Ahu şaşkınlıkla gözlerini adamın kafasına dikip ''ne yapıyorsun?'' diye sordu.
Devran başını hafifçe kaldırırken yakalanmanın verdiği mahcubiyetle gülümseyip ''günaydın ''dedi.
''Günaydın da ne yapıyorsun diye sormuştum?''
''Ya sen o kadar sessiz ve hareketsiz uyuyordun ki, bir şey mi oldu diye kontrol ettim.''
''Hımm! Demek öyle. Hareket edecek yer mi vardı? Dün gece ne kendin gittin ne benim gitmeme izin verdin.''
Yattığı yerde gerinen adam ''sence de güzel olmadı mı? ben çok rahat uyudum. Seninle hastane koltuklarında uyumak bile güzeldi '' dedi.
Genç kızı utandırmayı yine başarmıştı işte. Zaten ya çok mutlu ediyor ayakları yere basmıyordu ya çok üzüyordu. Ortası yok gibiydi. Ahu'nun gülümseyip, hiçbir şey söylemeden kalkması onun da şu anki hallerinden oldukça memnun olduğunu gösteriyordu.
Dışarı çıkan sevgilisini tekrar odaya getirmek için ''kahvaltı hazırlarsın değil mi? Misafire hizmet diyorum Ahu hanım…'' diye yüksek sesle sordu.
İçeri geri dönen Ahu, ''benim çocuk bakıcılığım bu kadardı. Şimdi sıra sende. Hazırlarsan, eşlik ederim sana... ama yerken!'' dedi şirince.
Fakat Devran çocuk lafına belli etmek istemese de fena bozulmuştu. Uzun uzun Ahu’ya baktıktan sonra durgunca ''tamam dün geceye teşekkür için hazırlar çıkarım, babama gitmeden üstümü başımı değişmem lazım. Benim yemek için vaktim yok.'' Dedi.
Ahu, adamın sergilediği tavırdan dolayı onunla konuşmadan bile kırıldığını hemen anladı ''tamam beraber hazırlayalım, yiyip öyle çıkarsın. Üstelik teşekküre de gerek yok. Şaka yapmıştım '' dedi elleriyle adamın üzüntüden bükülen dudağını iki yana çekiştirdi, düşen yüzünü gülen yüze çevirmek istercesine.
Başarılı olmuştu genç kız ama farkında olmadığı bir şey vardı bu çabuk küsen adam çok çabukta şımarıyordu.
İşaret parmağıyla genç kızı göstererek ''canım sen bana çocuk demiştin ya!'' dedi.
''Evet dedim ne olmuş.''
''Hah! Asıl çocuk gibi olan sensin, düşen yüzüme nasıl da kandın!''
Çocuk olmak ya da çocuk gibi olmak o kadar da kötü bir şey olmamalı diye düşündü, peki neden alınmıştı bu adam? Ve ardından ''Kandırdım diyorsun yani? Peki öyle olsun. Çocuk ruhlu bir sevgilin olduğunu unutma ve ona göre davran Devran'' deyip güldü, güldürdü.
Daha sonra durulan ikiliden Ahu'nun ''İki gündür bir şey yemediğini biliyorum çünkü bende yemedim ve çok açım. Hadi!!! Açlıktan ölmemizi istemiyorsan hareket et'' diyerek Devran’ı mutfağa çekiştirmesi ile kahvaltı hazırlamaya koyuldular.
‘’Bu dolap neden boş gibi Ahu?’’
‘’Gayet dolu bence iyi bak içine.’’
‘’Hiçbir şeyin ambalajı sökülmemiş, yarı paketli ya da bitmek üzere hepsi. Kaplarda değil. Bu nasıl özensizlik?’’
Ahu elini beline koydu.
‘’Burası öğrenci evi.’’
‘’Kız öğrenci evi!’’
‘’Bırak biraz dağıtalım. Sonra mecburi düzenimiz olacak. Buzdolabı düzenleyici raflardan bile alacağım inan ki.’’
Devran siz bilirsiniz dercesine omuz silkti. Çaktırmadan bozulan bir şey olup olmadığını kontrol etti. Neyse ki o kadar dağıtmamışlardı. Hazırladıklarını keyifle yedikten sonra Devran babasının yanına gitmek üzere evden ayrıldı.
Yolda kardeşini arayıp ne durumda olduklarını sordu her şeyin yolunda gittiğini duyunca sevindi. Babasının hastalanışı, dünkü tavırları, Devran’ı iyiden iyiye şüphelere sürüklüyordu. Araları hep dünkü gibi normal baba oğul mu olacaklardı yoksa düne has bir şey miydi yaşananlar. Kesinlikle memlekette bir şeyler olmuştu ama ne? Olanları öğrenmek için, Fethi Bey'in kendini toparlamasını bekleyebilecek miydi? İşte bundan şüpheliydi. Hemen öğrenmeliydi ne olup bittiğini. Yoksa meraktan beynini yiyebilirdi.
Poyraz, açlığa ve kahvaltı masasının güzelliğine dayanamayıp kahvaltısını yaparken ''Hah! Uyuz yemezsen yeme, sen olmadan yenmeyeceğini mi sandın bu güzel kahvaltının!'' dedi karşısında biri varmışçasına. Hazmedememişti kızın onun çabasını görmeyip umursamadan gidişini.
Bir güzel kahvaltısını yaptıktan sonra aklına Fethi amcası geldi. Sormamıştı önceki sabahtan beri. 'Devran’ı arayayım da ne olduğunu öğreneyim bari' dedi kendi kendine. İşi yoktu zaten bugün. Bari hasta ziyareti aradan çıksın istedi. Büyük ekran son model telefonunu eline alıp arkadaşını aradı.
''Devran kardeşim nasılsınız, baban nasıl?''
''İyiyiz Poyraz. Babam da gayet iyi bugün eve gelecek.''
''Çok sevindim Fethi amcanın iyi olmasına. Geleceğim ziyaretine. ‘’
‘’Sen nasılsın, gece nasıl geçti? Gerçi senin imzanın olduğu her iş iyidir de adetten soruyorum’.’
‘’İş de gece de iyiydi de benim için, senin ki beğenmedi galiba erkenden çıktığını gördüm. Arkadaşlarla kutlama yaptık katılmadı.''
''öyle mi? beğenmişlerdi, öve öve bitiremediler. Ben geç kalmayın deyince erken çıkmışlardır. Biliyorsun babamın durumunu boşuna alınganlık yapma.''
''Bilmiyorum artık eve gelince tartışırız o zaman. ''
Sıkıntıyla nefesini salan Devran, tartışmaktan bıktım, yoruldum diyemediği için usulca ''tamam '' dedi bu adam hep böyle sıkıcı mıydı? Yoksa Devran’a mı öyle geliyordu? Artık tahammülü yoktu bir şeye.
&&&&&
Mahmut efendi, her zaman ki gibi, mahalle bakkalının kapı önüne attığı iskemleyi başka bir yaşlıya kaptırmamak için, erkenden evinden çıktı. Gerine gerine ellerini arkasında, belinde, kavuşturmuş bir şekilde kahvehanenin önünden geçerken kendisine atılan iğreti bakışlara anlam veremedi. Hatta selamını almayan bir iki kişi de vardı. Ama niye? Yine anlamadı.
Bakkalın önüne vardığında kapıdaki iskemleyi yerden sürükleyerek güneş alan köşeye çekti. Yine kimsenin kapmasına fırsat vermemişti. Aksi halde akşama kadar Ulaş'la berber dükkanında oturacaktı. Bakkal Hamdi'nin yüzünde alaycı bir tebessümle ''hoş geldin Mahmut ağabey!'' dediğini görse de umursamamaya çalıştı. Başıyla adama karşılık verdi. Sırtını bakkala dönüp oturdu.
Ama diğer selam almayanlar aklına gelince yüzünü adama döndü ''Hamdi, bu suratlarınızın hali ne? Açıkta bir yerim varda ben mi bihaberim?'' diye sordu.
Bakkal Hamdi, adamın tepesinde durup güneşine gölge oldu. Hayatını da karartmak istercesine açtı zehir saçan ağzını, yumdu gözünü. Üzerine vazifeymiş gibi başladı iğneleyici konuşmaya.
''Valla senin mi kızının mı bilemedim Mahmut ağabey.''
Mahmut efendi ayağa fırladı, altındaki iskemleyi yana doğru atıp iki eliyle adamın yakasını tuttu.
''Kızıma uzanan o melun dilini keserim! Gelip oturma kapımın önünde de anlarım. İftira atmak erkekliğe sığar mı ulan! Pis iftiracı..''
Hamdi' nin de sesi yükseldi adamın ellerini yakasından çekiştirerek indirdi.
''Sadece ben değil tüm mahalle, tüm şehir hatta tüm Ülke gördü. Bir sen görmedin. Kızın seni ayakta uyutmuş Mahmut efendi, getireyim de gör iftira mı atıyorum doğruyu mu söylüyorum. Gözünü açayım da uyan Mahmut ağabey.''
Bakkal Hamdi içeri girip zaten masasında duran gazeteyi alıp Mahmut efendinin yüzüne fırlattı.
Mahmut efendi homurdanarak adamın yüzüne doğru fırlattığı gazeteyi eğilip yerden aldı. İkiye katlanmış olan gazeteyi sinirle açtığında ise kızının resmini gördü. Hem de ne resim? Mahmut efendinin başından aşağı kaynar sular döküldü. Defne adamın birinin elini tutmuştu ve gülerek poz vermişti. Üstelik ikisinin sevgili oldukları yazılmıştı.
‘’Kimmiş iftira atan? Gördün mü Mahmut ağabey.’’
Cevap vermeyen Mahmut efendi gazeteyi elinde buruşturup sinirlere eve doğru yürüdü. Kendisini meraklı bakışlarla süzen kahve eşrafına taraf bakmadan evine yetişme derdindeydi. Anahtarı cebinden çıkarırken eli titriyordu. Anahtarı düşürdü sonra yerden alıp sokuşturdu anahtar deliğine kapıyı açıp içeri girerken ''Defne, Defne!! Nerdesin Allah’ın cezası? '' diye bağırdı.
Babasının sesini duyan Ulaş korku ile yatağından fırladı. Rüyasında mı görmüştü Defne’yi? Odasının kapısına çıkınca babasıyla göz göze geldi.
''Ne oldu baba niye bağırıyorsun? Defne’yi ne yapacaksın?''
Gazeteyi oğlunun ayaklarının dibine fırlattı Mahmut efendi. Kızının evde olmadığını anlamıştı. Yoksa bu sese çıkmamak imkansızdı.
''Gör kardeşinin kepazeliklerini. Nerde o? Nerelerde sürtüyor? Dedim ben dedim başı boş bırakma bir boklar yer dedim. Yüzümüzü yere eğer dedim sana.''
Gözlerine inanamadı Ulaş, bu resim dün gecenin eseri miydi? Kendi elleriyle gitmesine izin vermişti. Nasıl böyle bir şeye kalkışırdı. Neden yalan söylemişti ona aklı almıyordu.
''Baba gözünü seveyim sakin ol! Farklı bir şeyler vardır. Defne’ye haksızlık etme baba. Gelsin olayın aslını ondan dinleyelim.''
Gözlerini kan bürüyen Mahmut efendi oğluna çemkirdi ''Sen ayakta uyu aptal herif! nerde o diyorum sana!!'' sesi gittikçe yükseliyordu. Oğlunun hiçbir teselli ve ikna sözleri fayda vermiyordu. Tam tartışmanın ortasına denk geldi Defne’nin eve girişi. Onu ilk fark eden ağabeyi oldu.
'Neler oluyor' dercesine ağabeyinin gözlerine baktı. Ulaş, eliyle git dese de Defne ısrarlı gözlerle ona baktı. O da gazeteyi göstererek olumsuz anlamda başını sağa sola salladı 'ne yaptın sen? ' der gibiydi gözlerindeki mana. Anlık bir şeydi bu bakış. Kısacık bir an! Ama babasının gözlerindeki nefret bir ömürlüktü.
Mahmut Efendi, oğlunun kaş göz yaptığını görünce arkasını döndü. Göz göze geldiği kızına doğru büyük bir hışımla gitti hiçbir şey söylemeden yüzüne bastı tokadı. Defne, ağlayınca bir tane daha vurdu. Bu yetmez der gibi bir tane daha, bir tane daha ve bir tane daha… Güzel yüzünü dağıtmak istiyordu sanki.
Defne, bu defa elini yüzüne siper edip, ağlayarak ''baba ben bir şey yapmadım! Arkadaşım hastaydı'' diye bağıra bağıra konuşarak sesini duyurmaya çalışıyordu.
Konuşması daha da kötüye götürdü durumu babası ''sus arsız! şerefimizi iki paralık ettin namussuz'' diyerek saçlarından sürüklemeye başladı yere düşen kızını. Gürültü bütün mahallede yankılanıyordu artık. Ulaş, ne kadar araya girmeye çalışsa da başarısız olmuştu. Mahmut efendi gücünün üstünde bir güç kullanıyordu.
Defne, her tekmeye her tokada karşılık ''ben kötü bir şey yapmadım! '' diye haykırıp durdu. Nafile! Gözler kör kulaklar sağırdı onun haykırışlarına.
Mahmut efendi sokak kapısını açtı etrafında toplanan mahalleliye aldırış etmeden, tekrar kızının saçından tutup sürükleyerek sokağa fırlattı. Ardından toplanan kalabalığa işaret parmağını sallayarak '' benim böyle bir kızım yok! Bundan sonra bu böyle bilinsin! Ağzını açıp yanımda, ardımda ondan bahsedeni Allah yarattı demem '' deyip kendisine yalvaran gözlerle bakan kızına arkasını dönüp evine girdi. Arkasından eve girmeye kalkışan kızının yüzüne acımasızca çarptı kapıyı.
Ağlamaktan sesi kısılan Defne ''baba ne olur dinle beni. Ağabey... ağabey!! Sen biliyorsun ben kötü bir şey yapmam ne olur dinleyin beni!!'' dedi kesik kesik hıçkırıklar arasında.
Ulaş, donup kalmıştı babasının son yaptıklarını hayretler içerisinde izledi. Babası onu sertçe içeri itmişti o bunu bile fark etmedi tıpkı araya girmeye çalışırken yediği birkaç tokat gibi.
Mahmut efendi işaret parmağını oğlunun göğsüne bastırarak ''Bana bak eğer onun yaptıklarından haberin varsa sen de defol çık evimden!'' dedi. Ancak bu ses onu kendine getirdi.
Başını kaldırıp ''Yanlış yaptın baba'' dedi usulca. Gözleri dolu dolu olmuştu.
''Ne yanlışı ulan? Görmedin mi neler yaptığını? Yarı çıplak bir elbiseyle elin adamının elini tutmuş…''
Sesini çıkaramadı Ulaş, görmüştü olanları üstelik kardeşi ona yalan söyleyip gitmişti. Kızgındı ona hem de çok kızgın ama bu kadarını hakketmemişti.
‘’Ben gidip kapıyı açacağım böyle olmaz! Kızım değil demekle olmaz baba!’’
Mahmut efendi göğsünü tutarak bir iki adım attı. Nefes alıp vermekte güçlük çekiyordu. Zorla ulaştığı koltuğa çöktü kaldı. Ulaş onun gürültüsüne döndü. Yanına koşturdu. Sinirden koltuğa yığılan babasıyla ilgilenmenin zamanıydı. Su almak için mutfağa gitti. Şurada kriz geçirse o da ayrı vebaldi. Defne ile ilgilenmeyi daha sonraya bıraktı.
O sırada Defne, kapının önüne çökmüş güçten düşen elleri ile kapıyı yumruklamaya çalışarak '' baba... Ulaş..'' diye seslenip duruyordu fısıltı halinde.
Ahu, kahvaltıdan sonra Devran’ı uğurlamış bulaşıkları yıkamaya koyulmuştu bile. İyi de tüm gün ne yapacaktı? Genelde insanlar hafta sonlarını sevmez miydi? Bu kız için durum neden farklıydı?
Hala üzerinde olan pijamalarıyla birkaç kitap dergi karıştırdı ama gözü görmüyordu okumaya çalıştıklarını, her defasında kendisini yüzünde aptal bir gülüşle yakaladı. Mutluluk bu muydu yani?
Başını sağa sola sallayıp kendine gelmeye çalıştı ve ''Böyle olmayacak'' diyerek yerinden kalktı ''En iyisi Gül’ü aramak. Yokluğu ne kadar da belli'' dedi ve sehpanın ortasındaki telefonuna uzandı.
Babasının temiz kıyafetlerini giydirme işini Devran’a bırakan Gül, ''efendim canım'' diyerek telefonu açtı.