3.Bölüm

2065 Words
Saat gece ona geliyordu. Kızlar aynanın önünde süslenirken kimisi tuvalet sırası bekliyor kimi köşede saçını yapıyordu. Şimdilik Martina yoktu ama birazdan gelirdi. Sıkıntıyla iç çekerek barmeni düşündüm, bugün olanları düşündüm. O iki adamın, Marco Espereza'ya çalışmadığına emindim. Peki neden İtalyanlar beni arayıp duruyorlardı? beni nereden tanıyorlardı? Eğer tüm İtalya biliyorsa o da biliyor olmalıydı. Yüzümü bilmiyordu, bir kere bile bakmamıştı ama bakacak olsa belki kayıp ilanındaki kadın olduğumu fark edecek beni ellerine verecekti. O da tehlikeliydi. Belki diğerlerinden daha tehlikeliydi. Ben böyle düşüncelere dalmışken kapı gürültüyle açıldı. Martina içeriye girerken diğer bodyguard içeriye bakmayarak kapıyı üstümüze kapattı. Hepimizi tek tek süzen Martina bağırdı. "DAHA HAZIRLANMADINIZ MI?!" Dişlerimi sıktım. Buradan bir kurtulayım ilk işim bu kadına işkence çektirmek olacak. Kendimi tutamayıp, "İster hazır oluruz ister olmayız, sana ne!" dediğimde bu hırçın tavrıma kızlar gözlerini irileştirerek bakarken Nurgül abla telaşlanarak oturduğu yerde doğruldu. Martina kaşlarını kaldırarak alayla bana bakarken beni süzerek karşımda dikildi. Dik başımla ona bakarken tek kaşımı kaldırdım, ne var dercesine baktığımda sinirle güldü. "Sen... Şu akıllanmayan aptallardansın ya da aklına girmeyenlerden." Ellerimi yumruk yaptım. Şeytan diyor ki geçir kafasına bir şaplak! "Aptallık etme de işini yap." Durdu. "Hah senin işin yok ama değil mi? Halbuki Patron da geldi. Seni istemiyor mu acaba?" Sinirle, hınçla, öfkeyle yüzüne bakarken cevap verecektim ki, kapı açıldı. Kızlar çığlık atarak endilerini saklarken Enrico ağzındaki sigara dalını çekerek pis pis sırıttı. Martina kollarını bağlayarak ona döndü. "Ne var Enrico?" Enrico gözlerini benden çekip bir adım önüme çıkan Martina'ya çevirdi. "Sandra'yı... Almaya geldim. Patrom bekliyor." Şaşkınlıkla baktım. Çünkü haftada bir gelirdi ve daha geçen gün geldiğine göre... "İyi de ben daha hazır değilim?" Enrico dalından nefes çekip dumanını üfledim. "Hazırlansan iyi olur yavrum." Martina'nın bakışları bana dönünce ben de ona döndüm. Dudaklarım kıvrıldı. "İşimi yapayım bari." diyerek yanından hızla geçip gittiğimde kabinlere yönelmiştim ki Martina'nın öfkeli uyarısını duyunca kahkaha atmak istedim. Ardından kapı kapanma sesi gelince dışarı çıktıklarını anlamıştım. Banyodaki dolabımdan seks için hazır tuttuğum kıyafetimi giyerken aynadan Nurgül ablanın arkada dikildiğini gördüm. "Abla?" Eline baktım. Peruğumu getirmişti. "Sağ ol ablacım," diyerek gülümsediğimde aynaya yeniden dönmüştüm ki onun tuhaf bakışlarını görünce soramadan edemedim. "Bir şey mi var abla?" İçeriye bir baktı, bana dönerek fısıldayarak konuştu. "Neden öyle konuştun kadınla?" Gözlerimi devirdim. "İyilik edecek halim yoktu. Bizi nasıl ezdiğini görüyorsun." "Ne ederse etsin Allah'ın bulur." "Ha boyun eğeyim yani?" Nurgül abla başını eğerek konuştu çaresizce. "Başın belaya girecek, sana bir şey olacak diye korkuyorum Biricik. O adam desen mafyadan başka biri değil." Lorenzo Cassalini. Nurgül abla, onun Beril'in katili olduğunu bilmiyordu. Sustum. Yıllarca hep yaptığım bir şeydi. Ya da öğrendiğim tek şey: susmak. "Sorun yok ablacım bak gördüğün gibi bir halt edemedi!" Nurgül abla bir şey demezken saçlarımı okşadı, yanağımdan öpüp geri çekildi. Ona bakarken içim gidiyordu. Biliyordum, kafasında bir sürü şey dönüyordu. Beni buradan kurtarmak istiyordu. Hatta kendini de. Ama her seferinde başaramamanın verdiği hisle çaresiz kalıyordu. Onu bu çaresizlikten, kendimi de bu bataklıktan kurtarmak istiyordum. Kızıl peruğumu takıp, ağır makyajı yüzüme yaparken bu kaçıncı sefer diye düşünüyordum. Ruju dudaklarımdan çekip birbirine bastırdım. Kendimi aynadan süzdüm. Şimdi Biricik değil, Sandra olmuştum. Üzerimdeki kıyafet bu sefer daha açık ve seçikti, giymek istemezsem de öyle bir lüksüm yoktu. Giymek zorundaydım. Şimdilik boyun eğiyordum, eğmiş gibi yapıyordum ama zamanı gelince hepsine bu dünyadan silecek kadar bedellerini ödetecektim. Ölmek için bana yalvaracaklardı. Hapımı da yuttuktan sonra son kez bukleli saçlarımı düzeltip topuklu ayakkabılarımı giydim. Hazırdım. Odadan çıktığımda Enrico ve iki köpeği koridorda beni bekliyordu. Sigara ve uyuşturucudan sararmış dişleriyle sırıtırken beni pis pis bakışlarıyla süzüyordu. "Gidelim yavrum." Senin yavruna ben. Yapmacık gülümsememle ona baktım. "Andiamo." Gidelim. Koridorda yürüyüp merdivenleri çıkarken birden beyaz ışığın yüzüme vurmasıyla gözlerimi kıstım. Ne de olsa yerin altındaydık. Karanlığa hapsolmuş gözlerim aydınlığa alışmakta zorlanıyordu. Beni asansöre değil de lobiye götürürken gerildim. Enrico'ya dokunmak istemesem de kolundan tutup onu durdurmak zorunda kaldım. "Perché non andiamo nella stanza?" Neden odaya çıkmıyoruz? Durdu, kolunu tuttuğum elime bakarken birden elime yakaladı, okşadı. "Il capo ti vuole nell'atrio, tesoro." Patron seni lobide istiyor tatlım. Bu işte bir tuhaflık olduğunu fark ettiğimde renk vermedim. Genelde mekan doluyken kızlar lobiye çıkmazlardı. Odalara çıkar, işlerini halleder sonra da mahzene inerlerdi. Evet o yerin altı, bizim için bir mahzendi. Kapkaranlık bir mahzen. Enrico önümde yürüyerek köşedeki özel lobiye geldiğinde önümde durdu, saygıyla eğildim. "Patron... Kadınınızı getirdim." Böyle mi hitap ediliyordu? Gozlerimi devirdim. Karşımda genişçe oturan Lorenzo Cassalini'ye kaydı bakışlarım. Bakışlarını Enrico'dan çekip bana çevirdiğinde kafama taktığım kızıl peruğa, gözümdeki renkli lense ve yüzümdeki ağır makyaja baktı. Bir müddet yüzümü süzdü. Kaşlarım hafif çatılırken ne yapmaya çalıştığını anlamaya çalışıyordum. Doğruldu. Dizlerini bükerek ellerini birleştirdi, öne doğru egildi. Adamın kulağına eğilerek bir şeyler söyledikten sonra adamlar geri çekildi ve Enrico'yu da benden uzaklaştırdılar. "Tesoro," Tatlım. "Yanıma otursana." Onun çöplüğünde ona karşı çıkmak gibi bir lüksüm yoktu. Mecburen yanına oturdum. Kolu karnımı sarmalarken beni iyice kendine çekti. Bedenlerimizin birbirine yapışık olmasından rahatsızlık duyarken o bunu umursamadı. Kafasını benim olduğum tarafa çevirdi. Burnunu boynuma dayadı. Uzun süre oradan ayrılmadı. Kokumu içine çekiyordu. Ne öptü, ne ısırdı. Sadece kokumu içime çekti. "Aynı onun gibi kokuyorsun..." Türkçe... Türkçe