2. BÖLÜM

2683 Words
Kitaplarını kollarının arasına alan Firuze amfiden çıktıktan sonra merdivenleri hızlı hızlı inip kendini okulun dışına attı. Temiz havanın kokusunu içine çekerken ağrıyan başı biraz da olsa rahatlamıştı. Sabahtan beri yoğun geçen dersleri yüzünden telefonuna bir kere bile bakamamıştı. James'in mesaj atıp atmadığını deli gibi merak ediyordu. Sabah sadece günaydın yazmıştı. Gün içerisinde yoğun olduğunu söyleyip fazla dönüş yapamayacağını söylediğinde hayal kırıklığına uğrasa da adamı sıkboğaz etmemek adına onun üzerine gitmenin doğru olmadığını biliyordu. Biliyordu ama yine de içindeki şımarık kıza engel olamıyordu. İki gündür sürekli mesajlaştıkları için ondan başka kimseyle sohbet etmek istemiyordu. Normalde ev işlerinden, yemek yapmaktan nefret etse de sırf annesi bir şey demesin diye bütün işlerini hızlı bir şekilde bitirip odasına çekiliyordu. Ailesine ders çalışacağım diyordu ama kitabın kapağını açmıyordu. Bu durum kötü bir şeydi değil mi? Şu an Firuze için, geleceği için kötü bir şeymiş gibi gelmiyordu. Ruhu James'le konuştukça mutlu olduğu için aklına derslerini getirmiyordu. İki gündür sakinleştirici bile almıyordu. Omuzlarını kaldırıp indirdi. Bahar havasını fırsata çeviren insanlar çimenlere oturmuşlar güneşin tadını çıkarıyorlardı. Acaba yere oturup James'e mesaj atsam mı diye düşünen yanını mantığı durdurdu. "Adam işim var demişti, az sabırlı ol Firuze." Somurtup kampüsün çıkışına ilerledi. İki günde adama bağımlı hale geldiğine inanamıyordu. Davranışları sakıncalıydı, nasıl bu bağımlılıktan kurtulacaktı? Mesaj atmadan asla duramıyordu. Kartını okutup turnikeden çıkış yaptığında sınıf arkadaşları Nisa ve Zahide başlarını eğip selam verdiler. Aynı şekilde onlara karşılık verip, "Selam," dedi dudakları arasından. Kızların yine onu bir yere davet etmesinden çekiniyordu. Annesi okuldan çıkar çıkmaz eve gel demişti. Bugün halılar yıkanacağı için eve geç kalmak istemiyordu. Eğer geç kalırsa biliyordu ki işi geç saatlere kadar sürer bu sürede James'le konuşamazdı. Bunun düşüncesi gözlerini büyütürken cebinden telefonu çıkardı. Ekran bomboştu. James işim var yazamayacağım dediği halde ondan cevap beklemek saçmaydı da. "Sahile gidiyoruz sen de gelsene, Firuze." Omuzlarını kaldırıp, "Annem hastalandı," dedi düz sesiyle. "Eve gidip onu hazırlamam lazım. Hastaneye götüreceğim." "Öyle mi?" diyen kızların ses tonu gibi hareketleri de samimiydi. "Senin için yapabileceğimiz bir şey var mı?" Başını iki yana salladı. Kızlara yalan söylemekten nefret ediyordu. Onu bu hale düşüren insanlara da ah etmekten başka bir şey yapmıyordu. "Sağ olun. Ben gitsem iyi olacak." "Kendine dikkat et." "Siz de." Kızlara buruk bir tebessüm sunup yanlarından uzaklaştı. Dolan gözlerini kapatıp açtığında kollarının arasında bulunan kitaplarını parçalayacak kadar sıktı. Bedeni sinirden titriyordu. Onca yıllık arkadaşlarıyla birlikte bir kere bile bir şey yapamayışı çıldırtıyordu onu. Söz de ailesi başına bir şey gelir, biz seni düşünüyoruz diyerek onun yanındaymış imajı verseler de hepsinin sorunlu olduğunu görebiliyordu. Yarım saat süren yolculuk boyunca ailesine saydırıp mahalleye giriş yaptı. Hızlı adımlarla evine ilerlerken kuzeninin dükkânının önünde adımları yavaşladı. Aralık kapıdan içeri girip, "Selam," dedi. Oturduğu yerden kalkan kuzeni konuşmak için kendini zorlarken tebessüm edip konuşmasını bekledi. "Selam." "Nasılsın Avşin? Akşam sesleriniz geliyordu. Amcam yine kudurdu mu?" Başını aşağı yukarı sallayan Avşin ellerini iki yana açtığında başını iki yana salladı Firuze. "Hepsinden bıktım. Bize zorla kendi istediklerini yaptırdıkları için onlardan iğreniyorum. Aileme karşı böyle hissetmem doğru değil ama elimde değil Avşin. Kendilerini bir şey sanıyorlar ve ben onlardan inan deli gibi nefret ediyorum. Bak yorgunum eve gidip halıları yıkacağım. Lanet olasıcalar para verip halıları yıkatmıyorlar eşekbaşı olan Firuze'ye yıkatıyorlar." "Yıkama," dedi zorla kuzeni. "Gel bugün yanımda kal." "Anamın suratını çekemem bütün gün. Sana kolay gelsin canım." "Sağ ol." Kuzenini geride bırakıp evine doğru yürüdü. Tahmin ettiği gibi annesi halıları kapının önüne dizmiş onu bekliyordu. Gözlerini kısıp halıların üzerinde göz gezdirdi. Yanlış görmüyorsa altı tane halı vardı yerde. "Siktir," dedi dişlerinin sıkarken. Yengesinin halılarını da o yıkacaktı. Bunlar kesin biz hastayız diyerek kenara çekileceklerdi, bütün iş Firuze'ye kalacaktı. Gözlerini bayıp, "Bu kadar halıyı yıkayamam ben," dedi. "En fazla iki halıyı yıkarım." "Sabahtan beri seni bekliyoruz Firuze. Biz nasıl yıkayalım bunları?" "Umurunda değil yenge. Verin halı yıkamacıya onlar yıkasın. Sizin eşekbaşınız yok burada. Yeter ya, sustukça üstüme geliyorsunuz. Bıktım yemin ederim. Sizin yüzünüzden ölmek istiyorum." "Kes sesini. Millete rezil mi edeceksin bizi? Duyanda sana bir şey yapıyoruz sanacak!" "Bana çok şey yapıyorsunuz," diyerek bahçeye girdi. Annesi peşinden ilerleyip saçlarının diplerinden tutunca çığlık atıp, "Bırak," diye bağırdı. "Sesini çok yükseltiyorsun Firuze. Başına buyruk oldun son zamanlarda gözüme batıyorsun. Üstünü değiştirip gel buraya yemin ederim seni babana söylerim eli terstir biliyorsun." Gözünden akan yaşları elinin tersiyle silip saçlarını annesinin elinden kurtardı. Binanın içine girip merdivenleri koşarak çıktığında elleri titreyerek kapıyı açtı. Hiçbir yere sapmadan odasına girdiğinde kapıyı kilitleyip çantasının içinden sakinleştirici haplarını aldı. Normalde bir tane yutardı ama bu sefer iki tane aldı. İlaçların etki etmesi için ayağının ucunu yatağa vuruyor, ellerini belinin iki yanına yerleştirmiş etini sıkıyordu. Hâlâ sinirliydi, hâlâ öfke dolu olduğu için sığamıyordu hiçbir yere. Öne doğru eğilip tüm gücüyle çığlık attı. "Yeter," diye bağırdığında sesi dışarı ulaştı. Annesiyle yengesi, "Rezil olacağız," diyerek eve koşarken hırçınlaşan Firuze duvarda duran yuvarlak saati kaptığı gibi duvara fırlattı. Saat parçalara ayrılırken bilgisayar masasının üzerinde duran laptopu tuttuğu gibi camdan dışarı attı. "Allah cezanı vermesin Firuze. Kız rezil ettin bizi, aç şu kapıyı." Yastığı aldığı gibi kapıya fırlattı. "Defol," diye tüm gücüyle çığlık attı. "Lanet olsun sizin gibi aileye." "Nankör. Yediğin önünde yemediğin arkanda. Ne eksiğin varda a*ını yırtıyorsun?" İçtiği iki ilaç bedenine etki etmeye başladığında kolları iki yana düştü. Bedenini yatağın üzerine bıraktığında bacaklarını karnına çekip bomboş bakışlarla beyaz kapıyı izledi. Annesiyle yengesinin sesi kulağına boğuk geliyordu artık. Onları duymadığı için dudaklarında tebessüm oluştu. Kısık gözleri karanlığa mahkûm olurken kendini İtalya'da hayal etti. James'in ellerini tutmuş Milano'nun sokaklarını dolaşıyordu. Ruhu sıkıntıda değildi, bedeni rahatlamış bir halde James'in kolları arasında dans ediyordu. Sol gözünden bir damla yaş yastığına damladığında bilinci kapandı. Gürleyen gök yüzünden yattığı yerden sıçrayan genç kadın hızla doğrulup yataktan indi. Karanlık odanın aydınlığa ihtiyacı vardı. Firuze'nin ışığa ihtiyacı vardı. Duvardaki anahtara basıp sırtını kapıya yasladı. Her yer dağılmış durumdaydı. Burayı bu hale getirdiğine inanamıyordu. Kendinden utandı. Annesinin huyunu bildiği halde kendini sıkıp kriz geçirecek boyuta geldiği için hırslandı. Her defasında sakin olacağım, onlara yenilmeyeceğim diyerek kendini teselli etmesine rağmen yine kendini kaybetmiş olmasına öfkelendi. Yatağın arasına sıkışan çantasını almak için hızlı adımlarla ilerledi. Çantayı eline aldığında elini içine sokup telefonu aldı. Alelacele şekilde ekranı kaydırdı. On cevapsız arama yirmiye yakın mesaj vardı. Üç kez abisi aramış, diğer aramaların hepsi James'e aitti. Kalbinin varlığını tekrar hatırladığında yatağın üzerine oturup mesajları açtı. Abisinin attığı mesaja bakmadan James'in yazdıklarını yüzündeki gülümsemeyle okudu. James: Hey, bugün hiç yazmamışsın. Benim işim olsa bile senin yazmanı beklerim. Akşam oldu, şu an evde olman lazım. Neden bana yazmıyorsun? Firuze? İyi misin? Aradım açmadın. İyi olduğuna emin misin? Siktir, yine açmadın. Hey, yaşıyorsun değil mi? Ve yine açmadın. Sikerler bu işi. Cevap vermezsen yanına geleceğim. Cevap ver Firuze! Sabırlı bir adam değilim, beni meraklandırmaya hakkın yok. Lanet olsun, meşgul yap ya da görüldü yap ama yaşadığını belli et. Telefonu göğsüne bastırmamak için zor duruyordu. James'e mesaj atmak istiyordu ama ne yazacağını bilmiyordu. İsminin üzerine geldiğinde aradı. Tanımadığı adama ne söyleyecekti? Mesajlarda hayatını anlatmış olsa da adama ne diyecekti? "Hey," diyen kalın sesi duyunca ağzı açık kaldı. Bacaklarını kalçasının altına toplayıp başparmağını dudaklarının arasına getirdiğinde, "Firuze," diyen yine o erotik sesi duyunca kalbi ağzından çıkma boyutuna geldi. "Nefes alıyorsun, Tanrı'ya şükür canına kıymamışsın." Isırdığı parmağını serbest bırakıp bir iki kere dudaklarını kapatıp açtı. Adamın iç çeker gibi nefes alışverişini duyunca gözlerini kapatmamak için kendini zor tuttu. Lanet olsun, adamın ses tonuyla kendinden geçecekti neredeyse? "Güzelim." Bedenini boşluğa bıraktığında yere düştü. "Aaa," diye bağırdığı an, "Ne yapıyorsun kendine?" diyen boğuk sesli adamın sesiyle hızla toparlanıp, "Merhaba," dedi. "Siktir. Sesinle bütün uzuvlarım titredi." Onu büyülediği için sırıtan genç kadın tekrar, "Merhaba," dediğinde. "Merhaba güzelim," cevabını aldı. "Bugün seni kaç kez aradım. Neden ulaşamadım sana?" "Uyumuşum." "Derin bir uykudaydın sanırım?" "Haplardan kaynaklı." "Uyuşturucu kullanmıyorsun değil? Sakın böyle bir hata yaptığını söyleme bana." Adamın öfkeli ve telaşlı sesiyle aklı tamamen yerine geldi. "Yok yok," dedi elini James görüyormuş gibi iki yana sallarken. "Sakinleştirici aldım. Sinirlenince kullanıyorum." "O da bir nevi uyuşturucu Firuze. Kendini kötü hissettiğinde sakın bu ilaçlara başvurma. Koş, öfken geçinceye kadar koş. Ya da bir yerlere tekme at, yumruk da olabilir. İlaçla bedenini sakinleştirme." "Bakarım." "Bakma, bizzat yap." "Emrin olur." "Bu bir emir değil. Yaşın çok genç ilaçlara kendini mahkûm etme." "Olur." Parmaklarını alnının üzerine sürten James, "Tanışmamız yakın olacak sanırım," dedi genizden gelen sesiyle. Oturduğu masadan kalkıp pencerenin