“Yirmi beş yaşındayım. İzmir Karşıyaka’da doğmuşum. Üç sene öncesine kadar orada yaşadık. Babamı dokuz yaşındayken bir trafik kazasında kaybettim. İş adamı gibi bir şeydi. Bir kumaş imalathanesi vardı. Kazada öldüğünde alkollüymüş ve yanında ölen kişide sevgilisiymiş. Uzatmalı sevgilisi. Annemi babamdan ayırmak için her pisliği yapan afedersin ama tam bir kaltak. Ateşi bol olsun inşaallah. Ben bunların hiç birini bilmiyordum. Hepsini sonradan öğrendim. Annem adliyede yazıcı olarak çalışıyordu. Çok güzel ve alımlı bir kadındı. Benim koruyucu meleğimdi, her şeyimdi”
derken ağlamaya başladı Banuçiçek.
“Öldü o öldürdüler, kıydılar anneme, elimden aldılar”
derken hıçkırıklara boğuluyordu. Ancak devam etmekte kararlı olduğu toparlanması kısa sürüyordu,
“Babamı kaybettikten sonra bize kalan borçlarıyla uğraştık durduk. Gırtlağına kadar borçtaymış meğerse. işyeri falan hep bankalardan ipotekliymiş. Her şeyimiz gitmişti. Ev, araba, işyerimiz her şeyimiz. Annem adliyede çalıştığı için kanuni yönden akıl almış. Reddi miras davası açtı yani babamdan kalan ne varsa malıda mülküde borcuda reddetmiş oldu. Hiçbir şeyimiz kalmamıştı. Ancak şükürler olsun annem çalıştığı için küçük bir ev kiraladı ve orda yaşamaya başladık. Zor yıllardı çok zor yıllar. Seneler birbirini kovaladı savcı Sedat’ı orada tanımıştı annem. Çalıştığı adliye sarayında cumhuriyet savcısıydı. Onun da eşi kanserden vefat etmiş. Ben yaşlarda Hakan adında bir oğlu vardı. Annem savcının evlilik teklifi ısrarlarına dayanamamış kabül etmişti sonunda.Yani o gün beni mezarlıkta bulmak için çırpınan kişi üvey babam oluyor.”
Çok şaşırmıştı Yusuf.
“Çok merak ediyorum bu işin sonu nereye varacak.”
“Evimizden ayrılmış adliye lojmanlarına yerleşmiştik. Artık on yedi yaşında lise son sınıfa gelmiş üniversite imtihanlarına hazırlanıyordum. O yapışık, yılışık ve şımarık Hakan denen çocuktan uzak durmaya çalışıyordum. Aynı okula gidiyorduk ama o çok farklı bir çocuktu. Savcı oğlu gibi ağır oturaklı değildi hiç. Derslerle alakası olmayan babasının forsuna sığınan aynı anda iki üç kızla çıkan ukala bir tipti. Öz babamın yaptıklarından mıdır ya da karşıma öyle biri çıkmadığından mıdır bilmiyorum hiç kimseyi sevmedim, sevemedim, aşık olmadım. Okulda teklif etmeyen çocuk kalmadı. Ama hiçbirini kabül etmedim. Biraz da güzelim her halde hep öyle derlerdi. Özellikle gözlerim için şiirler yazan çok oldu. Ancak hiç kimseyi istemediğim için okulda adım kendini beğenmiş burnu havalardaya çıkmıştı.Tek derdim çalışıp iyi bir yer kazanıp okumak kariyer sahibi olmaktı. Anneme yük olmamak adına İzmirden yaptım tüm tercihlerimi. Bir yandan burdan o evden Hakan deden o pislikten uzaklaşmak istiyor bir yandan da anneme yük olmak ve her ne kadar evli olsalarda maddi açıdan savcıya boyun bükmek zorunda kalmasını istemiyordum. Çok uzatmak istemiyorum Yusuf, üniversitedeki son senemde savcının tayini buraya yani Nevşehir’e çıkmıştı. Dolayısı ile rahmetli annemde eş durumundan buraya gelmek zorunda kaldı. Son sınıfta İzmir’de kredi yurtlar kurumunda kalmaya başlamıştım. Hakan denen itte sınavlarda iyi not alamasada İstanbul’da paralı bir vakıf üniversitesine başlamıştı. Finallere üç hatfa falan kalmıştı. Annem aradı, savcının hizmet içi seminer için bir haftalığına şehir dışına çıktığını, Hakan’ın da İstanbul’da okulunda olduğunu söyledi. ‘Kaç gel birkaç günlüğüne bende izin alırım ana kız takılırız’ demişti. Bende evlendikten sonra hemen hemen hiç yapamadığımız annemle baş başa kalma fırsatını kaçırmak istemedim. Sabah yedi sularında annem beni terminalden aldı. Eve geldik. ‘Senin gibi hiç yapamıyorum’ dediği soğansız kekikli menemenimi çok özlediğini söyledi. İçine doğmuş gibi ‘Allah bilir ama bir daha beraber yemek nasip olmaz’ dediğinde içime bir acı saplandığını hissetmiştim. Zaten bir daha hiç yiyemedi yiyemiyecekti de”
derken Banuçiçek tekrar ağlamaya başladı.Yusuf kulak kesilmiş soluksuz dinliyordu.
