7

992 Words
        Birkaç gün önce bu kadar mutlu olacağını söyleseler, asla inanmazdı. Hayat denen, sürprizlerini böyle beklenmedik anlarda sunuyor tılsımıyla. Ağzı neredeyse kulaklarına varacak, şu mutluluk ne kadar hafif bir duygu. Kocaman cüssesini bir anda yerden koparıyor. Yürüyor ama, ayakları toprağa değmiyor!. İçinden anlamsızca bağırıp çağırmak geliyor. Sanki herkese ne kadar çok sevdiğini ilan etmeli! Ama, öte yandan bir ses aniden uyarıyor:" Sakin ol, aklından bir anda vazgeçme, bu mutluluğun tamama ermesi buna bağlı!" Hak vermiyor değil bu sese ama, gönül işte! Çılgına döndü mü fikri aşıyor! Keşke hemen olsa! Annesi ertesi gün gidip usulünce istese; Allahım emri, peygamberin kavliyle dese! Ardından da hemen düğün hazırlıkları başlasa, şanıyla üç gün üç gece düğünleri yapılsa!            O an kendi bile bu evliliğin hemen olacağına inanıyor, sanki yarın güvey olacak! O coşkuyla önüne denk gelen ufak bir toprak yığınına vuruyor, toz havaya kalkıyor. Kanı kaynıyor, ondan yerinde duramıyor ya! -" Ne yapıyorsun sen öyle gecenin  bu saatinde?! Gerçek dünyaya paldır küldür düşen Aziz, tanıyor sesi: -" Sen de anam gibisin, düşerimi bile yıkmaya bayılıyorsun ağabey!" -" Sen daha bir şey yok gibi gez toz! Bizi yerimizden yurdumuzdan edecekler!" Aziz bir karşılık bulamıyor diyecek. Bir de bu  vardı  başlarında! Az buçuk işitse de inanmamıştı önce. Rejim değişecekmiş, herkes eşit olacakmış, her şey devletin olacakmış. Dünyada bir savaş yaşandığını hatırlıyordu. O vakitler daha çocuk! Savaş denen şeyin ne olduğuna pek aklı ermiyor. Sadece başlayıp biten bir olay diye kalmış aklında. Ama bu savaş dünyayı ikiye ayırmıştı. İki farklı düşünceye, idareye sahip ülkeler vardı artık. Önce bunu da pek önemsememişti ama, artık buralarda istenmedikleri iyice hissettiriliyor Türk olanlara. Ya uyum sağlayıp kalacaklar ya gidecekler...        Ağabeyi Kemal, sıkıntılı: -" Ne olacak halimiz belirsiz. Gidelim desek, ha deyince olmaz. Kalalım desek, ayrı bir cehennem! Aziz iyi bir şeyler söylemek istese de yutkunmuş susuyor. -" Kahveden geliyorum, anlatılanlar beni boğuyor. Rus tankları sınırı geçmiş, yeni hükümete destek vermeye geliyorlarmış. Bizi buralarda yaşatmayacaklar! Bir an susup Aziz'e bakıyor, sanki dedikleri kardeşinin hiç umrunda değil, başka bir alemde adeta, üsteledi: -" Dinliyor musun beni?!" -" Evet, dinliyorum." derken öyle duyulmaz ki! Kemal ısrar ediyor:  -" Bu akşam sende başka bir hal var. Hem nereden böyle bu saatte? Aziz, çekingen: -" Halama gittim." -" Annem duyarsa, neler olur biliyorsun değil mi?!" Genç adam evet anlamına gelen bir sessizliğe gömülüyor. -" Tez vakitte kasabalı Türkler bir araya gelip ne yapacağımıza karar  vermeliyiz! -" Ağabey seviyorum." -" Ben de seviyorum topraklarımızı." -" Ben İclal'i seviyorum!" Şaşırma sırası Kemal'e geliyor: -" Ne diyorsun sen?! İclal de kim?" Aziz, bir an kendi sabırsızlığına kızıyor. Ne yeri ne sırası! -" Boşver!" deyip geçiştirmeye çalışsa da boşuna.  -" Anlatsana, kim bu kız?!" Aziz alacağı tepkiden korkarak anlatmak zorunda kalıyor: -" Hani biz küçükken halamın yanında çalışıyordu ailesi... -" Şu ölümlerin yaşandığı günler." -" Küçük bir kızları vardı hani..." -" Ee o kız gittiydi ya buradan." -" Dün geldi kasabaya, halamda kalıyor. Bir görsen, çok güzel olmuş!" -" Annem duydu mu kızın geldiğini?" Aziz burada sus pus olup kalıyor. Ama ağabeyi durmuyor: - " Annemle halam malûm, asla o kızı kabul etmez! O yüzden aklından çıkar onu!" -"  Çıkmıyor! Ben onsuz yaşayamam!" -" Hadi buyur! Yeni bir derdimiz daha var artık! Oğlum sen deli misin?! Bizi topraklarımızdan atacaklar diyorum, annem kıyameti koparır diyorum, sen hâlâ aşk meşk derdindesin! Biraz akıllı ol, sıkıntı içinde sıkıntıya gerek yok!" -" Yüreğimi durduramıyorum!" -" Sen hiç düşünme, anam duyarsa, durdurur! Sus artık, eve geldik!" Kemal kapının kanadını içeriye doğru itiyor, direnmeden açılıyor. İlk adımlarını bahçeye attıklarında: -" Nerdesiniz siz bu saate kadar?! Kaçtır yemeği ısıtıyorum!" -" Geldik işte anne, kahveden son haberleri aldım, canım sıkkın öyle oturup kaldım." -" Ya sen nerdeydin sorumsuz efendi? Yoksa halana mı gittin? Yapmazlardan değilsin!" Kemal atıldı hemen: -" O da benimleydi, öfkelenme hemen." -" Ha iyi o vakit. Çok şey duydum bugün. Başımızdan dert eksik olmuyor. Bulgar bir yandan, o sümüklü kız öte yandan! Allahım sen yardım et bize!" -" Sümüklü kız kim anne?!" -" Halanın yanındaki sığıntıların artığı! Yine gelmiş kasabaya, kurtulamadık uğursuzdan!"  Kemal, uzaktan sus diye işaret ediyor Aziz'e. Genç adam itaat ediyor. Küçük masanın etrafına oturuyorlar üçü. Kadın sinirini alamamış, sert hareketlerle tabakları koyuyor önlerine. -" Hadi yiyin, aç açına uyumayın!" Kemal, annesinin bu saldırgan halini başka yana çekmeye çalışıyor: - "Anne, tanklar sınırı geçmiş. Birkaç güne buraya da gelirler." -" Ee ne yapacağız?! Gidecek miyiz her şeyimizi bırakıp?!" -" Yarın toplanıp konuşacağız, ne olacağı belli değil." -" Bulgarın bizde yüzlerce yıllık kuyruk acısı var, rahmetli dedem anlatırdı Osmanlı hakimiyetini, ona da dedesi anlatmış. Çok korkarlarmış, adımız geçti mi bile titrerlermiş. Nereden nereye! Zaman değişti  artık Osmanlı da yok. Bizi elbet istemeyecekler. Güç kiminse, irade onun! Allah sonumuzu hayır etsin!" Kimse konuşmuyor artık, anneleri bile şimdiden yas havasına giriveriyor. Kolay değil hani, yüzyıllardır bu toprağı kendilerine  vatan etmişler. Altı yüz yıl! Anadoludan gelmişlerdi ataları, görevleri de yeni ele geçen toprakları Türkleştirmek ve islamlaştırmak. Buralardan gitmeleri gerekirse, bu oldukça zor olacak. Aynı kasvet, üçünü de sarıyor, hiçbiri yemeğini yiyemiyor. Bunu ilk söyleyen,yine Kemal oluyor: -" Canım çok sıkkın, içimden yemek gelmiyor." Kalkıyor yerinden, eve doğru yürüyor, Aziz de ardından. Anneleri, isteksiz ve bir o kadar sıkıntılı.Öte yandan zihni durmadan çalışıyor:" Bir sürü mal mülk var! Bunlar gavura nasıl bırakılır?! Hem gittik diyelim, her şeyi bırakırsak beş parasız ne ederiz? Bunun bir çıkar yolu olmalı! Hem kimse kolay kolay toprağından vazgeçmez. Elbette kasabada buna çare bulacak birileri çıkar." Hem düşünüyor hem teselli bulmaya çalışıyor. Elindekileri mutfağa taşırken başka bir tehlike çanı içinde çalınıyor:" Aziz o kızdan uzak durmalı! Nasıl etmeli bunu?" Cevabın bulunması uzun sürmüyor:" Yarından itibaren bu oğlanlara uygun birer kız bakmalı. Kendi hallerine bırakılmaz, ipleri sıkı tutulmalı! Benim beğendiğim, benim istediğim kızlarla evlensinler!"          Masadakileri taşırken gözü Aziz'e takılıyor, odasının kapısı aralık, sırt üstü uzanmış, kendi kendine gülüp duruyor. İnsan durup dururken neden böyle olur? Eyvahlar olsun, yoksa bu oğlan aşık mı?! Amaan sen de! Kız daha dün gelmiş, hemen ne zaman görüp de aşık olacak?! Vesvese yapıyorum, olamaz öyle bir şey. Kendi bildiği gibi evlendirecek oğullarını, gelinleri ve torunları olacak. Hepsini kanatları altına alacak, kocaman bir aile olacaklar!.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD