“Adı Konmayan Kader”
Bölüm 1
Çocukluğum çiftliğin taş duvarları arasında sıkışıp kalmıştı. Burası sanki hep toz ve kan kokardı ve bugün de farklı değildi.
At kişnemeleriyle açtım gözlerimi. Henüz sabah olmamıştı ama avludan gelen sesler evin içine kadar yayılmıştı. Yorganın altına daha sıkı gömüldüm ama sesleri merak etmiştim. Sabahın bu saatinde böyle aceleyle çiftliğe kim gelirdi ki?
Babamın öfkeli sesini duyduğumda kaşlarımı çatıp yataktan çıktım. Deli gibi bağırıyordu birisine.
"Lan biz şimdi ne yapacağız ha!"
Ardından amcamın sesini duydum.
"Öldürecekler sizi oğlum. Sana bu iş olmaz demedim mi! Unut bu kızı demedim ki!"
Hemen üzerime şalımı alırken duyduklarımla gözlerim kocaman açıldı. Murat abiye mi diyordu o? Murat abinin de can çekişir gibi çıkan sesini duyunca kötü bir şeyler olduğunu anladım. Odamın kapısına aceleyle yürürken dışarı çıkmaya niyetlenmiştim ama kapı benden önce sertçe açıldı.
Kapının eşiğinde Melike duruyordu. Çiftlikte çalışan Nazmiye teyzenin kızıydı. Benimle yaşıttı. Çocukluğumdan beri birlikte büyümüştük. Bu çiftlikte tutunmamı sağlayan tek kişi Melike'ydi. Şu an karşımda yüzü bembeyaz bana bakıyordu
"Tutkun ortalık karıştı!" dedi. Kapıyı aralık bıraktığı için aşağıdan sesleri duyuyorduk. Birlikte dinlemeye başladık.
Murat abi, amcam ve babam hâlâ bağırışıyordu. Bir de tanımadığım bir kız sesi ağlıyordu. Melike'yle birbirimize bakarak birlikte odadan çıktık. Merdivenlerin başında durup aşağıyı gizlice izlemeye başladık.
"O ağlayan Murat abinin sevdalığı Sahra abla mı?" Dedim korkuyla. Hayır, Murat abi bunu yapmamış olsun!
"Kaçırmış sonunda Sahra ablayı. Şimdi ne olacak?" Bu konakta Melike dışında beni adam yerine koyan tek kişi Murat abiydi. Ya ona bir şey yaparlarsa? Sahra'nın ailesi şehrin en büyük aşiretlerinden biriydi.
Aşağıda yengemin sesini duyunca ona döndü bakışlarım. Yengem hüngür hüngür ağlarken kızı Şilan sessizce olan biteni izliyordu. Murat abim babasına bağırarak "ne olacaksa olsun" Diyordu. Bir yandan da Sahra ablanın elini sıkı sıkıya tutuyordu.
“Gerekirse öldürsünler, umurumda değil! Sevdiğime sonunda kavuştum, ölüm vız gelir!”
Murat abi yıllardır Sahra ablayı seviyordu. Çiftlik evinden hiç çıkamadığım için onu hiç görmemiştim ama Murat abi bana bir kere telefonunda resmini göstermişti. Güzel gülüşlü bir kızdı. Siyah saçlarını fotoğrafta örüp tek yana atmıştı. Hayran hayran bakmıştım resmine ilk gördüğümde. Sahra abla da Murat abimi severmiş. Ama kaçırmak… Bu başka bir şeydi.
Melike kolumu dürtüp gözlerimin içine bakınca kafamı ona çevirdim. "Sahra ablanın ailesi birazdan konağı basabilir. Kızı alıp buraya getirmiş. Yandık biz yandık."
Melike konuşurken ellerini dizine vurmuştu. Ben de onun bu telaşıyla iyice panik oldum çünkü bu işin sonunda kan dökülebilirdi. Murat abimi öldürmezlerdi değil mi?
"Aptal!" Diye haykırdı yengem kenardan. Kafasını kaldırıp oğluna bakarken bu evde yine hayalet gibi en uzaktan olanları izledim. Murat abiye içim acısa da sevdiğini almasına sevinmiştim. Belki bir çaresi bulunurdu. Babam Sahra ablanın ailesiyle görüşüp konuşurdu.
"Berdel isterlerse ne olacak? Sen kardeşini nasıl böyle bir durumun içine sokarsın ha! Sahra'nın abilerinden ikisi zaten evli. En küçük abisi evlenmeye razı olacak mı? Şilan'ı bu yüzden diğer kardeşlerden biri kuma alırsa ya?"
Berdel olursa Murat abinin kardeşi Şilan evlenmek zorunda kalırdı. Yengemin dediği gibi kuma olarak almazlardı değil mi? Şilan bile olsa onun için üzülürdüm. Her ne kadar bana çiftliği yıllardır dar etse de, kimse böyle bir kadere mahkum olmayı hak etmezdi.
Sahra abla da durmadan ağlıyordu. Belli ki pişman olmuştu ama hala Murat abinin elini de bırakmıyordu. Sahra ablanın abilerini hiç görmemiştim ama isimlerini çok duymuştum. Mardin'de çok meşhurlardı. İki abisi de eşlerine çok düşkün diye konuşuluyordu. En küçük abisi ise şehrin gözde bekarlarındandı. Biraz da sosyetik biriydi. Şilan'ın arkadaşı olan kızlar çiftlik evine geldiğinde en küçüğü Serkan hakkında iç çeke çeke konuştuklarını çok duymuştum ama ben hiç görmemiştim.
Babam evden çıkmama asla izin vermezdi. Liseyi bile açıktan zor bitirmiştim. Şimdi de açıktan üniversite okumaya çalışıyordum. 20 yaşına gelsem de okula başlamak istiyordum. Annem öldüğünden beri babam beni bir kere bile sevmemiş, arkamda hiç durmamıştı. Şermin yengem ve amcam kızı Şilan'a en iyi kıyafetleri alıp her istediğini yaparlarken ben ağzımı açıp bir kere babama nazlanamamıştım. Annemin ölümünden sonra babam beni hepten yok saymıştı.
Yengemin sözlerinden sonra mideme bir ağrı saplandı. Şilan'la da hiç anlaşamazdık. Murat abimin öz kardeşi olmasına rağmen ondan çok farklıydı. Sürekli bana laf sokar, küçümserdi. Ama o bile… O bile böyle bir evliliği hak etmezdi. Serkan'ın evlenmeyeceğini ben bile biliyordum hele ki berdel olarak. Berdel kararı çıkarsa Şilan büyük ihtimalle diğer abilerden birine kuma olarak giderdi.
"Hiii, Tutkun duydun mu?" Diye fısıldadı Melike. Konağın çalışanının kızı olmasına rağmen o benden çok daha rahattı bu evde. Kaç defa Şilan bana iftira attığında dayak yememi engellediğini sayamamıştım bile. Şilan bana ne zaman bulaşsa Melike ona bir şeyler fısıldayıp tehdit edip bana kötülük etmesini engelliyordu. Şilan dursa yengem başlıyordu gerçi. Benimle dertleri ne hâlâ anlamış değildim.
"Babam izin vermez," dedim sessizce Melike'ye. Babam kendi öz kızı olan beni ne kadar göz ardı ediyorsa yeğeni Şilan'ı da o kadar el üstünde tutuyordu. Çarşıya gittiği zaman Şilan'a hediye ve çikolata alırdı. Bana dönüp bakmazdı bile. Bazen benden neden bu kadar nefret ettiğini sorgulardım ama bir cevap alamazdım.
"Bilmiyorum Tutkun… Ama baban çok öfkeli. Murat abiyi ve Şilan'ı korumak için ne gerekiyorsa yapar."
Bir an dönüp Melike'ye baktım. O zaten düşünceli ve üzgün gözlerle bana bakıyordu. Aşağısı hâlâ karışıktı ama Melike'nin imasından sonra sesleri artık duymuyordum. Murat abi kız kaçırınca berdel kararı çıkarsa Şilan yerine beni kuma veremezlerdi. Babam bu kadarını da bana yapmazdı!
Ama yaptı....
Birkaç saat sonra çiftlik evinin önünde fren sesi değil öfkenin ayak sesleri duyuldu. Bahçenin kapısı açıldığında toprak neredeyse titredi. Gündoğdu aşiretinin ağası yanında silahlı birkaç adamla birlikte içeri girdi. Gözleri kan çanağı gibiydi. Eli silahındaydı. Namlunun ucunu Murat abimin alnına doğrultmuştu.
Bahçe bir anda cehenneme döndü. Herkes bağırıyordu. "Öldüreceğim!", "Geberteceğim!", "Namussuz!" diye yankılanıyordu sesler. Araya girenler, susturmaya çalışanlar, ağlayanlar… Her şey karmakarışıktı. Ama o an, kalabalığın içinden yaşlı bir adam öne çıktı.
“Berdel olsun, ağam” dedi. Sesi öyle ağır ve sakindi ki bir an herkes sustu. “Kan dökülmesin. Yeni bir kan davası başlamasın topraklarımızda.”
Bu sözler buz gibi havada yankılandı. Bir anda her şey durdu. Ağanın gözleri babama döndü. Silah hâlâ Murat abime doğrultuluydu ama konuştuğu kişi babamdı. Bizim çiftliğin büyüğü… Söz sahibi… Karar verici olan babam.
Babam başını sallayarak onayladı.
“Akşam kızınızı istemeye geleceğiz,” dedi Gündoğdu ağası. O an yengem bir çığlık atıp yere yığıldı. Ayakta duracak gücü kalmamıştı belli ki. Şilan ise donmuş gibiydi. Ne bir adım attı, ne bir söz söyledi. Sadece karşısına boşluğa bakıyordu.
Ağa devam etti.
“İki oğlum da evli. Hangisi kabul ederse, onunla berdel olacak.”
Serkan’ın adını anmadı bile. Zaten biliyordu, Serkan’ın böyle bir şeyi asla kabul etmeyeceğini. Belki de ona hiç sormayacaktı bile. Tanımadığım halde ben bile razı olmayacağını biliyordum. Magazinlerde hep manken gibi kızlarla resimleri dolaşıyordu. Sürekli İstanbul'da yaşıyordu zaten. Arada bir Mardin'e gelip buradaki kızlara günlerce konuşulacak malzeme verirdi.
O anda Şilan’ın gözleri doldu. Önce sessizce süzüldü yaşlar, sonra annesinin hıçkırıkları gibi bağırarak ağlamaya başladı. Ne yalan söyleyeyim günahım kadar sevmezdim Şilan'ı ama benim bile içim cız etmişti.
Melike saklandığımız boş odanın kapısını kapatıp bana döndüğünde gözlerinde korkuyu gördüm.
“Şimdi beni iyi dinle, Tutkun” dedi fısıldayarak. Sesi normalde alıştığım o sakin tonundan çok uzaktı.
“Şermin Hanım ve Şilan bu evlilikten kurtulmak için her şeyi yaparlar. Gündoğdu ağası hangi kızı istediğini söylemedi. Akşam geldiklerinde sakın ortaya çıkma. Her zaman yaptığın gibi... yine hayalet ol.”
İçimde bir şey büzüldü. Korku soğuk bir su gibi dizlerimden yukarı doğru yayılmaya başladı.
“İyi de... niye ki?” dedim. Sesim bana ait değilmiş gibi titrek ve uzak geldi kulağıma.
Melike omuzlarımdan tuttu, yavaşça sandalyeye oturttu beni. Her zaman yaşıt olmamıza rağmen bana ablalık eden oydu. Geceleri üstümü örten, saçımı tarayan, kabuslarımda yanı başımda uyanık kalan… Şimdi o yüz tanımadığım kadar endişeliydi. Dudaklarının kenarı seğiriyor, gözleri kaçacak bir yol arar gibiydi ama eli sıkıca kolumdaydı.
“Sen çok iyi niyetli ve çok temizsin, Tutkun” dedi. Sanki bu bir iltifat değil de bir suçmuş gibi söyledi. “Evli abilerinden biriyle berdel olacakmış. Şilan ve Şermin Hanım, bu işten sıyrılmak için seni ortaya atmaktan çekinmezler. Senin sessizliğine, uyumuna, itirazsızlığına güvenirler.”
Başımı hızla iki yana salladım. “Ama… ama ben Murat abinin öz kız kardeşi değilim ki, Melike. Ben onun kuzeniyim. Beni berdel veremezler. Kimse veremez!”
Melike kolumu mıncırıp ters ters bana baktı.
“Gerçeğin ne olduğu değil, onların işine neyin yaradığı önemli şu an” dedi. “Sen yine de akşam odandan çıkma."
Bir şey söyleyemedim. Kelimelerim boğazıma dizildi. Sanki biri içeriden yumrukluyordu göğsümü ama dışarıdan tek bir ses bile çıkmıyordu.
"Boşuna korkutma beni, deli."
***
Akşama kadar evin içinde ağıtlar yankılandı. Şilan için hazırlanmış çeyiz sandıkları bir bir çıkarıldı. Ben de bu evin kızıydım ama hiçbir zaman ait hissedemedim. Sanki ben duvarların içinde unutulmuş bir gölgeydim. Annemin benim için işlediği oyalı mendilden başka hiçbir şeyim olmadı bu hayatta. Ne bir çeyizim vardı ne de bana ait bir köşe. Kıyafetlerimin çoğu bile Şilan'ın eskileriydi.
Üstelik ağa kızıydım ama ne gözümde taç ne başımda gurur taşıyabildim. Annem öldüğünde daha küçücüktüm. Onun hastalıklı nefeslerini hatırlayacak kadar büyük ama yokluğunu kaldıracak kadar güçlü değildim. Ölümünden sonra bu duvarlar mezar oldu bana da. Yengem beni kendi çocuklarının ayaklarının altına paspas ederken hiç tereddüt etmedi. Bir bakışıyla kim olduğumu, neye dönüşmem gerektiğini hatırlatıyordu. Babamsa… o beni zaten hiç görmedi. Sanki annemin ölümünü hatırlatan bir hataydım ben. Her şeyin sessiz sebebi, her suçun isimsiz taşıyıcısı.
Bir gün bile saçımı okşamadı. Bir kez olsun gözümün içine bakmadı. Belki de ben onun gözlerinde hiçbir zaman var olmadım.
Ağlama seslerini bozan motor sesleri oldu. Gece çökmüştü. Arabalar birer birer avluya girdiğinde Melike'nin sözünü dinlemiş ve odamdan çıkmamıştım. Zaten o telaşe içinde herkes beni unutmuş gibiydi. Pencerenin kenarına yaklaşıp perdeyi hafifçe araladım. Gelenleri izledim usulca.
İlk arabadan iki kadın ve Gündoğdu aşiretinin ağası indi. Kadınlardan birinin hanımağa olduğu duruşuyla bile belliydi. Arkasından gelen araçtan iki genç adam çıktı. Biri yalnızdı ama diğerinin yanında kucağında bebeği olan bir kadın vardı. Son arabadan ise genç bir adam indi, tek başına. Kafası eğikti ama bedeninden süzülen hüzün neredeyse pencereye kadar ulaşıyordu. Uzun boyluydu, zayıf ama dimdik yürüyordu. Yüzü akşamın karanlığında bile keskin çizgileriyle belleğime kazındı. Serkan... o olmalıydı.
Bahçenin taş zemininde ayak sesleri yankılandı. Merak korkumun önüne geçti. Odamdan çıktım. Sessizce merdivenlerin tepesinde yan kısma saklandım. Nefes almadan aşağıyı dinlemeye başladım. Gündoğdu ailesi salondan içeri girdiğinde gizlice izlemeye devam ettim. Bütün nefesler tutulmuş gibiydi. Sessizlik bir çığlık kadar keskin, bakışlar bir hançer kadar öldürücüydü.
Yengem artık ağlamıyordu. Gözyaşları yerini donuk bir bekleyişe bırakmıştı. Şilan ortalıkta yoktu. Misafirler siyahlar içindeydi. Erkeklerin yüzü buz gibi, kadınların gözleri kıpkırmızıydı. Yas getirmişlerdi yanlarında. Ölümün soğukluğu adeta kapıdan içeri adım adım girmişti. Ve ben merdivenin gölgesinde küçücük bir çocuk gibi titrerken hayatımın en uzun gecesinin başlamasına tanıklık ettim.
Kahveler yapıldı. Telvesi karaya çalan fincanlar tepsiyle içeri taşındığında odadaki hava zaten kararmıştı. Birkaç laf edildi, boşlukları nezaketle dolduran kelimelerle. Ama gerçek mesele ortada asılı duruyordu.
"Sadece dini nikah," dedi karşı taraf. Sanki bu kelimeleri daha önce yüzlerce kez tekrar etmişlerdi. Şilan ortalıkta hala yoktu, büyük ihtimalle mutfağa kaçmıştı. Ben de hâlâ merdivenlerin gölgesindeydim.
Babam başını ağır ağır salladı. "Nikah hemen bu akşam olsun," dedi. Sonra başını kaldırıp odadaki evli adamlara göz gezdirdi. Ardından bakışları amcama takıldığında amcamın dişlerini sıktığını fark ettim.
"Kaç tane kız var bu konakta?" diye sordu Gündoğdu hanımağası. Dimdik oturuyordu. Sadece oturuşuyla bile odadaki herkesi hizaya sokuyordu. Gözleri donuk ve sarsılmazdı.
"İki kızımız var" dedi babam, gözlerini kaçırarak. Kalbimde korku tohumları oluşmaya başlamıştı bu lafla.
Kadın yavaşça başını salladı, sonra sesini yükseltmeden ama tok bir tonla konuştu.
"Kızlar edep bilmez mi? Gelip de misafire ‘hoş geldiniz’ demediler."
Yengem boynunu eğdi. Onu ilk kez böyle görüyordum; yenik, suskun, zayıf. Demek ki gücünü yettirdiğine zalim oluyordu.
"Lüzum yok hanım," dedi Gündoğdu ağası. "Belli ki adap bilmeyen bir aile. Yoksa kızımızı neden kaçırsınlar?"
Hanımağa, yengeme bakmaya devam etti. Gözleriyle kazıdı sanki onu yerin dibine. Erkekler sessizdi, sadece oturuyorlardı. Oğullarından biri yanında oturan karısına sımsıkı sarılmıştı. Kucağında kundaktaki bebekleri vardı, sanki o bebek ve karısı dışında hiçbir şey yoktu dünyasında. Diğer elini karısının avucuna kenetlemişti. Sessiz bir koruma yemini gibiydi. Diğer abinin karısı ise yoktu. Neden gelmemişti? Belli ki evliliği kabul eden oğul oydu.
"Evdeki kızların anaları kim?" dedi hanımağa yeniden. Yengemin ellerini yumruk yaptığını gördüm uzaktan. Yutkundu ama susmaya devam etti.
Amcam atıldı hemen.
"Biri bizim kızımız Şilan, hanımağam. Diğeri abimin kızı Tutkun."
Nefesim göğsümde düğümlendi. Adımı bu odada duymak... öylece, sakince... Yutkunamadım. Sanki boğazıma taş oturdu.
Beni neden ortaya atıyorlardı? Ne günahım vardı benim? Sesim bile çıkmazdı bu evde. Amcamlar berdele benim olmam için diretmezlerdi değil mi? Ne olur Melike ilk defa yanılsın!
"Yaptığınız rezillik yüzünden oğlum Sertaç'ın karısı intihar etti." Diye bas bas bağırdı hanımağa. "Gelinim şu an hastanede. Diğer gelinimse yeni doğum yaptı."
Hanımağa başını yana çevirdi, Serkan’a baktı. O an Şermin yengenin gözleri büyüdü. O ağır, hüzünlü ifade yerini uyanık bir dehaya bıraktı.
"Allah’ın emri, Peygamber’in kavliyle…"
Gündoğdu ağası söze girerken odadaki hava değişti. Karısı—hanımağa—ona kısa bir bakış attı. Aralarında sessiz bir anlaşma geçmiş gibiydi.
"Halit Ağa'nın kızı Tutkun'u, oğlum Serkan’a istiyoruz."
O an dünyam durdu...
Sanki odadaki herkes birer heykele dönüştü. Nefesler tutuldu, saat tıkırtısı bile yankılandı kulaklarımda. Ben mi?
Merdivenlerin tepesinde gövdesini taşıyamayan bir dal gibi titriyordum. Ayaklarım pelteye dönmüştü. Sadece kalbimin attığını hissediyordum. Hızlı, dengesiz, korkmuş...
Şermin yengenin tiz sesi beni çekip çıkardı düşüncelerimden.
"Murat benim oğlumdur, ağam! Bu berdelin muhattapı benim kızım olmalı!"
Sabahtan beri kızı evli ağaya gidecek diye ağlayan yengem, Serkan'ın adını duyunca bir anda ortaya atılmıştı. Babam da benim gibi şok olmuş olmalı ki ağzını açıp itiraz edemiyordu hâlâ. Her an hayır diyecekti biliyorum. Hayır... HAYIR demeliydi. Benim kızım ne alaka demeliydi! Ama ağzını açmadı. Yalnızca yutkundu. Sanki dili tutulmuştu!
"Bir yanlışlık yok, Şermin" dedi hanımağa yüzünü buruşturarak. "Senin kızını alacağıma Esma’nın kızını alırım daha iyi. En azından anası yok."
Bakışlarım anında Serkan denen adama kaydı. Gözleri boş boş yere bakıyordu. Burada olmaktan hiç memnun olmadığı belliydi. Tıpkı ailesi gibi. Yanında oturan abisi kucağındaki bebeğinin sırtını okşarken yanındaki eşinin gözlerinin ağlamaktan şiştiğini görebiliyordum.
O an babam ayağa kalktı. Kalbim delice atarken onun hala itiraz etmesini bekliyordum. “Benim kızım olmaz,” demesini… “Annesi yok diye kolay lokma sanmayın,” demesini…
Ama yine demedi.
Sadece başını çevirdi ve merdivenlere baktı. Göz göze geldik. Ve o an anladım. Gözlerinde hiçbir merhamet yoktu. Sadece yükünden kurtulmuş bir adamın rahatlığı vardı.
"Tutkun, buraya gel hemen!"
İçimde bir şey koptu. O ses, o ton... Babamdan çok bir celladın sesi gibiydi. Sanki beni çağırmıyor, idama gönderiyordu.
Ayaklarım istemsizce hareket etti. Herkes ayaklanmış bana dönmüştü. Başımı eğdim. Başörtümü alnıma kadar çekip yüzümü kapattım. Gözyaşlarım içeriden akmaya başladı. Melike'nin mutfak kapısından çıkıp ağlamaya başladığını sesinden anladım. Annesi onu susturmaya çalışırken Şilan da ortaya çıkmıştı. Kafamı hafifçe kaldırıp onunla göz göze geldim. Kuzenim bana öldürülmesi gereken bir böcekmişim gibi bakıyordu.
Korku, panik, öfke, çaresizlik... Hepsi iç içe geçerken babamın yanına yürümeye devam ettim. Bir kurbanlık gibi öylece yanına gelip durdum. Bu zamana kadar sesimi çıkarıp neye itiraz edebilmiştim de buna edecektim? Sessiz, tepkisiz ama içimde yanan bir yangınla. Ve biliyordum… bu yangın bir gün ya beni küle çevirecekti ya da hepsini.