5

991 Words
Kaan Barlas'tan Parçalandıkça daha çok dağılıyor, dağıldıkça azat olmak için savaşıyordum. Ama artık yorulmuştum. Geçmişin pençesinde kalan her beden, içinde bir günahı taşırken o günaha ortak olmamak için savaşmaktan yorulmuştum... "Devam et!" dedim bağırarak. Depoyu inleten sesimin aksine oldukça sakin bakıyordum. "Bildiğin hâlde söylemediğin tek bir sır kalmasın." Cenker sustu. Konuşursa yanacaktı. İki uçurumun arasında kalmış gözlerini bana çevirdiğinde tiksinircesine ona baktım. Yapmadığı pislik kalmamış, batabileceği her günahın içinden geçmişti. Ama yine de yaşamayı beceriyordu şerefsiz. Kerem ise... İşte o gerçek bir pislikti. Eski üvey kardeşim olmasına rağmen ona karşı içimde biriken zerre sevgi duygusu yoktu. "O kahrolası günün gecesinde ne yaşandı bilmiyorum ama annesinin ölümünde benim parmağım yok. Benim tek suçum o gün, o evde olmaktı. Ve unutmadan... Söyle o piç Kerem'e eğer annesini gerçekten sevseydi onu korumak için bir şey yapardı. Ben o gün kendimi tehlikeye attığımda, o korkak kaçmıştı." Yakıcı bir sonu ağırlayan düşüncelerim, içimdeki zehri akıtmak istercesine dökülmeye başladı dudaklarımdan. Her şeyi unutmaya çalışıp elimdeki silahı tekrar belime yerleştirdim ve bakışlarımı karşı tarafa çevirdim. O sırada Cenker ağzından gelen kanı tükürüp bana imalı bir bakış attı. Onu öldürmeme davet eden bir bakış. "O gün kimseden kaçmadı, sadece annesinin ölümüyle yüzleşmek istemedi. Ayrıca intikam alması için tek sebep annesi mi sanıyorsun?" Boğazıma dizilen nefesi tek seferde içine çekmek ister gibi havayı soluduğumda, son sözleri soğuk bir yankı gibi sızdı zihnime. Sarsıcı bir şekilde gözlerimin önünüme geldi üvey annemin yüzü... Ne kadar inkar etmek istesem de o kadın, gerçek annem olmasını dilediğim, beni asıl doğuran kişi olması için her şeyimi vereceğim bir melekti... Ve biliyordum... Savaşmak için tek sebep annesi değildi. Bu kahrolası gerçek, benim için tecelli eden bir sonun başlangıcıydı. "Siz birbirinizin gizli katilisiniz. Ve şu bir gerçek ki birinizden biri ölmeden bu savaş bitmeyecek." Cevap vermedim ona. Çünkü beni yakıp yıkan bu ervah, kaçınılmaz sonun celladıymış gibi azap verici bir hâle bürünmüş, karşımda duruyordu. Birimizden biri ölecek, diğeri ise katil olacaktı. "Keşke sen ölsen de dünyayı bir oksijen israfından kurtarsak, piç seni!" Kutay nefretini sözleriyle kusup öfkeyle Cenker'in üstüne yürüdüğünde sertçe kolunu kavradım ve gitmesini engelledim. Bakışlarını bana çevirdiği an gözlerindeki öfkeyi net bir şekilde görebiliyordum. "Söyleyeceğini söyledi, bırakalım gitsin Kaan. Bu meymenetsiz surata daha fazla katlanamayacağım." Bakışlarımı hızlıca Anıl ve Mert'e çevirdim. "Çözün iplerini gitsi..." Daha lafımı bitirmeden Cenker'i bağlı olduğu sandalyeden kaldırmışlardı. Cenker, üstünü silkeleyip zorlukla ayağa kalkarken ağzı yüzü yamulmuş suratına baktım. Olduğu yerde sabit kalmış, ısrarla gitmiyordu. "Ne bekliyorsun lan sen daha? Gitsene Keremciğinin yanına. Haydi yallah!" Nefret dolu gözlerini üzerime dikmiş, hoyratça bir şeyler geveliyordu ağzında. Bana olan korkusundan yanıma yaklaşmıyor olsa da öfkesini gizleyememişti. "Her zamanki gibi kazandın Kaan Barlas. Ama şunu unutma, her galibiyet gelecekti mağlubiyet için atılmış bir adı..." Cenker lafını bitiremeden Anıl, nereden bulduğunu bilmediğim bir sopayla hız kesmeden onun üstüne doğru koşmaya başladı. "Felsefe yapma lan! Siktir git!" Dudaklarımda alaycı bir tebessüm baş gösterdiğinde Anıl amacına ulaşıp Cenker'i depodan defetmeyi başarmıştı. Ama bununla kalmamış, Cenker denen piç herif arkasına bakmadan kaçmış olmasına rağmen ardından küfür saydırmaya devam etmişti bir süre daha. "Lan! Bir daha saçma sapan konuşup asabımı bozma benim. Duydun mu? Kaçma, gel buraya! Bu sopayı götüne sokacağım bekle sen!" Gülmekle gülmemek arasında kalıp bir süre Anıl'a baktım. Aklımda birbirlerini perçinleyen o kadar çok düşünce vardı ki sanki gülsem içimdeki tüm duygular zelzelede fezeyan olup gidecekti. Benim mutluluğuma geçmiş batmış, bir daha da hiç çıkmamıştı... Sustum. Ama benim aksime Kutay ve Mert kahkalara boğulmuştu. Hatta o kadar çok gülüyorlardı ki Mert dengesini kaybedip oturduğu sandalyeyi kırıp aşağı yuvarlanmıştı. İki seksen sümük gibi yere yapışmasını rağmen hâlâ gülmeye devam ediyordu. Onları umursamadan cebimde her daim sakladığım sigara paketini çıkardım. Hiçbir zaman yolunda gitmeyen ahvalim, mümkünmüş gibi daha çok boka sarmıştı. Toparlamaya çalıştıkça başka yerden elimde kalıyor, düzeltmeye çalıştıkça sorunların daha da büyüyordu. O kadar çok cephede savaşıyordum ki içimdeki bütün iyi duygular bir mumun, ateşin önünde usul usul erimesi gibi kayboluyordu yavaşça. Müphem duygularım, yarattığım zelzeleyi sarsarken her şeyi soyutladım kendimden. Çakmağı parmak boğumlarımı sıkarcasına elime bastırıp sigaramı ateşledim ve elimde tüten mereti dişlerimin arasına sıkıştırıp bütün hayatım o nefes içinde saklıymış gibi bir soluk çektim içime. "Kahramanlık gösterin bitti mi Çakma Süpirmen? Sana gülerken sandalyeden düştüm, kıçım acıyor." Mert suratına acı dolu bir ifade yerleştirmesine rağmen yüzündeki gülümseyi silmemişti. Nasıl oluyordu bilmiyorum ama bir şekilde hayatı kâle almamanın yolunu buluyor, sürekli gülüyordu. Derdi yok, tasası yok. İşi gücü eğlenmek tabii. Arkasını toplayan bir Kaan var ya zaten. Eşek herif. "Mert! Banane senin münasip yerlerinden?" Anıl yorulmuş gibi kendini boş bulduğu bir sandalyenin üstüne bıraktı. Ama buradaki hiçbir sandalye sağlam olmadığından anında yeri boylamıştı. Gülmemek için elimdeki sigarayı dişleyip kırık camlara çevirdim bakışlarımı. "Hay sikeyim ya..." Mert, Anıl'a kalkması için tuhaf bir şekilde elini uzattığında o da karşılık verip kalkmak için elini ona uzatmıştı. Saf işte. Mert, son anda piçlik yapıp elini çekti ve Anıl tekrar yere düştü. "Kıçın acıyor değil mi kardeşim?" O, sırıtarak Anıl'a baktığında Anıl, anbean Mert'in paralel evrendeki sülalesine kadar sövüyordu. "Bir yerlerin acıyor olabilir... Ama bana ne senin o münasip yerlerinden?" Elimle başımı ovdum. Kesin birazdan arbede çıkacaktı burada. Tam da tahmin ettiğim gibi Anıl öfkeyle bir anda ayağa kalkıp Mert daha ağzını açamadan üstüne atladı. Mert ise onun elinden kaçmak için yerde sürünmeye başlamıştı. Sonra Anıl, Mert'in ayağını tutup kendine çekti. Mert de Anıl'a dirseğini geçirdi. Kutay her zamanki sakinliğine tezat yapmayın etmeyin naraları atmaya başladığında ikisi de onu umursamadı. Ardından Anıl, Mert'in saçını sertçe çekti... Mert çırpınırken yerde tam bir kaos ortamı oluşmuştu. Karşımdaki manzara gerçekten komik olmasına rağmen tuhaf bir şekilde gülemiyordum. Gözümün önünde canlanan anılar canımı yakmasa da sıkıyordu. On beş yıllık dostluğumuzda bir kez olsun yanlız bırakmamıştık birbirimizi. Evet, onlar her hâlükârda benim ailemdi. Mutlu olduğum o eski zamanları özlüyordum. Eğer elimden kaybolup gideceğini bilseydim, pusu kurmuş hiçbir şeyin bizi bitirmesine izin vermezdim. Ama olmamıştı. Geçmiş beraberinde her şeyi götürmüş ama azap vermek ister gibi ardında tek bir şey bırakmıştı... Pişmanlık dolu keşkeleri. Her şeyin farkındaydım. Planlanmış bir sonun başındaydık. Ve bu son, hiç şüphesiz cehennemin en harlı ateşleriyle çevrilmiş bizi bekliyordu. Ya yanacaktık, ya yakacaktık... ?☘️☘️
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD