bc

TESTARDO

book_age12+
742
FOLLOW
2.2K
READ
bxg
like
intro-logo
Blurb

İnatçı bir kız, hırslı bir iş adamı ile karşı karşıya.

Tamamlanması gereken bir proje fakat satılmayacak kadar kıymetli bir miras.

Bakalım bu hikayenin sonunda kazanan kim olacak?

Hırslı iş adamı mı?

İnatçı kız mı?

Yoksa aşk mı?

chap-preview
Free preview
1
"Teşekkürler. İyi akşamlar." Tur müdürünün verdiği zarfı alıp hızlı adımlarla elektrikli motoruma ilerledim. Renkli kaskımı ya sonra motoru çalıştırıp otelin yolunu tuttum. Yine yorucu bir gündü ve daha otelde bir sürü işim vardı. Her ne kadar butik otele sahip olsam da kazandığım para yetmiyordu. Otelin masrafları ve kredi borçları devam ederken ve üstelik yalnızca yazın para kazanabiliyorken ek iş olarak tur rehberliği yapmak çok kötü bir fikir değildi. Yani kötü değildi de yorucuydu işte. Otelin önüne geldiğimde moturu her zaman ki yerine bırakıp hızlı adımlarla lobiye ilerledim. Akşam yemeği saati olduğu için herkes lokanta kısmında olmalıydı çünkü ortalık oldukça sakindi. Bankonun arkasına geçip bugün çıkış yapan müşterilerin listesine baktım. Şu anlık yalnızca üç oda boştu ve yarın gelen müşteriler ile onlar da dolacaktı. Yüzüme geniş bir gülümseme yayıldı. Aslına bakılırsa otel deniz kenarında olduğu için tercih ediliyordu fakat oda fiyatlarını alt düzeyde tutmak zorundaydım çünkü dört bir tarafımız beş yıldızlı otellerde doluydu. Bazen insanları anlamakta güçlük çekiyordum. Aynı denize giriyorlardı ama sırf daha lüks diye buraya verdiklerinin beş katını veriyorlardı. Otel tamamen kendini döndürüyordu, bana pek bir katkısı yoktu ama ailemden bana kalan tek şey olduğu için satamıyordum ve asla da satmayacaktım. O gerizekalı züppelere asla ailemin otelini vermeyecektim. Benim çocukluğumun geçtiği yeri yıkıp yerine lüks bir otel yapmak istiyorlardı. Bok yaparlardı. "Bebeğim. " Chin Sun'un sesi ile bakışlarımı ona çevirdim. Ne zaman geldiği hakkında en ufak bir fikrim yoktu. "Nasıl geçti tur?" Dudaklarımı büzerek bıkkın bir nefes bıraktım. "Yorucu. Otelde bir durum var mı?" Chin Sun, kafasını belli belirsiz salladığında tüm dikkatimi ona vermiştim. "Şu otellerin sahibinin avukatı geldi yine." Suratını buruşturarak konuştuğunda göz devirdim. "Ne laftan anlamaz çıktılar anlamıyorum ya. Satmıyor, satmayacak dedim." "İyi demişsin." Bu durum artık sinirlenmeme neden oluyordu. Satmak istemiyorumun nesini anlamıyorlardı ki? "Burayı da alıp diğer otellerler birleştirip büyük bir tesis yapacaklar.  Yıktırır mıyım ben babamın yadigarını be!" Chin Sun, kafasını anında iki yana salladı. "Yıktırma arkadaşım. E ne yapıyoruz? Biraz marinada dolaşalım mı? Belki gece kulübe çıkarız?" Kafamı anında iki yana salladım. "Burada işlerim var. Bitsin konuşuruz." "Ben de yardım edeyim o zaman erken bitsin?" Chin Sun'u kafamla onaylayıp genişçe gülümsedim. Şu an sahip olduğum en iyi şeydi. Çok iyi bir dost, çok iyi bir kardeş ve çok iyi bir ev arkadaşı. O da anne babasını kaybettiği için acılarımız ortaktı ve birbirimizi anlıyorduk. Ayrıca karakterlerimizin de birbirine benzediğini inkar edemezdim. İkimiz de biraz deli olabilirdik ama bu bizi daha mutlu insanlar yapıyordu. Buna inanıyordum. ... Oteldeki hesap işlerini bitirip gerekli kontrolleri de yapıp Chin Sun ile otelden çıkmıştık. "Bir gün bizim de böyle yatımız olur mu?" Chin Sun iç çekerek konuştuğunda gülümsedim. "Yani fakirin ekmeği umut derler ama yine de çok umutlanma." Bakışlarım marinada duran yatlara kaydı. Bir tanesi oldukça kalabalıktı. Renkli ışıklar ve yükselen müzik sesinden anlaşıldığı üzere yine bir zengin züppesi babasının yatında parti verecekti. "Bunu ilk defa görüyorum. Kimin ki bu?" Chin Sun, dikkatli bir şekilde yata bakarken göz devirdim. Marinadaki bütün yatları tanıyordu, sahiplerini biliyordu. Bunu çok deniz tutkunu olduğu için yapmıyordu. İçlerinden birinin bekar ve yakışıklı olmasını ve onunla tanışmayı umut ettiği için yapıyordu. İşte biraz kafadan problemleri vardı. İdare ediyorduk ne yapalım. "Acaba bunun sahibi bekar mı?" Chin Sun, düşünceli şekilde konuşmaya devam ettiğinde koluna girip kıkırdadım. "Yine söylüyorum umut fakirin ekmeği." "Ya! Bir gün yatı bile olan zengin koca bulacağım."  Homurdanarak konuştuğunda kafamla onu onayladım. "Sende bu istikrar olduğu sürece ben sana inanıyorum." Yani gerçekten yapar mı yapardı. Umarım zengin koca hevesi yüzünden aşık olmadığı bir adamla evlenmezdi. Gerçi buna asla müsade etmezdim. Yat hareket ettiğinde bakışlarım yatın güvertesine gitti. Gözlerimi kısarak dikkatli bir şekilde baktığımda aslında buralarda çok alışık olduğumuz bir manzara gördüm. Genç adam bacaklarını iki yana açmış otururken üzerindeki yarı çıplak kadın kucak dansı yapıyordu. Kafamı umutsuzca iki yana sallayıp bakışlarımı çektim. Tamam herkesin hayatına saygımız vardı da keşke ulu orta yerde yapmasaydılar.  Hayır olan var olmayan var yani. Mesela ben. Benim bir manitam yok. Tamam belki kucak dansı yapmak istemiyorum ama ben de isterdim yani öyle yakışıklı sevgili. Tabi benim çalışmaktan vaktim olmadığı için erkek yüzü gördüğüm yoktu. Yani görüyordum da otele gidip gelen müşteriler, tura katılan her ırktan insanlar. Hepsi günübirlik. "Kulübe gidiyor muyuz?" Kafamı ağır ağır iki yana salladım. "Çok yorgunum." Çok yorgun ve sapım. Şu an tek isteğim evime gidip pembe ayıcığıma sarılıp uyumaktı ve öyle de olmuştu. Chin Sun'un tüm ısrarlarına karşı gelmiştim ve eve gitmiştik. ... Erken saatlerde kalkmış ve tur şirketinin önüne gelmiş yeni kafileyi bekliyordum. Ayakta uyumak diye bir şey vardı ve aynı zamanda onu yapıyordum. Üzerimdeki ince askılı beyaz elbisenin eteklerinin uçuştuğunu hissettiğimde gözlerimi açıp eteğimi düzelttim.  Tur şirketinin müdürü hızlı adımlarla bana doğru gelirken şaşkınlıkla ona baktım çünkü telaşlı görünüyordu. "Young, sana ihtiyacım var." Telaşla konuştuğunda kafamla onu onayladım ve artık ne olduğunu söylemesini bekledim. "Büyük bir iş adamı bugün için bir rehber istemişti ve ben Joon'u ayarlamıştım ama Joon hasta olmuş. Sen kafileyi bırak ve adamın misafirlerini gezdir olur mu?" Rahat bir şekilde kafamla onu onayladım. Bu kafile gezdirmekten daha kolay bir işti çünkü az insan oluyordu. Ayrıca parası da iyiydi. "Nereden alacağım?" "Marinaya gideceksin. Adalar hakkında bilgi istiyorlar. Bu nedenle adamın yatı ile açılacaksınız." Tekrar kafamla onu onaylayıp yatın ismini aldım ve elektrikli motoruma binerek marinaya ilerledim. Müdürün yapabileceğim iş hakkında neden bu kadar panik yaptığını da anlamamıştım. Yatın ismini verirken çok dikkatli olmam gerektiğini adamın huysuz olduğunu söylemişti ama bana neydi? Ben adaları anlatır geçerdim yani. Bana ne huysuzluğu yapacaktı. Marinanın girişine motoru bıraktıktan sonra iskelede yatı aramaya başladım. Gördüğüm isim ile gülümseyerek yatın giriş kısmına ilerledim.  Yata yaklaşmadan önce ise bunun dün gece ki yanarlı dönerli ışıklar saçan yat olduğunu fark ettim. Anlaşılan baba parası yiyen züppe arkadaşlarına kültürel bir gezi yaptıracaktı. İyi en azından boş insanlar değillerdi de gelişmeye çalışıyorlardı. Yatın tam önünde durduğumda kaptan ile göz göze geldik ve gülümseyerek bana doğru yaklaştı. "Merhaba, Young ben. Kristal tur şirketinden geliyorum, rehberlik için." Kaptan beni dikkatlice süzdükten sonra gülümseyerek elini uzattı ve onun yardımı ile yata adım attım. Orta yaşlı kır saçlı bir adamdı ve oldukça sempatik görünüyordu. "Jungkook bey yukarıda." Eliyle merdivenleri işaret ettiğinde teşekkür ederek üst kata yöneldim. Yatın üst katına çıktığımda beni geniş bir alan karşıladı. Hemen arkamı döndüğümde ise büyük bir masa vardı ama ortada kimse yoktu. Etrafa dikkatlice bakarken kamaradan biri çıktı ve bakışlarım anında ona yöneldi. Genç ve oldukça yakışıklı bir adamdı. Sağ kolunda dövmeler vardı, saçları dağınıktı ve üzerinde tişört yoktu. Altında ise siyah kısa bir şort vardı. Uykudan yeni uyandığı ise çok belli oluyordu. "Merhaba?" Uykudan yeni uyandığı sesinden de belli oluyordu. "Kimsin ve yatımda ne işin var?" Aman yemedik yatını demek istesem de demedim ve genişçe gülümsedim. "Adım Young. Tur şirketi tarafından gönderildim. Aslında vaktinde geldim diye biliyorum ama erken mi geldim?" Tek nefeste konuştuğumda adam elini alnına koyarak suratını buruşturdu. Anlaşılan akşamdan kalmaydı. Gözlerimi kısarak daha dikkatli baktığımda akşamdan kalma olduğuna emin oldum çünkü dün akşam kendine bu yatta kucak dansı yaptıran ta kendisiydi. "Young." Kafamı aşağı yukarı sallayarak devam etmesini bekledim. "Olası ortaklarım birazdan burada olur. İş toplantısı sırasında burası hakkında bilgi almaları için bir rehber istedim. Bu iş benim için çok önemli. Ona göre davranırsın." Oldukça net bir şekilde konuştuğunda zoraki bir şekilde gülümseyerek onu onayladım. Emir veren insanlardan nefret ederdim, rica etmek çok zor değildi. Sırf bu yüzden otelden kaç müşteri kovmuştum bilmiyordum. Çalışanları köleleri olarak görüp emirler yağdırıyorlardı ve ben gördüğüm zaman asla göz ardı edemiyordum. Neyse ki burada emir verilen otelde çalışanlar değildi bendim ve biraz sabredebilirdim. "Anladım Jungkook bey." Kaptandan öğrendiğim kadarıyla adı buydu. O da itiraz etmediğine göre doğruydu. Kafasını belli belirsiz sallayıp kamaraya girdiğinde göz devirdim. Oldukça genç bir adamdı. Açıkçası müdür , büyük bir iş adamı deyince orta yaşlı birini bekliyordum. Belli ki babasından kalma işleri yönetiyordu. Bu yaşta bu kadar mala sahip olmak pek mümkün değildi çünkü. Arkamı dönüp yatın ucuna doğru ilerledim ve masmavi denizi izlemeye başladım. Bugün sürekli yürümeyeceğim için çok yorucu olmayacaktı. Chin Sun, şu an bu yatta olduğumu bilse çıldırırdı. Hatta yatın sahibinin genç olduğunu öğrense kafayı yerdi. Hem genç hem yakışıklı olduğunu bilse hastanelik olurdu. Muhtemelen bekardı da yani dün akşamki kucak dansçısı sevgilisi de olabilirdi ama sanmıyordum. Tipi ben piçin tekiyim diye bas bas bağırıyordu. Böyle tipleri hemen anlardım o yüzden yanıldığımı sanmıyordum. Aradan geçen yarım saat sonunda Jungkook beyler takım elbisesini giyerek kamaradan çıkmıştı. Eş zamanlı olarak da yata ikisi kadın üçü erkek, beş kişilik oldukça şık giyimli bir ekip gelmişti. Kendimi tanıttıktan sonra bir kenara çekilip bana sıra gelmesini bekledim. Yat marinadan ayrılırken masanın etrafında oturmuş sohbet eden gruba asla bakmıyordum ve denizi izliyordum. Anladığım kadarıyla Fransızlardı ama Jungkook ile ingilizce konuşuyorlardı. Derin bir nefes alıp deniz kokusunu içime çektiğimde adımın söylenmesi ile bakışlarımı kalabalık masaya çevirdim. "Misafirlerimin birkaç sorusu var buranın tarihi ile alakalı. Yardımcı olur musun?" Kafamı olumlu anlamda sallayarak gülümsedim ve yanlarına yaklaşıp sordukları sorulara cevap verdim. Ben açıklama yaparken hepsi dikkatle beni dinliyordu Jungkook hariç çünkü o telefonu ile oynuyordu ve muhtemelen anlattığım şeyleri zaten biliyordu. İlerideki küçük adayı gördüğümde yerimden kalkıp masadakileri daha net görmeleri için yatın burnuna çağırdım ve hepsi dikkatle dinlerken görüş alanımızda olan adanın hikayesini anlatmaya başladım. Ben heyecanla anlatırken omuzuma dokunan bir el ile bakışlarımı arkama çevirdim. Jungkook, sahte olduğu belli olan bir şekilde gülerken kendi dilimizde konuştu. "Misafirlerimizin anadili İngilizce değil. Biraz daha yavaş ve anlaşılır anlatırsan iyi olur çünkü şu an hiçbir şey anlamadıklarına eminim." Kaşlarım şaşkınlıkla havalanırken bakışlarımı misafirlere çevirdim. Evet biraz anlamıyormuş gibi bakıyorlardı ama ne yapabilirdim ki? "Ne diyeyim? Dört tarafı sularla kaplı kara parçası deyip geçeyim mi? Temelden mi başlayayım? Tarihçesini anlatıyorum işte." Jungkook'un kaşları şaşkınlıkla havalanırken benden bu tepkiyi beklemediği kesindi. Tabi muhtemelen insanlar etrafında pervane oluyordu ve ne derse kabul ediyorlardı. "Sadece daha yavaş anlat." Dişlerinin arasından konuştuğunda bıkkın bir nefes verip misafirlere döndüm ve bu sefer daha yavaş bir şekilde anlattım. Ayrıca ben üniversitede profesör değildim ki, anlamadıkları zaman sorabilirlerdi yani. Yat adaların etrafından yavaşça gezerken ben de hepsinin hikayesini bir bir anlatmıştım. Evet koşuşturma olmamıştı ama çok konuştuğum için de çenem ağırmıştı. Herkes masaya geçtiğinde misafirlerden biri benimle kalıp sohbet etmeye başladı. Sorduğu sorulara içtenlikle cevap verirken adamın bana yürüdüğünü anlamam biraz geç olmuştu ama yine de bozuntuya vermedim. Bir daha görmeyeceğim için sorun yoktu. Yat, marinaya yaklaştığında adam kibar bir şekilde numaramı istemişti ben de kibar bir şekilde red etmiştim. Neyse ki çok ısrarcı değildi. Beyefendi bir tip olduğu belli oluyordu. Jungkook bey, misafirlerini yolcu ettiğinde ben de çantamı alıp alt kata indim. Misafirlerini yolcu ettikten sonra bakışları bana döndü. Ben bir teşekkür beklerken beni şaşkınlığa uğratacak bir tepki gördüm. "Şirketine memnuniyetsizliğimi iletirsin." Ters bir ifadeyle konuşup merdivenlere yöneldiğinde sinirle kolundan tutup onu durdurdum. Şaşkın ve bir o kadar da sinirli bakışları beni bulduğunda geri adım atmadım. "Pardon da tam olarak neyden memnun olmadınız siz ya?" Alaycı bir şekilde konuştuğumda hala tuttuğu kolumu çekip bıkkın bir nefes verdi. "Fazla laubali bir tipsin. Şirketinin saygı konusunda eğitim vermediği çok net." Gözlerim şaşkınlıkla açıldı. Acaba ne saygısızlığımı görmüştü? Sadece işimi yapmıştım ve herhangi bir şeye karışmamıştım. "Bu kanıya nereden vardın ya?" Elimi belime yerleştirip merakla yüzüne baktığımda bakışları önce belimdeki elime ardından yüzüme değdi ve alayla güldü. "Saygılı olduğunu mu düşünüyorsun?" "Sinirlerimi bozmadan önce gayet saygılıydım." Tekrar alayla gülüp kafasını aşağı yukarı salladı. "Misafirlerimle ve benimle konuşma tarzın hoşuma gitmedi. Bunu bildireceğim." Arkasını dönüp merdivenlerden çıkmaya başladığında sinirle bağırdım. "Selamımı da ilet." Önüme düşen saçları sinirle geriye doğru ittim. "Deliye bak ya. Çattık." Arkamı dönüp iskeleye ineceğim an söylediği şey ile duraksadım. "Sen bana deli mi dedin?" Alayla gülüp ona döndüm ve kafamla onayladım. Artık ok yaydan çıkmıştı ve hiç geri adım atmaya gerek yoktu. Nasıl olsa beni şikayet edecekti, bari içimde kalmasaydı yani. "Bizim burada deliye deli derler." Kaşları sinirle çatıldığında alaycı tavrımdan asla ödün vermedim. "Sen kiminle konuştuğunu sanıyorsun? Hayatın çok mu sıkıcı?" Gizliden gizliye yaptığı tehdit beni sadece gülümsetti. "Ya çok sıkıcı. Bana bak." Ona doğru bir adım atıp işaret parmağımı havada salladım. "Seni şimdi bu yattan aşağı fırlatırım. Benim sinirlerimi bozma o zaman görürsün saygısızlık ne demek." Bir şey söylemesine izin vermeden tartan indim. "Hayatın gerçekten çok zorlaşacak!" Arkamdan sinirle bağırırken ona bakmadan sağ elimi havaya kaldırdım ve orta parmağımı gösterdim. Hızlı adımlarla iskeleden ayrılıp motoruma bindim. Gerizekalı manyak. At kafalı mal. Kendini ne sanıyordu acaba? Onun önünde ve misafirlerinin önünde köle gibi davranmamı mı bekliyordu. Ben her zamanki gibi işimi yapmıştım. Anlatmıştım, sorulan sorulara cevap vermiştim. Hayır yani ne yapmıştım ne? Anasına bacısına mı küfür etmiştim? Etmemiştim ama bence hak ediyordu. Eve gittiğimde ağız dolusu bir sürü küfür edecektim. Muhtemelen tur şirketinden de kovulacaktım. Egoist bencil bok. Çığlık atmamak ve saçımı başımı yolmamak için kendimi zor tutuyordum. Keşke söylemek ile kalmayıp gerçekten onu yattan aşağı fırlatsaydım. İçim belki biraz soğurdu. Nerede bir manyak varsa beni bulmak zorunda mıydı ya?

editor-pick
Dreame-Editor's pick

bc

KIRIK ANILAR MAHZENİ

read
1.7K
bc

O KIZA ŞİMDİ BAK

read
4.1K
bc

Zor Ajanlar

read
1K
bc

GECE GÜNEŞİ

read
2.2K
bc

PRENSİN KORUMASI

read
8.8K
bc

KARANLIĞIN GÖLGESİ

read
2.5K
bc

GİZ

read
6.8K

Scan code to download app

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook