6.BÖLÜM

1374 Words
Franki iki günlük bir yolculuğun ardından, Annelisa'nın evine ulaşmıştı. Söz verdiği on birinci gün buradaydı. Atını barakanın önüne bağladı. Ortalıkta kimse yoktu. Evin kapısı açıktı. Ne Annelisa ne de Bay Stephan ve eşi karşısına çıkmadı. Evin arkasına doğru yürümeye başladı. Birinin ağladığını duyunca adımlarını hızlandırdı. Annelisa iki tane mezarın başında oturmuş, ellerini yüzüne kapamış ağlıyordu. Koşar adımlarla yanına gitti. Ne diyeceğini, onu nasıl teselli edeceğini bilemedi. Dizlerinin üzerine çöküp omzuna dokundu. "Leydim çok üzgünüm. Bu nasıl oldu?" diyebildi usulca. "Yani neden... İnanın çok şaşkınım..." "Onları öldürdüler. O katil öldürdü." Genç kızın konuşmaya bile hali kalmamıştı. Franki o an ne yapacağını bilemedi. Annelisa'ya yaklaşıp, onu kollarının arasına aldı. Yaşadığı acıyı paylaşmak ve onu teselli etmek istiyordu. "Leydim... Tanrım... Keşke sizi daha önce buradan götürmüş olsaydım. Aileniz için çok üzgünüm. Sizin yaşıyor olmanız büyük bir şans... Anneniz eve dönmenizi bekliyor. Ona derdim bilmiyorum." Annelisa başını kaldırıp, Franki'nin ona bakan gözlerine baktı. O anda genç adam karşısında güzelliğe teslim oldu. Hayatında böyle bir güzellik görmemişti. Kalbinin ne kadar hızlı çarptığını duyabiliyordu. Peçesinin altında gizlediği yüzün böylesi etkileyici olduğunu tahmin etmemişti. "Benim suçum..."dedi Annelisa. "Onlar benim yüzümden öldü." "Sizin suçunuz değil leydim. Kendinizi suçlamanız daha çok acı çekmenize sebep olur." "Acım asla dinmeyecek. O adam nefes aldığı sürece, asla mutlu olamayacağım." "Bunu konuşmak için çok vaktimiz var leydim. Önce buradan gidelim. Artık burada kalmanız için bir sebep yok." O gün yola çıktılar. Annelisa çocukluğunu, anılarını, ailesini burada bırakıp evine dönüyordu. Gerçek annesine, gerçek yuvasına... Aslında her zaman ait olduğu yere gidiyordu. İki gün süren yolculuğun ardından nihayet çocukluğundan hayal meyal hatırladığı görkemli kaleye tekrar adımlarını attı. Guilford kalesi yıllara meydan okuyan ihtişamıyla hala dimdik ayaktaydı. Ne savaşlar görmüş, yine de güzelliğinden bir şey kaybetmemişti. Leydi Catherine yıllar sonra kızına kavuşmanın heyecanı ile kalenin içinde volta atıyordu. Askerler beklenen kişinin geldiğini haber verince hızla kapıya koştu. Siyah bir atın üstünde yüzünde peçeli bir kız ona doğru bakıyordu. Annelisa atından indi ve annesine kollarını açtı. Leydi Catherine yıllardır bu anı beklemiş, kızına sarılacağı anın özlemiyle yanmıştı. "Annelisam sonunda geldin! Sonunda kavuştuk!" Kızına öyle bir sarıldı ki kokusunu içine çekip, peçesini indirerek yanaklarını öptü. Yüzünde arkasına gizlenmek zorunda olduğu çirkin maske yoktu. Kimseden saklanmasına gerek de yoktu. Babası onun hayatına ve kararlarına karışamazdı. Onu istemediği bir evliliğe mahkum edemezdi. Tamamen özgürdü Annelisa... Tüm dünyaya onun kızı olduğunu duyurmak için can atıyordu. Yıllarca sabırla bu anı beklemişti. Kızının kaderini yendiği, o zafer gününün hayali ile yaşamıştı. Annesine sarılırken düşünüyordu genç kız. Bir halkı, bir ünvanı, onu çok seven, her türlü kötülükten koruyacak bir annesi vardı. Konumunun getirmiş olduğu bir güç kendisini bekliyordu. Büyük bir kalesi ve emrinde askerleri. O katile ordusu ile saldırabilir, yaşadığı yeri yerle bir edebilirdi. Bu fikir hoşuna gitse de savaşın acımasızlığı, masum insanların ölmesi, kan ve kin bunlar midesini bulandırdı. İntikam için başka yollar elbet buluna bilirdi. Kan dökmek gerekmiyordu... Evet bir kan dökülecekti! Lord Braylan'ın kanı! Başka birinin ölmesine gerek yoktu. Leydi Catherin hayatının en mutlu gününü yaşıyordu. Yıllardır özlemini çekti tek yavrusu yanında, kollarındaydı. Onun için bu yıllar çok da kolay geçmemişti. Her üzüntüsün de kızını korumak için yaptığı fedakarlığın kutsal olduğunu hatırlayarak kendini teselli etmişti. Kocasının ölümü kızına kavuşmak için bir fırsattı. Lord Braylan Cromwell'in nişanlandığını duyunca kararını vermişti. Braylan her yıl kendisini ziyarete gelmiş, Annelisa'nın artık bulunamayacağını anladığında, bu saçma evlilik yemininin geçerli olmadığına karar vermişti. Genç adam babasının ettiği evlilik yeminine öyle sadıktı ki bunun nedeni de anlamıyordu. Nasıl bir adam hiç görmediği bir kadını evlenmek için beklerdi? Niye bu kadar inatçıydı? Ona kızının ölmüş olabileceğini söylediğinde "Bir mezarı yok leydim." demişti. Tanrıya şükürler olsun! Catherine bu gelişmelerden sonra kızını daha fazla saklamaya gerek görmemişti. Ancak kızının resmi varlığını duyurana kadar Lord Cromwell'in düğününü beklemek zorundaydı. Ve sanırım bu düğün yakın bir sürede olacaktı. Annelisa onun için hazırlanmış yeni odasının kapısından girince, adeta büyülendi. Annesi ona prenseslere layık bir oda döşetmiş, kızının kendini mutlu hissetmesi için elinden geleni yapmaya çalışmıştı. Odanın ortasında kocaman bir yatak, etrafı direklerle desteklenen mükemmel tüller, yatağın yanında harika el işlemesi bir sandık, tam karşıda bir şömine, yerde hayvan kürkünden yapılmış halılar... Annelisa annesine sarıldı. "Tüm bunlara gerek yoktu. Ben çok az bir eşya ile mutlu yaşamayı, şükretmeyi öğrendim. Önemli olan birbirimizin yanında olmamız." "Canım kızım seni o kadar çok şeyden mahrum ettim ki sanırım bu açığı kapatmak, sensiz geçen yılları telafi etmek oldukça zor. Ama bırak da senin için içimden ne geliyorsa yapayım." Annelisa annesinin sevgi dolu bakışlarına, onun sevecenliğine hayran kaldı. Onun yüzüne baktıkça bir zamanlar ne kadar güzel bir kadın olduğunu hatırladı. Yıllar annesini yıpratsada yüzünün güzelliği kırışıklarına meydan okuyordu. "Bana biraz babamdan bahsetsene.O nasıl öldü?" Leydi Catherine'in gözleri buğulandı. Kızının ellerini tutup odanın bir köşesine konulmuş, oldukça rahat geniş bir koltuğa oturdular. "Sen gittikten sonra çok hastalandı ama bunun sana olan üzüntüsünden mi yoksa, aşırı sinirli olmasının kalbine getirdiği yükten mi olduğunu bilmiyorum. Yıllarca hiç konuşmadan, vücudunu hareket ettirmeden yatağa bağlandı. Bana yaptığı tüm eziyetlere rağmen, bir an olsun bile onu bırakmadım. Yıllarca baş ucunda karısı olarak, bütün bakımını üstlendim. Aslında bu yıllarda bana bakarken utandığını, pişmanlıklarını fark ettim. Onunla o kadar çok konuştuğum zamanlar oldu ki babanla evlendiğimiz günden bu yana ilk defa bu kadar çok konuşup, yakın olmamıştım. Biz aile anlaşması ile evlendik. Aramızda büyük bir aşk olmadı hiçbir zaman. Belki zamanla onu severim diyordum. Onu sevmem için bana hiçbir sebep sunmadı. Ve ben de sevmek için uğraşmadım. Sadece eşi olarak görevlerimi yerine getirdim." "Sevmediğin bir adama hayatını adamak çok zor olmalı." "Yapacak başka bir şeyim yoktu. Sonra sen doğdun. Hayatımdaki en güzel şey... Fakat baban benim kaderimi sana da yaşatmak istedi. Doğduğun gece en yakın dostunun oğluyla seni evlendireceğine yemin etti." "O yüzden beni buralardan uzaklaştırdın." "Başka çarem yoktu. Benim hayatımı kızım yaşasın istemedim. Üstelik yine baban gibi acımasız bir adamla... Onun oğlu da kendi gibi acımasız olacaktı. Her şey yoluna girdi. Baban yok artık. Ve o Lord yakında evlenecek. Seni uzun süre bekledi. Umudunu kesince başka bir kadınla evlenmeye karar verdi. Sonuçta onunda varislere ihtiyacı var. Tek yapmamız gereken o evlenene kadar senin varlığını insanlardan gizlemek." "Peki kim bu adam?Gerçekten merak ediyorum." "Onu tanıdığını sanmıyorum tatlım." "Soylular arasında yaşamayınca onları tanımam elbette ki mümkün değil. Sadece adını belki duymuş olabilirim." "Adı Lord Braylan Cromwell." Annelisa bu ismi duyduğunda kulaklarına inanamadı ve oturduğu yerden bir anda ayağa fırladı. Leydi Catherine bu tepki karşısında oldukça şaşkındı. "Kim dedin anne?Yanlış duymadım değil mi?" "Onu tanıyor musun Annelisa?" "Ah Tanrım... Evet tanıyorum." Annesi çok şaşırdı ve telaşlandı. "Peki o seni tanıyor mu? Yani hakkında ne biliyor?" "Endişelenme hakkımda henüz bir şey bilmiyor. O beni peçeli çirkin bir kız olarak tanıyor." O an derin bir nefes alıp, rahatladı annesi. "Oh... Tanrıya şükürler olsun. Bir an öyle korktum ki... " Annelisa başından geçen her şeyi annesine anlattı. Leydi kızını bu adamdan korumakla ne kadar doğru bir karar verdiğini anladı. Annelisa oldukça dalgın bir şekilde odasının camından dışarıyı seyrediyordu. Annesi kızının içindeki öfkeyi anlayabiliyordu ama bu adamdan intikam almak, çok doğru bir karar değildi. Kızını asla böyle bir riske atamazdı. Annelisa annesine doğru döndü. "Demek Lord yakında sevdiği bir kadınla evleniyor öyle mi?" derken yüzünde gizemli bir ifade vardı. "Evlenmesiyle aramızdaki söz tamamıyla geçersiz kalacak. Sen de bir gün gerçekten sevdiğin bir adamla evleneceksin. Ve seni temin ederim benim güzel kızım kalbin isterse fakir bir köylüyü sevsin, kesinlikle evlenmene karşı çıkmayacağım. Kimi seversen sev yanındayım unutma." "Teşekkür ederim anne." dedi Annelisa gülümseyerek. Düşmanının aslında evlenmek için onu bekleyen adam olduğunu duyunca çok şaşırmıştı. Braylan de bu tesadüfü duysa ne yapardı? Katil olması dışında oldukça yakışıklı bir adamdı. Bu kadar kötü biri olmasaydı belki onu sevebilirdi de... Oysa yaşadıkları ancak ondan nefret etmesini sağlıyordu. Demek evleniyor hiçbir şey olmamış gibi hayatına devam ediyordu. Çok mutluydu... Tanımadığı masum insanların canını alıyor, başka insanları mutsuzluğa sürüklüyor, kendi hayatında mutlu mesut yaşıyordu. Bu kesinlikle adil değildi! Bir an gözlerinin içi parladı. Yüzüne muzip bir gülümseme yerleşti. Annesi o an düşündüğü anlamaya çalıştı. "Annelisa ne düşünüyorsun?" dedi merakla. "Önemli bir şey değil." "Yemeğini ye uyu. Dinlenmeye ihtiyacın var." Leydi Annelisa'nın yatağının üzerine bıraktığı pelerin ve peçeyi eline aldı. "Artık bunlara ihtiyacın olmayacak kızım. Kimseden saklanmana da gerek yok. Yakabiliriz... " Annelisa annesinin elindekileri eline aldı ve annesine kendinden emin, kararlı bakışlarla baktı. "Hayır atmayalım. Bunlar bana lazım olacak."derken ciddiyeti annesini ürküttü. "Artık giymenin istemiyorum Annelisa. Söyler misin nerede lazım olacak?" "Lord Braylan ile yapacağım düğünümde anne. Onun karısı olmak için nasıl heyecanlıyım bilemezsin."
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD