Bölüm 1: Lanetli Kralın Uyanışı
Lanetli Dağ'ın zirvesine doğru ilerleyen yaratıklar yerin titremesine sebep oluyordu. Aslında başka bir sebebi daha vardı bu sallanışın. O da tabii ki Lanetli Kral'ın mühründen kurtuluyor oluşuydu. Bin iki yüz yıllık bekleyişin sonu gelmişti. Masamune nihayet Nugura'nın zihnine yerleştirdiği büyüyü çözümlemiş ve mührünü kırmayı başarabilmişti.
İrade Alemi, Yükseliş Alemi ve bunun da ötesindeki milyonlarca yaratık eski haline oranla onlarca kat daha büyük olan bu dağın zirvesine doğru yaklaşıyordu. Dağın zirvesi bulutların üzerine gelmişti. Dünyadaki bütün lanetliler bu dağda bulunuyordu. En azından insanlar tarafından yakalanmamış olanlar.
Dünya çok uzun bir süre önce Lanetli Kral'ı ve kara büyünün gücünü unutmuştu. Ama barış devri sona mı eriyordu? Yani dünyanın Masamune ile olan barış devri? İnsanlık bir kere daha mı kara büyücülerin gazabını hissedecekti?
Lanetliler bulutlara doğru ilerlerken dağın zirvesindeki küçük bir odada bulunan çığlık atan insan heykelinin yüzünden kopan parça yere çarptı. Taş parçasının onlarca küçük parçaya ayrılmasıyla birlikte insan gözünü açmıştı. Mor göz bebeği ortaya çıkarken ondan yayılan bir aura kendisine doğru yaklaşan bütün lanetlilerin aniden durmasına neden oldu. Açıkça auradan korkuyorlardı ve başlarını eğerek birkaç adım geri çekilmekten kendilerini alamamışlardı. Yükseliş Alemi'nin ötesindeki lanetlilerin geri çekilmesine neden olan bu auranın sahibi, aslında ne kadar güçlüydü kim bilir?
İnsanın gözlerini açmasıyla birlikte heykelin çeşitli yerlerinde çatlaklar meydana geldi. Bu çatlaklar git gide büyüdü ve sonunda heykel büyük bir gürültüyle birlikte paramparça oldu. Nihayet insan tam anlamıyla ortaya çıkmıştı.
Elbiseleri yılların etkisine maruz kalmamış gibiydi. Ama bedeni için aynı şey söylenemezdi. Saçları beyazlaşmış ve yüzü kırışıklıklarla dolmuştu. O kadar zayıflamıştı ki kemikleri resmen belli oluyordu. Kıyafetinin içine sanki ondan iki tane daha sığarmış gibi bir görüntüye sahipti.
Bu insan ellerini iki yana doğru açmıştı ve bağırmasıyla birlikte mağaranın duvarlarından kopan devasa parçalar yere düşerken bütün lanetliler dağın zirvesinden uzağa doğru kaçmaya başladılar. Geçen birkaç saniyenin ardından tüyleri diken diken eden bağırış durdu ve etrafını saran karanlık elementinin bir hortum gibi dönmeye başlamasıyla birlikte insan mağaranın tavanındaki deliğe doğru yükselmeye başladı. Ayakları yerden kesilince koyu mor ve siyah karışımı aurası gözle görülür bir hal almıştı. Bedenini saran kara enerjinin kaynağı o farkında olmasa da aslında onun bedeniydi. Dünya üzerindeki kara enerji tamamen yok olmuştu. Onun bedeni dışında hiçbir noktada kara enerji bulunmuyordu. Onun bedeni ise... Kara enerjiyi kendisi üretiyordu!! O var olan tek ve sınırsız bir kara enerji kaynağıydı!!
İnsanın mağaranın üzerine, dağın zirvesinden de yukarıya yükselmesi ile birlikte lanetliler hemen ona doğru harekete geçtiler ve bulutların sınırına geldikleri zaman ötesini göremeseler de onun orada olduğunu bildikleri için eğildiler. O, lanetliler için bir tanrı gibiydi. Korkacakları tek varlık...
İnsan kendi etrafında dönmeye başladı ve bedenindeki kara enerji bedeni ile tamem uyumlu hale geldiği zaman karanlık elementi bir anda yok oldu. Böylelikle insan düşmeye başladı ve metrelerce yuvarlanarak bulutların üzerine, tam sınıra kadar geldi. Yüzü toprağa dönüktü, başını zorlukla kaldırdığı zaman bulutların karardığını ve içlerinde dolaşan yıldırımları gördü. Birisi buradan geçerse yıldırımlar tarafından çarpılacak ve ölecekti. Ama bu onu durdurmadı ve sanki ölmeden önceki son anlarıymış gibi bedenini zorlukla hareket ettirerek bir elini kaldırdı ve ileriye doğru attı. Hemen ardından ise kendini çekerek biraz süründü. Diğer elini de attığı zaman bulutların içine girmiş oldu ve yıldırımlar bedenine hücum etti.
Hissettiği acıya aldırmaksızın sürünmeye devam etti. Bulutları aşmıştı en sonunda... Ve o anda bulutların mesafesinden dünyaya baktı. Lanetli Dağ'ın dışındaki dünyayı bile görebiliyordu. Orası yeşilliklerle dolu, huzurlu bir alandı. Oysa ki dağın üzeri tamamen savaş alanı gibiydi. Ağaçlar bile yapraklarına kadar siyah renkliydi. Milyonlarca lanetli bütün dağı ve çevresindeki yüzlerce kilometrelik alanı işgal etmiş olmalıydı. Belki de daha fazlaydı dağın bölgesi. Ama bunların hiçbiri insanın içindeki susuzluğa çare olacak şeyler değildi.
İnsan sürünmeye devam ettiği zaman yaratıklar başlarını kaldırmaya cüret edemeden onun önünden çekilerek ona yol verdiler. Böylelikle o insan, günlerce, belki de haftalarca hiçbir şey yemeden, içmeden sürünmeye devam etti. Bedeninin artık normal bir insan gibi olmadığını net bir şekilde anlayabiliyordu. Henüz tam olarak kavrayamamış olsa da o Lanetli Kral'dı. Lanetlilerin kralı...
İnsan aradan geçen uzun bir zamandan sonra nihayet Lanetli Dağ'ın en dış kesimlerine gelmişti. Burası o zamanlarda tarikat öğrencilerinin ve oraya gelebilecek kadar güçlü olan kişilerin ya da hala gelişmesine izin verilen kişilerin genellikle lanetlilerle savaştığı bölgeydi. Haliyle o mührünü kırdığı zamandan bu zamana kadar lanetlilerle savaşmak isteyenler bu bölgeyi doldurmuştu.
İnsan yerde sürünmeye devam ederken üzerlerinde mavi üzerine siyah işlemeli elbiseleri olan iki erkek onu gördü. Bu erkekler şehirdeki savaş akademisinin öğrencileriydi. Ondan yayılan bir güç hissedememeleri onun çok güçlü olduğunu düşünmelerine neden olsa da zor durumda olduğu da anlaşılıyordu. Bu bir usta olmalıydı ve görünüşe göre lanetlilerle çetin bir savaşa girdikten sonra zorlukla hayatta kalmıştı. Ona yardım etmeleri gerekliydi.
Öğrenciler insanın yanına doğru koşarlarken içlerinden biri ''Efendim! İyi misiniz!?'' diye sordu. Her halinden kötü olduğu anlaşılsa da yine de sormuştu. İnsan ise onların kendisine doğru geldiğini görünce sürünmeyi kesti ve tekrar yüzü toprağa gömüldü.
Öğrenciler yanına vardıkları zaman birisi onu sırtüstü yatırırken diğeri yüzüğünden bir matara çıkarmıştı. İnsanı biraz doğrulttular ve matarayı ağzına dayarken ''Lütfen için.'' dediler. İnsan sudan kana kana içtikten sonra yarı baygın gibi bir hal aldı. Bilinci kapanmak üzere gibi görünüyordu. Öğrenciler onu yavaşça kaldırarak kollarını omuzlarına attılar ve akademinin diğer öğrencilerinin kamp kurduğu yere doğru ilerletmeye başladılar.
