bc

DÜŞLERİMİN KIZIL SAÇLI KIZI

book_age12+
1.2K
FOLLOW
5.0K
READ
sex
HE
brave
royalty/noble
sweet
medieval
regency
first love
spiritual
wild
like
intro-logo
Blurb

Arthur McQueen, geçmişinde kabusu olan kızın on yıl sonra hayali olacağını bilebilseydi kendisini öldürmeyi tercih ederdi hiç şüphesiz.

" Senden nefret ediyorum Arthur McQueen. Senden ve içimde uyandırdığın duygulardan nefret ediyorum ''

" Hayır, beni seviyorsun. Sana hissettirdiklerimi seviyorsun. Tıpkı benim seni sevdiğim gibi sen de beni seviyorsun. "

Katherine McCrowell, unutmaya çalıştığı ilk aşkını on yıl sonra bile unutamadığını fark edeceğini bilseydi idam fermanını kendi elleriyle yazardı .

Yıldızlara yazılıysa bir kader,

Kaderi değiştirmeye kimin gücü yeter ?

Her aşk engebelli bir yolun sonunda şekillenir.

Bir İskoç masalı. ..

Bu hikayeyi seveceksiniz .

Yazar:krtlms

- 15.03.2016

chap-preview
Free preview
AV
1610 Karaağaç Ormanı (McQueen Kalesi 80 mil ) Kuzey Iskoçya Ormanın sessiz ve ürkütücü havasını bir bıçak gibi kesen at nalları hızla ilerliyor ve cehennem keskinliğindeki silahlarını, önlerinde kaçmaya çalışan geyiği, yakalamak için ölüm meleği gibi tutan sahiplerine itaat ediyorlardı. Hafif sisli hava ve her an yağmur yağdıracakmış gibi duran bulutlar ve boğucu sıcak; tereddüde yer bırakmaksızın hayvanların sığınaklarına geçmiş olabileceğini gösteriyordu. Çünkü etrafta şu an kaçmaya çalışan geyik dışında tek bir canlı varlık dahi görünmüyordu. Aç gözlerle alaca geyiği takip eden atlılar  uzun süredir at sırtında yolculuk yapmaktan bithap düşmemiş gibi koşuşturmacadan oldukça  keyif aldıklarını  belli eden gülümsemelerini yüzlerinde taşıyorlardı. Bu havada yiyebilecekleri bir hayvan bulmak neredeyse imkansızdı. Şanssız geyiğin dışında... Ki şanssızlık karşı taraf için bulunmaz bir fırsattı . Zira ellerindeki son şansı kaybetmek  onların aç  kaldıkları  iki güne bir gün daha eklemelerine neden olacaktı ki her biri iri kıyım bu delikanlılar için açlık pek de  keyif verici bir his değildi. Sık ağaçların sürekli engel teşkil ettiği ormanda ise ilerlemek bir hayli güçtü   . Arada kulakları tırmalayan yıldırım sesleri atları bir anlığına ürkütürken aynı şey zavallı geyik için de geçerli olmuş olacak ki savaşçı oldukları  hallerinden belli olan usta atçılar bunu iyi şekilde değerlendireceklerdi. Benjamin'in geyiğin önünü kesmek için yön değiştirdiğini fark eden Arthur atını hızlandırdı. Oku ve yayı hazır konumda gözlerini avına kilitlemiş şekilde ancak bir ölüm tanrısı olabilirdi diye düşündü yardımcısı Thomas .Efendisinin arkasında, cılız bedeninin el verdiği ölçüde at üstünde dengede durmaya çalışıyordu. At binmek konusundaki tecrübesi bu adamlarla kıyas bile edilemez derecede az olduğundan onlar kadar hızlı ilerleyemiyordu . Kim bilir belki de ilk tecrübesiydi . Arhur hızını kontrollü bir şekilde artırırken diğer savaşçılar da geyiğin etrafında bir çember oluşturmaya çalıştılar. Fakat hayvan bu ormanın sahibi benim dercesine onları şaşırtıp yön değişiyor, yıldırımların etkisiyle devrilmiş ağaç kütüklerinin üstünden bacaklarının verdiği çeviklikle atlıyor savaşçıların işini