önüne ilerlediğinde bedenini saran beyaz gömleğinin düğmesini açtı. Firuze'den haber alamadığı saatlerde çıldırmış durumdaydı. Korumalarından birkaçını Türkiye'ye gönderip Firuze'nin evine gitmelerini söylemişti. Neyse ki genç kadının sesini duyduğuna göre adamlarının evine gitmesine gerek yoktu. "Biz sadece telefonda konuşmayacak mıyız?" Başını iki yana salladı James. Firuze'yi görmek istiyordu. Onunla sadece telefondan konuşmak istemiyordu. Bedeni deli gibi ona çekiliyordu, bu isteğini uzun zamandır bastırmaya çalışsa da onunla konuştuktan sonra ona dokunmadan rahat etmeyeceğini biliyordu. İllegal yollarla Firuze'yi kendine getirmesi gerekecek olsa bile Firuze en yakın zamanda onun yanında olacaktı. "Benimle görüşmek istemez misin? İtalya'yı birlikte gezmek istemez misin?" Ses tonunu olabildiğince sakin çıkarıp derin iç çektiğinde Firuze'nin nefesini telefona üflemesiyle gözlerini kapattı. Göz bebekleri parlayan Firuze ise genç adamın ne halde olduğunu bilmeden, "İsterim," dedi kısık sesle. "Ama ailem izin vermez. Onlar söz de benim iyiliğim için pek gezmemi istemezler." "Senin mutluluğunu istiyoruz deyip seni sıkanlar senin mutluluğunu hiçbir zaman istemezler Firuze. Eğer ortada baskı uygulayan biri varsa arkana bakmadan uzaklaş oradan." "Gidecek yerim yok." "Kendine güvenirsen gidecek yerin vardır." İki saniye içinde hayale kapılan Firuze sırtını yatağa yasladı. Yurt dışına çıkma düşüncesi karnının içinde kelebeklerin dans etmesini sağlarken duyduğu silah sesiyle oturduğu yerden irkildi. "James Bey, baskın-" "Siktir git buradan!" Korkuyla gözlerini büyütüp, "James ne oluyor ?"dedi Firuze. Koşarak giden adamın arkasından silahını doğrultan genç adam, "Ben seni sonra arayacağım," dediği an adamın bacağına sıktı. O sıra telefon kapandığında Firuze sesi duymadı. Öfkeli adımlarla yerde kıvranan adamın yanına ilerleyen James, "Telefonla konuşurken yanıma gelmeyin demedim mi?" dedi buz gibi sesiyle. "Beyefendi, baskın olunca ben-" "Siktiğimin baskını ilk kez olmuyor lan. Korkup yanıma geleceğine herifleri neden indirmiyorsun? Bu kız benden uzaklaşsın yedi sülaleni sikmeyene James demesinler." Türkiye'ye gönderdiği adamları arayıp evin içine girdi. Anlaşılan bu evi değiştirmesi gerekecekti. Düşmanları tarafından bulunan bu ev Firuze için tehlikeli olabilirdi. Onu yanına aldığında güvenliği için elinden gelenin fazlasını yapması gerekecekti. "Adamların hepsini öldürdük, James Bey." Kaşlarını kaldırıp başında dikilen iri korumaya çevirdi bakışlarını. Gözlerinden ne demek istediğini anlayan adam başını eğip dışarı çıktı. "Buyurun James Bey." "Kızı uzaktan izleyeceksiniz. Ona gelecek olan bütün zararlardan koruyacaksınız. Bulun ağzı sıkı bir kız yanına arkadaş verin. Bizim gönderdiğimizi ağzından kaçırırsa olacakları bire bir anlatın ona. Kızı yaklaşmayın, ona gülümsemeyin, gözlerinin içine sakın bakmayın. Kokusunu içine çekmeyin, ciğerlerinize mahkûm olan kokuyu sökmek için ciğerinizi yerinizden söker köpeklerime yediririm. "Peki efendim." Telefonu kapatıp yatak odasına ilerledi. "Az kaldı benim yanımda olmana Firuze." Endişeyle telefona bakan Firuze'nin ise bedenini korku sarmıştı. Az önce olanlar neydi? Silah patlamıştı, bağıran bir adam vardı. James kimdi? Uzağımda diye onunla rahatlıkla mesajlaşıyordu ama yanına gelmezdi değil mi? Gelmezdi. Koskoca Türkiye'de onu bulması imkânsızdı. Elini alnına vurdu. "Başına bela alma Firuze, hayatın kolaymış gibi belayı çekme. Belki adam kötü biridir." Ki normalde duyduğu silah sesi ve bağıran adam James'in pek tekin biri olduğunu göstermiyordu. Aklını başına alması gerekiyordu. Bu akşam kesinlikle aldığı kararı yoluna koyacaktı. James'e bir daha konuşmayalım diyerek ondan uzak duracaktı. Eğer ısrarla rahatsız ederse numarasını engellerdi. Olmadı numarasını değiştirirdi. "Abartılacak bir şey yok. Konuşmayalım dersem olay biter." Mesaj kısmına girip hızlı bir şekilde James'e mesaj yazmaya başladı. Alacağı karşılığı deli gibi merak ediyordu. Firuze: Selam, umarım iyisindir. Az önce silah sesi duydum kötü bir şey yoktur umarım. Yazıyor yazısını görünce iyi olduğuna sevindi. James: Problem yok, her zamanki şeyler. Firuze: Her zamanki şeyler derken? James: Sorun yok Firuze. Suratını asan Firuze, "Kesin sorun yoktur," diye mırıldandı. Firuze: Bu aralar yoğun olacağım için mesaj atamayacağım. Finallere çalışmam lazım. Bir de adama bir daha konuşmayalım diyecekti. James: Peki, ne zaman müsait olursan o zaman yazarsın. Kaşları şaşkınlıktan havalandı. Israrla mesaj at demesini bekliyordu, böyle bir karşılık almayı beklemediği için hayal kırıklığına uğradı. Yine dengesizliği tuttuğu anlardan birini yaşıyordu ve kendini diyecek tek kelimesi yoktu. Telefonu yatağın üzerine fırlatıp ayağa kalktı. Sakin bedenine inat çılgın olan ruhu aklını başına almasını söyleyecek miydi? Sanmıyordu. 5 gün sonra... Marketten çıkan genç kadın yeri süpüren uzun pijamasının üstüne basa basa eve doğru adım atarken yanına yaklaşan beyaz lüks arabayı fark edince gözü yıkamadığı için yağlanan saçlarına kaydı. Hızlı bir şekilde saçlarını toplayıp yere sürtünmekten pislenen pijamasının uçlarını yukarı doğru çekti. Kime aitti bu araba? Bu mahalleye böylesine lük bir araba gelmezdi. Camları siyah filmle kaplı olan araba yanında ağır ağır ilerlerken gözlerini çaktırmadan arabanın içine çevirip duruyordu. Kimseyi göremiyordu, bu yüzden de merakı deli gibi artıyordu. Adımları durduğunda araba hâlâ aynı yavaşlıkta ilerleyemeye devam etti. İçerideki kişiyi göremediği için kaşları daha çok çatıldı. "Havan kime artist? Benim mahallemde arabanla bana hava mı atıyorsun?" Adımları hızlandığı esnada bu sefer siyah klasik araba yaklaştı yanına. "Çüş ama" diye bağırdığında sesi yüksek çıkınca elini dudaklarına bastırdı. Sırayla mı geliyordu bunlar? Duran arabanın ön kapısı açıldığında geriye doğru adım attı. Dev gibi olan kel adam başını eğip kaldırdı. Kucağında duran paketi Firuze'ye uzattığında gözleri şaşkınlıkla paketle adamın üzerinde gidip duruyordu. "Bu ne?" Bu ne mi? ilk önce siz de kimseniz demesi gerekmiyor muydu? "James Bey'in ufak bir hediyesi." James'in ismini duyduğu an kalbinde sızı oluştu. Bir haftadır bir kere bile mesaj atmamıştı. O atmayınca James'te ona yazmamıştı. Bazen saatlerce çevrimiçi olmasını beklediği anlar olmuştu. Ne hikmetse James bir kere bile çevrimiçi olmamıştı. En son konuştukları andan beri sanki telefonunu kullanmıyordu. Yüzüne bakmayan adamın ellerinden kutuyu aldı. "Teşekkür ederim," dediğinde adam bir şey demeden arabanın içine bindi. Kapı kapanır kapanmaz bir anda ortadan kaybolan arabanın arkasından bakarken aklında tek olan şey bir an önce eve gidip paketin içinde ne olduğuydu. "Koş Firuze." Ayaklarına kuvvet verip eve doğru koşmaya başladığında, "Ne oldu Firuze?" diyen komşularına cevap vermeden evlerinin önüne yaklaştı. Bahçede oturan ailesinin yüzünü bakmadan binanın içine girdi. Merdivenleri fişek hızıyla çıkıp kendini evin içine attığında ayakkabılarını çıkarmadan odasına girdi. Nefes nefese kalmıştı. Ter sırtından boşalıyordu. Yere oturup ellerini kutunun üzerine koydu. "İçinden ne çıkabilir?" Bok çıkacak hali yok ya Firuze, aç şunu. İç sesini susturup kutunun kapağını açtı. Gözlerini kocaman açmaktan pörtletmişti. "Aman Allah'ım," diyerek yere iki seksen uzandığında normal olmayan hareketlerle zeminde çırpınmaya başladı. "Gucci mi lan o? Oha!" Hızla doğrulup elleri titreyerek kutunun içine uzandı. Yüzünde normal insanın yapmayacağı mimikler varken parmak uçlarını elbisesinin ucuna dokundurdu. Titredi bir an. Yumuşacıktı. Nasıl dokunacaktı? Nasıl bedeninin üzerine tutacaktı? Kıyamazdı dokunmaya. Elbiseyle bakışarak aşk yaşıyordu âdete. "Çakmamı lan bu?" Bir an irkilip elbiseyi elbezi alır gibi avcunun içine alıp kucağına çekti. Arkasındaki etiketi alelacele okuma fırsatı bulduğunda elbiseye işkence etmekten vazgeçip sımsıkı sarıldı. "Hayatımda aldığım en pahalı hediye. Allah'ım, elbise çok çirkin olabilir ama bu benim ilk markalı elbisem. Rüyamda bile kendimi içinde hayal etmeyeceğim marka şu an kollarımın arasında. Teşekkür ederim Allah'ım, şeytana uyup İtalyan birine mesaj attığım için teşekkür ederim." 'Ihı ıhı,' diye garip sesler çıkararak gözyaşı dökerken elbisenin modelini de yüzünü buruşturarak inceledi. Çiçekli tek kolu olmayan kısa bir elbiseydi. Etek kısmı hafif kabarık, on beş yaşındaki kızın giyebileceği bir tarzdı. Acaba James kız kardeşi olduğunu düşünüp bu elbiseyi ona mı yollamıştı? Saçmalık, bir tek abisi olduğunu söylemişti. E abisine alamayacağına göre. Tekrar garip ses çıkardığında "Firuze," diyen annesinin sesiyle oturduğu yerden sıçradı. "Lanet olasıca kadın heyecanımın içine sıçmaya ne hakkın var? Daha elbiseyi giyip James'e gönderecektim." "Duymuyor musun kız?" "Geliyorum," diye bağırdı içeri doğru. Eşofmanın cebinden telefonunu çıkarıp heyecanla James'e mesaj yazmaya başladı. Firuze: Elbise için çok teşekkür ederim. Hiç gerek yoktu düşünmen yeterdi. Adama adresimi nasıl buldun diye sorması gerekirken bu yaptığı hiç mantıklı değildi. Aklını tamamen kaybetmiş gibi davranıyordu. Telefon titrediğinde elbiseyi kenara bırakıp kapanan ekranı açtı. James: Üzerinde nasıl duracak merak ediyorum. Giyip fotoğrafını gönderir misin? Pijamasını yukarı çekip tüylenmiş bacaklarına yüzünü buruşturarak baktı. Saçları yağlanmış, bedeni tüylenmişti. Bu kısa elbiseyi giyip kendini adama rezil edemezdi. Ne yapacaktı? Hayır derse James'e ayıp etmiş olacaktı. Tekrar mesaj gelince oflayıp mesajı okumaya başladı. Her okuduğu cümlede ağzı açık kalırken "Oha," diye bağırıp telefonu yüzüne yaklaştırdı. Yanlış okumuşumdur diye tekrar mesajı okumaya başladığında karnının içinde kramplar hissetti. James: İş için Türkiye'ye geldim. Eğer senin içinde uygunsa buluşalım. Telefonu yere bırakıp bacaklarını karnına çekti. Sırtı dolabının camına yasladığında derin derin soludu. James'le tanışmayı çok isterdi ama dışarı çıkamazdı. Gözünden bir damla yaş damladığında titreyen telefonu eline aldı. Dolan gözlerini silip James'in gönderdiği fotoğrafı incelerken gözyaşları anında kesildi. James: Güzel mahalle, güzel ev... Söylesene Firuze, sen hangi pencerenin ardındasın?
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD