bc

bir garip seyyah

book_age12+
20
FOLLOW
1K
READ
others
tragedy
heavy
like
intro-logo
Blurb

hayatının kalan bölümünü yalnız yaşamayı kararlaştıran karakterin yalnız başına yaşadığı evinde çıktığı bilinçaltı yolculuklarını konu alan bu hikayede hiç beklemediği şeylerle karşılaşması sonucu yeni bir yolculuğa çıkmasını konu alıyor

chap-preview
Free preview
hayata tutunmak...
Hani bir şair vardı; 37 yaşındayken ''Yaş 35 yolun yarısı eder'' diye şiir yazan ve 46 yaşında ölen. Bende yaş otuz beş dedim bugün. Yolun yarısı mı değil mi bilemem ama insan yaşı kadar yaşamadığını anladığı zaman otuz beş yaşının da otuz yedi yaşının da bir anlamı olmuyor. Ve gerçek üzüntüde tam burada, bu noktada başlıyor. Bazen hayatıma son vermeyi düşünüyorum. Öyle düşünce olarak kalsa yine iyi. Bir son bahar günüydü. Usul usul kumsala çarpan ve her çarpışında kumsalı köpürten irili ufaklı dalgalara sahip bir göl kenarındaydım. Dalgalar saçımı havalandırıp hareketli bir müzik eşliğinde dans ediyormuşçasına bir o yana bir bu yana savururken birbiri ardına gelip giden dalgalarda ayakkabılarımın ucunu ıslatıyordu. Bense ufuk çizgisine odaklanmış ardı ardına sigara içerken ayakkabılarımın ıslanmasına aldırmadan öylece dikilip kalmışım. Belki bir saat, belki iki. Tam hatırlamıyorum, zaten geçen zamanında pek bir önemi yoktu. Mavinin iki tonunun birleştiği (göl ile gök) ufuk çizgisinin seyrinden paketimdeki sigaram bitince uyanabildim. Beni böylesine tepkisiz kılan, seyrine dalıp gittiğim mavinin iki tonu muydu.? Yoksa içimde farkında olamadan beni boğan dertlerim miydi.? Bilmiyorum. Bilip de bilmezlikten geldiğim birçok şey gibi. Bilmiyorum işte. Ağzımdaki son sigaramın izmaritini kumsala atıp saatlerdir ayakkabılarıma çarpan usul dalgalar gibi bende usul usul gölün içine doğru ufak adımlarla ilerlemeye başladım. Her iki üç adım ilerleyişimde üzerimden bir parça kıyafet çıkartıp atıyordum. Ta ki üzerimde kalan son kıyafetimi çıkartıp atınca göl yüzeyinde dalgalarla beraber bir inip bir kalkan Annemle çektirdiğimiz son fotoğrafı görünceye kadar. Gel git yapan dalgalar onu benden uzaklaştırmaya başlayınca fotoğrafa doğru atıldım ama benden daha da uzaklaşmaya başladı. Her hareketimle oluşan küçük su daireleri dalgalara karışıp iş birliği yaparcasına onları güçlendirerek benden daha da uzaklaştırıyordu. Bir ara görüş açımdan çıkınca ağlamaya başladım. Şimdi hem ağlıyor hem de derinlik boyumu aştığı için fotoğrafa ulaşabilmek için kulaç atıyordum. Aralıksız dakikalarca kulaç atmak beni yormaya başlamıştı ve kollarımda bir kulaç dahi atacak kadar takat kalmayınca durdum. Dönüp kıyıya baktığımda kıyıya attığım siyah yağmurluk kıyafetim gözüme bir avuçtan daha küçük görünüyordu. Neredeyse yüz metre kadar uzaklaşmış olmalıydım. Yanaklarımdan süzülen tuzlu gözyaşlarım gölün tuzlu sularına karışırken, gölün tuzlu suyu da birkaç kez boğazıma kaçmıştı. -ann -ann Öhhö -Annnee, diye haykırdım. Boğazımı yakan tuzlu su bir kelime dahi etmeme müsaade etmiyordu. Annemi istiyordum. Belki kıyıya dönecek takatim olmayacak ve gölün sularına gömülerek derinlere dalıp gidecektim ama ben ‘’anne’’ diyordum annemi istiyordum. Hem de hiç istemediğim kadar. İnsanın yaşı kaç olursa olsun annesinin gözünde bir çocuktur ve bende şimdi o küçük çocuktum. Kıyıdaki usul dalgalar burada deli taylar gibi hırçınlaşmıştı. Takatimin kalan son demleriyle sudan çıkardığım elimin avuç içiyle gözyaşlarımı sildim. Tıpkı ben ağlarken annemin avuç içiyle gözyaşlarımı sildiği gibi. Kararmaya başlayan hava beraberinde yağmur yüklü bulutlarını da getirmişti. Şimdi son bahar yağmurları gölün yüzeyine