zorlaştırarak adeta alay ediyordu. Neden sonra  gözlerindeki korkuyu bütün doğa fark etmiş gibi rüzgar şiddetini daha da arttırdı. Benjamin geyiğin önüne çıkmak için hazır bekliyordu. Arthur ona doğru dönüp gülümsedi ve okunu biraz daha gerdi, bu gidişle geyiği yakalayamayacaklarını anlaması uzun sürmemişti ve bu galibiyetin kendisinin olmasını istiyordu. Nişan aldı ve serbest bıraktığı  okun geyiğin boynuna saplanmasını duygusuz bir ifade ile izledi. Benjamin ise vuramayacağını düşünmüş olmalı ki-bu düşüncenin saçmalığını daha sonra fark edecekti- gördükleriyle afallamışa benziyordu. Arthur iyi bir ok kullanıcısıydı ve az önce bu kadar uzun bir mesafeden geyiği vurması bile bunu su götürmez bir şekilde kanıtlıyordu. Geyiğin biraz önceki canlı bedeninin hareketsiz kalışıyla birlikte Benjamin başını yana attı ve gözlerinde muzip bir ifadeyle Arthur'a baktı. Lanet herif her seferinde kendisini alt ediyordu. Bu seferki av ikisi arasında bir rekabete dönüştüğünde bu adamın her zaman suratında yer alan kibirli gülüşünü silecek yeni bir fırsat bulduğunu düşünmüştü . Ne yazık ki her seferinde olduğu gibi bunu da çok sevgili arkadaşı kazanmıştı. "Bu sadece bir şanstı Arthur McQueen!" bağırışının ardından çakan şimşek Benjamin'in hırsının bir yansıması gibiydi. Arthur artan gülümsemesiyle uzak mesafedeki arkadaşının gözlerine odaklandı. "Her zamanki gibi sevgili kardeşim " *** Birkaç saat sonra bulutlar daha da yoğunlaşmış ve göl kenarına çok da uzak olmayan bir yerde kendilerine sığınak yapan atlılar yağmur yağmadan yıkanmışlar ve karınlarını doyurmuşlardı. Gidecekleri yere çok az bir mesafe kalmasına rağmen tüm yükünü yeryüzüne bırakmak isteyen bulutlar bu havada yolculuk yapmanın tehlikeli ve yorucu olacağı hakkında bir kaç fikir verdiğinden  konaklama kararı aldılar. Yağmur şiddetli değildi . Henüz.. Hafif bir şekilde çiseliyor, rüzgar yaklaşan fırtınanın habercisi gibi uğulduyordu. Fakat karınlarının tokluğu soğuk havayı önemsiz hale getiriyordu.    Askerlerin kimisi  ağaç dallarından yaptıkları çatı altında uzanmış dinleniyor kimisi birbiriyle laf atışına girip kahkahalar atıyordu. Arthur ise bir eli başının altında tartanının üzerinde sırt üstü uzanmış gözlerini ağaç dallarının arasında belli belirsiz görünen gri bulutlara dikmişti. Fakat onu tanıyanlar gözlerini diktiği gökyüzüne methiyeler dizmediğini anlayabilirdi. Nitekim on yıl diye düşündü Arthur. .Buraya gelmeyeli on yıl olmuştu ve şimdi kendi topraklarındaydı. Özlemişim diye geçirdi içinden. Özlemişti. Annesini kız kardeşlerini ve tabi ki erkek kardeşini. Babasının yılda bir yaptığı ziyaretler sayesinde biraz olsun özlemi yatışsavda   ailesinin diğer üyelerini bu süre zarfında hiç görmemişti. Babası öyle istemişti ve haklı sebepleri vardı. Çünkü ilerde bir gün tek başına kaldığında nasıl idare etmesi gerektiğini öğrenmeli, düşmanlarına karşı güçlü olmalıydı. Zayıflık acizlikti.  Başını olumsuzca iki yana salladı . Belki de bu konuda fazla abartılı davranıyordu.   On sekiz yaşından itibaren kendi klanının lideri olmak için oradan oraya gidiyor ,saçma yönetim kuralları olarak gördüğü  bir dizi gereksiz talimatları yerine getiriyordu. Şikayetçi olmasına karşın tekrar o yaşta olsa itiraz etmeyeceğini de biliyordu ya bu konu üstünde fazla durmaya gerek yoktu . Zira bu süre zarfında askeri eğitimlere katılmış,bir çok silah kullanımında usta olmuş ve bir çok savaşa katılmıştı. Tecrübesini arttıracak hiçbir işten kaytarmamış öğrendiği bilgileri yerinde ve doğru zamanda kullanmayı öğrenerek kısa zamanda   kralın en genç ordular komutanı olma şerefine ulaşmış ve tek bir yenilgi bile almamıştı. Savaş stratejileri konusunda o kadar başarılıydı ki bir çok  klan komutanı bizzat teşrif edip ondan akıl almaya geliyordu. Geriye dönüp baktığında pişman  olduğu pek az şey bıraktığı için vicdanen rahattı  . Sevmediği tek şey ise saçma nezaket kurallarıydı. Bir liderin nasıl olması gerektiğini babasından yeterince görmemiş olsaydı şikayet etmezdi fakat kibar İngiliz soyluları bunu barbarca görüyorlardı. Tanrı aşkına bir kaşığı tutmak için onca çabaya ne gerek vardı? Bunu düşünürken bile sinirleri geriliyordu. Onlara barbarın kim göstermek için  can attığı  pek çok zamanda kendine hakim olabildiği için şanslılardı. Bunda İngiliz soyluların içten pazarlıkçı olmalarının etkisi de büyüktü. Her ne kadar bir klan liderinin varisi olsa ve adamları sürekli korumalık yapsa da-ki bunu kendi başına da yapabilirdi- bir İngilize ya da herhangi başka insanlara güvenmemesi gerektiğini amcasının ölümü ile anlamıştı. Zavallı amcası bir İngiliz sürtüğüne aşık olmuş kısa zaman sonra onun ellerinde can vermişti. Bunu düşündükçe hepsine lanetler etmeden  durduğu bir gün bile yoktu. Tanrı biliyor ya onlardan zerre korkmamış fakat arkadaşlarına gelebilecek harhangi bir saldırıya da ihtimal vermemek için bir çok şeye gözünü kapatmak zorunda kalmıştı. Kralı da anlamış değildi. Tanrı aşkına o bir İskoç'tu. Ve kendisinin 2 yıl boyunca İngiltere Sarayı'nda  kalmasını istemişti. Nitekim başarılı da olmuştu. Savaşlar hiç gözünü korkutmazdı hatta eğlendiğini bile söyleyebilirdi ama balolara katılmak dans etmek ona göre olmamıştı. Olamazdı. Ama kralın onu oraya casusluk için gönderdiğini de bir tek kendisi biliyordu. En güvendiği adamının oğluydu Arthur. Hector McQueen'in varisiydi. Tüm olumsuzluklara rağmen bu gurur verici bir sorumluluğu üstlenmekten çekinmemişti . Neyse ki azap sona ereli bir ay olmuştu ve şimdi  evine dönüyordu. Evim... diye düşündü. Bu sözcük dilinde buruk bit tat bırakmıştı. Uzun süredir evim diyebileceği tek yer kaldıkları askeri karargahtı . Şimdi ise küçüklüğünün en güzel zamanlarını geçirdiği yere yetişkin bir adam olarak dönüşünün garip hissini yaşıyordu.  Gerçi hüzünlü bir dönüş olduğunu biliyordu Arthur. İçindeki duyguların yoğunluğu ile derin bir nefes koyverdi. Dönüşü  babasının bir ay önce rahatsızlanışı ve  ülke yönetiminin küçük kardeşlerinin ellerine kalmasıyla hız kazanmıştı. Kardeşi Breanean ona bir mektupla olanları kısaca anlatmış ve hemen gelmesini istemişti. Mektubu alır almaz yola koyulmuştu ama yollarına çıkan canlı cansız engeller bir türlü kaleye gitmesine izin vermiyordu. Kaşları istemsiz çatılırken rüzgarın sesi bir ıslık gibi kulaklarına dolmuş ve ona küçüklüğünden hatıralar getirmişti. "Baba rüzgarlar neden ıslık çalar " Arthur, öndeki iki dişini diş perisine vermişti ve o kadar sevimli duruyordu ki Hector McQueen oğlunun bu masum sorusuna gülerek oğlunu kucağına aldı. "Onlar ruhları cennette olan sevdiklerimizin bize mutlu olduklarını haber vermek için gönderdikleri seslerdir oğlum. Rüzgar o sesi bize ulaştırır ve biz onlar için kaygılanmayız." "Peki ya mutlu olmadıklarında ne yapıyorlar baba?" "Cennette hep iyi insanlar olur oğlum ve iyi insanlar cennet gibi iyi bir yerde mutlu olurlar. " Arthur bu anıyla hüzünlenirken rüzgarın sesini dinlemek ona biraz da olsa huzur vermişti. Şimdi sadece bir kaç saatlik yolları vardı. Yarın evdeydi ve bazı şeylere el atması gerekecekti. Düşünceleri Benjamin'in iri cüsseni yanına devirişiyle- ki bu kesinlikle bir devirişti- yarıda kesildi. O, öz kardeşleri dışında kardeşim dediği tek insandı ve uzun bir süredir beraberlerdi. O da muhakkak evini özlemişti. "Ee Benjamin ne düşünüyorsun ? Eve gidiyoruz" sesindeki burukluk fark ediliyordu. Babası için endişeleniyor ve yetişememekten korkuyordu. Onun kızgın bakışlarla kendisine baktığını görünce duygularının aksine dudaklarında hafif bir gülümseme peyda oldu. Gerçek ismi Batair olmasına karşın ingiliz leydileri nedendir bilinmez ona Benjamin diye sesleniyordu ve Batair bunu ne zaman duysa ortalığı kasıp kavuracak şekilde sinirleniyordu. "Ba-ta-ir . Benim adım Batair. Tanrı aşkına hepinizin nesi var böyle ölmek mi istiyorsunuz? " "Bence Benjamin ismi sana yakışıyor" "Hah . Bence sen kaşınıyorsun. Kaşımamı ister misin ?" "Sakın ol dostum bu aramızda sır "diyip göz kırptı Arthur. Muziplik ses tonuna işlemişti. Bu Batair'i daha da sinirlendirdi. "Ahh kes sesini. Babam duysa bana günlerce ahır temizlettirir." Batair pek sık rastlanmasa da bu konuda haklıydı. Lord Gregor ingilizlerden nefret edecek kadar çok savaşmıştı onlarla. Arthur bu nedenledir onu çok severdi. Kendisi babasıyla  beraber sırt sırta savaşmış cesur bir komutandı, hatta savunmasız bir anda  saldırıya uğradıklarında babasının hayatını kurtarmış oluşunu babası gözlerinde minnettar bir ifadeyle anlatırdı. Ki bu yüzdendir babasının en yakın arkadaşlarından biriydi Lord Gregor. Şimdi de oğlu Batair kendisiyle birlikteydi. Batair önce çocukluk arkadaşı daha sonra savaş arkadaşıydı en önemlisi kan kardeşiydi. Onu severdi. "Haklısın ama sanki ahır temizlemek biraz iyimser kaçmıyor mu?."diyerek biraz daha takıldı Batair'e. Onu sinirlendirmeyi de seviyordu. "Bu yüzden" sesini diğerlerinin duyması için biraz daha yükselmişti "Bana Benjamin diyen her kim olursa olsun demeden önce mezarını kazsın ki bir de onunla uğraşmak zorunda kalmayayım. " Onun bu söylemiyle herkes bir anda kahkaha atmaya başlamış ve bu durum Batair'i çileden çıkarmıştı. "Hadi ama Benjamin güzel leydiler sana bu isimle hitap edince halinden gayet memnundun" diyen Johnson'u Gözlerini kırpıştırıp "Ah Lord Benjamin o kadar güçlüsünüz ki" diyen Logan takip etti. Logan'ın büyük ve ürkütücü cüssesine rağmen kadın taklidi yapmasıyla birlikte herkes daha çok gülmeye başladı. Yerinden doğrulan Batair herkese öldürücü bir bakış yolladı. "Kesin sesinizi yoksa bir daha ne konuşacak diliniz ne de görecek gözünüz kalmayacak" yumruklarî sıkılı halde devam etti Batair. "Benim lanet olasıca adım Batair " Arthur gülmemeye çalışarak birbirine bastırdığı dudaklarındaki hafif yamuk gülüşü ile "Batair sen onlara uyma buraya gel "diyerek arkadaşını sakinleştirmeye çalışıyor ve diğerlerine susmalarını işaret ediyordu. Batair bu konuda iyice hassaslaşmıştı. Robert ve Bartley Batair'in yanına gelip kollarını Benjamin'in omzuna koydular. "Sakin ol dostum. " dedi Robert " Aramızda bir şaka " diye devam etti Bartley "Sen Benjamin değilsin " Batair sonunda kabul ettirebildiğine sevinerek rahatlayacaktı ki ikilinin buna fırsat vermeyeceğini anlaması gerekiyordu. " Leydi Caroline bize ulakla bir mektup gönderdi. " dedi Robert yeni aklına gelmişçesine parlıyordu gözleri. "Lord Benjamin gitmeden bana uğrasın yazıyordu " diye devam ettirdi Bartley. Birbirlerinin sözlerini sürekli tamamlamaları zaten öfkeli olan Batair'in beyninde yanan ateşi körüklüyordu. Kafasından dumanlar çıktığına şahitlik edecek bir kaç kişiyi bulmak zor olmazdı. Nitekim herkes bunun farkındaydı. Bartley ve Robert ise daha ne kadar ileri gidecekleri belli olmayan konuşmalarıyla onu teste tabi tutuyorlardı. Lanet olası ikizler! "Bundan benim neden haberim yok?"dedi yeni kavramışcasına. Leydi Caroline... diye de düşünmeden edemedi. Gerçekten iyi bir kadın olduğunu inkar etmeyecekti. Fakat yalnızca yatakta. "Çünkü ..." dedi Robert "Sen ..." diye devam etti Bartley. "Lanet olasıcalar . Ya konuşursunuz ya da mezar taşınıza isminizi dişlerinizle kazırım?" diye gürledi Batair. Tehtiti havada kaybolurken kimsenin ona aldırdığı yoktu.. "Sen Benjamin değilsin " dedi ikisi birden ve herkes yapabilirlermiş gibi ağızlarını daha geniş bir şekilde  açıp gülmeye başladı. Batair kulağına hiç de hoş gelmeyen bu gürültü karşısında sinirlerini yatıştırmak için  Robert'a bir yumruk sallamış ve Bartley engel olmak için öne atılınca kendi çenesine sert bir darbe almıştı. "Teşekkürler kardeşim " Robert olası bir yaralanmadan kıl payı kurtulduğu için sevindi. Fakat "Ödeşiriz kardeşim " diyerek göz kırpan Bartley'in çenesini kullanabilmesi bile mucizeydi. Batair en azından birinden hırsını almış olduğu için tatmin olmuştu. Diğerleri onun bu tepkisi karşısında gülüşmelerine ara vererek kendi işleriyle uğraşıyormuş gibi görünme gayreti içine girmişlerdi fakat aralarındaki gizli olmayan kıkırdamalar Arthur tarafından kolaylıkla duyuluyordu. Böyle giderse kimse uyuyamazdı "Hadi bu kadar eğlence yeter ,yarın mola vermeden kalede olmak istiyorum. " dedi ve gelebilecek olası  itirazlara karşı  gözlerini kapadı.  Onunla beraber yavaş yavaş herkes sessizleşti ve günün yorgunluğunu uyku ile bastırmaya çalıştılar. ...

editor-pick
Dreame-Editor's pick

bc

KALP HIRSIZI (Hırsız Serisi-2)

read
6.0K
bc

Kalbimin Derininde

read
7.8K
bc

SINIR (TÜRKÇE)

read
13.3K
bc

Leyl Tutkusu

read
308.5K
bc

HÜKÜM

read
137.5K
bc

Ufaklık | Texting

read
1.7K
bc

Yasak İlişki (+18)

read
8.2K

Scan code to download app

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook