22.08.2017
Merhaba günlük. Evet, açıklıyorum karar verdim artık Sarı ile kalacağım. Hayır, hayır şaka yapıyorum. Henüz listemi tamamlamadım. Daha yapmam gereken çok şey var. Ama burada kalmak istesem de sanırım artık kalamam. Aslında kalmamam daha doğru olur. Çelişkili konuşuyorum değil mi? Yaşananları sana en baştan anlatsam iyi olacak.
Bugün bütün günün nasıl geçtiğini anlamadım. Kalktığımızda saat öğlene geliyordu. Sarı kahvaltı için yine balık yaptı. Son balıklarımız olduğunu ve aç kalmak istemiyorsak yenilerini yakalamamız gerektiğini söylediğinde balık avlamaya karar vermiştik.
Üç tane oltası vardı. Bir tanesini bana verdiğinde daha önce hiç balık avlamadığımı söyledim. Listemde eksik olan ama yeni keşfedeceğim bir şey daha ortaya çıkmıştı.
Kayaların altına yapışan midyelerden bıçağıyla çıkartarak oltadaki iğnelere takıp yem yaptı. Oltalarımızı kayaların ucundan aşağı sarkıttık. Yan yana oturmuş balıkların gelmesini beklerken Sarı ilk balığı çekti. Balığı iğneden kurtarıp yanındaki kovaya atışını heyecanla izledim. Daha sonra parmağımla tuttuğum misina çok küçük bir hareketle kıpırdadığında bakışlarımı elime yönlendirmiştim. Hafif bir hareketti ama hissetmiştim. Sanki iğnenin ucunda bir şey yeme dokunmuş gibiydi. Daha sonra misina biraz daha hızlı çekildi bırakıldı. Balığın oltanın ucuna gelip yemi yediğini hissedebiliyordum. Çok güzel bir şeydi.
Oltam bir anda ileri çekilmeye başladığında misinayı tuttum. “Sarı bir şey bunu çekiyor” dediğimde Sarı gülerek “Ne duruyorsun çeksene” dedi. Onun demesiyle misinayı çekmeye başladım. Olta yukarı çıktığında ucunda ne çok küçük ne de çok büyük bir balık vardı. İğnenin ucunda kıvranıyor, kurtulmak için çabalıyordu.
Balığı elimle tuttum ve elimde kıvrandı. Sarının yaptığı gibi iğneyi tutup ağzından çıkarttığımda balıktan gelen kanı gördüm. Onu yaralamıştık. Ah onu öldürecektik. Bunu yapmaya hakkımız var mıydı? Bir canlıyı öldürmeye hakkımız var mıydı? Onu bekleyen bir ailesi var mıydı? Balığın o hali aklıma binlerce soruyu getirmişti. O an neden onları düşünmeye başladığımdan da emin değildim. Çünkü bu yaşıma kadar birçok defa balık yemiştim. Balığın o halini görünce neden birden duygusala bağlamıştım bilmiyorum ama yaptıklarımdan sonra Sarı’yı epey sinirlendirmiştim.
Elimi açıp balığın tekrar suya bıraktım. Kısa sürede denizin maviliğinde gözden kaybolmuştu. Belki yaralanmıştı ama hâlâ yaşıyordu. Sarı “Neden attın?” diye sorarken ikimizin arasında duran kovayı da tutup suya boşalttım.
Sarı ayağa fırlarken “Kafayı mı yedin sen? Açlıktan ölmek mi istiyorsun?” diye bağırdı.
Kafamı kaldırıp ona bakarken “Başka bir canlıyı öldürmeden karnımızı doyuramaz mıyız?” dedim.
Ellerini beline yerleştirip “Dün ve sabah balıkları afiyetle götürürken şimdi vejetaryenliğin mi tuttu?” dedi. Dudağımı bükerken “Ama o zaman nasıl avlandıklarını bilmiyordum” dedim.
