Karan’ın dedikleri tüm tüylerimi dikleştirdi. Kekeleyerek de olsa onun duyabileceğin bir sesle konuştum,
“Sen... Ama sen...”
“Evet ben? Şu durduk yere diklendiğin adam...”
“Dalga geçiyorsun öyle değil mi?”
“Evlenmemizi isteyen ailelerimiz pek de dalga geçiyor gibi görünmüyor.”
İyi biri olmadığına emindim ama benimle evlenecek olması onu eğlendirmiş benziyordu. Keyifli bir şekilde iç çekti ve ardından tam yanıma geçerek dikilip konuşanları dinlemeye başladı. Karan’ın babası olduğunu düşündüğüm yaşlı adam babama ablam hakkında ne kadar üzüldüğünü dile getiriyor ve abimin nerede olduğunu soruyordu ancak abimin nerede olduğunu bilmiyorduk. Bir süredir kendini suçlamaktan çıkamamıştı. Onu korumak için evlendirilmek çalışılan kardeşi canına kıyınca, abim de bu yükün altından kalkamayacak kadar ezilmişti.
“Abin nerede?”
“Bilmiyorum.”
“Dağılmış gibisiniz.”
Cevap vermedim, benimle eğlendiği ve ablamın ölümünü biraz olsun bile umursamadığı belliydi. Kendimi tutamadım ve ona dönmeden sordum,
“Ablamı hiç görmemişsin, bizler tanışmıyoruz bile. Beni tanımıyorsun! Nasıl böyle kolay evlenmeyi kabul ediyorsun? Nasıl?!”
Omuz silkti, öyle cüsseli ve öyle uzundu ki istese beni şurada tek tokadıyla bayıltabilirdi, büyük elleri vardı ve tek eliyle boğazımı kavrayabileceğinin farkındaydım. Sorumu sorduktan sonra yutkundum. Niyeyse sorduktan sonra ürkmüştüm ancak çoktan sormuştum, o da beni büyük ihtimalle güçsüz gördüğü için pek ciddiye almamış ve umursamamıştı. Sakın bir şekilde konuşanlara odaklanmış, elleri cebinde dururken en sonunda cevap vermeye karar verdi,
“Çok umursamıyorum. Seni görmek istedim çünkü güzel misin diye bakmam lazımdı. Ne de olsa yanımda gezeceksin! En azından idare eder gibi görünüyorsun. İnsanları da ısırmıyorsan çok da umurumda değil. Sonuçta gece yatağımda inleyecek, sabah beni konakta bekleyeceksin ve onun dışında bir muhabbetimiz olmayacak. Anlaşmalı evlilik buna denir. Bunun karşılığında istediğin harcamayı yapabilir, istediğin yere gidip gelebilirsin. Karşılıklı bir anlaşma gibi düşün ve fazla anlam yükleme.”
Söyledikleri ona bakmamı engelledi ama onun başı bana doğru dönmüştü ve yutkunduğumu gördüğünde gülümsemesi benim bakmadan da görebileceğim kadar netti. Beni korkutmak hoşuna gitmişti,
“İstediklerimi yaparsan bolluk içinde bir hayat seni bekliyor olacak. İşime karışma ve dediklerimi yap yeterli.”
Yanımdan geçip annelerin yanına doğru gitti. O gittikten sonra dudaklarımı aralayarak Ağzımdan derin bir nefes aldım. Bundan sonrasında her şeyin sarpa saracağı belliydi ancak korkuyordum, hayatımda hiçbir zaman korkmadığım kadar korkuyordum. Bana söylediklerinde ciddi miydi? Gerçekten evleneceği kadının sadece güzel bir yatak arkadaşı olmasına mı odaklanmıştı?
“Mercan, gel kızım!”
Seslenen babamın yanına doğru adımlarım giderken ne diyeceğini bilmiyordum, ne söyleyeceğini bilmiyordum. Zaten fikrim alınmamıştı ama zaten babamın da fikrinin alındığından emin değildim. Babama göre, kan davalılarının böyle bir teklif ile gelmesi büyük bir iyilikti.
“Öp bakalım ellerimizi...”
Bu cümlenin sahibi, Karan’ın babası olduğunu düşündüğüm adamdı. İsminin Cihan olduğunu biliyordum, dilden dile dolaşan varlıklı Cihan Ağa... Ama kimse bu ailenin tam olarak ne iş yaptığını bilmiyordu. Birçok yerde, birçok alanda, birçok iş yerleri vardı. Şirket, tek bir iş için çalışmıyordu, birçok işten para döndürüyordu. Sadece bunun yoğunluğu değişkenlik gösteriyordu.
Tatsızlık çıkartmadım ve Cihan Ağa ile eşi Müzeyyen Hanım’ın ellerini öptüm. Yanlarında oturan kadın, elini uzattı. Benden çok büyük sayılmazdı ve elini öpmem gerekmezdi ama iş üstünlük taslamaya geldiğinde herkes elinden gelenin en iyisini yapıyordu, buna bir kez daha şahit olmuştum.
Kemal Bey ise Karan’ın abisiydi, o diğerlerinden daha dalgındı ve durmadan ablamın odasına kaçamak bakışlar atıyordu. Alnında biriken ter damlalarını yaklaştığımda ancak görebildim. Neden böyle olduğuna anlam veremesem de iyi düşünmek isteyen yanım bu adamın diğerlerine oranla daha duyarlı olduğunu düşünerek çözüm üretti aklım.
“Bu kadar acele etmek zorunda mıyız?” diye sordu annem Kemal Ağa’ya, çekingen ve korkan tavrı üzerindeydi. Kemal Ağa ise net ve keskin bir cevap vererek asıl derdini belli etti:
“Karan’a kız alacağımızı herkes duydu, kan akıtma sırası bizde olmasına rağmen size evlilik anlaşmasıyla gelen taraf olduğumuzun bir şekilde duyulması zaten itibarımızı zedeledi. Bir de alacakları gelin öldü ama küçüğünü de gelin diye alamadılar daha laflarını duymak istemiyorum. Zaten hali hazırda düşmanlarımız ya da dost görünenlerimiz konuşmak için bekliyorlar. Beklemenin lüzumu yok, olacakları erteleyerek kendimizi daha da sıkıntıya sürüklemeyelim.”
Öyle uzun, öyle kabul ettirici ve pes ettirici bir cümleydi ki bu, inanamadım! Resmen ben ve benim ailem üzerinde muazzam bir hakka sahipmişçesine istediklerini yaptırabilecek kudretteydiler.
Babam başını sallayarak anneme baktı, annemin gözleriyle bir araya gelen gözlerim dolmaya başladı ama sonra kendimi toparladım. Neden bu evliliği istemeyecektim ki? Kendime bunu o an sordum. Daha birkaç saat önce en yakın arkadaşım ve sevgilimin düzüştüğünü görmemiş miydim? Şimdi, şu an bu evliliği kabul etmek belki de benim için en iyisiydi. Direnmeyecektim, hem zaten direnecek bir sebebim de kalmamıştı.
Durum neredeyse çözüme kavuşunca annem beni kahve yapmam için mutfağa gönderdi. Gecenin geç saatleri tırmanırken kimsenin kalkıp gitmeye niyeti yok gibiydi.
Mutfağa girince, uyuklayan Gülsüm Teyze’yi gördüm ve şaşırdım,
“Sen neden evine gitmedin Gülsüm Teyze, kocan ne der sonra?”
“Emir büyük yerden geldi, baban Mutfağa Ağa kal deyince kaldım...”
“Ramazanda da değiliz ki sana sahur hazırlatsın, ya çay demletecek ya kahve yaptıracak... Onları da ben yaparım. Nedir bu ben anlamadım!”
“Herhalde ne olur ne olmaz diye beni burada tutmak istedi.”
Esnedi ve tabureye oturdu. Onun bu halini görünce üzüldüm, belki de ona acıdım. Cenazesiydi, geleni gideniydi derken her şeyi üstlenmiş ve oldukça yorulmuştu. Gözaltlarındaki morlukları az çok görebiliyordum,
“Melih’e söyle seni evine bıraksın Gülsüm Teyze, kocanla papaz edecek seni babam. Şimdiye delirmiştir.”
“Baban ne der sonra kızım? Sabah gelince ondan azar duyacağıma biraz kocamın hakaretini işitirim. Ne de olsa paramı veren Mustafa Ağa’dır. Bizim haysiyetsize kalsa açlıktan ölürdüm ben.”
“Hala çok mu içiyor?”
“Hem de nasıl, ciğersiz gibi içiyor! Ona rağmen gebermedi!”
“Boşanmayı neden düşünmüyorsun?”
“Boşanıp ne yapacağım? Dul diye adım çıkar iş bulamam vallahi!”
Daha fazla bekletmeden kahve cezvesini aldım ve içine kahve atmaya başladım. Nasıl içeceklerini sormadığım için hepsini orta şekerli yapacaktım.
“Tez zamanda geberir inşallah!” diyerek dilimdeki zehri akıttım.
Tam şekeri kahvenin üzerine koyacakken mutfak kapısı tarafından gelen ses beni durdurdu,
“Ben sade içiyorum!”
Karan, mutfak kapısında dikilmiş bana bakıyordu. Şekeri kahvenin üzerine boşaltınca adımları bana doğru geldi ve dibimde durdu,
“Sana sade içiyorum demedim mi?”
“Bak burada kaç fincanlık kahve var, sana ayrı yapacağım.”
Cevap vermeden, tamamen kendini tezgâha yasladı ve kollarını göğüs hizasında birbirine kenetledi.
Gülsüm Teyze, Karan’ın gitmeyeceğini anlayınca, eve gideceğini söyleyerek mutfaktan çıktı. İçi rahat etsin diye babamla ilgileneceğimi ve dert etmemesini söyledim. Karan için küçük bir cezveyi dolaptan alıp ona da sade kahve yapmaya başladım. Beklemediğim bir soru sordu,
“Bugün neden ağlıyordun?”
“İçimden gelmiştir.”
“Hiç de öyle gözükmüyordun, merak ettim. Söylesene, neden ağlıyordun? Sonuçta karım olacaksın, neler yaşadığını öğrenebilirim.”
“Evliliği umursamadığını söylemiştin.”
“Umursamadım zaten ama öyle öfkeliydin ki merakımı cezbetti, sinirine ağlıyor gibiydin. Sanki birini öldürmek istemiş de öldürememiş gibi...”
“Öyle de denebilir.”
“Ne oldu?”
Derin bir nefes aldım ve tek celsede söyledim, madem çok merak ediyordu, ona neler olduğunu söylememde bir sakınca yoktu,
“En yakın arkadaşımla, sevgilimi sevişirken çırılçıplak yakaladım. Oldu mu?”
“Öldürmene yardım edebilirim.”
Yüzüne ciddi mi yoksa alay mı ediyor diye bakarken gayet ciddi olduğunu fark edince şaşırdım ama tepki vermedim. Sonuçta belinde silahla gezen bir canavar konuşuyordu bu konuyu benimle.
“Yalan söyleyerek aldatan insan sevmem. Yalan sevmem Mercan...”
“Bu beni aldatmayacağın anlamına mı geliyor?” diye sordum alaycı bir tavırla ama o kahkaha attı,
“Hayır, ben seni aldatacağımı sana söyleyerek aldatırım... Tabi beni her anlamda doyurursan o başka! Yatakta iyi misindir?”
Bir müddet yüzüne baktım, bu akdar edepsiz ve olduğu gibi konuşan bir adamla daha karşılaşmamıştım. Kahvenin taşma sesi ocağın cızırtısıyla kulağıma ulaştığında yüzümü panikle buruşturdum,
“Umarım mutfaktaki beceriksizliğini yataktaki yeteneklerin kapatır. Bir aşçı tutabilirim ama bir yatak arkadaşı tutup her gün sana bunun raporunu vermek canımı sıkar, anlıyor musun?”
Yüzüme bakarken hala sırıtıyordu, ıslık çalarak mutfaktan çıkarken ben de içimden söverek yeniden kahve yapmaya başladım. Tanımadığım kocam belli ki yatak odasına düşkündü ve ben... Onunla yakın bir zamanda ilk gecemi yaşayacaktım...