konuşmuştu. Gerildiğimi hissederken hemen anlamamış gibi yaptım. Kahretsin! Türkçe'yi nereden biliyordu? Ve... Kimin gibi kokuyordum? Yoksa Beril... Beril gibi mi... Beril'le kokularımız benzemezdi halbuki. "Signore? Non capisco?" Efendim, anlayamadım? Hızla geri çekilerek önünde duran kadehi kafasına dikti. "Non c'è nulla. Andiamo nella stanza." Bir şey yok. Odaya çıkıyoruz. Sert sesiyle beni yerimden kaldırırken elini belime koydu, itekledi. Hızlı adımlarla asansöre binerken beni içeriye itti. Ardından kendisi de içeri girerek düğmeye bastı. En üst kata çıkıyorduk. Asansör yavaşça yukarı doğru çıkmaya başlarken beni aniden asansörün soğuk, metal duvarına yasladı. Ellerini karnımda, göğsümün altında hissedince ürperdim. Dokunuşları... Şehvet doluydu, koyu bir tutku doluydu. Boynuma eğilerek yine kokumu içine çektiğinde sanki onun için uyuşturucuydum da yokluğunu çekiyordu. Bir eli göğsümün altında dolaşarak sütyenin içine girdiğinde nefesimi tuttum. Parmakları her bir santimi dolaşırken göğüslerimin ucuna geldi. Hafif sıktığında inledim. Dudakları kıvrılışını boynumda hissederken asansör durdu. Geri çekilerek bileğimdej tuttu ve beni sertçe çekerek iki yana kayan asansör kapılarından dışarıya çıkardı. Loş koridorda yürürken her zamanki odaya gidiyorduk. Bu kattaki iki odadan sadece biriydi. Çünkü otelin en lüks odaları oldugunu tahmin ediyordum. Kapıyı açarak beni içeri soktuğunda kendi de girdi ve kapı kapandı. Kilit sistemini devreye sokarken kartı ceketinin içine koydu. Bana donerek bakmada konuştu. "Soyun..." Yutkundum. Ceketini çıkararak içeriye başka bir odaya gittiğinde yatağın yanında yalnız kalmıştı. Bu odaya altıncı belki yedinci gelişimdi ama yine alısamamıştım. Yıllardır vuradaydım ama yien de alışamayacaktım. O diger kadınlar gibi isteyerek fahişelik yapmayacaktım. Cassalini'den ne kadar nefret etsem de bir nevi beni kurtarmıştı. Ondan baskasiyla yatmıyordum. Bu belki benim için gurur kırıcı olsaydı da lily gibi diğer adamları tatmin etmekten iyiydi. Ve yine kendimden tiksindiğim nokta vardı: ben de onu arzuluyordum. İçim yanarken gözlerimi yumdum. Bir tarafım kardeşimin katili oldugunu bas bas bağırırken diğer tarafım onu tepe tepe sonuna kadar kullanmamı istiyordu. Yatağa geri döndüğünde elinde viski şisesi vardı. Kafaya dikti. Yarısına kadar su içer gibi içtiginde şişeyi ağzindaj cekerek koluya sildi. Ona şaşkınlikla bakarken kaşlarını çattı. "Ne bakıyorsun?! Soyunsana?!" Bir sey demeden soyunmaya başladığımda bana aldırış etmeden diger tarafa geçti. Boydan boya olan camın kenarına geçtiğinde Roma'nın tum işıkları büyüleyici bir manzaraya neden oluyordu. Profili bana donukken onu suzdum. Altında baksırı vardı. Ve boynunda da hiç çıkarmadığı B kolyesi. Dişleri sıktım. Kalan viskiyi de kafasına dikip siseyi sehpanın üzerine koyarken bana dondu. Beni süzdü. Gözleri baygınca bakıyordu halbuki gelirken gayet ayıktı. Benden habersiz iceride içki zulası mı vardı, içip durmuş muydu bu adam? "İyi misin?" diye sorduğumda Biricik bu sorudan nefret etse de Sandra büyük soğukkanlılıkla yüzundeki ifadesini korumaya devam ediyordu. "Sana ne! Yat şuraya! Yüz üstü!" Yüz üstü? Ah geliyorduk en alıcı kısma. Tepki gostermeden dedigini yaparken kırmızı saten çarşafa yattım. Satenin soğukluğu bedenime işlerken bundan memnun kaldığımı hissettim. Zira bacaj aram yanıyordu. Göğüs uçlarım öylr hassaslaşmıştı ki dokunmak, acı çeker gibi onları sıkmak istiyordum. Ya da onun bana öyle yapmasını. Içimdeki kadınsı dürtülerime engel olamadığım icin kendime kızarken kafamı hafuf kaldırarak yandan ona baktım. Baksırını çıkarıp atmıştı ve prezervatif takmamıştı. Yine. Üzerime binmeden dudaklarımı tenimde hissettiğimde ayak bileklerimden başladı, kalçalarımı sıkarak belime, omurgama, omuzlarıma kadar öperek geldi. Bu içimdeki ateşi daha da harlandırırken gözlerimi yumdum. Sıcaklık gittikçe artıyordu. Dokunuşları bitince hissettigim boşluk bir kaç saniye sürdü ve bacaklarımı iki yana açarak kalçalarımı kavradı. "Kaldır!" Kaldırdığımda yüzünü orada hissettim. Kahretsin bu adam işini iyi biliyordu. Hem de çok iyi biliyordu. Birden içime en derinime girdiğini hissedince gözlerim açılarak arkaya kaydı. Nefesimi tuttum. İçimde git gelleri devam ederken satenle beraber yatakta kayıyordum. Sertti. Hızlıydı ve... Beni kaldırıp kendine yasladığında bedenlerimiz bütün oldu. Tamamen içime girerken içimde büyüdüğünü, beni patlayacak kıvama getirdiğini fark ettim. İnleyerek kendimi bırakmak istediğimde beni yatağa bıraktı. Hâlen gel gitleri devam ederken adımı duydum. Gözlerim anlık açıldı. "Biricik... Biricik..." Korkuyla yutkunduğumda ona bakmaya çalıştım. Ama hayır, bana seslenmiyordu. Ama adımı zikrediyordu? "Biricik..." Artık hissettiğim zevk zevk olmaktan çıkarken acıyla inledim. İnlemelerim odada yankılanırken birden içime boşaldığında gözlerimi açamadan edemedim. Bir ilk yaşanıyordu. Ağırlığını üzerimde, bedenimde hissedince ikimiz de nefes nefeseydik. "Biricik..." Ne diyordu bu adam? Ben mi yanlış duyuyordum? Nereden biliyordu ismimi? Onu iterek altımdan çıktığımda ona baktım. Beni isteyerek bırakmıştı. Donerek sırt üstü yattığında saten çarşafı üzerime geçirdim. "Bay Cassalini?" Beni duymadı bile. Anadan doğma vaziyette yatakta doğrulurken bana sırtını dönerek yüzünü sıvazladı. "Çık dışarı..." Beni yine odadan kovması şaşırtmazken bu hali, ismimi söylemesi ve Türkce biliyor olması beni şaşırtan asıl şeylerdi. Beril'den beni tanıyor olabilirdi? Sonuç olarak şu an Sandra'ydım. Ve beni tanımamasına imkan yoktu. Yataktan kalkıp yine bir viski şişesini eline aldığında telefonundan saate baktığını gördüm. 23.55. Bana döndüğünde hızlıca giyiniyordum. "Bir dakika içinde odadan çıkmış ol." Başımı hızla sallarken giyindim. O da içeriye giderken yatağa atmış oldugu parayı iman tahtamın arasına koydum. Odadan çıkacakken içeriden bir ışık gelmesiyle merakıma engel olamadım. Sessiz adımlarla içeriye giderken aralık kapıdan gözetledim. Duvara sinerek onu izlemeye başlarken elinde küçük bir muffin ve çakmak tuttuğunu fark ettim. Bu adam ne yapıyordu böyle? Çakmağı çekerek mumu yaktığında eliyle tutmaya devam etti. Saniyeler sonra havaifişekleri dışarıda patlamaya başlarken onun mumu üflediğini gördüm. "İyi ki doğdun orkide kokulum." Yutkundum. İçimde değişik bir türlü tarif