Alanzo’ya birkaç gündür yazmıyordum çünkü haksız dahi olsam kırılmıştım. İşinin önemli olduğunu tabii ki biliyordum ama bunu o şekilde de yüzüme söylemesine gerek yoktu.
Onun için kelimenin tam anlamıyla deliriyordum. Sadece bedensel değil, duygusal da bir çekim hissettiğim bu adamın bana ait olmasını istiyordum. Belki de ona yazmak yerine okulda onunla görüşmeliydim ama o zaman da çok fazla dikkat çekeceğimizi biliyordum.
Ona neden ve nasıl bu kadar değer verdiğimi bilmezken artık beni fark etsin istiyordum. Aramızdaki yaş farkını umursamıyordum. Unutamadığım tek şey onun benimle olmasını sağlamaktı.
Kampüste bakışlarımı asla ondan çekmiyordum, sınıfta da gözünün içine bakıyordum. Onun olduğu ya da adının geçtiği her yerde tek ilgi odağım oydu. Bunun karşılıklı olduğuna inanıyorum çünkü bana olan bakışlarının farkındaydım.
Defalarca kez beni soyarcasına baktığına şahit olmuştum, gözlerinin o bakışla bakmaya devam edersem eğer bulduğu ilk köşede beni becerecekmiş gibi baktığını da anlıyordum. Tüm bunlar gerçekleşiyorken ve benim varlığımın farkındayken neden benden kaçıyordu?
Anlıyordum, o üniversiteyi o üniversitede öğretmenlik yapmayı seviyordu. Gerçekten çok seviyordu ama beni de severdi. Beni gerçekten çok sevebilirdi çünkü ben, birbirimize göre olduğumuzu biliyordum.
Bedenimle bedeni birleştiğinde eksik bir parçamız tamamlanacaktı, belki kalplerimiz bile birbirine ait olacaktı. Bu hayatı yaşamak varken şu ankine nasıl boyun eğebilirdim ki?
Midem açlıkla kıvrandığında kendime makarna yapmak için koltuktan kalkıp mutfağa ilerledim. Buzluktan önceden haşlayıp dondurduğum sebzeleri alıp çıkardım. Ardından ısıtıcıya makarnam için gerekli suyu koydum.
Küçük bir tavayı yağlayıp donmuş sebzelerimi çözülmelerini beklemeden soteledim. İçine sevdiğim birkaç baharat, biraz da süt kattığımda en sevdiğim hâlini almıştı sebzeler. Sebzelerim piştiğinde onu bir kenera alarak makarnayı tencereye döktüm, üzerine kaynayan sudan yeteri kadar akıttım.
Makarnam pişerken onun içine güzel peynirli bir sos yapmak istediğim için malzemelerini aldım ve tezgahın başına geldim. Az yağın içine önce biraz beyaz peynir, sonra biraz süzme peynir ve en son da bolca mozerella katıp üzerlerine bir bardak kadar krema ekledim. Hepsi istediğim kıvamda eriyene kadar karıştırdım. Burnum erimiş peynirin güzel kokusuyla ziyafet çekerken bir makarna maşasıyla suyun içindeki makarnalarını parça parça hafif suyunu damıtarak sosun içine aldım ve iyice karıştırdım.
Üzerine biraz karabiber serptiğimde yemeğim hazırdı.
Makarnamı ve sebzelerimi tabağıma alıp bahçeye çıkarak yolu gören bahçe masama oturdum.
Ben yemeğimi sakince yerken çok ama çok tanıdık bir sesin bana seslendiğini duymamla başımı hızla karşıma çevirdim. Orada çitlerime yaslanmış bana bakıyor, aynı zamanda da gülümsüyordu.
“Merhaba Bayan Brenell, burada oturduğunuzu bilmiyordum.” Mesafemiz çok yakın olduğu için bağırmak zorunda kalmamıştı. Alanzo dersten dönüyor olmalıydı, ben tabii ki onun bu sokakta yaşadığını biliyordum. Sonuçta bu evi boşuna almamıştım.
“Merhaba Bay Behemoth, yeni taşındım buraya,” biraz duraklayarak elimle tabağımı gösterdim, “…yemeğim var, yemek ister misiniz?” Tek kaşını kaldırıp bana baktığında bu durumu tarttığını anlayabilmiştim.
“Aslında gerçekten acıktım ve güzel kokular burnuma geliyor ama içeride yiyelim, yanlış anlaşılabiliriz.” O an ne kadar yanlış anlaşılmak istediğimi fark ettiğimde yutkunmadan edememiştim.