“Yapma ne olursun. Şimdi beni de ağlatacaksın.
Banuçiçek gözyaşlarını silerek devam etti,
“Annem işlerin yoğunluğundan dolayı o gün için izin alamadığını ancak Cuma gününe alabildiğini söyledi. Cumartesi Pazar gününü de ekleyince beraberce üç gün geçirecek Pazar akşamıda yolcu edecekti. Bu şekilde planımızı yaptıktan sonra, benim yoldan dolayı yorgun olduğumu, yatıp dinlenmemi öğleden sonra erken çıkmaya çalışıp saat üç dört gibi gelebileceğini söyledi. O sevdiği menemeni yaptım. Güzel bir sofra hazırladık beraber kahvaltımızı yaptık. Sonra işe gitmek için annem evden ayrıldı. Ben de etrafı toparlayıp uzandım. Televizyona bakarken içim geçmiş. Açılan kapı sesiyle uyandım. Gayri ihtiyari saate baktığımı hatırlıyorum. 13:45’i gösteriyordu. Heralde izin alıp kaçabildi annem diye düşünürken Hakan denen şerefsiz salonun kapısında belirdi. Şaşırmıştım. Senin ne işin var burada diye sorduğumda terbiyesizce ‘evime gelirken, sonradan evimize çöken size ve de özellikle sana hesap mı vereceğim izin mi alacağım salak şey’ dedi. Saygısızlık yapma diyerek uzandığım yerden kalkıp üstümü başımı düzelterek elimi yüzümü yıkamak için lavaboya doğru yöneldiğim sırada önümü kesti ‘senin ne mal olduğunu biliyorum. Kimlerle düşüp kalktığını tahmin edebiliyorum. Bu güzelliğinle seni boş bırakabileceklerine inanmamı mı bekliyorsun. Seninde karşılık vermediğini. Herkesi kandırabilirsin ama beni asla!’ diye bağırıyordu. Ağzından salyalar akıyordu. İçki falan kokmuyordu ama sanki uyuşturucu almış gibiydi. Hızlı hızlı nefes alıp veriyor gözleri kan çanağı gibiydİ ve adeta dışarı fırlamıştı. Sen beni namussuzlukla mı suçluyorsun adi herif diyerek ittiriyor rastgele tokatlar savuruyor bir yandan da şimdi annem gelecek görürsün sen pislik diyordum. En son boğazıma sarıldığını hatırlıyorum, nefesimin kesildiğini, her yerin karardığını. Uyandığımda yarı çıplaktım. Yanımda duran iç çamaşırlarımı görebiliyordum. Görüyor fakat algılayamıyor hareket etmek istiyor edemiyordum. Hafifçe kafamı kaldırdığımda yatak çarşafının kan olduğunu gördüm. Sonra salonun nortasında yerde kanlar içinde hareketsiz yatan annemi. Yanıbaşında elindeki bıçak ile yere çöküp inek gibi böğürerek kusmakta olan o şerefsizi Hakan denen o alçağı gördüm. Herşey ama herşey bom boş olmuştu. Zaman mekan kavramı yok olmuş, yaşadığım o an rüya mıydı gerçek miydi her şey birbirine girmişti. Annemmm diyerek nasıl yerimden fırladığımı, tavana bakan açık kalmış gözlerini gördüğümde o itin elindeki bıçağı alıp kaç defa kendine sapladığımı hatırlamıyorum bile. En son kalbinin ortasına saplayıp bıraktığım o kanlı bıçağı biliyorum ve geberirken nasıl çırpındığını. Ayağa kalktığımda şoka girmiştim o anki yaşadıklarımı, duygularımı anlatabilecek söz kelime ve cümle bulamıyorum. Anneme sarıldığımı hatırlıyorum sonra tekrar bayılmışım. Kendime geldiğimde hava kararmak üzereydi. Odanın içi halı, üstümdeki tek kalan atletim her yer kan gölü gibiydi. Olanları hatırlamaya başlamıştım sonra hiçbir şey olmamış gibi kalktığımı hatırlıyorum. O şerefsizin kalbinden bıçağı çıkardığımı, cinsel organını kesip zorla açabildiğim ağzına soktuğumu. Kasık bölgesine bıçakla derin bir çarpı işareti attığımı ve bunları yaparken gayet sakin olduğumu. O halimle duşa girip bir saati boş boş bakarak, ikinci saatte de kesintisiz ‘annemmm’ diyerek ağladığımı hatırlıyorum”
Yusuf adeta buz kesmişti.
“Yeter! lütfen yeter dayanamıyorum artık. Nefes alamıyorum sigara içmem gerek lütfen ara verelim biraz”
diyerek hızlıca evden çıktı. Beyni karıncalanıyordu. Nutku tutulmuştu. ‘Aman Allahım aman Allahım’ deyip duruyordu. Muhakeme yeteneğini kaybetmiş Banuçiçek’in o gün 13:45 den sonraki yaşadıklarını, anlattıklarını gözünde canlandırmaya çalışıyordu.Tecavüze uğramış annesi öldürülmüş kendisi de katil olmuştu. Üçüncü sigaradan sonra yavaş yavaş kendine gelmeye başlamış acaba anlattıkları doğrumu diye düşünmeye başlamıştı. Nevşehir ufak bir yerdi. Böylesi bir çifte cinayet kesin duyulurdu. Banuçiçek’in annesini neden öldürmüştü Hakan. Eve geldi kızını o halde görünce Hakan’a saldırdı oda onu öldürmüşmüydü acaba. ‘Kızın istedi beraber olduk’ diyememiş miydi. Belki annesi kızının boğazındaki sıkılma izlerini görmüş tartışmaya başlamışlardı. Yada polisi aramak istemiş Hakan’da engellemek isterken bıçağa sarılmıştı. Onlarca muhtemel olabilecek sorular geliyordu aklına. Bir an telefonuna sarıldı internetten Nevşehir’de çifte cinayet diye arama yapmak istedi. Aklına savcı gelince ne olur ne olmaz diye vazgeçti.vazgeçti. Ne yapacağını bilemiyordu. “Nasıl bir işe bulaşmışım ben ne olacak şimdi” diye sorup duruyordu kendi kendine. Tekrar içeri girdi. Nasıl davranacağını ne diyeceğini bilmiyordu. Dedikleri doğrU ise suçsuzdu, masumdu ve mağdurdu. Nefsi müdafa vardı, cinnet geçirme vardı. Ama ya değilse ya anlattığı gibi değilse.
“Benim gidip bu konuyu araştırmam lazım. Sakın dışarıya falan çıkma. Ben en kısa sürede gelmeye çalışacağım.”
diyerek bağ evinden ayrıldı. Müzik öğretmeni olan arkadaşı ve dostu Hüseyin’i aradı. Onun da yakında bir bağ evi vardı. Orada olduğunu öğrenince hızlıca yanına gitti. Selamlaşmadan sonra Hüseyin’den telefonunu isteyip araştırmaya başladı. Nevşehir’de çifte cinayet diye yazdığında yapınca Banuçiçek’in resimlerinin bulunduğu bir çok sayfa açılıverdi. ‘Çifte cinayetle suçlanan melek yüzlü kaçak zanlı heryerde aranıyor.’ yazıyordu. ‘Annesini ve üvey kardeşini öldürme suçundan aranan melek yüzlü şeytan.’ Buna benzer birçok başlık vardı. Hızlıca içeriğe bakmaya başladı. Olayla ilgili ne yazıldığını çok merak ediyor çay için semaveri yakmakla uğraşan Hüseyin’e bir şey belli etmemeye çalışıyordu.
Babasının ölümünden sonra annesinin tekrar evlenmesini kabullenemeyen ve bu yüzden annesine sürekli kin besleyen üniversiteli genç kız Nevşehir’de savcılık yapmakta olan babasının görevi nedeni ile şehir dışına çıkışını fırsat bilerek İzmir’den Nevşehir’e geldiğini şiddetli bir tartışma sonucunda annesini bıçaklayarak öldürdüğünü. Bu sırada eve geldiğinde olanları gören savcının oğlunu da öldürmüş olma ihtimali üzerinde durulduğu. İşlediği cinayetleri örtbas etmek istediği için namus cinayeti süsü vermeye çalışmış olabileceği belirtiliyordu. Genel olarak konu böyle anlatılıyordu. ‘Bu suçlamaları biliyor, mutlaka okumuştur.’ diye düşündü. ‘Sonra bu hikayeyi uydurdu. Beni de kandırıyor bu kız.’
“Kim kimi kandırıyor.” diye seslenen Hüseyin’e kulak kesildi. “Sesli düşünüyorum demek. Önemli bir şey yok kardeşim öylesine işte” diyerek telefonundaki arama geçmişini temizleyip sahibine uzattı. Çaya kalamayacağını acil bir işinin çıktığını söyleyerek Hüseyin’in yanından ayrıldı.
Nasıl geldiğini bile bilemediği Hamza’nın kabri başında buldu kendini. Banuçiçek’in hikayesini anlattıktan sonra ‘Sen olsan ne yapardın kardeşim, söyle bana bu durumda sen olsan ne yapardın?’ Bir müddet bekledikten sonra ‘ne diye cevap bekliyorsam’ diye hayıflandı. ‘Ben canlıyken cevap bulamadığım soruyu rahmetliden cevaplamasını istiyorum.’ Duasını yaptı ve aracına binerek bahçeye gitti. Belki de kaçmıştır diye düşündü. O kadar zaman geçmiş aradan. Nerede saklandı bunca zaman diye düşünmeden edemedi.
Eve girdiğinde halen ağlıyordu Banuçiçek. Divanla duvar arasındaki boşluğa oturmuş iki büklüm olmuş ağlıyordu. İçi parçalandı Yusuf’un
“Gel divana otur. Üşütürsün yerde oturma. Kendini düşünmüyorsan balanı düşün. Bu dehşet verici konu ile ilgili neler yazıldığını görmüşsündür tahmin ediyorum. Hatta tahmin etmiyor bildiğini biliyorum. Açıklayabilir misin?
Hiç bir şey demeden bakıyordu Banuçiçek. İnce ince süzülen gözyaşlarını silmeden Yusuf’un gözlerinin ta içine bakıyordu. Ellerini karnının üstüne götürdü. Kafasını sağa sola salladı.
“Peki bu ne Yusuf. Bu karnımdaki taşıdığım çocuk kimden sanıyorsun? Sen dünyadaki en değerli varlığın annen ne yaparsa yapsın ona kıyabilir misin? Söyle bana seni dünyaya getiren anacağızına kıyabilir misin?”
İçi öylesine yanıyorduki Yusuf’un, istemsizce gözlerinden yaşlar süzülüyordu. Birden bire sımsıkı sarıldılar birbirlerine sımsıkı sarıldılar. Gözyaşları sel oldu, zaman durdu, dünya durdu, hayat durdu. İki yaralı yüreğin gözyaşları birbirlerini yıkıyordu adeta. Ne kadar öyle kaldılar bilmiyorlardı. Her ikisininde kıyafetlerinin omuz başları sırılsıklam olmuştu.
“Benim derdim çok azdı Banuçiçek. Rabbim bir ayetinde insanlara kaldıramayacağı yükleri yüklemem diyor. Kaldırabileceğim demek ki. Bunu da kaldırabileceğim. Ben sana inanıyorum. O saçma ve mantık dışı suçlamalara inanmıyorum. Bunun altından kalkabilmen için elimden gelen yardımı yapacağım sana. Senden böyle tasarlayarak veya istemedende olsa iki kişiyi katledecek, hele birisi annesi ise asla öyle bir şey çıkmaz. Bu hayatın akışına çok ters. Merak ettiğim bir şey var. bunca zamandır nerede ve nasıl saklandın. Kimin yanında kaldın? Bunu da cevap verirsen kafamda pek soru işareti kalmayacak.”
“Yoruldum Yusuf kendimi çok yorgun hissediyorum. Biraz uyumak istiyorum.”
diyerek başını Yusuf’un dizleri üstüne koydu. Ellerini dizlerinin içinde birleştirdi ve iki büklüm halde uzandı.
Öyle doluydu ki Yusuf hayatı gözünün önünden geçiyor ‘ne kadar zor Allah’ım, ne kadar zormuş insan olmak. Bu yaşadıklarım yaşayacaklarımın yanında hiç kalacak ve ben bundan çok korkuyorum.
Keşke hiç gelmemiş olsaydım dünyaya’ diye aklından geçirirken acı acı gülümsedi. Üniversitede iken ataist sınıf arkadaşının ‘Allah’ınız beni yaratırken sordumu ki yaptıklarımla beni cezanlandıracakmış. Sorsaydı bu pisliklerle dolu dünyaya gelmek istemezdim’ dediğinde. ‘Sana bunu sorması için senin yaratılmış olman gerekmez mi arkadaşım. Rabbim öyle takdir etmiş ve yaratmış bunu uzatmanın anlamı yok. Sen bundan sonrasına bakacaksın tercih de yol da senin. Serbestsin ister inan ister inanma.’ dediği geldi aklına. ‘Başkasına bu nasihatı verirken şu dediğime bakarmısın’ diyerek kendine kızdı.
Dizlerinde uyuyakalmıştı Banuçiçek. Ne kadar masum ne kadar mahzun ne kadar korunmasız görünüyordu. Ayrılıp geldiği ikinci eşi geldi aklına. Oda böyle yatardı dizlerine. Onsuz nefes almakta zorlandığı sırılsıklam aşık olduğu Sedanur geldi. O kadar çok sevmişti ki onu nasıl bu hale gelmişti. Bu kadar çok severken nasıl iki kelime konuşmaya, yüzünü görmeye tahammül edemez hale gelmişti. Demek ki sevgiyi büyütende yok edende kendi davranış hal ve hareketlerimiz. Güzeli çirkinleştiren de çirkini güzelleştiren de hep kendi eylemlerimiz. Oysa çok mutlu olabilirdik. Ama yapamadık beceremedik. Müsaade etmedi, izin vermedi ve yuvamız dağıldı. Canı çok sıkılmıştı yine o 13 yılı söküp atmak hatırlamamak yaşanmamış saymayı çok istiyordu. Ancak isteme ile olmuyordu işte. Zaman ve sabır her şeyin ilacı. Anton Çehov’un ‘Eğer bir insanı gerçekten unutmak istiyorsan onunla yaşadıklarını değil, onun sana yaşattıklarını hatırla” sözü cuk oturuyordu Yusuf’un üstüne.
İyice bunalmış hissediyordu kendini yavaşça Banuçiçek’in başını kaldırıp divana bırakıp üstünü battaniye örtüp dışarı çıktı. Sigarasını yaktı. Cesur’u hemen yanında beliriverdi. Başını okşarken ‘dostum’ dedi ‘benim can dostum.’…