Tanıtım
Günümüz- 2040 Yılı
-LİNA KORAL-
Yıkılmış dünyanın içinden geçerken aracın camından dışarı bakarak mahvolmuş şehir manzarasına şahit oluyordum. Bir zamanlar canlı olan sokaklar, şimdi çatlamış asfaltlar ve devrilmiş binalarla dolup taşmıştı. Paslı araçlar, çürümüş enkazlar ve toprakla kaplı yollar, adeta geçmişin acı hatıralarını anlatan sessiz tanıklardı. Rüzgar, terkedilmişliğin ve yıkımın hüzünlü şarkısını taşıyarak aracın içinde garip bir melankoli yaratıyordu. Gri bulutlarla kaplı gökyüzü, bu yıkıntıların altında kalan umutsuzluğu yansıtıyordu.
Temizlediğimiz moloz yığınları arasında açtığımız yolda, en öndeki askeri araçta şoför koltuğunun yanında oturuyordum. Arda'nın uydudan tespit ettiği bölgeye yaklaşık 2 kilometre yolumuz kalmıştı ve bu yüzden hızımızı düşürmüştük. Arkamızdan gelen tam 7 askeri araç ve ortaya aldığımız büyük bir zırhlı tır vardı. Manevi oğlum Kemal arkadan 3. Sırada olan araçtaydı ve elindeki çelikten yapılma yayı saplamak için gözlerini dört açmış heyecanla Saylob aradığını biliyordum.
"Endişelenme" Duyduğum sesle başımı yıkılmış binalardan çevirip şoför koltuğundaki Alihan'a döndüm. Sanki randevulaşıp akşam gezmesine çıkmışız gibi keyifli bir yüz ifadesi vardı.
"Sen de biraz endişeli olmalısın!" Gülümsediğini ona bakmasam bile anlardım.
"Beni endişelendirecek tek konu sensin" sözlerini duymazdan gelerek, bakışlarımı çevrede gezdirdim. Yıllardır dünyaya bir lanet gibi sarmış olan sessizliğe hâlâ alışamamıştım. Gözlerim, etrafı kucaklayan harabelere, geçmişin hüzünlü izlerine takıldı. Bir zamanlar sevgi ve neşe dolu anıların yaşandığı bu bölge, şimdi terkedilmiş bir hayalet şehri gibiydi. Açık hava tiyatrosunun yıkık duvarları arasında, eskiden gülüşmelerin yankılandığı anları hatırladım. Lunapark ise sessiz ve ıssızdı; dönme dolaplarının ve çığlık atan çocukların yerine, sadece yıkık oyun alanları ve boşluğa karışmış anılar kalmıştı. O an, geçmişin masumiyetini kaybetmiş bu mekanın yalnızlığına karşı duyduğum hüzünle dolup taştı.
Lunaparktan kopmuş, yıpranmış bir dönme dolap vagonunun yanından geçerken, eski yaşantının kaybolmuş güzelliklerini bir kez daha hissettim. Rengarenk koltukları yavaşça sallanan vagon, yılların ağırlığını taşıyarak terkedilmişliğin ve unutuluşun sembolü haline gelmişti. Oyuncağın metal iskeleti, zamanın hükmü altında paslanmış ve çatlamıştı. Bir zamanlar çığlık çığlığa eğlencenin simgesi olan bu dönme dolap, şimdi sessizliğin içinde yalnızca geçmişin hüzünlü anılarını taşıyordu. Lunaparkın ve sokaklardaki neşenin yerini alacak bir şey yoktu, ve eski kocamın gölgesi bile sadece geçmişin bir yansıması olarak hatıralarda kalmıştı.
Alihan'ın arabayı sallayarak aniden durdurmasıyla kendime gelip, bakışlarımı ona çevirdim. "Konum burası" dediğinde gösterdiği yere baktığımda, eskiden spor tesisi olduğunu anladığım kırık tabelaya odaklandım. Tesis, yıkılmış olmasına rağmen sağ tarafında kalan kısma insan eli değmiş gibi, moloz parçaları düzenli bir şekilde dizilmişti. O an, terkedilmiş bu alanın, geçmişin izlerini taşıyan bir anı mezarlığına dönüştüğünü hissettim.
"Yaşayan birileri var mıdır?" sorusunu soran eski binbaşı Alihan'a dönmeden, kafamı olabilir anlamında salladım. Sessizlik içinde, dizilmiş taşlara odaklanmış bir şekilde etrafı inceledik.
