RÜYAMIN SAHİBİ

1122 Words
Berlin’den Babam şimdi tam karşımdaydı. Tüm rezillik ve bitmişliğiyle Moretti malikânesinin köhne deposunda ölmeye yüz tutmuş bir şekilde bağlanmıştı sandalyeye. Canım acımalı mıydı onu böyle görünce? Hiçbir şey hissetmiyordum… Ayılmaya çalışıyordu babam, çıkardığı seslerden anlamıştım. İlk gördüğü kişi ben olmuştum. Gözleri parlamıştı bir anlığına ama sönmeye yüz tuttu arkamda dağ gibi duran Agit’i görünce. Evet, Agit tam arkamda bana destek olmak için bekliyordu depo kapısının pervazında sessizce. Babamı yakalamaya gittikleri gece Agit odama gelmiş ve ona komplo kuracaklarını, yaptığı kötü şeyleri anlatmıştı ama ben zaten her şeyi biliyordum. Bütün pisliklerini, kirli işlerini, kadın tüccarlığını… O yüzden Agit dönüp bana “baban bu gece ölebilir.” dediğinde ben tek kelime edememiştim. Sessizce Agit’in evin kapısından babamın cesediyle gelmesini beklemiştim. Onları gecenin soğuk yalnızlığında pencerenin önünde beklemiştim saatlerce. Gerçi neden beklediğimi kendim de bilmiyordum ya. Saatler sonra kasabanın içini onlarca arabalar doldurmuştu bir anda. Ben daha ne olduğunu anlayamadan Agit, çıkagelmişti, hiç vakit kaybetmeden bagaja yönelmiş ve içinden babamı çıkarmıştı. Dehşet içinde babamdan akan kanları o zift gibi gecede zorlukla seçebilmiş ve istemsizce dış kapıyı açıp Agit’e bakmıştım. Kasaba da güçleriyle ün yapmış üç kişi babamı yaka paça sürüklerken Agit sanki benim varlığımı hissetmiş gibi bana doğru gelmeye başlamıştı. Aramızda kalan iki üç basamaklık merdiven mesafesini aşmamış ve aşağıdan konuşarak bana açıklama yapmıştı. “O ölmeyecek ama yaşamayacakta!” Ağzımı bıçak açmıyordu, konuşamıyordum. Gözlerim doldu, Agit durumu fark etmiş olacak ki kaşları çatıldı ve bir iki adım yaklaştı ama durdu. Nefes alamadığımı hissettiğimde elim korkuyla boğazıma giderken iki gözümden birden yaşlar boşalıyordu. Karşımdaki adam etrafımızdaki onca adamı ve belayı hiçe sayıp hızlıca bana kollarını sardığında ellerimi tutmuş ve diğer eliyle enseme dokunup beni yüzüne bakmaya zorlamıştı. “Nefes al! Yoksa seni bu hale getiren şerefsizi siker atarım! Bunu bana yaptırma! Nefes al!” Olmuyordu. Agit bana artık sertçe değil büyük bir korkuyla bakıyordu. Günlerdir uzaktan uzağa hasretini çektiğim adam bana mesafeliyken şimdi babamı öldürmek için geldiği gece beni önemsiyordu. Ne ironi ama! Artık morarmaya başladığım da Agit daha fazla beni sarsmak yerine burnumu sol eliyle sıkıca kapatıp sağ eliyle birbirine kenetlenmiş çenemi zorla açıp dudaklarıma yapışmıştı. Yaşadığım şokla birlikte ben put kesilirken o bana nefes oluyordu. Ciğerlerime sertçe üflediği havayla birlikte kaskatı kesilmiş göğsüm acıyla hareket etmeye başlamıştı. Ama Agit ne beni ne de dudaklarımı terk etmedi. Sol eli yavaşça burnumu serbest bırakırken dudakları dudaklarımda hala hüküm sürüyordu. Sol eli yavaşça belime ilerledi ve beni o kadar sert çekti ki kendisine, dişlerimiz birbirine çarptı. Benim gözlerim yavaşça kapanırken fark ettiğim diğer bir şey ise artık ayaklarım yere değmiyordu. Tüm vücudumu ona yaslamıştım. O, beni hayata döndürmeye devam ederken ben, onun çabasına karşılık verebilmek için yine ona sığınıyordum. “Captain!” diye bir ses duymam ve irkilerek Agit’i itmem bir olmuştu. Agit’in arkasında gergin bir şekilde bekleyen korumalardan birisi İspanyolca konuşarak Agit’e bilgi verirken Agit tek kelime etmeden onu dinlemiş ve gidene kadar da onu izlemişti. Tekrar bana döndüğünde eskisi gibi mesafeli bakmıyordu bana, bakışlarındaki yumuşaklık o kadar iyi gelmişti ki! Tekrar ağlamamak için burnumu çektim. Ve konuyu değiştirdim. “Siz onun icabına bakmadan önce son kez konuşmak istiyorum… Lorenzo’yla.” Agit’in karşı çıkacağını, kızacağını hatta bana bağıracağını bile tahmin etmiştim ama o sadece elimi tutmuş ve biraz önce babamı götürdükleri yere doğru ilerletmişti. Şalım başımdan kayıp aşağı düşmek üzereyken depodan içeriye girmiştim. Artık kullanılamaz hale gelen şalım yeri boylarken ben babamın baygın haline alışmaya çalışıyordum. Evet, belki beş belki on dakikadır onu izliyordum sadece… Hiçbir şey yapmadan. O ise önce beni çok sevdiğini, özlediğini söylemişti. Sonra benim ifadesiz ve boş bakışlarımı gördü ve işte o zaman gerçekler dilini bir yılan gibi sardı. “Sen de annen gibi bir kaltaksın! Ona benziyorsun! Arkandaki pisliği bana tercih ettin!...” Ve daha niceleri. Bana ettiği hiçbir söz canımı yakmazken anneme olan merhametsizliği nefesimi kesiyordu. Çünkü biliyordum, hatırlıyordum onları. Anneme olan aşkını, daha dört beş yaşlarındayken bana olan sevgisini… Her şey babamın daha çok para kazanmaya başlamasıyla oldu. Önce faize bulaştı, sonra mafyaya, en sonunda da ölmemek için öldürdü… Artık sağlıklı düşünemez olmuştu. Annemi defalarca kez aldatmıştı hem de onun gözünün içine bakarken. Annem de ona olan aşkına rağmen bir zamanlar baba dediğim adamı terk etmeye, benimle birlikte Türkiye’ye kaçmaya çalışmıştı. Lorenzo bu durumu öğrenince işkenceleri artmıştı, kabullenemediği terk edilme annemin sonunu getirirken beni de azap dolu yıllar sarmalamıştı. Anneme attığı ağır iftiralar aslında kendi zihninin bir oyunundan ibaretti. Annemin Türkiye’de bir sevgilisi olduğunu bu yüzden de onu terk ettiğini düşünüyordu en başından beri ama işin aslı öyle değildi. Babamın artık konuşacak hali kalmayıp acıdan bayıldığı zaman Agit’in varlığını ancak o zaman hatırladım. Annemden ve benden o kadar kötü bahsetmişti ki baba diyemediğim adam, arkamda dağ gibi duran adamın bunları duymuş olması kendimi çok aciz hissettirmişti. Her şeye rağmen döndüm ona… Benim yıllardır rüyalarıma giren ve beni herkesten her şeyden koruyan adama… Evet, tam üç yıldır Agit’i rüyalarımda görüyordum. Bundan iki yıl önce çok çaresizdim, her türlü yolu denedim; intihar etmek istediğim de hep birileri tarafından engellendim. Ölmeyi bile beceremediğim için ondan da vazgeçtim. Sonra küçücük odamda kitaplara sardım, fantastik, romantik, polisiye… Hiçbiri istediğim, ihtiyaç duyduğum şeyi vermiyordu bana. Hayatım ellerimden kayıp gidiyordu. Sonra defalarca kez kaçmaya çalıştım. Ama hep yakalandım. Vazgeçtim yine… Tek başıma çıldıracaktım artık, tam o sırada hayatıma bir temizlikçi abla dokundu. Yeni gelmişti Türkiye’den, tek başına 1+1 evinde yaşayan bir kadındı. Adı Rümeysa olan bu temizlikçi abla, babamın ne iş yaptığından habersiz üç kuruş için bizim evimizde işe başlamıştı, yaşı epey büyük olan bir kadındı. Odama ilk girdiği gün bana sımsıcak gülümsemiş ve halimi hatırımı sormuştu. İlk kez, annem gittikten sonra ilk kez, birisi bana halimi sormuştu. Ben, o farkındalıkla istemsizce ağlamıştım ama o bunu hiç sorgulamadan işlerini yapmaya devam etmişti. Gel zaman git zaman artık aramızdan su sızmaz olmuştu. Ama bu arkadaşlık sadece odayla sınırlı kalmıştı. Bu sıralarda ben her şeyi en ince ayrıntısına kadar ona anlatmıştım ve kendisini kurtarmasını söylemiştim ama o bunun yerine sırf benim için kalmaya devam etmişti. Bir gün onun yanında ağlarken laf arasında tutunacak bir dalım olmadığını söylediğimi hatırlarım… O günden sonra elinde benim hayatımı hepten değiştirecek olan kutsal bir şeyle gelmişti… Kur’an-ı Kerim vardı elinde. Gizlice getirmişti bin bir tehlike atlatarak. Benim için! Alır almaz defalarca kez okumuştum. Sonra konuşmalarımız hep İslam üzerine olmuştu. Ve benim Müslüman olduğum ilk gece, annemin doğum günü olmuştu. O günden sonra o küçücük odada İslam’ı tek başıma yaşamaya başlamıştım. Çok iyi geliyordu bana, bir kurtuluş olduğun bilmek, sabretmek ve her an dua edebilmek çok iyi hissettiriyordu. Sonra bir gece yarısı seccadede uyuyakalmıştım, ağlayarak uyumuştum yine… O gece rüyamda Agit’i gördüm. Önce gözlerini sonra yüzünü… İlk başlarda sadece bana bakıp hiçbir şey demiyordu. Bu belki aylarca devam etti. Her gece onu görür olmuştum. Hep onu düşünür olmuştum. Sürekli uyuyup onu beklemeye koyulmuştum. En sonunda yine rüyama girdiğinde konuşmuştu benimle… Tek bir cümle… “Sen, sakın korkma Berlin, ben senin için geleceğim!”
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD