RUH-U İZMİHLAL PART 2

1573 Words
6 Saat Önce Sabah gözlerimi yeni bir haftaya açtığımda evin derin sessizliği ile karşılaştım. Komodinin üzerindeki saate baktığımda 11 olduğunu görmem ile afalladım. Bu saatlerde Pelin'in müzikleri, annemin mutfaktaki kahvaltı için uğraşları ve babamın telefonla konuşma sesleri gelirdi. Şimdi ise ev ölüm sessizliğine bürünmüştü. Yataktan çıkıp annemlerin yatak odasının kapısına geldiğimde kapılarını olabildiğince yavaş bir şekilde açtım. Belki uyuyakalmışlardır düşüncesi ile açtığım kapıda büyük bir hüsrana uğramıştım. Sanki hiç yatılmamış gibiydi yatak. Kapıyı açık bırakıp Pelin'in odasına gittim. Pembenin hâkim olduğu bir oda ile dizayn edilmiş bu oda ile yine aynı görüntülerle karşı karşıya kaldım. Hiçbir şekilde yatılmamış gibi duran yatakla afalladım. Bir yere gitmişlerdir düşüncesi ile mutfağa gidip buzdolabında not var mı diye baktım fakat yoktu. Tekrardan annemlerin odasına gittim. Belki notu buraya bırakmışlardır düşüncesi ile odaya girdim. Yatağın yanındaki komodinin üzerine, çekmecelerine baktığımda hiçbir ize rastlamadım. Kendi odamı alt üst ettim hiçbir not yoktu. Bakmadığım yer kalmamıştı. Şarjı bitmek üzere olan telefonumu alıp hızla annemi aradım fakat böyle bir numaranın bulunmadığını söyleyen bir ses ilişti kulağıma. Ablamı ve babamı da aradığımda aynı manzara ile karşı karşıya kaldım. Ne yani beni bırakıp gitmişler miydi? Bu düşünce ile yatağımdaki örtüyü çektim büyük bir öfke ile. Komodinin üzerindeki abajuru yere devirdim. Tekrardan yatak odalarına büyük bir hırsla adımladım. Gözden kaçırdığım bir yer vardır düşüncesi ile etrafı altüst ettim fakat hiçbir şey bulamadım. Yatağın örtüsünü çektim büyük bir öfkeyle. Örtüyü çektiğimde siyah bir şeyler düşmüştü yere. Makyaj masasının altına girmişti. Adımlarımı hızla makyaj masasına yönelttim. Makyaj masasının altına eğildim ve elimi uzatıp siyahlığı almaya çalıştım. Güç bela aldığım siyah zarf kırmızı mühür ile kapatılmıştı. Mühürle kapatılmış olan zarfı açıp içinden sağ kenarı yırtık bir kâğıdı çıkardım. Mürekkeple yazılmış olan kâğıdın her bir cümlesini okuduğumda gözümden aşağı gözyaşları süzülüyordu. Okuduğum her yarım cümle ile yıkılıyordum.  "Sevgili kızım İnci'm Kızacaksın bize hak veriyoruz sa... Ama şunu bilmeni istiyoruz ki b... Bunu bize onlar zorladı. Yapma.... Ama bu oyunda tek başına deği.... Sana yardım edecek biri varmı.... Adı nedir bilmiyorum. Sana yar.... ve seni koruyacak. Kendine dik.... Affet bizi kızım. Seni seven ailen...." Her bir harf bir kelimeyi oluşturmuştu; kelimeler cümleleri, cümleler satırları oluşturmuştu. Kaleme alınan her bir harf beni ayakta tutan tuğlalarımdı. Tuğlalarda oluşan güzel kelimeler cümleleri oluşturuyor, cümlelerde satırları oluşturup beni daha çok ayakta tutuyor, yükseltiyordu. Ama kötü kelimeler her bir tuğlamı yıkıp ölüme sürüklüyordu. Bir cümle bile kurulmadan kırılıyordu tuğlalarım. Dibe çekiyordu beni. Yazılmış olan cümleler benim yıkılışımın sebebiyken cümleyi oluşturan kelimeler benim ölüm sebebimdi. Ruhumun ölüm sebebi. Güçlü bir şekilde dimdik duruyorken bu cümleler ile bir anda çökmüştüm. Ayaklarım bu notla daha fazla dayanamamış yere sermişti beni. Gözümden dökülen her bir damla mürekkeple yazılmış olan yazı ile birleşip dağılıyordu. Her bir satırı okuduğumda dağıldığım gibi. Dışarıda yağmaya başlayan yağmur sanki durumumu bilircesine yağıyordu. Çisil çisil yağan yağmurdan güç alıp kendimi evden dışarı atmak için ayaklandım. Boş evin içi boş insanıydım. Bu evden kısa bir anlığına da olsa çıkıp nefes almak istiyordum. Boğazıma bir ip düğümlenmiş nefes almamı engelliyordu. Kendini taşımakta güçlük çeken ayaklarımı zorlayarak dışarı attım kendimi. Tane tane yağan yağmurla ayaklarımın beni götürdüğü yere gitmeye başladım. Yağmur eşliğinde nereye gittiğimi bilmeden gidiyordum öylece. Yanımdan geçen arabaların korna sesleri ile kendimi ne kadar kaldırım kenarına atsam da kendimi hep yolun ortasında buluyordum.  Gözlerimi kapatıp bunların gerçek olmamasını diledim fakat gerçekti. Çisil çisil yağan yağmur şiddetini arttırmış hava yağmurdan dolayı kararmıştı. Yağmurlu havalardan korkan ben yağmura sığınmıştım. Çıplak ve güçsüz ayaklarım ile ne kadar yol gittim ya da nereye gittim bilmiyorum. Başımı kaldırıp geldiğim yere baktım. Mezarlık. Aile büyüklerimin mezarlığına gelmiştim. Bu mezarda; dedem, nenem, amcam, dayım, teyzem ve halalarım yatıyordu. Bir aileyi bu koca mezarlığa gömmüştük. Neden öldükleri, nasıl öldükleri ise kocaman bir soru işaretiydi. Ailemin yanına gidip yanlarına uzandım. Yağan yağmur ile toprak olan zemin yerini çamura bırakmıştı. Ellerimi çamurlu olan zemine koydum. Bataklık gibi olan çamur ellerimi gizlemişti. Lacivert geceliğim çamura bürünmüştü. Çamuru sıkıp delicesine bağırıp içimdeki öfkeyi, siniri, çaresizliği haykırmak, yakıp yıkmak istiyordum. Öyle de yaptım.  "Nefret ediyorum sizden! Bahanelerle dolu hayatınızdan nefret ediyorum! Bir dediğinizi ikiletmeyen ben bunları hak etmedim! Ne yaptım ki size bana bunları yaşatıyorsunuz" Yakarışım ölülerin yattığı alanda yankılanıyor göklere yükseliyordu. Gökyüzü yakarırcasına çakan şimşekle irkildim. Şimşek sesimi duymuş gibiydi. Yağmurlu havalardan korkmamın sebebi şimşekti. Bulunduğum bu durum ise ona sığınmamı sağlıyordu. Varlığımın hikmetini ve var olmayı sevmememdeki en büyük şey yaşadıklarımdı, yaşayacaklarımdı. Gerek geçmişimde yaşadığım gerek ise geleceğimde yaşayacağım olaylar beni daha çok bataklığa gömüyordu. Geçmişimde acı bir anı vardı. Geleceğim de ise geçmişimde yaşadığım olay geleceğime yansıtılıyordu. Geçmişim benim gölgem geleceğim ise aynamdı. Gölgem aynaya her göründüğünde geçmişim açığa çıkıyordu ve bu da geleceğimi etkiliyordu. Gölgem daima benimleydi.  Saatlerce uzanmıştım yağmurun altında. Uzandığım yerden kalkıp yorgun adımlarla eve doğru yürüdüm. Yağmur halen devam ediyordu. Eylül ayının ilk haftalarında olduğumuzdan olsa gerek yağmur çok yağıyordu. Eve doğru giderken birkaç komşuya rastlamıştım. Sorular sordular fakat onlara cevap verecek gücüm yoktu. Kendimi yorgun bir şekilde bahçeye atıp dizlerimin üstüne çöktüm. Gökyüzü yavaş yavaş aydınlanıyordu karanlıktan. Çamurda meydana çıkan belli belirsiz ayakkabı izleri ilişti gözüme. Gittiklerinin izleri. Arkalarında bıraktıkları bir başka iz. Çamur olmuş belli belirsiz ayakkabı izleri yağmurun damlaları ile yavaş yavaş irkintiyi oluşturmuştu. Bu irkinti yavaş yavaş büyüyor ve bataklığa yol açıyordu. Ellerimi daldırdım bu bataklığa. Kaybolmayı diledim bu küçük bataklıkta. Gerçek olmayacağını bile bile bir şeyleri dilemek, içinde halen var olan bir umudun parçasıdır. İçimde hala tohumu kalmış bir umut vardı. Ben o tohumu sulayıp filizlenmesini, zamanla büyüyüp yeşermesi için o umut tohumuna tutunuyordum. Umuda tutunmam benim suyumdu. O suyu her tohuma döktüğümde arsız bir vişne ağacı gibi yayılıyor ve çoğalıyordu. Yüzümü gökyüzüne çevirdim ve hafif yağan yağmuru gözüm kapalı bir şekilde gözyaşlarım eşlik etti. Kaç saat; dakika, saniye o pozisyonda kaldım bilmiyorum. Rüzgârın sert esintisi eşliğinde kendimi toparlamaya çalışıp eve doğru yol aldım. Onların giderken arkalarında bıraktıkları izler gibi bende izler bırakıyordum. Tek fark benim izlerimin daimi izler olmasıydı. Şimdiki Zaman Dilimden dökülen kelimelerle rahatlamıştım. Gözlerimi pencereden alıp kahverengileriyle buluşturdum. Benim çağlayan gibi akan gözlerim onun kuru ve duygusuz gözleri ile kesiştirdiğimde gözlerini kaçırdı gözlerimden. Boğazıma bir yumru oturmuş yutkunmamı engelliyordu. Yumruya inat sert bir şekilde yutkundum. Yanından geçip banyoya doğru adımladım. Elimi yüzümü yıkayıp kendime gelmek için bir süre orada durdum. Banyodan çıkarken viledayı da alıp salondaki çamur izlerini silmek için salona geçtim. Etraf ne kadar karanlık olmasa da salonun ışığını yakıp yerdeki çamurları vileda ile aldım. Mutfak kapısının pervazına yaslı kolları göğsünde bağlı bir şekilde dikilmiş beni izliyordu her zamanki gibi. Ne kadar onu umursamamaya çalışsamda bedenim gergin bir şekilde gerilmişti. Bütün çamuru alıp temizledikten sonra viledayı banyoya koyup salona geri döndüm. Bıraktığım gibi hala kapının pervazına yaslı bir şekilde gözlerini düşünceli bir şekilde yere dikmiş duruyordu. Karşısına geçip aşinası olduğum açık kahveleri benim koyu kahvelerimle birleşti. Bir insan nasıl bu kadar duygusuzca bakabiliyordu? O bakıyordu.  "Oyunun ne olduğu hakkında bir bilgin var mı?" Sorduğu soru ile düşünmeye başladım. Gördüğüm kâbuslardan başka hiçbir bilgim yoktu. "Hayır, yok. Fakat bu son zamanlarda bu oyun ile ilgili kâbuslar görür olmuştum." "Ne kâbusu?" Derin bir nefes alıp verdikten sonra salona geçip tekli koltuğa attım kendimi. O da peşimden gelip karşımdaki tekli koltuğa bıraktı kendini. Ayaklarını sehpaya uzatıp yarı uzanır pozisyonuna girdi. Ayakta duracak halim yoktu. "Bu son zamanlarda yaklaşık olarak hemen hemen 1 haftadır rüyalarımda çoğunlukla hep bir oyunun içerisinde olduğum ve bu oyunda ailem ile tehditler alıyordum. Görevler verileceği ile ilgili şeyler falan. Rüyalar hafızamdan silinmiş gibi yoklar. Tek hatırladığım rüya, dün gördüğüm rüyaydı. O da sabahın erken saatlerinde hatırlar öğlene yakın saatlerde de unuturdum. Bunun dışında hiçbir bilgim yok." "Ailenden daha önce bu oyunla ilgili bir konuşma duydun mu?" "Hayır." Neden soruyordu bunları? Gözlerini bana dikmiş bir şeyler çözmek istercesine bakıyordu sanki. Bazen korkuyordum ondan ama bir o kadar da ona doğru çekiliyordum. Etrafa bakıp bakışlarını tekrar bana çevirdi. "Burada kalabileceğini sanmıyorum artık bun-" cümlesini tamamlamadan gelen bomba gibi ses ve ardından gelen ışıkla git gide karanlığa bürünmüş olan gökyüzü aydınlanmıştı. Ne çabuk etraf kararmaya başlamıştı öyle. Pembemsi renkler ve bomba etkisi gibi olmayan ama bombayı andıran ses ile yerimde mıhlanmış bir şekilde öylece kırılmış kapının boşluğuna bakıyordum. Korku dolu gözlerle Tufan'a baktığımda onun da bana baktığını gördüm. Ben ona korku dolu gözlerle bakarken o bana halen duygusuz gözlerle bakıyordu. Bu durumda bile duygusuzluğunu koruyabiliyordu. "Sen burada bekle ben bakıp geliyorum" deyip hızla ayaklandı. Onu öylece bırakıp gitmesine izin veremezdim. "Dur bende geleceğim seninle." "Gidip ne olduğuna bakıp geleceğim. Burada dur sen." Ne kadar istemesemde gitmesine mecbur bir şekilde izin vermiştim. Kırılan kapının üstünden temkinli adımlarla dışarı çıktı. Bana uzun süren fakat kısa süre zârfı içerisinde geri döndü. Elinde orta boylarda bir kutu vardı. Siyahlarla kaplı orta boylarda bir kutu. Siyah paketli kutuyu bana uzattı. "Sanırım bu sana gelmiş." Şaşkın gözlerle ona baktım. Bakışlarımı kutuya indirip titreyen ellerimle aldım. Bir iki adım geri gidip uzaklaştım ondan. Kutuyu kulağıma yaklaştırıp fazla sarsmamaya dikkat ederek sarstım. Aşağı yukarı salladığımda bir şeylerin içinde gelip gittiğini işittim. Bir bomba olabilir miydi ki? Gerçi olsa bile hemen patlamaz mıydı? "Arkasında not gibi bir şey var sanırım. Bak." Demesi ile kutuyu ters çevirdiğimde bordo renginde bir kâğıda beyaz kalemle bir şeyler yazılmış olduğunu gördüm. "Merhaba küçük hanım. Artık bir oyunun içerisindesin. Bu oyunu bizim kurallarımıza göre oynamak zorundasın. En ufak bir hamlen senin aleyhine olur. Bize ters yapman demek; tek tek ailenin yok olacağı demek olduğunu unutma. Kutuyu açmanı ve sana verilen ilk görevi yerine getirmeni istiyoruz. Bol şans küçük hanım." Hatırladım. Dün gece ve ondan önceki gecelerde gördüğüm kâbusların bazı kısımlarını hatırladım. Artık bir oyunun içinde olduğumu ve oyunu kurallarına göre oynamak zorunda olduğumu rüyalarımda da görmüştüm. Ve eğer oyunu kurallarına göre oynamazsam ben ya da ailem ölecek. Öleceğiz.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD