Vakit, yas vakti değildir şimdilik…
YILDIZ DAĞHAN
Bir insan en sevdiğini kaybettiğinde bununla nasıl başa çıkar?
Nefes almak, uyumak, yemek yemek, yaşıyor olmak… Tüm bunları zamanın doğal akışı içinde değil de zorunluluktan yaparken içinizi yakıp kavuran o acıyla baş edebilmek nasıl mümkün olur…
Hele de sevdiğiniz kişi doğal yollarla değil, vaktiyle değil de abim gibi vakitsiz ölmüşse… Bu kaybı sindirebilmek nasıl mümkün olabilir ki?
Herkesin yas tutma şekli farklıdır… Benimki çok daha farklı olacaktı…
Sabaha kadar son birkaç günde yaşadıklarımı ve gelen mesajı düşünüyordum. Gelen mesaj tehdit gibi dursa da belki de beni olaylardan uzak tutmaya çalışan biri de olabilirdi… Kafam o kadar karışıktı ki… Şu an sadece bilinmeyenleri bir kenara bırakıp bildiklerime odaklanmak istiyordum.
Sabaha karşı uyuduğum için erken uyanamadığımdan çalan kapı sesi ile gözlerimi açtım. En son ne zaman uyuduğumu düşünecek olursak sabah 8’de yapılan kahvaltı için uyanamamış olmam gayet normaldi bence… Çünkü en son Doğan’larda uyumuştum…
Kapıyı açan Sibel’e bakarken tek gözümü açtım, zira artık yorgunluktan ve ağlamaktan gözlerim yanıyordu.
“Anneniz kahvaltıya bekliyor” dediğinde başımla onaylayıp onu gönderdim. Yatakta doğrulup parmaklarımı saçlarımın arasından geçirerek başıma hafif bir masaj yaptım ve oflayarak yataktan çıktım. Banyoya gidip işlerimi hallettikten sonra üzerime uzun bir hırka alıp aşağıya indim.
Üstüme bakan Perran Hanım bu durumdan memnun olmasa da umurumda değildi.
Parla “Hala… Masaya gecelikle gelinmez” dediğinde ona zoraki bir gülümseme gönderip “Prensesim, şu anda kendi evimizdeyiz ve sadece ailemiz var…” diyerek öpücük attım.
Tabii ki Perran Hanım “Çocuğun da kafasını karıştırma” diyerek homurdanınca gözlerimi devirdim. Sabah sabah hiç tartışma havamda değildim.
Kahvaltımızı sessizlik içinde yaparken Sibel’in ablası Tuğba geldi.
“Avukat Rasim Bey geldiler” dediğinde sabahın köründe neden geldiğini bir an idrak edemedim. Ama sonra aklıma vasiyet ile ilgili söyledikleri gelince neden geldiğini anladım.
Annem “İçeri alın” deyince Tuğba da yanımızdan ayrıldı. Birkaç saniye sonra Rasim Bey gelince annem onu da masaya davet etse de kahvaltısını yaptığını söyleyince biz de kahvaltıyı kesip salona geçtik.
Koltuklara oturduğumuzda Tuğba’ya seslenip Parla’yı odasına götürmesini rica ettik. Parla ve Tuğba çıkarken Sibel de kahvelerimizi getirmişti. Kahvelerimizi servis edince annem “Kapıyı da çıkarken kapat Sibel” dedi. Sanki kız konuştuklarımızı duysa bir sorun olabilirmiş gibi.
Sibel ve Tuğba’nın annesi Binnur Hanım ilk evlendiği günden bu yana bizimleydi. Eşi Yakup Amca öldüğünde onun yerine babamın sonra da abimin şoförlüğünü oğlu Sinan yapmıştı. Yıllardır evimizde çalışan bu insanların bizim avukatla görüştüklerimizi duymasında bana göre hiçbir sakınca yoktu ama Perran Hanım işte…
“Buyurun Rasim Bey” diyerek annem konuşmayı başlattı.
“Efendim, öncelikle hepimizin başı sağ olsun… Bilginiz var mı bilmiyorum ama Yavuz Bey bundan iki hafta önce vasiyet hazırlattı…” dediğinde annem elini havaya kaldırarak onu durdurdu.
“Benim oğlum daha 35’indeydi… Bu yaşta neden vasiyet hazırlatma gereği duysun ki?” deyip bana ve sonra da Defne’ye baktığında kaşları çatıktı. Hoş gülerken görmemiz için o sahte sosyetik arkadaşlarının arasında olması gerekirdi.
Defne “benim de bilgim yok” derken resmen kendini savunmaya geçmişti. Daha dün kocasını toprağa veren kadına da bu yapılmazdı ama söz konusu Perran Hanım olunca pek sınır olmuyordu maalesef…
Rasim Bey “Neden gerek duyduğunu ben bilemem bana sadece vasiyetini hazırlattı ve eşine, kızına ve Yıldız Hanım’a verilmek üzere bir mektup bıraktı” dediğinde annem sinirlendi.
“Bu da ne demek? Bana söyleyecek sözü yok muymuş?” dediğinde kafamı iki yana salladım.
Rasim Bey bu ani patlama karşısında ne diyeceğini şaşırırken ben soğukkanlı kalmaya çalışarak “devam edin lütfen” dedim.
Rasim Bey “Şimdi izninizle önce vasiyeti okuyacağım sonra mektuplarınızı teslim edeceğim” diyerek çantasından bir dosya çıkardı ve yüksek sesle okumaya başladı.
İlk girizgahları geçtikten sonra Vasiyetname maddelerini okumaya başladı.
“1. Annem, eşim ve kızım üzerine kayıtlı olan malların hepsi kendilerine ait olacaktır.
2. Kızımın adına açtığım yatırım hesabına 18 yaşına gelene kadar halası Yıldız Dağhan dışında kimse dokunamayacaktır. (Bu hesap olası bir durumda kızımın eğitim masraflarına ve yaşamını konforlu bir şekilde idame ettirebilmesi için harcanacaktır)
3. Vaktiyle babamın bana devrettiği tüm mal varlığı, holding hissesi ve kendi kurduğum şirket Yıldız Dağhan’a geçecektir.”
Annem “Bu saçmalık!” diyerek yerinden fırladı.
Defne hiç sesini çıkarmazken bana karşı ılımlı gözlerle bakıyordu. Bense abimin neden böyle bir vasiyet hazırlattığını düşünüyordum.
“Ne demek her şeyi Yıldız’a bırakmak… Babası tüm mal varlığını ölmeden önce Yavuz’un üzerine geçirirken bile Yıldız’a hiçbir şey vermezken nasıl olur da her şeyi Yıldız’a bırakır?” diyerek avukata ateş püsküren annemin bu halini görmek içten içe beni memnun etmişti aslına bakarsanız.
Rasim Bey’e “Bu vasiyet yasal mı? Yani, geçerliliği nedir?” diye sordum. Annem de hevesle başını avukata çevirirken avukatın “Tamamen yasal… Hatta Yavuz Bey her türlü olasılığı da düşünerek akıl sağlığının yerinde olduğuna dair rapor da çıkarmıştı” demesi ile annem olduğu yere çöktü.
“Asla… Asla kabul etmiyorum” diye fısıltı halinde ve sayıklar gibi konuşurken Rasim Bey “Belirtmeliyim ki sizin kabul edip etmemeniz bir şey değiştirmiyor… Vasiyetin diğer maddelerine bakarsanız ne demek istediğimi anlarsınız” deyip bize birer kopya uzattı.
Maddeleri incelerken abimin her şeyi en ince detayına kadar düşündüğünü gördüm.
Annem vasiyetin kopyasına hızla göz atarken “Yıldız Dağhan vasiyeti kabul etmezse tüm mal varlığı belirtilen vakıflara bağışlanacaktır da ne demek?” diyerek Rasim Bey’e baktı.
“Efendim, Yavuz Bey şirketlerin ve babasından kalan tüm mal varlığının sorumluluğunu sadece Yıldız Hanım’a bıraktı. Eğer Yıldız Hanım bu sorumluluğu almak istemezse kimseye devredemez sadece vakıflara bağışlayabilir” dediğinde annem korku dolu gözlerle bana bakıyordu.
Morgun önünde daha dün onu tehdit ettiğim şeyle karşı karşıya kalınca ne yapacağını ne düşüneceğini şaşırmış olmalıydı.
Sert ve ‘şimdi elime düştün Perran Hanım’ der gibi olan bakışlarımı üzerine çevirirken bir ayndan da abimin neden bu şekilde bir vasiyet hazırlattığını da merak ediyordum.
Rasim Bey’e dönüp “mektubu alabilir miyim?” diye sordum.
Bana büyük sarı bir zarf verdiğinde bunun sadece bir mektup olmadığını anlamıştım. Çünkü Defne’ye uzatılan iki adet küçük beyaz zarftı… Biri kendisine biri de Parla’ya yazılmış olmalıydı. Bana ise oldukça ağır bir dosya verilmişti.
“Bana sormak istediğiniz başka bir şey yoksa ben kalkayım” diyen Rasim Bey’e teşekkür ederek onu yolcu ettim.
Salona döndüğümde annem bana bakarken bakışları yüzüm ve elimdeki zarf arasında gidip geliyordu.
“Açmayacak mısın?” diye sorduğunda “Odamda bakacağım. Bana yazdığına göre sadece benimle paylaşmak istediği şeyler olmalı” diye yanıt verdim.
Biraz da rahatça abimin son sözlerini duyabilmek istiyordum, çünkü bu zarfta yazılanlar abimin bana vedasıydı ve ben bu vedayı annemin bakışları altında yapmayacaktım…