"Öğrenmek için güzel bir gün" dedikten sonra kapıyı açıp aşağıya indiğimde, beremi ağzıma kadar çekerek oluşan hava kirliliği yüzünden toz yutmadan nefes almak neredeyse imkansız hâle gelmişti. Peşimizden gelen askerler de arabaları durdurup aşağıya inmeye başladılar. Düzenli, sıralı ve nizami bir şekilde tek sıra oluşturarak çevre güvenliğini kontrol altına almak için dizilerek görev bilinciyle hareket etmeye başladılar. İçlerinden en alakasız duran oğlum Kemal, elindeki yayı omuzundan sırtına doğru tutarak bana doğru yürüyordu. Peşinde Efe de vardı. Tam yanıma gelip, Alihan ve benim gibi etraftaki farklılıkları incelemeye başladılar.
İzbe şehirde, yıkılmış tesise karşı duran Alihan, Kemal ve Efe ile birlikte, etrafımızdaki yıkıntıların arasında duruyorduk. Derin bir nefes alarak, sağımda duran oğlum ve Efe'nin gözlerini inceledim; karanlık ve kararlı bir ifade, geçmişin zorlu anılarını yansıtıyordu. Gözlerim Saylob'un sebep olduğu yıkıma odaklandı, geçmişteki mücadeleler ve cesurca verilen savaşlar anımsandı. Efe, gözlerini kısmış, belki de bir tuhaflık sezdiğini düşünerek çevreyi dikkatlice inceliyordu. Kemal ise sakin duruyordu, ancak ağzında ince bir dal parçası ve omuzunda yayıyla, içindeki tehlikenin farkındaydı.
Onu ben yetiştirmiştim...
Sol tarafımda duran Alihan, etrafı heybetli bir lider gibi gözden geçiriyordu. Geniş omuzları ve dik duruşu, onun kararlılığını ve güvenini yansıtıyordu. Bakışları, çevresindeki yıkıntılarda, geçmişin izlerini arıyordu. Alihan, geniş omuzları ve dik duruşuyla etrafına liderlik eden bir figürdü. Uzun boylu olmasına nazaran, kaslı yapısı ve atletik görünümüyle güçlü bir fiziksel varlığa sahipti. Keskin hatlı yüzünde ve bronz teninde kontrast oluşturan ela renkteki gözleri, derin bir iç görü ve liderlik güveniyle parlıyordu. Saçları kısa ve düz, pratiğe odaklı bir tarzda kesilmişti. Her adımında, güçlü bir duruş ve geçmişin ağırlığını taşıyan bir liderdi. Ona döndüğümde ve bunu anladığında, yüzünde beliren içten gülümseme ela gözlerini daha da parlatarak karşılık buldu. Göz temasımı çekip tekrar önümüze döndüğümüzde, Alihan'ın dudaklarındaki gülümsemenin hâlâ yerini koruduğunu biliyordum.
"Buradan insanlar geçmiş. Şanslılarsa hâlâ buradadırlar ki onları şehre götürebiliriz" Kemal'in sözleriyle yüzündeki beresini düzelterek burnuna kadar kapatan Alihan, tek eliyle siyah dağınık saçlarını arkaya attı ancak elini çektiği an saçları tekrar alnına doğru döküldü.
Alihan'ın sesi, yorgun bir geçmişin yükünü taşıyarak, "7 sene oldu. Bu bölgede hayatta olan insanlar olduğunu düşünmek istiyorum, ama ihtimal çok düşük. Burası yıkımın merkezi," dedi. Gözleri, uzaklara dalıp geçmişin izlerini ararken, yüzünde bir karışık duygu karmaşası belirdi. Saçlarındaki siyah teller ve dudağının kıvrımında ki ince çizgiler, geçen zamanın acı hatıralarını yansıtıyordu. Bu an, umutsuzluğun gölgesinin bu yıkılmış manzara üzerinde gezdiği bir tabloydu.
"Alihan, zaten bu minik ihtimal için onca yolu tepip buraya gelmedik mi? Hadi işe koyulalım," dediğimde, Alihan'ın gözlerinde kararlılık parlıyordu. Benim ise yorgun ama hâlâ mücadele azmiyle dolu bir ifademle, ekip olarak gelinen bu noktada umutsuzluğa kapılmadan işe koyulma çağrısı yapıyordum. Her zamanki gibi toparlayıcı olarak. Kemal'e dönerek devam ettim. "Kemal, teğmenleri buraya çağır, arama planını oluşturalım," diyerek, ekip içindeki düzenin sağlanması ve arama çalışmalarına başlanması için adımlar attım.
Kemal, "Emredersiniz komutanım" diyerek anında itaat etti. Ağzındaki dal parçasını yere üfleyip hızla fırlatarak, adeta bir rüzgar gibi yanımızdan ayrıldı ve askerlerin arasında kayboldu. Kararlı adımlarıyla, görevini yerine getirmek için hazır bir şekilde ilerledi.
Operasyon başlıyordu...
...