
Jeremy Kargısan;
Yaş: 25
Boy: 1,88
Kilo: 75
Göz rengi: Kahverengi
Koleje gitmesine rağmen sürekli hor görüldü. Aşağılanmanın nasıl bir duygu olduğunu ancak o bilirdi. Okuldaki herkesin iğrenerek baktığı ve ten renginden dolayı ona kötü lakaplar takılan kişi oydu.
Sadece okulda değil babasının şirketinde çalışmaya başladığında da olmuştu. Oluyordu. Bu yüzden ortaklıklarını bozuyorlardı. Annesi o 19 yaşındayken ölmüştü. Annesi öldükten sonra birkaç kez başka ülkeye kaçmayı denemişti ama yapamamıştı. Alışmıştı İstanbul'a.
Annesi Jade Gilbert yıllar önce gelmişti İstanbul'a sonra Hulusi Kargısan'la tanışmış, birbirlerini sevmişler ve evlenmişlerdi. Sonra Jeremy doğmuştu. Küçücük siyahi bir bebek.
Aslında o doğar doğmaz başlamıştı hor görülmesi. Dedesi ve babaannesi tarafından. Şu an bile tiksinerek bakıyorlardı torunlarına. Jeremy her ne kadar bunu takmamaya çalışsa da o bakışları unutamıyordu.
Aslında sevilmeyecek biri değildi. Yakışıklıydı, komikti, sempatikti, sevecendi, eğlenceliydi. Ayrıca ağır başlıydı ama sinirliydi.
Sevgilisi yoktu. Birkaç kez olmuştu. Olmasını istemişti ama tanıdığı her düzgün kadın evliydi. Evlilik ona biraz uzak gibi görünse de o da istiyordu. Zordu. Her insanın ona karşı nefretle bakıp hakaret ettiği zaman zordu.
Sinirlendiğinde alnında bir damar çıkıyor ve çenesi seyiriyordu. Mutlu olduğunda sağ ve sol yanağındaki büyük gamze ortaya çıkıyordu.
Uzay Heykelci;
Yaş: 25
Boy: 1,75
Kilo: 47
Göz rengi: Mavi
Uzay 13 yaşına kadar sürekli gülen bir kızdı. 13 yaşında tecavüze uğramış ve 6 yıl komada yatmıştı. Komadan çıktığında 19 yaşındaydı. Hayattan bezmişti. Kendini temiz görmüyordu. Son anda yetişen arkadaşları sayesinde korumuştu kendini ama dokunmuştu o adam. O pis elleriyle boynunu okşamış saçlarını, boynunu öpmüştü. Daha yeni çıkmaya başlayan göğüslerine dokunmuştu. Belki ailesi daha dikkatli seçselerdi öğretmenlerini böyle bir şey olmayacaktı.
Piyano öğretmeniydi o adam. O gün doğum günüydü ve arkadaşları gelecekti ama o adam bütün günü mahvetmişti. Yıllardır kutlamıyordu doğum gününü. O günü ve o adamı hatırlatıyordu.
O olaydan sonra kimseyle konuşmamaya başlamıştı. Sadece yalnız olduğu zamanlarda kendi kendine konuşuyordu. Okuduğu bir kitapta bir kız kimseyle konuşmuyordu ve bir süre sonra konuşmayı unutuyordu. Bu yüzden kendi kendine konuşup kitap okuyordu. Bu konuşmayı unutmaması için gerekliydi.Ailesi, arkadaşları, doktorlar, psikiyatristler... hiçkimse onun konuşmasını sağlayamadı. Kendini hazır hissetmiyordu konuşmak için. Nedenini o da bilmiyordu. Sanki konuşursa yine aynı şeyleri yaşayacağını hissediyordu. Yaşadıkları güzel şeyler değildi. Taşımakta zorlanıyordu.
Ailesi varlıklıydı. Babası onu şirketin başına geçirmek istiyordu ama artık onun da ümidi kalmadı. Konuşacağını düşünmüyordu. Her şeyden çok istiyordu ama...
Aslında bütün şanssızlıklar onu bulmuştu. Annesi İpek hanımı uzun bir süre önce kaybetmişti. O zamanlar çok küçüktü. Annesi göğüs kanseriydi. Kanser geç fark edildiği için yaşama şansı kalmamıştı. Uzun süre savaşmış ama o savaşı kazanamamıştı.
Okulunu özel olarak bitirmişti. Diplomasını da almıştı. Arada babasına yardım ediyordu. Babası bundan memnun olsa da yine de kötü hissediyordu. Onu zorladığını düşünüyordu. Aslında bunu Uzay istiyordu.Şimdi çok güzel bir kadın olmuştu. Uzun sarı saçları, mavi gözleri ve mankenleri çatlatacak kadar düzgün fiziği ile herkesin dikkatini çekiyordu. Dar, kısa ve dekolteli şeyler giyinmeyi sevmiyordu. Dolabında tek tük böyle kıyafetler vardı. Babasıyla gittiği davetlerde giyinirdi genelde.Davetlere gitmeyi sevmezdi ama babasını yalnız bırakmamak için giderdi. Gittiği yerlerde köşeye geçer meyve suyu içerdi. Hayatı buydu işte.
Bu iki zor insan birbirlerinde kendilerini bulabilecek miydi?

