletirim. Hatta belki bana nerden “hayatım” gibi aşırı samimi bir hitap şekliyle hitap etme cürretinde bulunduğunuzu da tartışırız” Gözlerimi ona diktim. Belki bu kampta beni ciddiye alan kişi sayısı çok azdı ama herkes bana kafa tutulmaması gerektiğini bilirdi. Güldü. Neden hala gülüyordu ki? “Ah! Gerçekten mi? Konuşmanız sırasında lütfen Kraliçe Leah’a, Lord Mason’ın selamlarını iletin ve onu en yakın zamanda ziyaret edeceğimi söyleyin” Lord Mason mı? Şok olmuş şekilde ona baktım. O ise önümde en pişkin surat ifadesiyle eğilip reverans yaptı. “Matmazel...” Son sözünü de söyledi ve pişkin surat ifadesini bozmadan yanımdan geçip gitti. Ah! Şimdi bitmiştim işte. Az önce bir Lord’a, bir kahramana kafa tutmuştum. Komutan Frank bu sefer  beni hiçbir şekilde kurtaramazdı. Hatta General Tyler bile bana yardım edemezdi. Beni,kampa geri döndüğümde onlar kurtarmış ve yeniden Kurtulanlara katılmamı sağlamışlardı ama şimdi… Of! Derin bir nefes aldım ve nöbet yerime döndüm. Tekrar ağaç dibine oturdum ve sabah olmasını bekledim. - - - 6.30 Nöbetim yarım saat önce bitti. Hızlı adımlarla kulübeme döndüm ve duşa girdim. Üzerimde ki uyku sersemliği ve dün gece yaptığım salaklığın etkisinden kurtulmalıydım. Duştan çıktım ve saçlarımı kurutup,önlerini topladım. Saçlarımı toplamaktan nefret ediyordum. Kraliçe Leah bir keresinde bana topuzun çok yakışacağını söylemiş ve çocuklarına veridiğim eğitimin bir karşılığı olarak bana bir topuz tokası hediye etmişti. Toka üçgen prizma şeklide,ucundan arka kısmına doğru kalınlaşan bir sopaydı. Siyah renginin üzerinde gümüş rengi işlemeler vardı. Kraliçe bana bunun özel bir toka olduğunu söylemişti. Bu aslında bir hançerdi. İyi gizlenmiş bir hançer. Tokayı özenli bir şekilde,diğer değerli eşyalarımla birlikte duvarda ki resmin arkasında bulunan boşlukta saklıyordum. Ayna da kendime son bir kez baktım ve dışarı çıktım. Hızlı adımlarla kampın merkez binasına girdim. Bina iki bölümden oluşuyordu. Kahramanların ve kraliyet ailesinin kaldığı dairelerin bulunduğu A bölümü ve resmi işlerin yürütülüp toplantıların yapıldığı B bölümü. Ofise gitmek için B bölümüne giden koridora döndüm. Merdivenlere doğru ilerledim ve basamakları bir bir çıktım. Ofise geldiğimde hızla masalardan birine geçtim ve bugünün işleri gelmeden önce kendime bir kahve ısmarladım. Kahvemi bitirdiğim sırada önümde bir yığın dosya bulunuyordu. Bu yıl saldırıya uğrayan ve sığınma kamplarına yerleşen insanların isimlerinin bulunduğu bir dosyaydı. Karşı masada oturan arkadaşım Jane ise eğitim kampına gönderilen isimlerin bulunduğu bir dosyayı inceliyordu. 21. Yüz yıla sonunda ayak uydurmaya karar vermiş ve bilgisayar sistemine geçmiştik. Son bir aydır arşivede bulunan dosyaları bilgisayarlara geçiriyorduk. Bu işin en iyi kısmı- bir hain olmama rağmen- bana yaptıklarım karşılığını ödüyor olmalarıydı. Nakit olarak. Dosyayı açtım ve isimleri bilgisayara girmeye başladım. Çalışmaya başlayalı yarım saat olmuştu ki Kraliçe’nin yardımcılarından biri içeri girdi. “Bayan Garcia, General Tyler sizi çağırıyor” Ona soru soran gözlerle baktım. “Nedeneni bilmiyorum. Sadece Komutan Frank,Lord William ve Kraliçe Leah da orda. Ah! Bir de şu yeni gelen Lord. Adı neydi? Hah! Lord Mason” O an tüm sinirlerimin çekildiğini hissettim. Lord Mason dün akşam olanları kesinlikle anlatmıştı ve cezamı vermek için beni çağıyorlardı. Kesinlikle kovulacaktım. Kurtulanlar beni bir daha kabul etmeyecekti. Derin bir nefes aldım ve ayağa kalkıp kaderime doğru ilerlemeye başladım.

editor-pick
Dreame-Editor's pick

bc

Kan Kırmızı (Türkçe)

read
4.1K
bc

Ölüm Yıllıkları

read
1.2K
bc

evli kadın evli adama aşık oldu

read
10.2K
bc

Tutku'nun Esiri

read
23.5K
bc

ALFABETA (+18)

read
29.2K
bc

ÇAPKIN +18 (365 Gün Serisi)

read
24.6K
bc

SENİ HİSSEDİYORUM ( 2 )

read
7.9K

Scan code to download app

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook