Karan bana cevap vermedi, birbirimize yalnızca uzun süre baktık. Benden bir şeyler gizlemesini elbette bekliyordum ama artık benden gizlediği şeyin büyük bir şey olduğunun da farkındaydım.
“Saçma sapan konuşma da yürü! Bizi bekliyorlar!”
Kolumdan tuttuğu gibi beni çekiştirirken durdum ve ona meydan okurcasına gözlerinin içine baktım, tek kelime etmedim. Benim bu asiliğime oldukça tahammülsüzleşmişti ve yüzüne bıkkın bir ifade bürüyerek gözlerini devirdi, derin bir nefes alıp verdi,
“Biliyor musun? Çok sıkıldım! Çocukça hareketler yapıyorsun ve sürekli bir yerlere sürüklemek zorunda hissediyorum seni. Kendiliğinden yürüsen ve benim canımı daha fazla sıkmasın ne olur?”
“Canını sıkarsam ne olur Karan?”
“İlk gece fena halde canını yakarım... Ödeşiriz!”
“Sen...” dedim ve yutkundum. Ablayla gülümsedi, sinsi bir tebessüm dudaklarını çevreledi. Bana doğru yaklaştı, yukarıdan gözlerimin içine bakarken başı öne eğikti ve benim de başım gözlerine bağlanmışım gibi yukarıya kalkmıştı,
“Sana merhamet göstereceğimi falan mı sanıyorsun? Kendini ne zaman hazır hissedersen o zaman yaparız diyeceğimi mi? Kan görmek isteyecekler ve kan görmek istediklerinde de bir yerini kesmektense gerçekten bekaretimi patlatmayı tercih ederim... Hem merak etme! İlk başta acıyacak ama içine girip çıktıkça keyif alacaksın!”
Yanaklarım kıp kırmızı olmuştu, yutkundum ama kaçıncı kez yutkunduğumu sayamadım. Beni zayıf noktamdan vurmuş gibi hissettim, cahil olduğum bir noktadan vurulmuş gibiydim.
Etrafımda bir tur atıp tam arkamda durdu, omzuma düşen saçlarımı işaret parmağı ile geriye doğru alırken eli enseme hafif bir temas edince irkildim. Temas etmek istemiyordum ya da belki itiraf edemeyeceğim kadar çok istiyordum. Gözlerimi sıkıca kapatmak zorunda kaldım, oysaki bir saldırı altında falan değildim. Saçlarıma dokunan, teni tenime değen de müstakbel eşimdi...
“Hiçbir fikrin yok öyle değil mi sevişmekte hakkında?”
Cevap veremedim, benim çekingenliğim onu daha da mutlu etti. Beni toy, yetiştirebileceği ve istediği gibi şekillendirebileceği bir çamur gibi gördüğüne artık emindim. Bu onu keyiflendiriyordu...
“Seninle çok zevkli gecelerimiz olacak, tek yapman gereken söylediklerimi söylediğim gibi yapmak ve biraz da... arsız olman. Ben utangaç kızları sevmem. Yine de senin utangaçlığın beni belki memnun edebilir. İlk kez utangaç birinin kucağımda oturmasına izin vereceğim. Bundan öncekiler her zaman nasıl zıplamayı gerektiğini bilenlerdi!”
İç çekip, ellerini cebine koyarak önümden yürümeye başladı. Arkasından gitmek zorunda olmasam şimdi buradan kaçarak uzaklaşırdım ama nereye gidecektim ki?
Arkasından gitmeye başladım, otoparktan çıktıktan sonra yüzüme vuran güneş ışığı gözlerimi kamaştırdı. Resmen bir koyunun çobanın takip etmesi gibi onu takip ederek annemlerin yanına gittik.
“Sonunda be oğlum!” diyerek uzun süre beklediğini belli etti Müzeyyen Hanım, halinden gerçekten memnun görünüyordu. Birgül Yenge hala en sesindeki gerdanlığı çekiştiriyordu ama Müzeyyen Hanım son kez sertçe bakınca elini hemen çekiverdi. Karan durumu fark edince Birgül Yenge ile birbirlerine baktılar. Hemen Karan’a ne olduğunu açıkladı,
“Gerdanlık canımı çok acıttı ondan çekiştiriyorum sürekli. Anam da ona sinirlendi, bilirsin herkes bizi izlediği için...”
Son cümleyi epey alaycı ve iğneleyiciydi ama Müzeyyen Hanım’ın dik omuzları ve dik tuttuğu kuyruğundan olsa gerek bunu anlamamıştı.
“Çıkart gerdanlığı yenge!” diyerek net bir şekilde konuştu Karan. Ben dahil herkes şaşırmıştı, hele Müzeyyen Hanım’ın oğluna öyle keskin bir bakışı vardı ki o bakışı bana atsa belki de ortadan ikiye bölünmüş şekilde ömür boyu gezerdim. Birgül Yenge bir kayınvalidesine bir de Karan’a bakıyordu. Karan, yengesine yumuşak bir mimik ile gözlerini onaylarcasına kapatınca Birgül Yenge büyük bir mutluluk ile boynundaki gerdanlığı çıkarttı.
“Tövbeler olsun! Hiç görülmüş şey mıdır bu?! Hangi aşiretin gelini gerdanlığı olmadan gezer!”
“Bizim aşiretin gelinleri yapar ana! Uzatma!”
Müzeyyen Hanım tadı kaçtığından dolayı mıdır bilmem, bizim de tadımızı kaçırmak istercesine konuşmaya başladı.
“Mercan’a yeni gecelikler kıyafetler alınacak, bedenleri uyar mı uymaz mı bilemedim ablasıyla. Öyle emanet kıyafet gibi de durmasın hiçbir şey üzerine.”
“Nasıl istersen ana.”
Ablam...
Ablam için alınan kıyafetlerin benim üzerimde emanet gibi durmaması için çıkılacak bir alışveriş...
Benim ablam evlenmemek için intihar etti!
Bunu bağırmak istedim, Müzeyyen Hanım’ın yüzüne bunu vurmak istedim ama yapamadım. Elimden hiçbir şey gelmedi, yine de gözlerim hali hazırda dolmaya başlamıştı. Yüzümü diğer tarafa çevirip dolan yaşlarımın kaybolması için gözlerimi kırpıştırdım. Bunu anlamış gibi Karan bana seslendi,
“Mercan, sevdiğin ve sabit giyindiğin bir mağaza varsa oraya gidelim.”
“Yok.”
“Hiç mi yok?”
“Hiç yok!”
Beni sinir etmek için bizzat yaptığını bilsem de artık bana karşı olan tavrı beni bir tık taşacağım seviyede sinir ediyordu. Ona karşı sesimi çıkartamayacağımı bilmek de onu oldukça neşelendiriyordu. Sarkastik yapıda olan karakteri benim duygusallığım köklerimden zorluyordu.
“İnsan içinde kocana bağırmasana kızım!”
Annem, etimi çimdirmiş ve beni fısıldayarak uyarmıştı ama benim içimden geçen cevap belliydi, o benim henüz kocam değil! Yine de olacak... Sevmediğim bir adama ilk gecemi vereceğim. Üstelik beklentisi yüksek, arsız ve bunu kaçırmayacak kadar bu konuya sakınca yaklaşan biri... Korku içimi ele geçirdi hatta hayal dünyamı ele geçirdi... Donuk bir şekilde öylece beklerken Karan’ın dirseğiyle beni dürtmesi beni ancak kendime getirebildi,
“Sana diyorum!”
“Anlamadım...”
“Farkındayım da böyle bana her şeyi ikiletirsen çok üzülürsün bizim konakta haberin olsun.”
Yüzüne bakakaldım, annem dahil yutkunmuştu ama şu an burada abim olsa eminim büyük bir polemiğin ilk tohumlarını birlikte ekerlerdi,
“Hadi biz gidelim, annemle diğer kıyafetler için ararız gelirler.”
“Diğer kıyafetler?”
“Gecelik almaya gideceğiz, özelimi kimsenin görmesine gerek yok diye düşünüyorum.”
Yanaklarım yeniden kıpkırmızı olurken Karan beni tepki bile vermeme iziz vermeden bileğimden çekip götürdü. Arkasından yürürken, kimseye fark ettirmeden bileğimi avuç içinden kurtardım. Bana sertçe baktı ve elimi tuttu bu sefer, çekmeye çalışsam da buna izin vermedi,
“Debelenmeyi bıraksana!”
“Elimi bırakır mısın?”
“Hayır.”
“Bıraksana!”
“Kes sesini de normal yürümeye başla!”
“Elimi tutmanı istemiyorum!”
“Fikrini ya da isteğini sormadım, çok da umurumda değil.”
“Bırak o zaman!”
“Hayır.”
“Sanki birbirimizi çok seviyormuşum gibi mi yürüyeceğiz? Sanki ablam seninle evlenmemek için intihar etmemiş gibi! Sanki ben abimin hayatı kurtulsun diye seninle evlenmek zorunda kalmamışım gibi!”
Yürürken beni aniden ara bir sokağa soktu, tenhaydı. Çıkmaz sokağın ortasına kadar beni ilerletti ve çöp konteynırlarının tam önünde durduk, gözlerinden ateş püskürüyordu. Çenesi kasılmış, boynundaki damarlar öfke seviyesini belli edercesine belirivermişti,
“Bana bak kızım ne sana hayranım ne de ailene! Bu durumdan herhangi bir memnuniyetim yok ama çıkarım var çünkü ailemin bana birini durduk yere öldürtmesinden kurtulmuş olacağım. Ne diyorsam ve ne dersem onu yap ki sana o konağı da bu yaşadığın bloktan hayatı da daha zehir bir hale getirmeyeyim! Benim tahammülüm azdır, sabrım pek yoktur, hele kalp kırmakta o kadar iyiyimdir ki bunu yaşadığın an bir daha bana aynı gözle bakamazsın! Sinirlerim ile oyun oynayarak beni istemediğim konuşmalar yapmak zorunda bırakma!”
“Yapsana! Ne yapabilirsin ki bana? Ne yapabilirsin?!”
“Daha çok geçmedi üzerinden, seni bunca zaman sevdiğine dair kandırmış birinin elinden aldım. Seni yakın arkadaşın olduğuna dair kandırmış bir kızı sevgilin olacak yavşak ile basmadın mı? Bu aptallığının bir gururu olabilir mi? Onlara değil de bana mı dikleniyorsun?! Yemin ederim pişman ederim seni, benim olmayan sabrımı sınamaya kalkma!”
“Hayatımı daha ne kadar kötü etkileyebilirsin ki?”
“Bence sorgulama bile! Seninle evlenmekten vazgeçerim, abini gözümü bile kırpmadan vururum.”
“Sebepsiz bir yere insan vurmaktan kurtulacağından bahsederken şimdi de böyle mi tehdit ediyorsun?”
“Seninle uğraşmaktansa herkesin gözünde normal olan şeyi yerine getiririm ve bu konuyu buraya kapatırım. Beni zorlama! Şimdi elimi tutup yürüyeceksin, ben ne istersem onu alacaksın! Bu kadar! Anladın mı?!”
Elimi zorla tuttuktan sonra yeniden caddeye çıktık. İç çamaşırlarını satıldığı birkaç mağazanın önünden geçtik ama o beni daha butik bir mağazaya götürdü. Burada neden böyle bir mağaza olduğunu bile bilmiyordum!
“Burası iyi, gülümse ve içeriye girelim. İsteksiz gibi görünürsen gerçekten canını yakarım, beni rezil etmene asla izin vermem!”
İçeriye girerken kaşlarımı elimden geldiğince gevşettim, kendimi kimsesiz ve yalnız hissediyordum. Artık bu içimde tarifi olmayan bir boşluk oluşturmuştu ve bununla nasıl başa çıkmam gerektiğinden bir haberdim.
Mağazanın içine adım attığım an, içimdeki tüm utanç damarları tek tek çatladı sanki. Burası… nasıl desem… mahremiyetin en ince çizgide cisim bulmuş haliydi. Duvarlar, koyu ahşap panellerle kaplıydı; yerlerde işlemeli kilimler vardı. Mardin’in o eski taş yapılarının havasını taşıyan, ama içine Batı’dan bir parça cesaret serpiştirilmiş bir yerdi burası.
Karan’ın arkamdan bastırarak içeri soktuğu o ilk adımda, karşıma çıkan mankenin üzerinde incecik siyah dantel bir takım vardı. Göğüs uçlarını gizlemeyen, iç göstermeyi marifet sayan bir sütyen… ve altına, aynı dokuda zar zor bir şeyler örten bir tanga. Tam yanındaki mankende ise kırmızı saten, ip askılı bir gecelik vardı; incecikti, ipek gibi kayıyordu ve beli ortadan bağlayan bir kuşak dışında hiçbir şey yoktu. Dalgınlıkla gözümü indirip yere baktım, ama sanki her yer ayna gibiydi. Nereye baksam ya tüller, ya danteller, ya da tenin altını merak ettiren kumaşlar.
İçimde bir sıcaklık yayıldı ama bu sıcaklık ne utançtı ne de öfke… Daha çok bir utançla karışık merak. Nefesim hızlanmıştı fark etmeden. Yanımdan geçen tezgahtar kadın baştan ayağa siyah giyinmişti, ama ellerindeki katalog öylece açık duruyordu; kırmızı, siyah, şarap tonlarında fırfırlı, taşlı, incecik kumaşlarla süslenmiş onlarca iç çamaşırı… Düğün gecesini bekleyen değil de savaşa hazırlanan biri gibi hissettim kendimi. Bir kadının silahıymış gibi görünen o danteller, bu kadar mı cüretkâr olurdu?
“Elini bırakmam demiştim,” dedi Karan, avucumu sıktığında içimdeki o yabancı kıpırtı yerini yine öfkeye bıraktı. Ama yine de ses etmedim. Kırmızı bir takıma gözüm takıldı — dantel sutyenin ortasında küçük bir kurdele vardı, tangası ise neredeyse bir ip kadar inceydi. Her yerim kızardı sanki. Yutkundum.
“Bunu istiyorum,” dedi Karan o takımı göstererek. Satıcı kadın hemen başıyla onayladı. Ben hâlâ konuşamıyordum. Bu yer… bu kumaşlar… bedenime değil, sanki zihnime dokunuyordu.
İçimden “Ben, ben bunu giymem ki…” demek geçti. Ama bir yandan da… merak ediyordum. O kıyafetle kendime aynada bakmayı, kim olduğumu anlamaya çalışmayı… Belki biraz da, o gece ne olacağını anlamayı. Kadın imalı bakışları ile Karan’la flört ederken birbirlerine gülümsediklerini fark ettim, kadın sordu,
“Denemek isterseniz deneme kabinlerimiz var.”
“Elbette ister!”
Benim yerime karar veriyor ve benim yerime konuşuyordu. Başımla onayladım, kadın önden kabinler doğru giderken Karan’a öfkeyle baktım ama onda yine o alaycı gülümseme vardı,
“Hangisine öfkelendin? Geceliğe mi yoksa kadınla flörtleşiyor olmama mı? Sana senden gizlice seni aldatmam demiştim değil mi? Bak her şey tüm dürüstlük ile gözlerinin önünde oluyor!”
“Bana seni rezil etmememi söylemiştin ama şimdi sen kendini rezil ediyorsun!”
“Konu yatak olunca ve kadın da güzel fizikli olunca pek bir arsızlaşıyorum! Git de dene şunu göreceğim!”
Kadının önünde beklediği yere gittim, kapıyı açtı ve küçük bir odanın içerisine bizimle birlikte girdi, giyinme ölmesini ayıran tek şey bordo renkli kadife bir perdeydi.
Kabin perdesini çeker çekmez soluğu aynanın karşısında aldım. Avuçlarım terlemişti, parmak uçlarım hafif titriyordu. Ellerimde tuttuğum gecelik neredeyse hiçbir ağırlık taşımıyordu, tül gibi… hayır, tülün daha da hafifi… bir buğu gibiydi. Üzerine siyah danteller işlenmiş, ön ortasındaki kurdele geceyi mühürler gibiydi. Kendimi soyarken nefes alışım hızlandı. Kabinin içinde, loş sarı ışık altında bedenime dokunan her kumaş, tenime bir sır fısıldıyor gibiydi.
Geceliği üzerime geçirdiğimde… ne diyeceğimi bilemedim.
Göğüs kısmı neredeyse şeffaftı, ama yine de dantelin gölge oyunları göz alıcıydı. Ortasındaki siyah saten kurdele tam göğsümün altında bağlanıyordu ve o incecik ip askılar, omzumda sadece varlıklarını belli etmek için vardı sanki. Gecelik, iki yana açılan yırtmaçlarıyla bacaklarımı olduğu gibi sergiliyordu. Altına giydiğim o narin tanga, sanki varla yok arasındaydı… Aynaya baktığımda kendime inanamadım. Bu ben değildim. Ya da belki… içimde bir yerlerde saklı duran, varlığından bile habersiz olduğum bendim.
Yutkundum.
Perdeyi bir parça aralayıp başımı çıkardım. Kadın hâlâ oradaydı, ama Karan gözlerini kabine kilitlemişti çoktan. Sanki sabırsızca bekliyordu. Kadı bizi oda gibi olan kabinin içinde yalnız bırakıp da kapıyı kapattığı anda ikimiz baş başa kaldık,
“Göreceğim!”
Dediğini yapıp kabinin perdesini tamamen açtım.
İşte o anda…
Göz bebekleri hafif büyüdü. Dudaklarının kenarı istemsizce gerildi, ama o her zamanki gibi çabucak toparlandı. Kaşlarını çatmaya çalıştı, ama gözleri ihanet etti yüzüne. Yüz kasları onu saklamaya çalışsa da… gözleri beni baştan sona yaktı. O saniyede utancım tavan yaptı, ama bir parça zafer de hissettim. Sanki bir anlığına da olsa, onun oyununa karşı kendi silahımı kuşanmış gibiydim. “Kendine gel Karan,” dedi içinden, neredeyse dudakları kıpırdadı ama sesi çıkmadı.
Ona doğru baktım, başımı hafif yana eğdim. O ise yüzünü hemen başka yöne çevirdi. Fakat geç kalmıştı… ben görmüştüm. Gözlerinde o parıltıyı, dudağının köşesindeki sinsi kıvrımı, bakışlarının üzerimde kayıp gittiği o ani yolculuğu…
“Giyin,” dedi kısa ve sert bir sesle. “Alıyoruz.”
Ses tonunda bir keskinlik vardı ama içinde kıpırdayan bir şeyi bastırmaya çalıştığı çok açıktı. Ben de sustum. Perdeyi kapatırken aynaya tekrar baktım, hâlâ üzerimdeydi o siyah gecelik… ve bu kez, aynadaki kız bana daha tanıdık geliyordu.
Giyinmeye çalışırken üzerimdekileri çıkarttığım da kabinin perdesi aniden açıldı, açıkta kalan göğüslerimi kollarımla sararak kapatmaya çalıştım, Karan’ın aynaya yansıyan yansıması ise beni büyük bir iştahla yeniden süzüyordu.
“Dediğini yaptım, rahat bırak beni! Giyineceğim!”
“Giyinik olmaya çok alışma derim, çıplakken sana daha iyi davranabilirim...”
Perdeyi yeniden kapattığında tuttuğum nefesimi geri verdim. Sadece iki gün sonra ilk gecemi yaşayacaktım ve bu adam bana pek anlayış gösterecek gibi durmuyordu...