zarifçe inerek karaya doğru ilerliyordu. Göl, yağmur yüklü bulutlarla adeta bana düşman olmuş, tuzlu suyuyla boğazıma kaçarak konuşmama dahi engel olduğu gibi şimdi de gözlerimi yakarak bakış açımı kararan havayla beraber düşürüyordu. Artık göz kapaklarım da ağır gelirken suyun yüzeyinde daha fazla duramadığımı fark ettim. Yavaş yavaş suya gömülmeye başlayan bedenimle beraber umutlarımda dibe doğru çöküyordu. Demin ölmek istiyordum ama şimdi umut diyordum. Zaten bunun için gölün derinliklerine doğru yol almamış mıydım.? Ama şimdi anladım ki asıl öldürmek istediğim bedenim ya da ruhum değil düşüncelerimmiş. Ben böyle biçare düşünürken bedenim git gide batıyordu. Yukarıda tutmaya çalıştığım elimde artık havayla teması kesilmiş suyla buluşmuştu. Aşırı yanan gözlerime artık su etki etmiyor açık gözle suyun altındaki karanlık noktayı izliyordum. Bilincimi yitirmeye başlamıştım.. Suya gömüldüğüm her milimetre beni ölüme yaklaştırıyordu. Bitmişti artık, hayatımı yitirmeme ramak kalmıştı. Bulanıklaşan zihnimde annemin görüntüsü bozuk bir ekrandaymış gibi bir belirip bir kayboluyordu. Göl yüzeyinde sarı bir ışık belirdi. Beliren ışık o kadar güçlüydü ki gölün karanlık noktalarını aydınlatıyordu ve su altında olmama rağmen gözlerimi kamaştırınca bedenim de refleks olarak göz kırpmamı sağlamıştı. Bir anda ışığın önünde hareket karartılar görmeye başladım. Su, görüntüyü kırarak tam iletmiyordu. Evet, bu defa ki gördüğüm karartının ölüm olduğunda şüphem yoktu. Az sonra başıma yavaşça bir şeyin temas ettiğini hissettim. Temas eden şey beni sanki yukarı doğru çekiyor gibiydi. Beni çeken cisme inat gölde kendi içine çekiyor gibiydi. Ölümle yaşam arasında kalmış bir garip öksüz, bir garip yetim… Kaybolmaya başlayan bilincimle şu an bulunduğum durumu anlayamıyordum. Saniyeler sonra başımın sudan çıktığını hissedince ağzımı açıp derin derin nefesler almaya çalıştım ama aldığım ufak bir soluk adeta ciğerlerimi yırtıyordu. Beni yukarı çeken şeyin saçlarımdan tutmuş güçlü bir el olduğunu aralanan göz kapaklarımla fark edebildim. Saçlarımdan tutan elin sahibi başını çevirip hızlı hızlı bir şeyler söylemeye başlayınca yanında bir karartı daha belirdi. Hava kararmak üzereydi ama güneşin kızılımsı ışınları hala ufukta belli oluyordu. Güneşten yansıyan cılız ışınların suya çarpan yansıması gözlerimi aldı fakat kamaştırmaya yetmedi ya da vücudum artık buna tepki veremeyecek kadar ölüydü. Ardından zifiri bir karanlık etrafa hakim oldu. Artık ne güneşin kızılımsı ışınlarını ne gölün tuzlu suyunu, ne son bahar yağmurunu ne beni tutan elleri nede havayı hissedebiliyordum. Sanırım artık ölüydüm. -halatı bağladım reisss, diye bir açık seçik duyduğum bir sesin kulaklarımı tırmalamasıyla gözlerimi karanlık alemden açtım. Sonra aynı ses; kasaları indirebiliriz, diye devam etti. Ben duyduğum bu seslerle yavaşça kıpırdanıp bulunduğum durumu kavramaya çalışırken birden loş odanın karanlık köşesinden bir kibrit çakıldı ve ardından kibritin alevleri bana sırtı dönük olan iri yarı bir adamın gölgesini tavana yansıttı. Ortamı hala kavrayamamışken yumruk yaptığım ellerimle gözlerimi ovuşturdum ve başımı çatlayacakmış gibi hissediyordum. Demin gölgesi tavana yansıyan adam şimdi baş ucuma dikilmiş elinde tuttuğu gaz lambasının aydınlattığı kırışmış yüzüyle bana bakarken sigara içmekten sararmış bıyıklarından tütün tozlarını temizliyordu. Hırıltılı sesiyle; demek uyanabildin evlat, dedi. Karanlık aleme dalmadan önce olup bitenleri hiçlik derecesinde hatırlıyordum. Neredeyim kiminleyim. Bu adamlar kim hiç bilmeden kısa bir sessizliğimin ardından başımı ‘’evet’’ anlamında aşağı yukarı salladım. Biran gözlerimi adamdan kaçırarak yuvarlak penceren dışarı, gökyüzüne baktım. Yıldızlar gökyüzüne kandil olmuş gecenin karanlığına inat tüm benlikleriyle ışıl ışıl parlıyorlardı. Artık yavaş yavaş olan biteni kavramaya başlamıştım. Bu adamları bir karartı olarak görmeden önce gölün derinliklerine doğru gömüldüğümü sonra su altında gözümü kamaştıracak kadar yoğun bir ışığın belirip bir el tarafından saçlarımdan tutularak çekildiğimi hatırladım. Ben karanlık aleme dalmadan önce hava bir nebzede olsa hala aydınlıktı ama şimdi ise kararmıştı. -saat gece yarısı mıydı? -yoksa daha mı geç? - yoksa sabaha karşı mıydı? hani tan yeri ağarmadan havanın zifiri karanlık olduğu saatler var ya hah işte vakit o vakit miydi? -sahi neden bunları merak ediyordum ki? Saatinde, geçen zamanında ne önemi vardı. Yağmur sesinin bastırdığı ayak seslerinin ardından açılan kapıyla beraber; Balık kasalarını indirdim, fena yağmur bastırdı, ooo bizimki uyanmış reis, diyerek içeri girdi sarı yağmurluğu olan adam. Çıkarttığı yağmurluğunu özensizce askıya asıp asılı olan ikinci gaz lambasını yakarak başucumda sessizce duran reis diye hitap ettiği adamın yanı geldi. Balıkçı şapkasından damlayan yağmur suları adamın ‘’fena yağmur bastırdı’’ sözlerini doğrular nitelikteydi. Anlaşılan bir balıkçı teknesindeydim. Sararmış beyaz bıyıklarından tütün tozlarını temizleyen adam kaptan, diğeri de yardımcısıydı. Yardımcının balık kasalarını indirdim deyişinden anladığım kadarıyla tekne karaya bağlıydı. Ve hırçın dalgaları geride bırakmıştık. İkinci gaz lambasının kamarayı iyice aydınlatmasıyla kuruması için şerit olarak kamaranın bir ucundan bir ucuna bağlanmış olan ipte asıl duran kıyafetlerimi görünce birden üzerime örtülen balık kokan battaniyeyi kaldırdım ve iç çamaşırım hariç tüm kıyafetim çıkartılmış olduğunu gördüm. Kaptan; Telaş etme evlat, dedi yeniden hırıltı sesiyle. Seni bulduğumuzda boğulmak üzereydin. Ağları toplamış karaya doğru yol alırken güneşin kızıl ışınları arasında suda bir elin kaybolduğunu gördük. Sana yetiştiğimizde dalgalar tehlike arz ettiğinden Mert’i bacaklarından tutup tekneden sarkıttım. Oda seni kaybetmemek için elleriyle temas edebildiği ilk yerinden tuttu. Ve seni güçte olsa saçlarından çekip su yüzeyine çıkarttık. Sonrası buradasın işte. Sonra sustu. Sinan’da yaptığı iyiliğin mutluluğuyla tebessüm edip bir şey demeden susuyordu. Birkaç dakikalık sessizliğin ardından kaptan bitmek üzere olan sigarasından derin bir nefes çekerek içine çektiği dumanı büyük bir keyifle gaz lambalarının loş havaya bürüdüğü kamara odasının puslu havasına üfledi. Balık kokulu bir battaniye, puslu ve boğuk bir kamara odası ve 2 ihtiyar adam... ve ölümün pençesinden henüz kurtulmuş olan ben... Sigara dumanı beni en az boğulmak kadar daraltıyordu. Şu şartlarda adamlara beni kurtardıkları için teşekkür edeceğime ortamın halinden içten şikayetçiydim. Kaptan, elinde önce ışığa sonra kısa bir süre baktıktan sonra tuttuğu bir şeyi bana uzattı. Ne olduğunu sorgulamadan uzandığım yerden doğrularak elindekini aldım. Bu uğruna takatim tükeninceye kadar kulaç attığım ve ölmek isterken hayata tutunmamı sağlayan ve umutlarımı yeniden bana kazandıran Annemle çektirdiğimiz son fotoğrafımızdı.

editor-pick
Dreame-Editor's pick

bc

Kanlı Duvak

read
59.5K
bc

(Töre yazgısı serisi +18 ) Kalbinin Esiri

read
28.9K
bc

Sokaklar Çocuk Doğurmaz

read
5.9K
bc

Şirin Mafya

read
35.2K
bc

BEN ONU ÇOK SEVDİM

read
3.8K
bc

Günaymadan

read
19.7K
bc

Kaçınılmaz Evlilik

read
6.6K

Scan code to download app

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook