Hafız, odanın içinde öfkeli adımlarla dolanırken konuşmaya devam etti. Her cümlesinde sesi biraz daha sertleşiyor, kaşları daha da çatılıyordu. Gözleri öfkeyle parladı, işaret parmağını havada sallayarak karısına yöneldi. “Sakın ha!” diye sertçe uyardı. “Bir daha böyle bir şeye kalkışırsan, işte o zaman seninle bu kadar yumuşak konuşmam. Bugüne kadar sabrettim, sessiz kaldım, alttan aldım. Evladımızın acısı karşısında susmayı seçtim ama bu kadarı yeter! Şimdi, derhal o adama haber gönder. Mirza’ya dokunmayacak! Ben sözümün arkasındayım. Mirza ölecek, ama şu an değil. Ortalık durulmadan harekete geçmek akıl kârı değil. Sabredeceğiz. Mirza’yı öldürdüğümüzde kimsenin bizden şüphelenmeyeceği başka bir yol bulacağım.” Aliye, kocasının sözlerini sanki duymamış gibi kayıtsız bir ifadeyle omuz si

