"Konakta Bir Hiç"

2411 Words
Salona indiğimde tüm bakışları üzerimde hissediyordum. Başım hâlâ eğik, gözlerim yaşlarla dolmuştu ama akıtmıyordum. Başımdaki şalım yüzümü örterken babam beni Gündoğdu ağasına doğru hafifçe ittirdi. İttirişiyle onlara doğru yönelip ellerini öpmek için uzandım. Gündoğdu ağası elini verdikten sonra hanımağanın da elini öptüm. Hanım ağa kafasını eğip yüzüme kısa bir bakış atmıştı. Ardından gözlerini babama çevirmişti. "Verdim gitti" dedi babam. O iki kelimeyle yıkıldım. İçimden bir şeyler sökülüp alınmış gibi hissettim. Daha kaç kere parçalanacaktım, daha kaç kere aynı acıyı baştan yaşayacaktım, bilmiyordum. Tek bildiğim artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağıydı. Salonda herkes fısıldaşarak bekliyordu. Benim başımı eğik küçük bir kuş gibi sessiz duruyordum. Babası tarafından böyle gözden çıkarılan hangi kızın başı eğik olmazdı ki zaten? Şalımın altından sadece ayaklarımı görebiliyordum. Başımı kaldırmaya kalksam gözyaşlarımın ipini koparacağını, kendimi tutamayacağımı çok iyi biliyordum. Zaten yıllardır bu evde hep fazlalık değil miydim ben? Belki de böylesi benim için daha hayırlı olurdu. Babamın umursamazlıklarından da amcamın görmezden gelmelerinden de yengemin eziyetlerinden de Şilan'ın hakaretleri ve küçük görmelerinden de belki kurtulurdum. Belki de evleneceğim adam bana iyi davranırdı. O konağa böyle kötü bir olayla gelin olsam da belki bana yuva olurdu!... O sırada Hanımağa'nın sesi sert bir kırbaç gibi havayı yardı. "İmam nerede kaldı?" Bir anlık sessizlik oldu. Salonda herkesin nefesini tuttuğunu hissettim. Ya da sadece ben tutuyordum. Kımıldamadım bile. Ellerimi eteğimin arasına sıkıştırmış kendimi taş gibi sabitlemiştim. Beş saniye geçti, on saniye... Sonunda Gündoğdu Ağası'nın sesi geldi. "Beş dakikaya buradaymış." Yeniden sessizlik. Zaman çamura batmış gibi ilerliyordu. Herkesin kafasında başka başka hesaplar dönerken, ben sadece kendi içimde fırtınalar koparıyordum. Sonra babamın kardeşi, amcam, ağır adımlarla ortaya çıktı. Sesi alttan alta bir kıvılcım taşıyordu. "Biz Tutkun'u kuma olacak diye biliyorduk." Hanımağanın sesi buz gibiydi. "Büyük gelinim hastanelik oldu diyorum size! Nasıl kuma alırdık? Diğer gelinim de yeni doğum yapmış... Yazık değil mi benim gelinlerime?" İçimde sadece kırık bir sükût vardı. Suskunlukla dolu bir ağıt... Tam o sırada kulağıma bir fısıltı geldi. Neredeyse duyulmayacak kadar kısık bir sesti ama ben duydum. Hem de ciğerimin en derin köşesiyle duydum. "Bana yazık değil mi peki anne? Allah'ın cahilini bana karı diye veriyorsunuz?" Serkan'ın sesi... Evlenmek zorunda olduğum adamın... İçimde bir yer paramparça oldu. Az önce belki bir yuvam olur diye beslediğim umudum acı bir duman gibi dağılıp kayboldu. Başımı daha da eğmeye çalıştım ama olmadı. O söz içimde biriken bütün umudu delip geçti. İlk gözyaşım ağır ağır yanağımdan süzülüp şalımın ucuna düştü. Sanki içimdeki utancın bir damlasıydı. Sanki istemediğim bir yük, alnıma kazınmış bir damga gibi akıp gitti. İşte o anda anladım. Beni burada da orada da kimse istemiyordu. Benim ne hissettiğim, ne düşündüğüm... kimsenin umurunda değildi. Hanımağa oğluna cevap vermedi. Sadece sessizliğin içine gömüldü. Kapı ağır bir gıcırtıyla açıldı. İmam gelmişti. Ayak seslerini duydum. Salonda bir hareketlilik oldu. Herkes biraz toparlandı. Şalımın altından sadece ayak bileklerini, kenarda kıpırdayan elleri görebiliyordum. Serkan daha yüzümü bile görmeden benimle evlenmek zorunda kalmıştı. Ona hak vermeye çalışıyordum hâlâ içten içe ama ya ben ne olacaktım? Daha beni hiç görmeden, tanımadan 'Allah'ın cahili' diye sıfatı yapıştırmıştı. İmam geldiğinde selam verdi herkese. Kalabalık cılız bir "aleyküm selam" mırıldandı. Ben hâlâ yerimde kıpıldamadan duruyordum. Sanki buraya kök salmıştım. Duyduğum tek ses Melike'nin iç çekişleri ve hıçkırıklarıydı. O benim yerime de ağlıyordu. Gündoğdu Ağası öne çıktı. Babam yanına geçti. Beni Serkan’ın karşısına getirdiler. Bir kukla gibiydim. Kendi hayatımda bir izleyiciydim. Ben böyle biri değildim ama beni bu hale babam getirmişti. Kafamı kaldırmadım. İnsanlarla göz göze gelmeyi reddettim. İmam ayetler okudu. Kelimeler kafamın üstünden geçip gitti. Sanki ben bu odada bile değildim. Sanki bedenim buradaydı ama ruhum çoktan kaçmıştı. İmam hafif bir öksürükle sesini temizledi, ardından yumuşak ama yorgun bir sesle sordu. "Kim kızı velayeten veriyor?" Babam bir adım öne çıktı. "Ben veriyorum" dedi. "Babasıyım." Hah, baba mı? Yakasına yapışmamak için yumruklarımı sıktım. İçimden sinirden gülüyordum artık. Evladına değil bir insan evcil hayvanına bile böyle kıyamazdı. Babam olacak adam imama isimlerimizi söyledi. "Tutkun kızım, Serkan oğlumuzu eş olarak kabul ettin mi?" Sesim öyle kısık çıktı ki, ben bile zor duydum. "Ettim." Üç kere tekrarlattı. Aynı soruyu Serkan' a da sorduğunda derin bir sessizlik yayıldı. Birkaç saniye sonra Serkan dişlerinin arasından zorla konuştu. "Ettim." O da üç kere ettim dedi sert bir sesle. Her kelime sanki kalbime çivi gibi çakılıyordu. Ses tonu da küfür eder gibiydi. Sonra imam dua okumaya başladı. Gözlerim şalımın altında bulanıklaştı. Sadece dua sesi ve arada Serkan’ın iç çekişleri, oflamaları kulağıma çarpıyordu. İmam nikâhı kıydıktan sonra şahitlerin adını aldı. Onlar da "şahitlik ettim" dediler. Kimler şahitti kulak kesilmedim bile artık. Her dua cümlesinde Serkan’ın bana sessizce fırlattığı öfkeyi bedenimde hissettim. Bakmasam bile hissediyordum. Başımı kaldırmadığım hâlde onun bakışlarının ne kadar nefret dolu olduğunu görebiliyordum. İmam dua etmeyi bitirir bitirmez bana seslendi. "Mehir olarak ne talep ediyorsun kızım?" Başımı kaldıracak, ağzımı açacak halim yoktu artık. Zaten izin de vermediler. Babam öne atlayıp hiçbir tereddüt göstermeden söze girdi. "Bir ev" Salonda derin bir sessizlik oldu. Serkan'ın alayla hıhladığını duydum. Gündoğdu ağa "kabul ettik" derken Serkan'dan bana doğru bir hareket sezdim. Yavaş yavaş bana doğru eğiliyordu. Nefesimi tutarken adamın güzel koktuğunu duydum. Değişik bir erkek parfümü kokuyordu ve pahalı olduğu çok belliydi. Ardından sert fısıltısını duydum. "Demek ederin bu kadar!" Ona cevap vermek istesem de vermedim. Nikah biter bitmez salon birden hareketlendi. İmam çıkarken birkaç kişi peşinden uğurlamak için kapıya yöneldi. Gündoğdu Ağası ayağa kalktı ve bastonuyla yere hafifçe vurdu. “Nikah kıyıldı, kız artık bizim. Toparlanın, gidiyoruz,” dedi. Sesindeki ton sanki bir eşya teslim alıyormuş gibi soğuktu. Yanında duran ortanca oğlu da onunla birlikte doğruldu. Karısı ise bir yandan çantasını toparlarken bir yandan beni tepeden tırnağa süzüp dudak büktü. O an gözlerim Melike’yi aradı. Benden biraz ileride durmuş, elleri ağzında hüngür hüngür ağlıyordu. Gözleri kıpkırmızıydı. Onun ağlayışı benim sustuğum ne varsa dile getiriyordu. Ona doğru bir adım attım ama babam araya girdi. "Ne bakıyorsun? Bitti artık. Usulünce gideceksin." “Baba!” dedim, son bir can havliyle, gözlerimi Melike’den çekip. Belki her şeyi durdurabilirdi. Belki bu kâbus bitebilirdi. Ama babam yüzüme bile bakmadan başını öne eğdi. “Yürü kocanın yanına,” dedi yalnızca. Sanki beni değil, borcunu ödemiş bir adam gibi konuşuyordu. Üzerimdeki sade elbiseyle mi gidecektim? Bir küçük çanta bile hazırlamayacak mıydım? Yıllarca yaşadığım bu evden vedasız, eşyasız mı çıkacaktım? O an Melike kollarıma atıldı. “Tutkun!” Sesi titriyordu. Bu evde, kan bağım olan onlarca insan arasında beni gerçekten düşünen tek kişi oydu. Şilan ise biraz ötede, gözyaşları içinde babasına sitem ediyordu. “Neden beni vermediniz Serkan’a baba!” Bana attığı öldürücü bakışlarla öfkesini içime kadar hissedebiliyordum. Annesi de hemen kulağına eğilip zehrini fısıldadı: “Serkan onu yakında gönderir buradan. Onu mu karısı yapacak? Hem duymadın mı, Serkan Gündoğdu’nun İstanbul’lu sevgilisi varmış.” Bu sözleri amcam ve babam da duymuştu. Ama hiçbir şey söylemeden, başlarını bile kaldırmadan sustular. Sessizlikleri, onaylarıydı. “Melike… Beni mutlaka ziyarete gel, olur mu?” dedim. Sarılmaya devam ederken, sesim kısık ama yalvarırcaydı. Melike burnunu çekerek başını salladı. “Onların sözlerini kafana takma. Serkan… Serkan senin duru güzelliğine asla karşı koyamayacak. Kalbinin güzelliğini gördüğü an seni asla bırakmayacak. Çok mutlu edece—” Sustu. İkimiz de bu sözlere inanmadığımızı biliyorduk. Melike’nin doğasında yoktu boş hayal kurmak. Ama şimdi beni tutmak için hayale sarılıyordu. *** Yıllardır büyüdüğüm evimin kapısından boynum bükük çıktım. Son kez dönüp evime baktım. Gündoğdu aşireti arabalara yerleşirken Serkan binmemiş benim gelmemi beklemişti. Bacaklarıma komut vererek hareket etmelerini istedim. Serkan'a doğru ilerlediğimde ilk defa kafamı kaldırıp onunla göz göze geldim. Yüzümü gördüğü an suratındaki öfkeli ifade silinip yerini şaşkınlığa bıraktı ama hemen kendini toparladı. Güzel bir kız olduğumu biliyordum. Farklıydım ve Melike bunu sık sık söyleyip bana iltifat ederdi. Sadece o değil evimize gelen her misafir dakikalarca güzelliğime övgüler yağdırırdı ama bu durumdan hep utanırdım. Kızıl saçlarım ve yeşil gözlerim vardı. Burnumda hafif çiller bembeyaz tenimde ortaya çıkıyordu. “Sakın kendini karım sanma…” Serkan'ın sesiyle gözlerimi ondan ayırmadan bakmaya devam ettim. “Öyle bir gaflete sakın düşme hem de! Sen benim karım olabilecek biri misin? Benim zaten bir sevgilim var, yakında onunla evleneceğim. Senin gibi cahil bir köylü kızıyla ömür çürütmeyeceğim! Bunu da böyle bil!” Boğazıma bir yumru oturdu. Nefes almakla almamak arasında sıkıştım. O an cevap veremedim. Versem ne değişecekti ki? Yüzümdeki tüm kan çekildi. Sanki birisi balyozla kafama vuruyordu. Serkan ise arkasına dönüp hızlı adımlarla arabasına yürüdü. Arabanın kapısı açıldığında istemsizce irkildim. Gözlerim yaşlıydı ama silmeye bile tenezzül etmedim. Serkan'ın olduğu arabaya değil en öndeki hanımağanın olduğu arabaya bindim. O sözlerden sonra Serkan'la aynı ortamda bile bulunmak istemiyordum ama gel gelelim ki evlenmiştik! Sanki tüm cesaretim, tüm neşem Melike'yle birlikte evimde kalmıştı. *** Konağın heybetli kapısı açıldığında içimde bir ürperti yükseldi. Koca bir hayatın kapısını aralamış gibiydim; istemediğim, korktuğum, kaçmak istediğim