AGİT’TEN
Mert’e verdiği sözün altında ezildiğini hissediyordu genç adam, sanki o küçük kızın ve Mert’in elleri bir olmuş kendisini öldürmek için boğazına yapışmıştı.
Agit, günlerdir içine düştüğü durumu sorguluyor, çözüm yolları arıyordu ancak en sonunda kardeşinden ayrı kalmaya dayanamamış ve Berlin’i ona getireceğini söylemişti.
Evet, ona getirecekti ancak kıza zarar gelmemesi için elinden geleni de yapacaktı. Zaten Mert’in hiçbir zaman suçsuza, kadına ve çocuğa el kaldırdığını görmemişti.
Burası işin basit kısmıydı, peki Berlin’i nasıl götürecekti?
Onun canını yakmadan, onu üzmeden, sessiz sedasız nasıl yapacaktı bunu?
Genç kızla vedalaştığı o gizli geçidin dış kapısında duruyordu iki koca saattir. Ama ne içeri girmeye gönlü el veriyor ne de gerisin geri çekip gitmeye gururu yetiyordu…
Derin bir nefes aldı genç adam ve bir anda, düşüncesizce kapı kulunu tuttu ve açmaya çalıştı ancak kapı açılmak bir yana kulpu bile inmemişti aşağıya. Kapıyı silahla kırsa sesi iki sokak ötedeki Lorenzo’nun inine kadar giderdi. Ancak belki omuzuyla kırabilirdi. Birkaç başarısız denemeden sonra sırtını duvara yaslayıp soluklanma ihtiyacıyla durdu.
Olmuyordu.
Lorenzo’nun inine gidip tekrar dördüncü kata gidip kızı bayıltsa bile oradan sağ salim çıkmasının imkanı yoktu. Ayrıca içeriye girmesi bile başlı başına dikkat çekerdi.
Genç adam sıkıntıyla oflarken gözü kapalı kapının üzerinde dolaştı şuursuzca. Daha bir hafta öncesine kadar Türkiye’de eğleniyor, istediğini yapıyorken şimdi burada durmuş nelerle uğraşıyordu.
Yapabileceği her şeyi yapmıştı, gidip bu durumu Mert’le konuşmalı ve başka bir çözüm yolu aramalıydı.
Sırtını yasladığı kirden kararmış duvardan ayrılmasıyla karşındaki kapının gıcırdayarak açılması bir olmuştu. Agit şaşkınlık ve gerginlikle kapının arkasındaki kişinin kim olabileceğini hesaplarken, gözüne takılan ilk şey beyaz renkli pembe çiçekli bir eşarp olmuştu. Sonrasında beyaz ve ağır kapıyı tutmak için uzanan minik bir el gördü gözleri, her saniye kalp atışının seyri değişen genç adam soluk almayı bırakarak günlerdir görmek için yanıp tutuştuğu yüzü beklemeye başladı.
Sonunda kapı açılıp da simsiyah gölgelerden genç kız tüm güzelliği ve duruluğuyla çıktığında Agit işte o an tekrar ciğerlerine çekti nefesi güçlükle.
Genç kız onunla göz göze geldiğinde kocaman bir gülücükle karşılamıştı adamı. Onu gördüğüne hiç şaşırmamış sanki onu bekliyormuş gibi bir tavrı vardı Berlin’in. Agit, ne diyeceğini bilemez bir vaziyette kıza bakarken genç kız ona doğru bir iki adım atmış ve aralarındaki mesafeyi yarıya indirmişti.
Agit’e diktiği gözleri ışıl ışıl parlıyordu, dudaklarındaki minik tebessümle duruyor ve önünde birleştirdiği minik elleriyle Agit’te farklı hisler uyandırıyordu.
Üzerine giydiği pembe çiçekli uzun kabarık elbise çok yakışmıştı genç kıza. Kendisine dönüp baktığındaysa simsiyah bir tişört, deri bir ceket ve yine siyah pantolon ve yaz kış giydiği parlak siyah postallarını görünce sırıttı.
Ne kadar da zıtlardı.
Kendisini hemen toparlayan Agit, ciddi bir surat ifadesiyle genç kızla konuştu;
“Buraya neden geldiğimi biliyor musun?”
Genç kız, kafasını olumlu anlamda sallayarak cevapladı genç adamı;
“Beni görmeye mi geldin yoksa kaçırmaya mı?” dediğinde Agit kızın suratındaki rahat ifadeyi görünce şaşırmadan edemedi.
“Evet, aynen öyle. Seni kaçırmaya geldim. Ancak eğer kendi rızanla gelirsen sana zarar vermeyiz.” Agit’in cümlelerinden sonra genç kızın omuzları düşmüş ve güleç yüzünü hüzün bürümüştü bir anda.
Agit, kendisini çok kötü hissediyordu, ona iyilikle gelen kıza kötülük yapıyordu ancak diyebileceği en düzgün şekilde söylemişti gerçeği. Yine de aklındaki soruyu sormadan edemedi;
“Burada olduğumu nasıl bildin?” Genç kızın yüzündeki hüzün silinmese bile anlatmaya başladı;
“Bunun için geleceğini tahmin etmiştim.” Agit kaşlarını çatmaktan kendini geri alamadı.
“Nasıl yani? Bilerek mi açtın bana bu kapıyı? Seni kaçıracağımı bile bile?” Genç kız daha da üzüldü ve Agit bunu anlamış olmanın garipliğini üstünden atamadan genç kız;
“Ben… Sadece seni görmek istedim.”
Bu cümle ikisinin arasına bomba gibi düşerken Agit, istemeden genç kızdan bir iki adım uzaklaştı.
Berlin ise eğdiği kafasıyla ayaklarına bakıyor ve susuyordu. Agit, hissettiği duygu tufanıyla birlikte;
“Neden beni görmek istedin, Berlin?” Sorduğu soru Berlin’in kafasını yerden kaldırıp ona bakmasına yeterli olmuş ve genç kız gözlerindeki şaşkınlıkla konuşmuştu;
“Bana ilk kez Berlin dedin…” dediğinde bu sefer şaşırma sırası Agitte’idi. İki genç birbirlerinde bir süre kaybolduktan sonra. Berlin, omuzlarını kaldırarak cevapladı soruyu;
“Bilmiyorum, seninle gelmek istemezsem ne yapacaksın?”
“Gelmek zorundasın, eğer canının yanmasını istemiyorsan tabii.” Agit’in hazırcevaplılığı genç kıza ağır gelse bile bir şey demedi bir süre. Gözlerini tenha sokakta gezdirdikten sonra tekrar karşısındaki adama döndü;
“Babam beni sandığın kadar sevip önemsemiyor ki Agit!” Genç kızın ağzından çıkan sözler acıydı ancak onun yüzündeki ifadesizlik bunu çoktan kabullendiği anlamına geliyordu. Agit’in bir şey demesine fırsat vermeden söze atladı;
“ Babamın tek çocuğu benim ama ben de yasak aşk meyvesiymişim Agit, bu yüzden ne üvey annem ne babam beni sevmezler. Benim öz annemi kim öldürdü biliyor musun?! BABAM! Ve ben bunu üvey annem olacak o kadını kurtarmak için söylediğimde beni dövüp kimseye söylememem için tehdit etti. O günden beri bir odaya hapsoldum, çocukluğum, gençliğim hep burada soldu gitti…” Durmasının tek sebebi gözyaşlarının onun konuşmasına fırsat veremeyecek kadar çok akmasıydı.
Agit karşında hüngür hüngür ağlayan kıza ne yapması gerektiğini bilemeyerek durdu öylece…
Genç kız birkaç dakika sonra burnunu çekerek;
“ Uzun lafın kısası, beni öldürsen, işkence çektirsen bile o beni umursamaz ki! Kendi karısını öldürdü o, bana acır mı?!”
diyerek içli bir şekilde ona bakan Berlin’e daha fazla kayıtsız kalamayan Agit, onun üstüne doğru eğilip sıkıca sarıldığında genç kızın ağlamaları daha da şiddetlenmişti.
Sarılmasına birkaç dakika sonra sıkı bir sarılmayla karşılık alan Agit, bir süre kollarındaki kızın sırtını sıvazlamış sonrasında sakinleştiğini fark edince daha yumuşak bir şekilde bakmaya çalışmıştı;
“Madem seni önemsemiyor, benimle gel.” Dediğinde genç kız, önce burnunu çekmiş sonra da bir süre Agit’in gözlerine bakma ihtiyacıyla duraksamıştı. En sonunda yavaşça genç adama onay verdiğinde Agit derin bir nefes alarak ona elini uzatmıştı, Berlin hafif bir gülümsemeyle tam elini onun avcuna bırakacakken durdu ve ciddi bir şekilde;
“Bana söz ver, ne olursa olsun beni bırakmayacağına dair şeref sözü ver Agit!”
Agit, ağzından çıkacak sözlerin ciddiyetine karşı bir süre sustuktan sonra;
“Şerefim ve namusum üzerine söz veriyorum! Ama bir şartla; sen de bana ne olursa olsun yalan söylemeyeceksin ve beni kandırmayacaksın!”
Berlin hiç tereddüt etmeden elini genç adamın avcuna bıraktıktan sonra “ Söz veriyorum. Seni hiç üzmeyeceğim!” dedi.
Agit, onun elini tuttuğu gibi üç metre ilerde duran motoruna götürüp kaskı onun kafasına geçirdikten sonra kızı belini tuttuğu gibi motora bindirmiş ve kendiside bindikten sonra hızla o sokaktan çıkmıştı.
Yol akıp giderken içini nedendir bilinmez bir huzur hali kaplamıştı Agit'i sanki tüm sorunları bir anda uçup gitmiş gibiydi. Bu hissi özlemişti genç adam.
Belki de huzurunun en temel sebebi arkasında ona sıkıca sarılan küçük kız çocuğuydu.
Mert bu duruma çok sevinecek olsa da Berlin'in az önce söyledikleri Agit'in kafasını bir süre daha meşgul edecekti.