Gülerek kafasını iki yana salladı. Etrafımızdaki boş araziyi gösterirken “Başka bir yiyeceği nereden bulmayı düşünüyorsun?” dedi. Bende kafamı çevirip kuru otlarla kaplı alana baktım. Sonra gözlerimi kayığına çevirirken sırıtarak “Onunla gidip yiyecek alıp gelebiliriz” dedim.
Kafasını çevirip arkasındaki kayığına baktıktan sonra “En yakın limana gitmek onunla ne kadar sürer haberin var mı? Hem sadece bir bidon yakıtım kaldı onu da dönüş için saklıyorum” dedi.
“Başka hiç yok mu?” dediğimde iç çekerek “Tamam baş belası, sen burada bekle Knidos’a gidip köylülerden yiyecek bulabilir miyim bakacağım” dedi.
Gülümseyerek ayağa kalktım. Önüne geçip kayalardan zıplayarak çadıra doğru ilerlerken “Sana para vereyim” dedim.
“Paran cebinde kalsın. Bir saate gelmiş olurum” diyerek kayalıkta tişörtünü çıkartıp terliklerini içine sardı. Onları kayığa fırlattıktan sonra suya atlamıştı. Kayığı neredeyse yan yatırıp üstüne çıkışını izlerken nasıl olurda kayığı ters çevirmeden çıktığını merak ettim. Sonra uzun süredir burada olduğu düşünerek bu konuda ustalaştığına karar verdim. Çapayı çekerken her çekişte gerilen kol kaslarını izlemek zevkliydi. Çok fazla karın kası olmasa da vücudu şekilli ve kolları kaslıydı. O kasların bu kamp boyunca oluştuğuna emindim. Çapayı kayığa çıkarttıktan sonra kafasını kaldırıp bana baktı. “Ben gelene kadar ölme” diyerek gülümsediğinde gülerek “O zaman çok geç kalma midem şimdiden iç organlarımı yemeye başladı” dedim.
Gülerek el sallayıp motoru çalıştırdı. Bir süre orada dikilip onun uzaklaşmasını izledim. Daha sonra o yokken vaktimi nasıl geçireceğimi düşündüm ve çadırın içini temizlemeye karar verdim. Çadırın içinde çok fazla bir şey yoktu. Yerdeki taşların sertliğini azaltmak için kullanılan ince bir minder ile örtü ve iki yastık vardı. Köşesinde ise su şişeleri ile tuttuğu balıkları koyduğu kapalı kap vardı. Hepsini dışarı çıkartıp minderle örtüyü çırpıp tekrar serdim. Eşyaları içine yerleştirdikten sonra yapacak başka bir şey yoktu. Bunları yapmakta on dakikamı anca almıştı. Bir saat yapacak başka bir şey olmadığı için bende şemsiyenin altına geçip kafamı sırt çantama koyarak uzandım.
Gözlerimi açtığımda bir çift mavi göz çok yakınımdaydı. İrkilsem de uzaklaşmadım onun olduğunu hissetmiştim. Gözlerimi bir iki defa kapatıp açtım. Hâlâ aynı mesafeden bana bakıyordu.
“O kadar seslendim uyanmadın. En sonunda nefes alıp almadığını kontrol etmek için sana doğru eğildim ve göğsünün hareket ettiğini gördüm. Ama hâlâ uyanmıyordun. Bende yanına uzanıp gözlerini ne zaman açacağını beklemeye başladım.”
Gergin bir şekilde gülümseyip “Uyandım işte” dedim. Yüzü biraz daha yaklaştı. Gözlerimi gözlerinden ayırmadım. Çok dikkatli bakıyordu. Sanki içimde saklı en derin sırlarımı keşfetmeye çalışıyordu. İlk defa ondan rahatsızlık duyarak gözlerimi kaçırıp doğruldum. Elimle yüzümü sıvazlarken o da kalkmıştı.
Ellerimi dizlerime yerleştirip öylece oturdum. O ayağa kalkıp çadırın kenarında duran poşetlere giderken “Hadi yemek hazırlayalım gezgin” dedi.
Ayağa kalkıp yanına gittim. Birkaç bidon su da getirmişti. Aldıklarına baktığımda köy ekmeği, meyve sebze ile yumurta, tereyağı ve peynir vardı. Et tarzı hiçbir şey almadığını görünce sırıttım. “Knidos da market mi varmış?” dediğimde “He canım market varmış. Organik ürünler satan bir köylüden buldum bunları. Senin yüzünden hepsine kaç para bayıldım haberin var mı?” dedi sitemle.
“Sana para vermeyi teklif etmiştim.”
“Paranı istemediğimi söylemiştim.”
“Çok inatçısın Sarı”
“Çok gevezesin Gezgin”
Sonunda ikimizde gülmeye başladık. Malzemeleri çıkarttığında yumurtayı pişirmek içinde eski bir sac getirdiğini gördüm. Ateş yakıp sacı üstüne bıraktı. İçine tereyağı attıktan sonra yumurtayı kırdığında çıkan kokuyla ağzımı suları akmıştı. Bir tane eski bir tabağı olduğu için içine domates salatalık doğrayıp kenarına da peynir çıkarttım.
Yemeği yerken “Köylü bu ekmeklerin üç gün dayanabileceğini söyledi” dediğinde aldığı çok sayıdaki ekmeğe baktım.
Ağzımdaki lokmayı yutarken “İki gün sonra gittiğimde yine balık yemeye devam edersin” diyerek gülümsedim.
Bir parça ekmek ağzına atıp çiğnerken bana baktı. “İki gün sonra gidiyor musun?” diye sorduğunda “Artık gitsem iyi olacak. Motorum ne âlemde hiçbir fikrim yok. Tabi hâlâ bir motorum kaldıysa” dedim.
“Eğer antik kentin ilerisinde park eden kırmızı yamahayı diyorsan hâlâ yerinde. Merak etme oraya sadece gezidekiler gelir. Yerli halkında motorunla ilgileneceğini sanmıyorum. O yüzden motorun güvende”
“Ah bunu duyduğuma sevindim ama yine de iki gün sonra gitmem gerek. Daha gezecek çok yerim var”
“Anladım” diyerek ayağa kalkıp uzaklaştı. Deniz kenarına gidip kayaların birine oturduğunda bana dönük sırtını izledim bir süre. Daha sonra bende ayağa kalkıp yanına gittim.
Yanına oturup aşağı sarkıtıp salladığı ayağına vurarak “Neyin var?” dediğimde derin bir nefes aldı. Kollarını büktüğü ayağına sarmıştı. Bana dönüp bakarken “Garip bir şekilde gitmeni istemiyorum” dedi.
Ona doğru döndüğümde elini uzatıp avucunu yanağıma yasladı. Söyleyeceğim şeyi unuttum. Konuşmak için araladığım dudaklarımdan sadece nefes alabiliyordum. Diğer elini kalçamın kenarına koyup bana doğru eğildi. Gözlerim bana yaklaşan gözlerine bakarken dudaklarım ayrıktı. Beni öpmeye başladığında gözlerindeki maviliğin derinliğini daha yakından görebiliyordum. Gözlerimin içine bakarak dudaklarımı dudaklarının arasına alıp emdi. Dilini üstünde gezdirdiğinde ona karşılık vermeye başladım. Peri ile öpüşmek gibi değildi. Bundan anlamlandıramadığım saf heyecan vardı. Ne hissedeceğimi şaşırmıştım ama onu öpmeye devam etmek istiyordum.
Sırtım kayanın sert yüzeyine değdiğinde Sarı beni öpmeye devam ediyordu. Kayanın pürüzlü yüzeyi sırtıma batıyordu. Sarı bir eliyle ensemi kavrarken kafasını yana yatırıp öpüşünü derinleştirdi. Ona karşılık verirken çekingendim ama o bunu takmıyor gibiydi. Yine de onun yaptıklarını taklit ediyor elimden geldiğinde ona ayak uydurmaya çalışıyordum. Sakallarının tenimi çizdiğini hissediyordum. Tenime sürten sert sakallar ile dilimin üstünde gezen dili ürpermeme sebep oluyordu. Diğer eliyle kalçamı kavrayıp sıktığında inledim. Eliyle bacağımı yana çekip üstüme tamamen çıktığında ellerim omuzlarındaydı. Ne sıkıca kavrıyor ne de bırakıyordum. Sıcak tenini hissedecek kadar öylece duruyorlardı. Eli kalçamı tekrar sıktığında sanırım kendime geldim. Öpüşmeyi sevmiştim. Güzel öpüşüyordu ama daha fazlasının Sarı ile yaşamak istiyor muydum? Bunu kendime sormam durmam için yetmişti. Hayır, Sarı benim için o diyebileceğim kişi değildi. Omuzlarında duran ellerimi göğsüne koyup onu ittiğimde hemen geri çekildi. Yutkunarak nefes nefese bana bakarken “Durmalıyız yoksa geri dönüşü olmayan şeyler yaşanacak” dedim.
Tekrar yutkundu. Gözleri gözlerimde gezdikten sonra kafasını onaylarcasına sallayıp bedenini üstümden çekerek yan tarafıma uzandı. Göğsü hızla inip kalkıyor derin nefesler alıyordu. Bende aynı durumdaydım ama onun daha fazlasına ihtiyacı olduğunu görebiliyordum. Gözlerimi ondan çekip gökyüzüne çevirdim. Hava kararmıştı. Ay hilal olduğu için çok fazla ışık yaymıyordu etrafına.
Boğazımı temizleyip “Yarın gitsem iyi olacak” dediğimde itiraz etmedi. “Nereye gideceksin?” diye sordu.
“Başka bir sahil kasabasına” diye cevapladığımda “Daha sonra” dedi.
“Bir başka sahil kasabasına”
“Sonra”
“Bir başka sahil kasabasına” derken ellerimi yanağımın altına yerleştirip ona döndüm. Aynı şekilde bana doğru döndüğünde “Ne zamana kadar?” diye sordu. Yutkundum. Karanlıkta parlayan mavi gözleri gece mavisi gibi olmuştu. Renk yanılmasıydı ama muhteşem görünüyordu. “Bilmiyorum” diye fısıldadığımda elini uzatıp başparmağıyla yanağımı okşadı. Başka bir şey sormadı. Bir süre yanağımı okşadıktan sonra doğrulup ayağa kalktı. Uzaklaştığını yürüdükçe ayağının altında ezilen çalıların çıkardığı sesten anlamıştım. Uzaklaşmasına sevinmiştim. Biraz nefes almaya ihtiyacım vardı.
Bu akşam Sarı çadırın dışında yatacağını söylediğinde itiraz etmedim. Yanımda kalırsa listemdeki birkaç maddenin daha silineceğine emindim ama onu o şekilde istemiyordum. Arkadaşlığından zevk aldığım biri olarak hatıralarıma kazınacaktı. Aynı zamanda ilk gerçek öpücüğümün sahibi oydu ama bu kadardı. Daha fazlasını Sarı ile yaşamak istemiyordum. İşleri bozmak istemiyordum. Çok küçük bir ihtimaldi ama bir gün onu tekrar görürsem bana karşı kötü bir duygu hissetsin istemiyordum. Çünkü şimdi seks yaparsak ben onu bırakıp gittiğimde bana kırgın olacaktı.
Evet, günlük bugün listeden bir madde daha silinmişti. Bir erkeği öp. Maddesinin üstünü çizerken balık avlamanın da nasıl bir his olduğunu keşfetmiştim. Kesinlikle heyecan vericiydi ama düşününce can yakıcıydı. O yüzden bir daha balık avlamak istemiyordum.
Şimdi seni kapatıyorum. Yarın yola çıkacağım düşünülürse bir daha ne zaman yazarım bilemiyorum ama ilk fırsatta görüşeceğimize eminim. Çünkü sana yazmayı sevdim. Ve biliyorum ki sende beni sevdin.