Asya, abisine inanamıyordu. Ne zaman tartışmaya girseler, önünde adeta görünmez bir set çekiliyordu. Ona ulaşamıyor, derdini anlatamıyordu. En kötüsü ise cinsiyetinden dolayı uğradığı ayrımcılık onu alenen aşağılıyordu.
“Korumak mı?” dedi, sesi alayla titriyordu. “Bu köleliğin adını ‘korumak’ olarak adlandıramazsın. Yaptıklarının bana ne hissettirdiğinden haberin bile yok!”
Ardından hayal kırıklığıyla gülümsedi. “Zaten umursadığın da yok.” Hızla masadan kalkıp sandalyesini sertçe yere çarptı. Ablasına baktı ve “Sen de biricik abinin yancılığını yapmaya devam et, beyinsiz!” diye bağırdı. Sonra koşar adımlarla yemek odasından çıktı.
Asya’nın sandalyeyi savuruşuyla masadaki çatal bıçak sesleri aniden kesildi. Sofradaki üç kişinin bakışları, salonun kapısından çıkan kızın ardından bir anlık sessizliğe gömüldü. Bu sessizlik, boğucu bir ağırlıkla yemek odasına çöktü.
Nilüfer bıkmıştı artık.
Asya’nın sonu gelmeyen isyanlarından, Emir’in şımarık hallerinden, abisinin kontrol manyağı kısıtlamalarından… Annesi evde olduğunda en azından ortam biraz daha çekilir oluyordu. Yoksa hak vermiyor değildi; sonuçta kardeşiydi, sonuna kadar da destekçisiydi. Ama Asya… Asya bir türlü çenesini tutmayı bilmiyordu. Kaç kere uyarmıştı: “Abinle bu kadar üst perdeden konuşma.”
Nilüfer’in bakışları, Emir’in kibirle kıvrılan dudaklarına kilitlendi. Sabrı çatırdayan sesi evin sessizliğini yardı:
“Biraz daha gülmeye devam edersen senin dudaklarını birbirine dikeceğim.”
Emir, ablasının beklenmedik patlamasıyla önce donup kaldı. Nilüfer genelde geri planda olur, etliye sütlüye karışmazdı. Ama damarına basıldığında… ondan tehlikelisi yoktu. Emir’in gülüşü yavaşça sönerken Doruk, kıkırdamasını tutamadı.
Nilüfer hızla Doruk’a döndü, kaşlarını çatarak:
“Abi, Emir’e verdiğin yüz sayesinde artık bizi de büyükten saymaz oldu.”
Doruk’un bakışları anında Emir’e çevrildi; keskin, buz gibi bir bakış. Emir hemen gözlerini tabağına dikti, çenesindeki kasların gerildiği belli oluyordu.
“Sen merak etme,” dedi Doruk, sakin ama tehditkâr bir sesle, çayından bir yudum alırken, “ben onun gevşek çenesine ayar vereceğim, çiçeğim.”
Masada kısa bir sessizlik oldu. Sonra Doruk devam etti:
“Annemler iki saate gelir. Nilüfer, sen Asya’yı okula bırak. Sonra derse geç. Akşamüstü şirkete uğrayın, bir şeyler yaparız.”
Nilüfer öne doğru eğilip abisinin ciddi olup olmadığını anlamaya çalıştı. Baktı ki abisi ciddi,
“Abi, sence ben Asya’yı nasıl ikna edeyim de şirkete getireyim? Seninle de bizimle de konuşmayacak, çok belli,” dedi.
Ellerini çaresizce iki yana açmış, “Bana acı” der gibi gözlerle abisine bakıyordu.
Doruk, Nilüfer’in çaresiz bakışlarına alaycı bir gülümsemeyle karşılık verdi.
“Eğer ona dersen ki hayallerindeki araba şirketin önündeymiş,” diye söze başladı, sesindeki kendinden emin ton masaya yayıldı, “koşa koşa gelir.”
Sonra çatalını tekrar eline alıp sanki hiçbir şey olmamış gibi tabağındaki yemeğe döndü.
Asya ve Nilüfer yan yana arabada, okullarına dağılmak üzere gidiyorlardı. Asya, arabaya bindiğinden beri kollarını göğsünde bağlamış, dünya ile bağlantısını kesmiş gibiydi.
Nilüfer daha fazla dayanamadı:
“Benden özür dilemeyecek misin?” diye sordu.
Dizini cama dayamış, şakağını ise yumruğuna yaslamıştı.
Asya, ablasına dümdüz bir ifadeyle bakıp,
“Dilemeyeceğim. Hak ettin,” dedi üstüne basa basa.
Nilüfer kaşlarını havaya dikip kardeşine tahammülsüzce bakarken,
“Senin kadar aptalını görmedim. Bir de bana beyinsiz diyorsun. Ne oldu şimdi? Abime kafa tuttun da ne oldu kızım? Aynı tas, aynı hamam. Ne değişti?” diye sordu.