Yaşlı adamın başı bayılmış gibi düşmüştü ve yürüyormuş gibi görünse de ayakları sürükleniyordu sadece.
''Usta büyük bir savaştan çıkmış olmalı.'' diyerek konuşmayı başlatmıştı öğrencilerden biri. Diğeri de ''Haklısın. Biraz daha hızlı olmalıyız. Şifa büyülerine ihtiyacı olabilir.'' dedi ve hızlarını arttırdılar. Fazla uzun olmayan bir süre sonra kampa ulaşmışlardı nihayet. Diğer öğrenciler ikilinin getirdiği yaşlı adamı görünce hemen o yöne doğru ilerlediler. Ustaya yardım etmek için büyülerini hazırlamaya bile başlayanlar vardı. Bir öğrencinin getirdiği yumuşak kumaşı onun başının altına koyduktan sonra şifa büyülerine başlandı.
Bedeninde dolaşan şifa enerjisi sanki ona bir etki etmiyormuş gibiydi. Buna şaşıran bir kız ''Yaralı değil gibi.'' diyerek düşüncelerini dile getirdi. ''Ama çok yorulmuş. Yaralı değilse bile ona enerji kazandıracak bir şeyler yapmalıyız.'' dedi bir öğrenci. Diğerleri de ona hak vermişlerdi. Yaralı olmaması bitkin olduğu durumunu değiştirmiyordu. Tırnakları toprakla doluydu. Bunu onu getiren öğrencilerden birisi fark etmişti.
''Biz onu bulana kadar sürünmüş olmalı.''
''Tam olarak nerede buldunuz? Herhangi bir şey görmediniz mi?'' diyen birisi birçok kişinin aklındaki soruyu sormuştu. Herkes merak ediyordu bu ustayı bu hale getiren olayı.
''Hayır, onu bulduğumuzda sürünüyordu. Hemen koştuk ve buraya getirdik.'' diyerek onu getiren ikiliden diğer öğrenci cevapladı.
Onların tartışmaları sürerken yaşlı adam gözlerini açtı ve bir kelime mırıldandı. Kimse ne dediğini duymamıştı. Şifa büyüsü yapan kız biraz daha yaklaşarak ''Efendim, ne dediniz?'' dye sordu. Yaşlı adam bir kere daha söyledi ama yine duyamamıştı. Bu sebeple kulağını onun ağzına kadar getirdi ve tekrar etmesini rica etti. Yaşlı adam bir kere daha söylediği zaman kız net bir şekilde duymuştu.
''Benim...''
''Ne?''
''Benim...''
Yaşlı adam bir kere daha tekrar ettikten sonra ondan beklenmeyen bir hızda kızın kafasını yakaladı ve kızın bedeninde beliren beyaza yakın renkteki bir enerji kızın kafasından adamın eline, oradan da vücuduna yayılmaya başladı. Kızın derisi gittikçe beyazlaştı ve bedeni hızla yaşlanmaya başladı. Sonunda enerji akışı durduğu zaman kızın gözleri sönükleşmiş ve sanki yüz yaşındaki biriymiş gibi bedeni kırışıklıklarla dolmuş, zayıflamıştı. Öte yandan yaşlı adamın yüzündeki birkaç kırışıklık yok oldu ve korku içinde ona bakan kişilere doğru dönmeden önce kızın kafasını bıraktı.
Öğrenciler silahlarını çekmiş ve yaşlı adama doğru doğrulturken birkaçı çığlık atmaktan kendini alamamıştı. Gördükleri şey hayatları boyunca görmedikleri ve bir daha da asla görmek istemeyecekleri bir şeydi. Kimse bilmese de bu aslında bir kara büyüydü. Birinin hayat enerjisini çalmak...
Yaşlı adam zorlukla doğrulup ayağa kalktıktan sonra titreyen bacaklarına baktı. Ayakta durmak çok zor geliyordu. Başını biraz daha kaldırmayı başardığı zaman öğrencilerle göz göze geldi ve tekrar etti.
''Benim... Hepsi benim...''
Ve böylelikle Lanetli Kral Masamune'nin hikayesi bir kez daha başladı...