“Bahçeden içeriye girin, Bay Behemoth. Ben masayı içeriye alacağım,” dediklerimle bahçe kapısına doğru ilerlediğinde bende masadaki yemekleri toparlayıp salonumdaki masaya getirirken salondaki boy aynamdan nasıl gözüktüğüme baktım. Üzerimde Victoria’s Secret’in pembe şort pijaması vardı. Usturuplu duruyordum, içimdeki kadının aksine.
Mutfağa geçip Alanzo’ya da yemek koyacağım sırada onun mutfağın bahçeye çıkan kapısından içeriye girdiğini gördüm. Enfes görünüyordu. Üzerinde krem rengi bir gömlek vardı, kolları dirseklerine kadar kıvrılmıştı. Siyah kumaş pantolonu bacalarını tamamen sarıyordu ve inanılmaz bir görsel şölen sunuyordu bize. Bir elinde çantası, kolunda da ceketi varken elimdeki tabağı tezgaha koyup yanına ilerledim.
Ceketi ve çantası için ona doğru uzandığımda anlamış olacak ki direkt bana doğru uzattı. Eşyaları ellerinden alırken değen parmaklarımız tüm vücuduma bir elektrik dalgası yollamıştı. Bakışlarım onu bulduğunda ellerimizin temasını kesmeden bana baktığını görmem dudağımı yalamamı sağlamıştı ve bu hareketimle odağına dudaklarım girmişti. Dudaklarıma bakıp diliyle dudaklarını aynı benim gibi yaladığında üzerine atlamamak için zor tutuyordum kendimi.
Eşyalarını elinden aldım, vestiyere doğru ilerleyip ceketini asıp çantasını da kendi çantalarımın yanına bıraktım. Çok hızlı bir şekilde mutfağa dönmüştüm.
“Lavabo ne tarafta, Bayan Brenell?” Ona bakıp tekrar dudaklarımı ıslattığımda söze girmiştim ama bu bana sorduğu şeyden çok alakasızdı.
“Üniversitede değiliz, Bay Behemoth. Bana adımla hitap edebilirsiniz.” Birkaç adım bana yaklaşıp tam önümde durduğunda uzun boyunun avantajını kullanarak bana üstten bakıyordu ve tanrım! Gözleri inanılmazdı.
“Okul dışındaysak sen niye bana adımla hitap etmiyorsun?” Ona adıyla hitap etmemi mi istiyordu? Şu an ne diyeceğimi ve nasıl davranacağımı asla bilemezken öylece karşısında dikiliyor, ellerimi koyacak bir yer bile bulamıyordum.
“Bu tuhaf olmaz mı? Malum, ne olursa olsun siz benim öğretmenimsiniz,” dediklerimle dudakları yukarı doğru kıvrıldı, beyaz dişleri kusursuz bir şekilde ağzında sıralanmıştı. Gülümsemek dolgun dudaklarını inceltmeye yetmemişti. Onu şu an, bu gülümsemesinden öpmek istiyordum.
“Senin de söylediğin gibi Scarlett, okulda değiliz. Bana adımla hitap edebilirsin. Bu gayet doğal.” Hayır, doğal falan değildi, bunu kendi de çok iyi biliyordu çünkü asla böyle bir çizgisinin üzerine basılmasına izin vermeyen bir adam olduğunu biliyordum. Benden etkileniyordu, bunu çok iyi anlıyordum ama ilk adımı atıp fişekleyen kişinin o olmasını istiyordum. O da şu an bana minik adımlar atıyordu.
“Pekala bu biraz zor olacak, sana Alanzo demek. Farklı.” Doğru düzgün anlamlı bir cümle bile kuramazken hemen konuyu değiştirmeye çalıştım.
“Sen salondaki masaya geç, ben de yemeğini koyup geliyorum.” Başını olumsuz anlamda sallayarak kalçasını tezgahıma yasladı ve kollarını göğsünün üzerinde bağladı.
“Seni izlemek istiyorum, birlikte geçebiliriz.” Dudaklarım şaşkınlık içerisinde aralanırken onun dudaklarındaki gülümseme hâlâ devam ediyordu. Hiçbir şey demeden bakışlarının hapsi altında yemekleri tabakladım ve içeriye doğru geçerken ona seslendim.
“Dolapta içecek var, hemen üstündeki rafta da bardak. İstediğini getirebilirsin.” Ona bir şeyler yaptırmak beni kötü bir öğrenci yapar mıydı? Sorun değil, zaten kötü bir öğrenci olmak istiyordum. Ben masaya geçip oturduğumda çok geçmeden o da elinde zinfandel şarap şişesi ve iki kadehle yanıma geldi.
Cidden benimle alkol alacak kadar çıldırmış mıydı? O çok sevgili etik değerleri şu an onunla birlikte değildi sanırım.
“Gerçekten mi?” Bakışları önce eline, ardından tekrar bana döndü ve omuzlarını silkti. Sonrasında da hemen yan tarafıma oturmuştu zaten. Ben masanın başındaydım, o da sağ tarafımda oturuyordu.
“Bu şarabı severim, seven birini daha görünce dayanamadım ve getirdim. Akşam yemeği yiyoruz, meyve suyu içemezdik ya?” Bir şey dememe kalmadan ikimizin kadehlerini de yarısı kadar doldurarak yaptığım yemeğe ilk çatalını attı. Şu an gerçekten bunu yaşıyordum ve içimdeki sevinci dile getirebilecek kadar sakin değildim. Ağzında çiğnediği lokmayı iştahla yuttu, bir yudum şarap içti. Kadehi öyle seksi kavramıştı ki ellerinde kalçalarımın olmasını istedim.
“Eline sağlık, gayet lezzetli.” Bu söyleminden sonra bende yemeğimi yemeye başlamıştım. Yemekle birlikte alkol tüketiyorsam her zaman en son alkolümü içerdim. Benim için bir sıraydı bu ama Alfonzo ikisini bir arada tüketmeyi seviyor gibi duruyordu.
İkimizde sessizce yemeğini yerken bu sessizliği bozan kendisiydi.
“Kaç yaşındasın, Scarlett?” Sorusuyla anlık bir afallasam dahi kendimi hızlı toparladım, gözlerinin en içine bakarken konuşmaya başladım.
“Yirmi üç yaşındayım, peki ya sen Alanzo?” Dudaklarımdan ismi öyle bir tonda döküldü ki ona açık bir şekilde sik beni diyormuşum gibi hissetmiştim. Tonlamanın farkındaydı sanırım çünkü ağzı çok hafif aralıktı ve içtiği şaraptan mı yoksa diliyle tekrar dudaklarını yaladığından mı bilmem çok ıslak duruyorlardı.
“Otuz altı yaşındayım,” şarabından bir yudum daha aldı, ilk bardağı bitmişti. Kadehini tekrar doldurup bir yudum daha aldığında konuşmaya devam etti,
“…üniversiteye geç mi başladın?” Başımı evet anlamında salladığımda ikimizi de bir sessizlik ele geçirdi. Yemeklerimizi bitirdik.
Yaptığımız tek şey birbirimizin gözlerinin içine bakıp şarap içmekti. Tanrı biliyor ya, şu an bu şarap yerine onu kana kana içmek istiyordum.
“Artık gitmem gerekiyor, önce bir lavaboya kadar gitsem iyi olacak,” dedikleriyle ayaklandığımda ona tuvaleti göstereceğimi anlamıştı. Önünden yürüdüğüm her an kalçalarımı iyice sallayıp odağını kendime çekmeye çalışıyordum ki bunda bu kadar başarılı olduğumu yaptığı harekete kadar fark etmemiştim.
Kolunu boğazıma dayayıp beni yüz üstü duvara yasladığında aletini de hemen kalçalarımın üzerinde hissedebiliyordum. Ellerim refleksle kollarına sıkıca tutundu. Soluklarım hızlanmaya, kalbimse deli gibi çarpmaya başlamıştı.
“Rahat dur Scarlett, benim ayarlarımla oynama.” Böyle konuşmasına rağmen aletini daha fazla kalçalarıma doğru bastırdı. Suratı boynuma doğru indiğinde nefesini hissedebiliyordum ve kendimi onun adıyla inlerken buldum.
“Alanzo…” Sesim normalden çok daha kısık çıkmıştı. Arkamdaki aletin her an daha da sertleştiğinin farkındaydım. İnlememden sonra dudaklarını boynuma bastırdı, ilk önce hafifçe emdi, ardından dilini sürterek ısırdı. Kalçamı iyice ona yaslarken bir anda kendini geri çekti.
“Sikerler!” Ben beni bıraktığı gibi ona dönerken gözlerimiz birbirinden ayrılmıyordu. Bal rengi gözleri kopkoyuydu.
“Bu asla olmamış gibi davranacağız, aramızdaki resmiyet devam edecek.” Kaşlarım çatılmışken bu noktada onun da tam anlamıyla beni istediğinin bilincindeyken geri çekilmek istemiyordum.
“Bu olmamış gibi davranmak istemiyorum, seni istiyorum. Resmiyetin canı cehenneme,” ona daha fazla yaklaşıp kollarımı boynuna sardım. Bana engel olmuyordu ve bu beni daha fazla cesaretlendirdi, “…seni istiyorum Alanzo.” Onun bir şey demesine izin vermeden hayaliyle kendimi delirttiğim dudaklarına dudaklarımı bastırdım.
Öylece donup kalmıştı, bense alt dudağını emmeye başlamıştım. Bana kesinlikle karşılık vermeyeceğini düşündüğüm sırada bir elini kalçama atarak beni kucakladı ve duvara yapıştırdı. Diğer eli boğazıma sarılmış kafamı duvarda sabitlemişti.
Dudakları hırslı aynı zamanda da sinirli bir şekilde benim dudaklarımı parçalamaya ant içmiş gibi öperken ağzımdan ağzına doğru bir inleme döküldü. Dilini araladığım ağzımdan içeriye sokarak dillerimizi birleştirdi. Islak ağzının her köşesi dudaklarıma temas ediyordu. Dudaklarımı öyle bir ısırıp emiyordu ki kadınlığım sırılsıklam olmuştu. Aletinin ucunu tam kadınlığımın girişinde hissediyordum.
Bunu o da hissediyor olacakki, aletini bana bastırdı. Tanrı biliyor ya, üzerimizde hiçbir şey olmasa şu an içime girmiş olacaktı.
Ağzından bir hırıltı döküldü, ellerim o dağınık saçlarını buldu ve tüm gücüyle çekiştirdi. Kendini tekrar bana bastırırken daha içime girmeden beni boşalacak kadar ıslatmasından delirmiştim. Onun dudağını ısırdığım gibi durdu, başını benden ayırıp gözlerimin içine baktı. Nefes nefesiydim. Göğsüm hızla inip kalıyordu ve o da bunu fark etmiş olacak ki bakışlarını oraya kaydı.
Bir eliyle sertçe göğsümü kavradı, parmaklarını göğüs ucuma götürüp sıkıştırdı ve kedine doğru çekti. Dudakları tekrar dudaklarımı bulurken cennet önüme sunuluyor gibi hissediyordum.
Ellerimi ensesine götürüp tırnaklarımı batırdım. Dudakları hırsla dudaklarımdan ayrılırken bu sefer boynuma doğru gelmişti.
“Sikeyim, Scarlett. Seni sikmek istiyorum,” dediklerinin hemen ardından dilinin ucunu köprücük kemiğimden çeneme doğru sürttü. O kadar yavaş ve ıslaktı ki, ağzımdan adı defalarca döküyordu.
“Alanzo… İçime girmeni istiyorum.” Bana hiçbir cevap vermeden boynumu emmeye başladı. Dudakları hassas, aynı zamanda da fazlasıyla yumuşak etimi içine doğru çekiyor, biraz yalıyor sonra da ısırarak başka bir bölgeye geçiyordu.
“Ah, Alanzo! Öp beni!” Haykırır gibi ağzımdan çıkanlarla dudakları hızla ağzıma kapandı. Üst dudağımı hoyratça emiyor, alt dudağımı ısırıyor ve dili dilimle inanılmaz bir vals yapıyordu. Parmaklarım sürekli ya saçlarının arasında oluyordu ya da teninde tırnaklarını batıracak bir yeri kolluyordu. Beni duvara dayamış tüm hayvansı duygularıyla öperken benim erkeğimmiş gibi hissetmekten kendimi alıkoyamıyordum.
“Beni sikmek istediğini kendin söyledin, etik değerlerini kenara bırak bebeğim,” Biraz duraksayarak göğüsümdeki elini alarak şortumun lastiğine götürdüm. Parmakları ilk başta kas katı kesildi, “…dokun bana ve senin için ne halde olduğumu gör.” Bu emrimi bekliyormuş gibi elini şortumdan içeri soktuğunda direkt olarak kadınlığıma ulaştı. İç çamaşırım yoktu. Bunun şokuyla ıslaklığıma dokunurken orta parmağı deliğimin girişini okşuyordu.
“Siktir, sırılsıklamsın. Benim için tamamen hazırsın.” Başımı ihtiyaçla aşağı yukarı sallarken orta parmağını içime soktu.
“Oh… Evet Alanzo, evet!” Elini hiç beklemediğim bir anda üzerimden çekti. Ben ihtiyaçla duvarda öylece dururken ne olduğunu anlamaya çalışıyordum ve dürüst olmalıydım ki kan beynime sıçramıştı.
“Sikeyim böyle işi! Buna devam edemem, sen benim öğrencimsin. Siktiğimin yerinde öğrencimsin ve çok küçüksün.” Sinirle suratını avuçlayıp bana bakmasını sağladığımda gözlerimden ateşler çıkıyordu.
“Aramızda sadece on üç yaş var, seni istiyorum ve öğretmenim olman umurumda değil. Benim için deliriyorsun, içime girmek istediğini kendin söyledin. Artık bundan vazgeçer miyim sanıyorsun?” Yüzünü ellerimin arasından kurtararak beni yere bıraktı. Bakışları hâlâ üzerimdeydi. Gözlerindeki azgınlığı ve bana olan ihtiyacı görebiliyordum.
“Bu tekrarlanmayacak, Scarlett. Seni bundan sonra sadece derslerimde göreceğim.” Arkasını dönüp gidecekken kolundan tuttuğum gibi onu kendime çevirdim. Belki de gitmek istemediği için bana bu kadar çabuk boyun eğmişti.
“Eğer şimdi buna son verirsen, beni başkalarıyla izlemek zorunda kalırsın Alanzo.” Tek kaşını kaldırıp o kemikli parmaklarını boğazıma doladı. Ellerini boğazımı öyle bir sarmıştı ki bedenimin bir parçası gibi duruyordu. Göz bebekleri sinirle parıldarken başımı duvara yasladı. Tutuşundan kaynaklı olaraksa çenem yukarı doğru kalkmıştı.
“Sakın öyle bir şey yapayım deme, Scarlett. Buna pişman ederim seni.” Kelimeler ağzından tane tane çıkarken beni aslında ne kadar kıskandığını bilerek bu kozu kullanmıştım çünkü okulda etrafımda dolanan her erkeğe attığı o öldürücü bakışları gizleyemediği tek kişi bendim.
“O zaman bundan vazgeçmeyeceksin!” Dudaklarını sanki son bir defa daha beni öpüyormuş gibi dudaklarıma kapattığında alt ve üst dudağımı öyle bir emdi ki morardığına emindim. Dudaklarını üzerimden geri çekmeden hemen önce alt dudağımı dişleri arasına alıp kendine doğru çekti, sonra da bıraktı.
“Bundan vazgeçmiyorum, askıya alıyorum. O bedenini benden başkasına dokundurtmayacaksın.” Ben daha hiçbir şey diyemeden beni bıraktı ve kapıya doğru ilerledi, eşyalarını vestiyerden alıp evimden çıktı. Onun çıkmasıyla birlikte dolu dolu bir çığlığın dudaklarımdan dökülmesine izin verirken ne kadar sinirlendiğimin farkındaydım.
Evi toparlayıp bulaşıkları temizlemiştim. Alanzo gideli ne kadar olmuştu tam bilmiyordum ama sinirlerimin hâlâ bozuk olduğunu çok rahat bir şekilde söyleyebilirdim. Telefonuma aniden bir bildirim düşünce elime aldığımda gelen bildirimin Alanzo’dan geldiğini görmemle şaşırmıştım.
Alanzo: *Fotoğraf. (tek oynatım)
Orospu çocuğu. Benim yanımda azmış ama s****i gidip başkasına sokmuştu. Sana kimse dokunmasın derken gidip başkalarına dokunuyordu.
Fotoğrafta önünde sarışın bir kadın domalmış duruyordu. Aleti içindeydi, benim attığım fotoğraftaki gibi biraz kendini geri çekip o kalın aletini görmeme olanak sağlamıştı. Karın kasları terlemişti, bunu da o içinde olmak istediğim fotoğrafta görebiliyordum. Sinirlerim bozulmuştu. Gözlerim hırstan dolarken ne yapacağımı bilemedim.
Beni düşündüğünü biliyordum, benim arzumla dolup taşmışken o yangını başkasının bedeninde söndürmesine anlam verememiştim. Kalbim bundan dolayı kırılmış hissediyordu, sinirlendim. Mesajına görüldü bıraktım, kafamı toparlamak adına kendime bir kadeh şarap doldurdum.
Bilinmeyen Numara: Beni düşündüğünü biliyorum.
Bilinmeyen Numara: Oradasın çünkü beni sikecek cesaretin yoktu, korkak.
Şarabımı yudumlarken düşünebildiğim tek şeyse oydu ve ona korkak olduğundan başka hiçbir şey de yazmadım. Bunu hak etmişti. Bunu tam anlamıyla hak etmişti.