Asya gözlerini kapatıp başını geriye attı.
“En azından konuştum,” dedi içtenlikle. “Kendim için bir şey yaptım. Hem içimde kalıp bana dert olacağına, dışarı çıkıp abime dert oldu.”
Sözlerinde bir rahatlama vardı. Sanki içini dökmek, ona ağır gelen yükü hafifletmişti.
Nilüfer yan dönüp, kardeşinin kapalı gözlerini, uzun kirpiklerini, bükük dudaklarını bir anlığına izledi.
“Sen gerçekten de…” diye başlayıp göz çukurlarına parmaklarını bastırdı. “Abime bir şeyin dert olduğu yok kızım. Sen bu akılla daha çok rezil olursun.”
Asya dolan gözleriyle ablasına baktı.
“Bizi hiç umursamıyor, değil mi? Tek derdi, her şeyin kontrolü altında olması…” dedi, sesi titreyerek.
“Haksızlık ediyorsun,” dedi Nilüfer.
Kardeşiyle sürekli aynı konuşmaları yaptığı için kendini bir paradoksun içinde sıkışıp kalmış gibi hissediyordu. Tamam, tamam… Asya’nın bazı konularda doğruları dile getirdiğini Nilüfer de biliyordu. Zaten kardeşine bunca dil dökmesinin sebebi de buydu ya.
Asya, abisinin onları baskılamakta ki amacını yanlış anlıyor, her şeyi kendince yorumluyordu.
Evet, Nilüfer ergenlerden nefret ediyordu.
Nilüfer, Asya’ya dönüp sesini alçaltarak konuştu; artık sabrının sonuna geldiği her hâlinden belliydi:
“Bak Asya,” dedi, gözlerini yoldan ayırmadan. “Ben de Doruk’un her kararına katıldığımı söylemiyorum. Ama sen de sürekli aynı şeyleri tekrarlayıp duruyorsun. Abinin seni kısıtlamasının tek nedeni kontrol manyağı olması değil; bazen gerçekten de seni korumaya çalışıyor.”
Asya, dudaklarını ısırıp pencereye döndü. Nilüfer, ellerini dizlerinin üzerine yerleştirdi. Olabildiğince ikna edici konuşmaya çalışıyordu.
“Her defasında aynı kısır döngüye giriyoruz,” dedi Nilüfer, sesi biraz daha yükselmişti. “Sen bağırıp çağırıyorsun, Doruk susuyor, ben arada kalıyorum. Ama sen böyle inat ettikçe kendi sesini bile duyuramazsın, Asya. O da sana inat, daha çok kısıt koyar.”
Sonra bir an sustu, derin bir nefes aldı.
“Senin yerine ben utanıyorum bazen,” dedi, sesi biraz yumuşamıştı ama içinde kırgınlık vardı. “Çünkü ne dediğini dinleyen var, ne de anlamaya çalışan. Belki de bu yüzden yanlış insanlara, yanlış sözlerle çarpıyorsun.”
Asya da yorulmuştu sürekli bağırıp çağırmaktan. Hele ki ablasının, sanki bu durumdan hoşnutmuş gibi konuşması yok muydu…
“Neyse ne artık. Uzatmaya gerek yok. Bundan sonra sesimi zor duyarsınız zaten,” dedi.
Nilüfer başını sağa sola sallayıp okulun kapısına bir göz attı. Birbiriyle dalaşan, konuşan öğrencileri süzerken,
“Okulda uslu dur. Sorun çıkarma. Şu notlarına da biraz asıl. Sözde özgürlük istiyorsun, büyüdüm diyorsun ama daha sorumluluklarını yerine getirmiyorsun. Son seneni iyi değerlendir. Çıkışta seni ben alacağım,” dedi.
O sırada arabaya dikkatle bakan bir çocuğu fark etti. Nilüfer çocuğu izlerken yandan Asya’ya bir bakış attı; o da çocuğu izliyordu. Hem de nasıl… Gözleri parlıyordu resmen.
Kaşlarını burnunun üstüne düşüren Nilüfer, çaktırmadan,
“Çıkışta seni yine ben alacağım. Şirkete gideceğiz,” dedi.
Asya anında ablasına döndü.
“Ben eve gideceğim,” diye itiraz etti.
“Abim çağırdı. Annemler de geliyor. Hep beraber gideceğiz,” dedi Nilüfer, kesin bir ses tonuyla.
Asya, dudaklarını büzerek konuştu:
“Buna bile hakkım yok, değil mi? Gitmek istemediğim bir yere sürüklenerek götürüleceğim.”
Nilüfer, kardeşine sabırlı bir ses tonuyla karşılık verdi:
“Hayır, sürüklemeyeceğim. Abim dedi ki… o çok istediğin araba şirketin önünde olacak.”
Asya, gülümseyen ablasına kırgınlıkla baktı.
“Abine söyle, artık parayla kandırdığı küçük çocuk değilim ben. Madem sürüklenmeyeceğim, okuldan sonra eve geçeceğim,” dedi ve arabadan indi.
Nilüfer, kardeşinin okula girişini izledi. Ardından çocuğun hızla peşinden girişi dikkatini çekse de Asya ile daha da gerilmemek için sessiz kaldı.
Şoföre, “Gidebiliriz,” dedi.
Araba hareket ederken telefonunu çıkarıp abisine mesaj yazdı:
NİLÜFER: Ben sana demiştim gelmez diye. Okuldan direkt eve geçmek istiyor.
******
Armanoğlu Holding – Yönetim Kurulu Toplantı Salonu
Saat tam 11.00’di. Doruk Armanoğlu, her zamanki gibi dakikti. Toplantı salonuna girdiğinde, masanın etrafında oturan tüm yöneticiler saygıyla ayağa kalktı. Kusursuz şekilde oturan koyu lacivert takımı, beyaz gömleği ve parlak kol düğmeleriyle Doruk, iş dünyasının disiplin timsali gibiydi.
“Buyurun, oturun,” dedi kısa ve net bir tonla.
Doruk, her zaman olduğu gibi kapıya sırtını dönmeyecek şekilde yerleşti. Çıkışı net gören bu koltuğu, yıllardır başka kimseye vermezdi. Onun için güvenlik ve kontrol, nefes almak kadar gerekliydi.
Önündeki dosyaları hızlıca taradıktan sonra bakışlarını masadaki ekibe çevirdi.
“Gündemimiz belli,” dedi. “Önce Enerji Departmanı’nın son çeyrek raporlarını alacağız. Ardından İhracat Birimi’nden yeni anlaşmaların güncel durumunu dinleyeceğim.”
Konuşmalar ilerledikçe Doruk notlar aldı, rakamları dikkatle inceledi. Arada sırada bir yöneticinin hatalı ya da eksik sunumunu tek bir bakışıyla durduruyor, yanlışın düzeltilmesini bekliyordu.
Finans müdürü yeni yatırım önerisini anlatırken Doruk’un keskin bakışları onu delip geçti.
“Bu rakamların risk analizini bana yarına kadar hazırlayın,” dedi, sesini yükseltmeden ama itiraz kabul etmeyen bir tonda. “Eksiksiz ve detaylı olacak.”
Toplantı bir buçuk saat sürdü. Doruk dosyalarını kapattı, ayağa kalktı ve ekibe son kez göz gezdirdi.
“İşinizi iyi yapın,” dedi. “Benim masama gelen hiçbir raporda hata görmek istemiyorum. Bundan sonra iki kat daha dikkatli olacaksınız.”
Odanın sessizliği, onun otoritesinin en açık göstergesiydi. Doruk kapıya hâlâ göz ucuyla bakarak toplantıdan çıktı.
Doruk, toplantı salonundan çıktığında sessize aldığı telefonuna göz attı. Asistanı arkasından yetişmeye çalışıyordu ama Doruk’un umurunda bile değildi.
Kızın bir ellilik boyu, adamın kocaman adımlarına yetişmeye yetmiyordu elbette. Eli kolu dolu bir şekilde, nefes nefese peşinden koşuyor, gün boyu yediği azarlara katlanıyordu.
Eğer aldığı maaş bu kadar iyi olmasaydı, çoktan Doruk’un suratına kaynar çayı fırlatır, “Şirketini de al, istifanı da götüne sok kahpenin evladı !” deyip çekip giderdi.
Doruk, toplantı salonundan çıktığında telefonuna baktı. Nilüfer’in mesajı ekranda belirmişti:
NİLÜFER: Ben sana demiştim gelmez diye. Okuldan direkt eve geçmek istiyor.
Doruk tek kaşını hafifçe kaldırdı ama tek kelime bile etmedi. Telefonun ekranını kapatıp asistanının uzattığı dosyayı aldı, koridor boyunca ağır adımlarla ilerledi.
Sonra telefonunu tekrar açıp mesajlar kısmına girdi. Yeliz’in numarasını buldu ve kısa, net bir mesaj yazdı:
DORUK: Geziyi yarına erteledim. Planlar değişti.
Mesajı gönderip telefonu cebine koydu. Yüzündeki soğuk ifade hiç değişmedi.
Doruk, son toplantısından çıkıp odasına geçtiğinde masasındaki kristal bardaktan bir yudum viski aldı. Parmakları telefona kayarken ekranda “Yasaklım” yazısı belirdi. Gözlerinde, yalnızca Sahra’ya duyduğu o tehlikeli tutkuyu yansıtan bir gülümseme vardı.
Numaraya bir süre sessizce baktı. Sonunda başparmağı klavyenin üzerine geldi ve mesajını yazdı:
DORUK: Bu gece dokuzda sende olacağım. Amını tertemiz görmek istiyorum...
Gönder tuşuna bastığında bardakta kalan viskiyi tek dikişte bitirdi.