edemedigim bir his meydana geldi. Kimin doğum günüydü... Beynimde ışıklar çakarken bugün Beril'in ölüm günü olduğunu hatırladım. İçimdeki o adını koyamadığım his giderken yerine öfke aldı. Hayat işte. Birinin doğum günüyken birinin ölüm günü olabiliyordu. Tam arkamı dönüp gidecekken beni fark etti. Kızarık gözleriyle karşılaşınca afallamıştım. Madem başkasını seviyordun alçak, ne diye benim kardeşimin duygularıyla oynadın? Dişleri sıkarak ona öfke dolu bakarken ilk kez bunu yaparken yüzündeki o hüzünlü ifade silinmiş yerine ezici sert bir ifade almıştı. "SENİN NE İÇİN VAR BURADA?!" İtalyanca bağırıp küfürler savurduğunda hemen Sandra'ya büründüm. "Affedersiniz efendim. Kapı kilitli. Çıkamadım." dediğimde yüzünde bir milim yer bile yumuşamazken beni kolumdan tutup sertfe diğer odaya savurdu. "Lanet olsun! Beni görmemen gerekiyordu!" Yutkundum. Ezici bakışlarıyla gözlerini kıstı. "Yoksa gördün mü?" "Hayır efendim sadece pastayı gördüm. Başka bir şey görmedim." dediğim anda beni boğazımda yakalayıp kendine çekerken aslında onu yere serip nakavt yapabilecegim halde yapmadım, kendimi tuttum. "Az önce gördüklerini başka bir yerde duyarsam dedikodu yaptığını duyarsam..." Boğazımı hafif sıkıp bıraktı. "Sana ölümlerden ölüm beğendiririm duydun mu beni kaltak?!" Kaltak senin anandır! Bozuntuya vermeden korkmuş gibi yaptım. "T-tabi... efendim." "Kaybol şimdi seni fahişe!" diyerek kapıdan dışrı ettiğinde suratıma kapanan kapıya baktım. Ellerimi yumruk yaparak öfkeyle Türkçe konuştum. "Gün gelecek bana yaptıklarının aynısını sana yapacağım. Lorenzo. Cassalini." & Mahzene indiğimde Nurgül ablanın endişeli bakışlarını gördüm, yerinden fırlayarak yanıma geldi. "Biricik... Boynuna ne oldu senin?" Yorgunlukla başımdaki peruğu hınçla sökerken tokaları çıkardım, perugu yatağa atarak kendimi bıraktım. "Bir şey yok abla." "Nasıl yok? Kıpkırmızı olmuş! Moraracakmış neredeyse!" "Abla... Sorun yok dedim ya." "O hayvan incitti seni değil mi?" diyerek sinirle konuştuğunda gözlerimi yumdum. Evet bugün bir farklıydı ve çok farklı becermişti beni adamımız! "Boş ver abla. Zerre umrumda değil." Ellerimden tuttu. Yüzune baktım. "Sakın ola bu senin içini yok etmesin Biricik." Onu sessiz olması için uyarırken, "Adımı söyleme vir daha. Ayrıca Türkce konuşma. Gerekmedikçe." Uyarılarıma sakince başını sallarken, "Tamam." dedi. "Ben yorgunum abla. Yarın konuşuruz bu arada olur mu..." Nurgül abla hüzünle bakarken başımı okşadı, yanağımı koklayarak öptü. "Olur güzel kızım, güzel yavrum olur." Başımı yastığa koyduğunda çok geçmeden ışıklar kapandı. Burada on kişiydik. Dört oda ve bir ortak antre vardı. Herkes kendi odasında kalırdı. Bense Nurgül abla ve Lily ile kalıyordum. Lily yoktu. Saate baktığımda gece yarısını geçtiğini gördüm. İç çekerek yastığıma sarılırken yukarıdan ufak dikdörtgen camdan sızan ay ışığıyla oda az da olsa aydınlanıyordu. Gülümsedim. Gökyüzünü göremesem de gülümsedim. "Seni çok seviyorum ablacım... Huzurla uyu meleğim, Beril'im. Söz ben de geleceğim yanına. Bir gün buradan kurtulamazsam geleceğim yanına. Kurtulursam adını yaşatacağım, söz."
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD