Giriş
Uyusun da büyüsün derdin,
Büyüdüm anne.
-Faruk Nafiz Çamlıbel
GİRİŞ
Kelimelerin kifayetsiz kaldığı anlar olurdu ya hani? Böyle bütün lokmaların boğazına dizilir, hatıralar gözlerinin önünde belirir nefes dahi aldırmazdı. İşte o anlardan birindeydi Lal...
Gözlerinin önündeki tabutun üzerine atılan toprak onun da kalbine atılıyordu adeta. Atılan her kürekte canından can gidiyor ruhu kalın prangalarla bir kafese kapatılıyordu. Bağırmak istiyordu, koşup sarılmak istiyordu ama kolunu kıpırdatmaya dahi takati yoktu.
Eksik bir şeyler vardı. Yanlış olan, hatalı olan bir şeyler.
Annesinin değil onu bu kara toprağın altına gömenlerin acı çekmesi gerekiyordu. Onların o kara toprağın altında olmaları gerekiyordu.
Derin bir nefes aldı daha doğrusu almaya çalıştı.
Anne acısı başkaydı. Daha önce yaşadığı hiçbir acıya benzemiyordu… Kolu kırıldığında bile bu kadar canı yanmamıştı ki Lal’in. Çünkü o zaman annesi yanındaydı. Ama şimdi… Şimdi o kadar uzaklardaydı ki…
Ulaşamayacağı, gidemeyeceği, kokusunu içine çekemeyeceği bir yerdeydi. Kelimeler anlatamıyordu bunu.
Gözlerinden akan tuzlu gözyaşları yüzünde bir iz bırakarak toprağa düştü. Karşısında ki kalabalıkta gezindi bakışları. Lal, köşede bir ağacın altında oturmuştu. Ayaklarını kendisine çekmişti ve kollarını bedenine sarmıştı. Ufacık kalmıştı koskocaman dünyada.
Gözlerinden akıp intihar eden gözyaşlarından bir tanesi daha kendisini serbest bırakırken, ileride sahte bir üzüntü ile tesellileri kabul eden babasına baktı. O kadar profesyonel bir oyuncuydu ki… Lal alt dudağını dişlerinin arasına aldı.
Annesinin öldüğünü söylediğinde duyduğu kahkahayı hiçbir zaman unutmayacaktı.
Sanki hayat arkadaşı onu terk etmiş değildi de çok nefret ettiği bir düşmanı ölmüş gibiydi verdiği tepki.
Gözlerini usulca kapattı.
Dişlerini sıkarken derin bir nefes daha almaya çalıştı. Yaşamak için ciğerlerine lazım olan bir şeydi bu aldığı nefesler. Hayatın tadını çıkararak aldığı bir şey değildi. Oysa ki annesi yanındayken böyle değildi.
Yediği dayaklar, gördüğü işkenceler, hiçbiri umurunda olmuyordu o zaman. Çünkü annesi yanındaydı.
O yanındaydı!
Ama artık yoktu. Yapayalnız kalmıştı Lal artık bu koskoca dünyada.
Dudaklarından bir hıçkırık kaçarken derin bir nefes çekmeye çalıştı ciğerlerine.
“Anne…” dedi fısıltı ile “Beni neden yalnız bıraktın?” diye devam ettiğinde gözlerinden akan yaşlar birer urgan olup boynuna dolanıyordu.
“Annem…” dedi kafasını gökyüzüne kaldırarak, “Ne olur beni izlemeyi hiç bırakma.” Diye devam etti.
“Biliyorum, şimdi çok uzaktasın ama anneler çocuklarını…” hıçkırdı. “Anneler çocuklarını hiç bırakmaz ya?” dedi “Sende beni uzakta da olsan hiç bırakma olur mu?” diyerek sessizliğe büründü.
O günden sonra çok az konuştu.
Çok az yedi, içti.
O günden sonra Lal çok çok az oldu…