bir hayatın... Serkan sanki o sözleri bana hiç söylememiş gibi bir edayla kimseye selam vermeden doğrudan merdivenlere yöneldi. “Serkan!” diye seslendi Hanımağa arkasından ama dönüp bile bakmadı. Omuzlarını dikleştirip üst kata yürüdü. Ardında bıraktığı her adım benim için ayrı bir kırılıştı. İçerideki kalabalık beni sarmaladı anında. Başımı kaldırmaya korktum. Her biri beni baştan aşağı süzüyor, kimileri mırıldanıyor, kimileri fısıldıyordu. “Bu muymuş gelin?” “Hiç de öyle Serkan’a layık durmuyor.” “Köyden geldiği belli zaten.” “Ayol bunlar nasıl kıyafet böyle!” Hanımağa gür sesiyle araya girdi: “Hadi kızım, öyle mal mal bakma! Gir içeri, üstünü değiştir, ellerini yıka." Şaşkınca yüzüne baktım. Yabancıydım burada. Her şey yabancıydı. Ama en kötüsü, kendime bile yabancılaşmaya başlamamdı. “Ee, dilini mi yuttun? Konuşmayı bilmiyor musun sen?” "Benim kıyafetlerim yok ki? Alacak vakit vermediniz!" Sanki hanım ağaya küfür etmişim gibi baktı bana. Ardından gözlerini kısarak ağır ağır kıyafetlerimi süzdü baştan ayağa. Yüzünü buruşturarak "almaya da gerek yok zaten diğerleri de böyleyse!" Dedi. Sonra iç çekerek arkadaki kadınlardan birine seslendi. "Zenan, şuna eskilerinden ver. En üst kattaki ardiyede kalacak!" Ne! Ardiyede mi kalacaktım? O sırada kalabalıktan bir kadın sesi yükseldi. Hanımağa'ya doğru gözyaşlarını mendiliyle silerken bağırdı. “Kakaladılar bunu başımıza Sahra'm gittiiii! Bu soysuzun abisi yüzünden oldu her şey! Elin köylüsünü mü layık gördüler bizim Serkan’ımıza? Ben ölsem böyle rezillik görmem!” "Benim bir suçum yoktu!" Dedim zayıf bir itirazla. Daha kelimeler ağzımdan çıktığı an kadınlar hiii diyerek bana baktı. Ne yani konuşmam yasak mı olacaktı? Hanımağa tekrar konuştu bu defa sesi daha sertti. “Sen böyle pabuç dilli olursan daha çok ezilirsin burada. Sus, gözünü indir, sesini çıkarma. Konağın kuralları bellidir. Ne eksik ne fazla. Uyum sağlayamayan barınamaz!” ‘Barınamaz’ kelimesi mideme saplanan bıçak gibi canımı acıttı. Ben buraya sığınmak için gelmemiştim ki… Kimse beni istemiyordu. Ben bile kendimi istemiyordum burada. Sadece içimde küçük bir umut doğmuştu ama onu da daha nikahın ardından elimden almışlardı. Ömrüm boyunca bu konakta da mı sığıntı gibi yaşayacaktım ben? Kendi hayatımın en dibine batmış gibiydim. *** “Yürü!” dedi Hanımağa, yüzüme bile bakmadan. Ardına takıldım. Mermer merdivenlerde yankılanan topuk sesleri konağın sessizliğini deldi adeta. Kalabalığın bakışlarını sırtımda hissederek ilk merdiveni çıktık. İkinci bir merdiven daha vardı; üç katlıydı burası. Hanımağa bir an duraksadı, sonra tekrar yürümeye başladı. Arkasından sürüklendiğim sırada konuştu: “Bak…” dedi. Sesi buz gibiydi, “Sakın oğlumdan bir kocalık bekleme. Oğlumun okumuş, asil bir sevgilisi var İstanbul’da. Yakında da evlenecekler zaten. Bize gelin olmaya o layık, sen değil. Anladın mı?” Yutkundum. Sanki biri boğazıma oturmuştu. Kalbim göğsümde tekmeler gibi atıyordu. Ama en çok sinir vardı içimde. Kaderime karşı sinirliydim. Ben senin oğluna çok meraklıyım sanki demek istedim ama sustum. “Oğlumun aklını çelip ondan bebek yapmaya da çalışma,” diye devam etti yüzünü bana çevirip. Gözleriyle yüzümü birkaç kere süzdü. “O bebek de seninle aynı kaderi paylaşır bu konakta. Bu konağın duvarları kalın, kulakları sağırdır. Ne kadar bağırırsan bağır sesin yankı yapmaz. Sakın oğlumun üzerinde güzelliğini kullanmaya kalkma!” Adımlarımız yavaşlamıştı ama içimdeki çöküş hızla devam ediyordu. “Berdel olduğun için seni boşayamaz. Ama bu seni yok saymasına engel değil. Seninle evli olması senin var sayılacağın anlamına gelmez. Oğlum yakında karısıyla birlikte bu konakta yaşayacak. Sen de ne yapacaksın biliyor musun?” tekrar durdu. Bir şey söylemek istedim. Söyleyemedim. Dudaklarım kurumuştu, gözlerim yanıyordu. “Yeri gelecek, onların bebesine sen bakacaksın. Konağın işlerine karışacaksın, mutfağa gireceksin. Zaten birkaç ay sonra adın ‘kısır’a çıkar. Oğlumun yeniden evlenmesi de kimsenin gözüne batmaz.” Dudaklarımı ısırdım. Dizlerim titriyordu. Ama bu kez susturamadım kendimi. Kalbim öyle çok acıyordu ki, içimde ne kaldıysa dökülmek istiyordu artık. “Bana yazık değil mi Hanım ağam?” dedim, sesim çatlamış bir keman teli gibi ince ama kırık dökük çıkmıştı. “Ben istemedim bu nikâhı. Ben bu konağa gönül rızamla gelmedim. Ama geldim mi, geldim. Bir Allah’ın kulu da bana dönüp ‘sen ne hissediyorsun’ demedi. Kocam yüzüme bile bakmadı. Şimdi siz diyorsunuz ki; bebek yapma, koca bekleme, yok sayıl… Ben neyim o zaman? Bir eşya mı bu konağın içinde?” "Gerekirse eşya olacaksın! Abinin yaptığının bedelini sen ödeyeceksin. Oğlumun hayatını yakmana izin vermeyeceğim!" Gözlerim doldu. Ama dik durdum. “Ben kimsenin kocasına göz dikmedim. Kimsenin hayatını çalmaya gelmedim. Ömrümü çürütmeye, köle olmaya gelmedim. Ben sadece… sadece biraz insanlık bekledim sizden.” Hanımağa'nın kaşları çatıldı. Ama ilk kez onun o tok bakışlarının altına saklanmadım. Başımı eğmedim. "Oğlum seni nikâhına aldı diye gönlünü vermek zorunda değil. Veremez de. Hem seni uyarıyorum, sakın ha... Sana burada yer yoktu ama işte yazın böyle yazıldı. Dua et, ekmeğimizden veriyoruz.” “Ben bir insanım Hanım ağam. Etim, kemiğim, kalbim var. Bir çuval buğday değilim ben. Kocamın bebeğine bakmak için de doğmadım!” Hanımağa gülümsedi ama bu gülümseme buz gibiydi. “Çok konuşuyorsun. Bu evde çok konuşan kadınları sevmezler. Sabah mutfağa indiğinde anlarsın bunu.” Eski, gıcırdayan bir kapının önünde durdu. Belinden çıkardığı ağır anahtarı kilide sokup çevirdi. Kapı zorla açıldı ardından ağır bir toz kokusu burnuma çarptı. Gözlerimi kısıp başımı içeri uzattım. Oda… bir oda değildi sanki. Terk edilmiş bir depoydu. Eski bir televizyon, üzeri örtülü birkaç kutu, bir köşeye yığılmış yastık minderler… En geride duvara yaslı tek kişilik bir yatak vardı ama üstü bile boş değildi. Üzerine rastgele konmuş kutular, plastik sepetler, kırık dökük eşyalar yığılmıştı. Yutkundum. Sadece yutkundum. “Artık odan burası” dedi Hanımağa. Sesi net, katiydi. “Sabah altıda kalkıp mutfağa ineceksin. Serkan’a ismiyle seslenmeyeceksin. Sadece ‘ağam’ diyeceksin. Unutma sen bu konağın gelini değilsin, işçisisin.” Bir adım geriye çekildim. Gözlerim doldu ama yere bakarak yuttum gözyaşımı. “Yarın akşam misafirimiz var. Mutfakta çok işin olacak. Bir an önce yatıp uyu!” Kulağımda son cümlesi çınladı durdu. Kapıyı üzerime çekmeden önce son kez baktı yüzüme. Gözlerimde isyanı, kalbimde yorgunluğu görmedi. Kapı kapanınca oda birden buz gibi oldu. Soluğumu tuttum. Toz kokusuna gözyaşlarımın tuzu karıştı. İçimde kocaman bir boşluk, elimde koca bir bilinmez vardı. Sırtımı duvara yasladım, yığılıp kaldım. Üşüyordum… ama en çok içim üşüyordu. Bir gün evleneceğimi biliyordum ama evliliği hiç böyle hayal etmemiştim...
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD