BERDEL+18

2295 Words
Hayat, cenaze evi olan babaannesinin konağına gitmeyi hiç istemiyordu. Bütün aile oradaydı. Akrabaları, yurt dışından gelen kuzenleri… Ama kendisi oraya gitmek yerine evde Uğurla görüntülü konuşuyordu. Yatağında uzanan Uğur, “Neden böyle davranıyorsun. O senin amcandı sonuçta” dedi. Hayat önemsiz bir konudan bahsediyormuş gibi elini havaya doğru salladı. “Doğru düzgün görmüyordum. Bayramdan bayrama gelirdi. Benim için bir yabancıydı” diye cevap verdi. Erkek arkadaşına amcasının tacizlerini anlatamazdı. Hatırlayınca bile midesi kalkıyordu. En yakın arkadaşları dahi bilmiyorlardı bu gerçeği. Uğur yatağında doğrularak sırtını yastığa yasladı, yüzünde muzip bir gülümseme belirdi. “Soyunsana,” dedi birden, sesinde neşeli ama bir o kadar da cüretkâr bir ton vardı. “Seni özledim, Hayat. İzlemek istiyorum. Memelerini aç bana” Hayat, bu beklenmedik istek karşısında donakaldı. “Kafayı mı yedin, Uğur?” dedi, sesi şaşkınlık ve utançla doluydu “Telefonda böyle şeyler isteme, utandırıyorsun beni!” Yüzü hafifçe kızarmıştı, elleri sinirle telefonun kenarlarını sıkıca kavramıştı. Uğur’un bu rahat tavırları, onun sınırlarını zorluyordu ve Hayat buna ne kadar alışmaya çalışsa da, her defasında kendini rahatsız hissediyordu. Uğur sırıtarak “Utanılacak ne var ki? Bak, ben utanmıyorum.” dedi. Telefonun ekranını aşağıya, eşofmanının üzerine çevirdi ve aletini dışarı çıkararak Hayat’a gösterdi. “Seninkine girmek için sabırsız. Bak, konuşurken bile kalkıyor,” dedi, sesinde alaycı bir özgüvenle. Hayat, utancından ne yapacağını bilemedi. Gözlerini hemen kapattı, sanki bu hareketle Uğur’un ahlaksız davranışını zihninden silebilirmiş gibi. “Kapat şunu!” diye bağırdı, Ama Uğur önünü kapatmak yerine müstehcen sözlerine devam etti. “Sanki hiç görmediğin bir şeydi. Ağzına alırken gözlerini böyle kapatmıyordun” dedi. “Uğuuur!” dedi Hayat. Uğur daha da ileri gitti. “Şimdi *mının içi cayır cayır yanıyordur. Bir kere soksam soğuturdum” Hayat sinirinden “Geri zekalı!” diyerek telefonu kapattı. Ekran karardığında, kalbi hızlı hızlı atıyordu. Uğur’u seviyordu, ama onun bu kaba, sınır tanımaz hallerinden nefret ediyordu. Daha öncede bu tarz konuştuğu olmuştu ama bu kadar iğrençleşmemişti. Yatağının kenarına oturdu, derin bir nefes aldı ve ekrana bakarak onun tekrar aramasını bekledi. Ama telefon sessizdi. Kalbi, Uğur’un yüzüne telefonu kapattığı için pişmanlıkla sızlarken, aklı ona sınır koymanın gerekli olduğunu fısıldıyordu. Çünkü Uğur’un bu terbiyesiz konuşmalarının önüne başka türlü geçemeyeceğini düşünüyordu. Sustukça daha ileri gidiyordu sevgilisi. Tam o sırada telefon çaldı. Ekrana baktığında annesinin ismini gördü. “Hayat, nerdesin kızım sen!” diye bağırdı annesi Selime, sesinde hem öfke hem de telaş vardı. “Amcan öldü, evde mi oturuyorsun? Elalem ne der diye hiç mi düşünmüyorsun? Çabuk buraya gel!” Hayat oflayarak, “Tamam anne,” dedi, sesinde isteksizlik barizdi. “Hemen geliyorum.” Telefonu kapattı, yatağından kalktı ve gardırobuna yöneldi. Üzerine sade bir kıyafet geçirdi, başörtüsünü boynuna doladı. Bu sırada gözü hâlâ telefon ekranındaydı, Uğur’dan bir arama ya da mesaj bekliyordu. Ama gelmiyordu, yoktu. Telefonunu sessize aldı ve evden çıktı, babaannesinin konağına doğru yola koyuldu. Babaannesinin konağına vardığında, içerideki kalabalık, sessiz bir matem havasına bürünmüştü. Kimse yüksek sesle konuşmuyor, kimse ağlamıyordu. Sanki herkes, Ali İhsan amcasının ölümüyle ilgili ne hissedeceğini bilemez bir haldeydi. Hayat, bu kasvetli ortamda kendini daha da yalnız hissetti. Taziye için gelen misafirlere çay servisi yapan hizmetlilere yardım etmek için mutfağa yöneldi. Mutfakta, annesi Selime ayakta duruyor, sandalyede oturan yengesi Ayfer ise gözleri kıpkırmızı, salya sümük ağlıyordu. Hayat, kapının eşiğinde durup onları sessizce izledi. Annesi Selime, eltisini sakinleştirmeye çalışıyordu. “Ağlama eltim,” dedi, “Ömer’e Ömür’ü neden alsınlar? Delirdin mi sen?” Ayfer, hıçkırıklar arasında konuşmaya çalıştı. “Konuşurlarken duydum,” dedi, sesi titriyordu. “Ali İhsan öldü, berdel bozulmasın diye Ömür’ü üstüme kuma olarak getirecekler. Bütün düzenim bozulacak! Gencecik kız… Ya Ömer’in gönlü ona kayarsa?” Ayfer’in yüzü korku ve çaresizlikle doluydu, elleri titriyordu. Selime, eltisinin sırtını sıvazlayarak onu yatıştırmaya çalıştı. “Öyle şey olur mu, Ayfer?” dedi, sesinde bir abla edası vardı. “Kuma olarak gelse bile, Ömür süs gibi evin bir köşesinde durur. Sana zararı olmaz. Ömer’in sana nasıl sevdalı olduğunu bilmez misin? Deli deli konuşma.” Ayfer’in yüzü öfkeyle doldu, gözleri Selime’ye dikildi. “Sana göre hava hoş tabii,” dedi, sesi kırgınlık ve kinle titriyordu. “Ömür’ü senin kocana alsalardı, senin üstüne kuma gelseydi, bu kadar rahat olabilir miydin acaba?” Hayat, mutfakta işittiklerinden sonra daha fazla dayanamadı. Annesi Selime ile yengesi Ayfer’in konuşmaları, içini kemiren bir öfkeyle dolmasına neden olmuştu. Adımını kararlılıkla atarak onların yanına yaklaştı. Mutfak, cenaze evinin telaşıyla dolup taşıyordu; insanlar girip çıkıyor, çay bardakları, kahve fincaları tıkırdıyor, fısıltılar havada uçuşuyordu. Hayat, bu kaosun ortasında durdu ve sesini yükseltti. “Cenazede konuştuğunuz şeylere bakın!” dedi, sesinde hem sitem hem de iğneleyici bir öfke vardı. “Kocalarınızın derdine düşmüşsünüz. Koskoca kadınlarsınız, sizi duyanlar Allah bilir ne kadar ayıplıyordur!” Sözleri, mutfaktaki gergin havayı bir an için dondurdu. Çay demleyen kadınlar, ellerindeki işleri bırakıp ona bakakaldılar. Ayfer, oturduğu koltuktan hışımla ayağa kalktı. Yüzü gözyaşlarından ıslanmış, gözleri öfkeyle parlıyordu. “Selime, sustur şu kızını!” diye bağırdı. Ardından, daha fazla dayanamayıp hızlı adımlarla mutfaktan çıktı. Selime, Hayat’a döndü, kaşlarını çatarak sert bir bakış attı. “Sen ne karışıyorsun, Hayat?” dedi. “Görmüyor musun, canımız zaten sıkkın. Boş boş konuşma da çay servisine devam et!” Annesinin bu sözleri, Hayat’ın içindeki öfkeyi daha da körükledi, ama o an tartışmayı uzatmak istemedi. Sadece dudaklarını büzdü ve mutfaktaki diğer kadınlara bir göz attı. Çayları dolduran, tepsilere bardak dizen kadınlar, sanki hiçbir şey olmamış gibi işlerine devam ediyorlardı. Hayat, “Sanki cenaze evi değil de aşevi,” diye mırıldandı, sesi alaycıydı. “Hayat, sus ve yardım et!” dedi annesi, bu kez sesi daha keskin, daha emrediciydi. Hayat, derin bir nefes aldı, “Tamam, tamam,” diyerek tepsiyi eline aldı. İçindeki isyanı bastırmaya çalışarak salona doğru yürüdü. Ancak salona girer girmez, adımları birden yavaşladı ve olduğu yerde kaldı. Çünkü babaannesi Hamiyet’in yanında oturan genç kadın, Hayat’ın doğum günü için gizlice gittiği restoranda gördüğü kızdı. O gece, Toygar ile aynı masada oturuyordu; Toygar, Hayat’ın hayatını kurtarmış, ona yardım etmişti. Ama Hayat, o geceyi ailesinden gizli tutmuştu. Kimsenin bilmesini istemiyordu. Başını eğdi, gözlerini yere sabitleyerek çay servisine başladı. Tam o sırada, babaannesi Hamiyet’in yumuşak ama endişeli sesini duydu: “Ömür, yavrum, bir bardak çay içsen hiç olmazsa. Mideni yumuşatır. Ne yiyorsun, ne de içiyorsun. Geceden beri boğazından bir şey geçmedi.” Hayat, bu sözlerle irkildi. Ömür’ün isim olarak kim olduğunu biliyordu; ölen amcası Ali İhsan’ın karısıydı. Şaşkınlıkla başını kaldırıp Ömür’e baktı. Genç kadın, solgun yüzü ve dalgın bakışlarıyla koltukta oturuyordu. “Sağ ol, Hamiyet anne, ama midem iyi değil,” dedi Ömür, sesi zayıf ve bitkindi. O an, Hayat ile Ömür’ün gözleri kesişti. Hayat’ın kalbi bir an için duracak gibi oldu; Ömür’ün onu tanıdığını, o geceyi bildiğini düşünerek paniğe kapıldı. Ama Ömür, hiçbir şey söylemedi. Sanki Hayat’ı ilk kez görüyormuş gibi, soğuk ama bir ifadeyle ona baktı ve başını çevirdi. Hayat, bu tepkisizlik karşısında hem rahatladı hem de tuhaf bir huzursuzluk hissetti. İlerleyen saatlerde, Hayat ve Ömür birlikte çay servisine yardım ettiler. Kalabalık arasında bardaklar taşındı, misafirler fısıldaşarak taziye dileklerini sundular. Ama Ömür, tek kelime etmedi. Hayat, ona yan gözle bakıyor, genç kadının sessizliğinin ardında derin bir hüzün olduğunu hissediyordu. Ömür’ün solgun yüzü, bitkin duruşu, sanki yılların yükünü sırtında taşıdığını anlatıyordu. Hayat, Ali İhsan amcasının iğrenç tacizlerini hatırladıkça, Ömür’ün onunla evliyken ne kadar mutsuz bir hayat yaşadığını, ölümüyle ondan kurtulduğunu düşündü. Ama hemen ardından mutfakta duyduğu konuşmalar aklına geldi. Ali İhsan ve Ömür, berdel töresiyle evlenmişlerdi. Şimdi Ali İhsan ölmüştü ve töre, dul kalan Ömür’ü kayınbiraderi Ömer’le evlendirmeyi emrediyordu. “Yazık kıza,” diye mırıldandı Hayat, kendi kendine. Ömür’ün adına daha çok üzüldü. Ali İhsan’dan kurtulmuştu, ama kuma olmaktan kurtulamamıştı. Bu düşünce, Hayat’ın yüreğini burktu; Ömür’ün genç yaşta böyle bir kadere mahkûm edilmesi adaletsiz geliyordu. *** Cenazenin ertesi günü, babaannesinin konağı yine hareketliydi. Kalabalık azalmıştı, ama gerginlik devam ediyordu. Ayfer, konağın bir köşesinde, üstüne kuma getirileceği düşüncesiyle gözyaşlarına boğulmuştu. Kayınvalidesine ve kayınbiraderlerine yalvarıyordu. “Etmeyin, kurban olayım! Kuma istemiyorum!” diyordu. Hayat’ın babası Mazlum Ağa, sert ve kararlı bir ifadeyle, “Töre ne derse o olur,” dedi. “Boşuna ağlayıp kederlenme. Kaderde ne varsa o yaşanacak” Ardından, Mazlum ağa kardeşleriyle birlikte aşiret ağalarının katılacağı toplantıya gitmek için konağı terk ettiler. Bu toplantıda aşiret, dul gelinleri Ömür için bir karar verecekti. Ayfer, üzüntüden kendini odasına kapattı. Gözyaşları, öfkesi ve çaresizliğiyle yalnız kalmayı seçmişti. Toplantıya gitmeyen Ömer ise salonda bir koltuğa çökmüş, kara kara düşünüyordu. Yüzü asık, gözleri dalgındı. Töre, onun da hayatını altüst etmek üzereydi. Ömür, Hayat’tan bile küçük bir kızdı; onun hayatı, bu kararlarla kararmak üzereydi. Hayat, olan biteni izlerken, bu topraklarda doğmanın bir lanet olduğunu düşündü. Herkes töreye boyun eğiyor, kimse sesini çıkarmıyordu. Bu sessizlik, bu kabulleniş, Hayat’ı çıldıracak noktaya getiriyordu. Mazlum Ağa ve kardeşleri, konağa geç saatlerde döndüler. Yüzleri asık, ifadeleri gergindi. Toplantı öğleden sonra bitmiş olmasına rağmen, konağa hemen gelmemişlerdi. Sanki taziye için gelenleri gitmelerini beklemişler gibilerdi. Dışarıda fırtına kopuyordu; gökyüzü kapkara bulutlarla kaplanmış, yağmur öyle bir yağıyordu ki, göz gözü görmüyordu. Rüzgâr, ağaçların dallarını vahşice savuruyordu. Bu kasvetli hava, konağın içindeki gerginliği daha da ağırlaştırıyordu. Bütün aile, konağın salonunda toplandı. Konaktaki herkes, nefesini tutmuş, aşiret ağalarının verdiği kararı duymayı bekliyordu. Hayat, kuzenleri ve diğer yengeleri, Ömür’ün kuma olmaktan kurtulması için içten içe dualar ediyorlardı. Ama töre, bu duaları duyacak gibi değildi. Mazlum Ağa, “Çocuklar, dışarı çıkın,” dedi. Sesi, tartışmaya yer bırakmayan bir otorite taşıyordu. Hayat, kendi yaşlarındaki kuzenleriyle birlikte salondan çıktı. Küçük çocuklar zaten başka odalarda, oyunlarla meşguldü; onların dünyası, yetişkinlerin ağır kararlarından uzak, masum bir neşeyle doluydu. Hayat ve kuzenleri, konağın başka bir odasına geçtiler. Burası, daha küçük bir salondu. Liseye giden kuzeni Leyla, gözlerini kısarak, “Bence Ömür yengem kuma olacak,” dedi, sesinde kendinden emin bir ton vardı. “Töre başka neye izin verir ki?” Diğer kuzeni Ayşe, hemen itiraz etti. “Bence olmayacak,” dedi, kaşlarını kaldırarak. “Ömer amcam, Ayfer yengemi bu kadar severken kuma kabul etmez.” Tartışma alevlendikçe, bir diğer kuzen, “Bence de olacak,” diyerek Leyla’ya destek verdi. Sesler yükseliyor, herkes kendi fikrini savunuyordu. Hayat, kuzenlerinin bu tartışmasını dinlerken içindeki bir his, Ömür’ün kuma olmayacağını söylüyordu. Belki bu, sadece bir umuttu, ama ona tutunmak istiyordu. Ortama biraz hareket katmak için gülümseyerek, “Hadi, bahse girelim!” dedi, sesinde yapay bir neşe vardı. “Ömür kuma olacak diyenlerle olmayacak diyenleri göreyim!” Kuzenler, bu öneriye hemen atladı. Küçük bir oylama yaptılar; üç kişi Ömür’ün kuma olacağını, üç kişi de olmayacağını savundu. Sonuç eşit çıkmıştı, ama bu, gergin bekleyişi daha da eğlenceli hale getirdi. Kuzenler, gülüşerek birbirlerine takılmaya başladılar. Sanki ev cenaze evi değilmiş gibiydi. Tam o sırada kapı çaldı. Hayat’ın annesi Selime, kapıda belirdi. Yüzü yorgun, ama bir o kadar da ciddiydi. “Hayat, baban seni çağırıyor,” dedi. Kuzenler bir anda sustu, birbirlerine şaşkın bakışlar attılar. Hayat’ın neden çağrıldığına dair kimsenin bir fikri yoktu, ama bu ani çağrı, hepsinin içinde bir huzursuzluk uyandırdı. Hayat, annesine dönerek, “Ne oldu ki?” diye sordu. Selime, kısa bir iç çekti. “Gidince baban anlatacak,” dedi, başka bir şey söylemeden arkasını döndü ve salona doğru yürüdü. Hayat, annesinin peşinden giderken kalbi hızlı hızlı atmaya başladı. Kuzenlerinin meraklı bakışlarını sırtında hissediyordu. Salona girer girmez, bütün gözler ona çevrildi. Sanki odadaki hava birden ağırlaşmış, nefes almak zorlaşmıştı. Herkesin yüzü ciddi, hatta gergindi. Babaannesi Hamiyet, ağır bir koltukta oturuyor, yanında Mazlum Ağa, dimdik duruyordu. Hayat, salonun ortasında, babasının ve babaannesinin karşısında durdu. Ellerini önünde birleştirdi, başını hafifçe eğdi. “Beni çağırmışsın, baba” dedi. Mazlum Ağa, kızını tepeden tırnağa süzdü. Hayat, onun biriciğiydi; tek kızıydı. Mazlum, bunu asla açıkça göstermese de, kızına olan sevgisi derindi. Ama o an, yüzünde sevgi değil, çaresizlik ve öfke vardı. Toplantıdan beri içinde biriken bu duygular, onu yerinde duramaz hale getirmişti. Yine de, bir ağa olarak duygularına yenik düşemezdi. Soğuk, kararlı bir sesle, “On beş gün içerisinde Kazvanoğullarından Demir Ağa’nın oğluyla evleneceksin,” dedi. “İki üç güne seni istemeye gelecekler. Hazırlıklarınızı ona göre yapın.” Sözleri, salonda bir bıçak gibi keskin bir sessizlik yarattı. Hayat’ın dünyası bir anda başına yıkıldı. Şaşkınlık ve panikle başını kaldırıp babasına baktı. “Sen ne dersin, baba? Ne evlenmesi?” dedi, sesi titriyor, inanamıyordu. Kalbi, göğsünde bir yumruk gibi sıkışıyordu. Mazlum, duygusal davranarak otoritesinin sarsılmasına izin veremezdi. Ağa olmak, karşısındaki kızı bile olsa katı olmayı gerektiriyordu. “Duydun işte,” dedi, sesi sert ve tartışmaya kapalıydı. “Toplantıda Ömür’ün kuma olarak gelmesi yerine, Demir Ağa’nın oğluyla sana berdel yapılmasına karar verildi. Bu karar bozulamaz.” Hayat’ın zihninde, Uğur’la geçirdiği anlar bir film şeridi gibi canlandı. Onunla yaşadığı aşk, gülüşmeleri, birbirlerine dokundukları anlar, bedenini ona sunuşu… Yer ayaklarının altından kayıyor gibi hissetti. Baş dönmesiyle sarsıldı, gözleri karardı ve bir anda kendinden geçerek yere yığıldı. Salondaki herkes, şaşkınlık ve endişeyle ona doğru atıldı, ama Hayat’ın bilinci çoktan kapanmıştı. *** Toygar, sevgilisi Lale’den yeni ayrıldığı için zaten içi kan ağlıyordu. Kalbi kırık, ruhu yorgundu. Tam da bu sırada babası Demir Ağa, ona berdel yapılacağı haberini vermişti. “Eğer berdele razı olmazsan, kardeşin, Ali İhsan’ın abisine kuma olarak gidecek,” demişti. Toygar, Ömür’e kıyamamıştı. Ali İhsan, ruh hastası bir adamdı; Ömür’ün onunla geçirdiği evlilik, genç kadının psikolojisini zaten altüst etmişti. Bir de kayınbiraderiyle evlendirilirse, Ömür’ün delirmesi, hatta belki canına kıyması işten bile değildi. Bu yüzden, gönülsüz de olsa, berdele razı olmuştu. Ama içi almıyordu; bu karar, onu boğuyordu. Aşk acısı çekerken, tanımadığı, istemediği bir kızla nasıl evlenebilirdi? Bu düşünce, zihnini bir mengene gibi sıkıyordu. Konağın kasvetli havası, ona daha fazla dayanma gücü bırakmamıştı. Kendini dışarı attı, yağmurun altında koşar adımlarla arabasına bindi. Arabanın içinde, kendi kendine küfürler savurdu. “Lanet olsun!” diye bağırdı, direksiyona yumruğunu vurarak. Henüz hukuk fakültesi üçüncü sınıftaydı; evlenmek, hele hele böyle bir töre evliliği, aklının ucundan bile geçmiyordu. Otuz beşinden önce evlenmeye niyeti yoktu; bunu çevresindekilere defalarca söylemişti. Ama şimdi, hayatı bir anda tersine dönmüştü. Arabasını bir barın önünde durdurdu. Yağmur, camları dövüyor, dış dünyayı bulanık bir tabloya çeviriyordu. Toygar, içmek istiyordu; sarhoş olup bu köşeye sıkışmışlık hissinden, en azından kısa bir süre için bile olsa, kurtulmak istiyordu. Bara girip bir tabureye oturduğunda, yanındaki taburede içkisini içen tanıdık bir yüzle karşılaştı. “Uğur!” diye seslendi, şaşkınlıkla.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD