Bölüm 3

2453 Words
21.08.2017 Merhaba günlük. Yine uzun bir aradan sonra buradayım. Yazmaya fırsatım olmadı çünkü genelde motor sürdüm. Dinlenmek için durduğum otellerde ise tek yapmak istediğim uyumaktı. Peri’nin bana sağladığı imkân ekonomimi epey rahatlatmıştı. Bu yolculuğu uzun tutmamın sebebi de bu rahatlıktı. Onun beni bulması için tekrar endişelenmeye başlamadan önce daha fazla uzağa kaçmam gerekiyordu. Ve kaçmıştım. İşte buradaydım. Sabahın erken saatlerinde bir tarafımda Akdeniz diğer tarafımda Ege denizi olan Knidos’a gelmiştim. Antik kenti ziyaret eden insan sayısı artmadan önce güzel fotoğraflar çekebilmiştim. Şimdi Knidos antik kentinin içinde oturmuş etrafımdan insanlar geçerken ben sana bir şeyler karalamaya çalışıyordum. Ve sebepsizce gözyaşları gözlerimden akıyordu. Neden ağladığımı bilmiyordum. Seni yazarken titreyen elim miydi ağlamama sebep olan? Yoksa içimde hiç bitmeyen haykırma arzusu mu? Bulunduğum yer insanlardan uzak olsa da bazen yakınıma yaklaşanlar oluyor ve halimi görünce garip bakışlar altında uzaklaşıyorlardı. Hakkımda ne düşünüyorlardı? Bir deftere sürekli yazı yazan garip kız olduğumu mu? Neden ağladığımı mı merak ediyorlardı? Beni merak ediyorlar mıydı? Gerçekten durup düşünüyorlar mıydı? Yoksa bir saniye sonra arkalarını döndüklerinde unutuyorlar mıydı? İnsanların bakışlarında gördüğüm acıma duygusu ise şuan ki halime hiç yardımcı olmuyordu. Bana o günü hatırlatıyordu. Her neyse bu güne dönecek olursak, dört gündür motor sürmek beni epey yormuştu. Belki de ağrıyan sırtımdı ağlamama sebep olan. Ah keşke o kadar basit bir sebep olsaydı. Keşke tek sorunum basit bir sırt ağrısı olsaydı. Evet biliyorum. Ağlama sebebimi ısrarla inkâr etsem de biliyorum. Ama itiraf edemiyorum. Kendime bile itiraf edememişken sana nasıl itiraf etmemi beklersin benden! Akıl sağlığımdan şüphelenmeye başladım artık. Bir defter ile konuşuyor, ona yazdıklarımla öfkeleniyor ve yazılarımla ona bağırıyordum. Bir defter ile konuşmak! Yalnızlığımın en basit kanıtı bu olsa gerek. Etrafımda kimse yok. Buna sebep olan da benim. Uzaklaştırdım herkesi kendimden. Bu durumdan ne kadar memnunum? Merak konusu… Arkadaşlarım bu yaptıklarımı duysa benimle dalga geçerlerdi. Evet çok fazla arkadaşım vardı. Okulda sevilen biriydim. Arkadaşlarımla gezmeyi, eğlenmeyi ve ders çalışmayı seviyordum. Şimdi ise tek başıma buradayım. Ve tek arkadaşım sensin. Ama sana yazmak sonsuz bir terapi gibi. Sana yazabilmek için olayları hafızama kaydetmem ve her şeye rağmen hafızamın sorunsuz çalıştığını bilmek… Benim için çok fazla şey ifade ediyor. Bu gün ikinci defa merhaba günlük, saat şuan geceyi epey geçiyor. Yazmaya ara vermemin sebebi yanıma gelen bir gençti. Benim yaşlarımda olduğunu tahmin ediyorum belki de bir iki yaş büyük ama daha fazla değil. Sarışın çocuk müsaade istemeden yanıma gelip oturduğunda seni hızla kapatıp elimle gözlerimi kurulamıştım. Bu zamana kadar önümden geçenlerin ağladığımı görmesini umursamamıştım ama yanıma gelecek kadar cesur olan birinin de ağladığıma şahit olmasını istememiştim. Hoş büyük ihtimal salya sümük ağladığımı yanıma gelene kadar görmüştü ama yine de ona bakarken yüzümdeki ıslaklığı hissetmek istemiyordum. Beni rahatsız ettiğini anlatmak için çatık kaşlarla ona döndüğümde ise o karşısındaki manzarayı izliyordu. Bir ayağını diğer ayağının dizine atmış kolunu da bacağına yaslayarak karşıyı izliyor konuşmadan öylece duruyordu. Yırtık bir kot şort ile kolları yırtık bir tişört giymişti. Sarı saçlarını örten siyah bir şapka takıyordu. Karşısındaki manzarayı izlerken gözleri kısıktı. Sanki bir şeyi görmek için odaklanmıştı. Gözlerini kıstığı için göz kenarlarında oluşan çizgiler onu biraz daha büyük göstermişti. Etrafıma bakıp başka kimse olup olmadığını kontrol ettim. Kimse yoktu. Çocuk derin bir nefes aldığında tekrar ona baktım. Bu sefer bana bakıyordu. Gözleri maviydi. Anlamlı bakan derin gözlere sahipti. Sarı sakalları ve sarı saçlarına rağmen yakışıklı bir yüzü vardı. Evet, sarışın adam sevmezdim ama çocuğun hakkını yememem gerekirdi. Gerçekten yakışıklıydı. Bana bakıp gülümserken “Rahatsız ettiğim için kusura bakma ama sadece merak etmiştim” dedi. “Neyi?” derken kaşlarım hâlâ çatıktı. Sesindeki tını eğlendiğini gösteriyordu. Eliyle antik kenti işaret edip “Burada ağlayacak kadar hüzünlü ne var?” dedi. Evet ağladığımı görmüştü. Gerçi görmemek için kör olmak gerekirdi. Yüzümde oluşan gülümsemeye engel olamadım. Ben gülümseyince “Aha demek ki ağlamak geçiciymiş” diyerek güldü. Kafamı iki yana sallayıp antik kente baktım. Derin bir nefes aldığımda çökmüş omuzlarım kalkıp inmişti. “Düşünsene kaç yüz yıl önce burada insanlara yaşamış. Ve şimdi onlardan hiçbir şey yok. Sadece bunlar… Ve biz burayı gezmeye geliyoruz. Sence birkaç yüz yıl sonra bizim yaşadığımız yerleri gezmeye geldiklerinde ne bulacaklar” Tamamen saçmalıyordum. İçimdekileri dökmektense saçmalamak daha kolay gelmişti. İçimde oluşan tüm o duygu karmaşasını ona açarsam gözleri hâlâ anlamlı bakar mıydı? Yoksa o da bana acır mıydı? “Çok derin konular” diyerek iç çekip cebinden sigara paketi çıkardı. Paketi bana doğru uzattığında kafamı iki yana sallayarak reddettim. Hiç kullanmamıştım ve asla kullanmayacaktım. Paketten bir sigara çıkartıp yaktıktan sonra sigaranın dumanını içine çekişini izledim. Merakla onu izlediğimi görerek “Ne?” dercesine bana yandan bir bakış attığında “Onu içine çektiğinde ne hissediyorsun?” dedim. “Dene de gör.” Diyerek iki parmağının arasında tuttuğu sigarayı bana uzattı. “Asla” diyerek kafamı iki yana salladığımda gülerek sigaradan bir duman daha çekti ve “O zaman asla ne hissettiğimi bilemeyeceksin” dedi. Sonra ağır ağır dumanı dışarı üflerken dudağını büküp hafif bir hareketle kafasını iki yana salladı. Ona diktiğim meraklı bakışlarımın bir cevap daha istediğini anlamış olacak ki “Bilmiyorum, bir şey mi hissetmem gerekiyor?” dedi. Aldığım cevaptan sonra “Ah” diyerek onu bu kadar dikkatli izlediğim için utanıp antik kente geri döndüğümde “Sanırım ağlamak yerine sigara içmeyi tercih ediyorum. Biliyorsun ağlamak erkeklerin çok yaptığı bir şey değildir” dedi. Güldüm. “Ağlayan çok erkek gördüm” dediğimde o da gülerek “Hiç ağlamazlar demedim” dedi. Karşılık vermedim. İki taraftaki denize baktım. Akdeniz’in dalgaları durgun bir şekilde koya gelirken Ege’den gelen dalgalar hırçındı. Sanki beni yansıtıyorlardı. Bir tarafım durgun ve dingin. Diğer tarafım hırçın ve öfkeli. Uzun süre sonra “Neden ağlıyordun?” dediğinde onun varlığını bile unuttuğumu fark ettim. Düşüncelerimde o kadar derine inmiştim ki varlığından habersizdim. Ona baktığımda “Daha doğrusu neden ağlıyorsun?” diyerek sorusunu düzeltince gözümden akan yaşı parmağımla sildim. Omuz silkip “Bilmiyorum” dedim. Ayaklarımın altındaki kumla karışık çakıla bakarken “Sanırım korkuyorum” dediğimde “Neyden?” diye sordu. “Kendimden” diyerek yalan söyledim. Sigarasının izmaritini yere atıp ayağıyla söndürdü. Dizine yerleştirdiği ayağını indirip kollarını kendine sararken “Hayat bazen fazla önemsizdir. Derin düşüncelere dalmak için fazla sıradan. Hiçbir zaman düşünme demiyorum. İnsan düşündükçe vardır diye boşuna demiyorlar ama bir gün düşüncelerinin sınırını kaçırırsan yolun sonunu göremezsin. Dibe dalmak gibidir. Her bir metrede biraz daha biraz daha dersin ve sonra bir bakmışsın vurgun yemişsin.” Dedi. Sesindeki sakinlik daha önce benzer bir şeyi yaşadığını gösteriyordu. Onu izlerken gözlerindeki derinliğin gerçek olduğunu gördüm. Karşımda benim yaşlarımda veya benden biraz büyük biri olabilirdi ama benden çok daha fazlasını tecrübe etmiş biriydi. Göz kapakları kapanıp açıldı. Gözlerindeki bakış değişti ve yerine parıltılar gelirken bana bakıp gülümsedi. “Hadi gel sana öğlen yemeği ısmarlayayım” dediğinde “Ah gerek yok teşekkür ederim” dedim. “Hadi ama öğle sıcağında beyninin pişmesini istemiyorsan benimle gel. Emin ol yemeği çok beğeneceksin” diyerek koluma vurdu. Ayaklarımın dibinde duran çantaya bakıp düşünürken kaybedecek hiçbir şeyimin olmadığını biliyordum. Karnım da acıkmıştı. Aç karnına daha fazla burada oturamayacağıma göre onu dinlesem iyi olacaktı. Sırt çantamı alarak onu takip ettim. Antik tiyatronun içine girip oradan karşıya geçerek küçük iskeleye çıktık. “Nereye gidiyoruz?” diye sorduğumda arkasına bakıp gülümseyerek “Tekneme” dedi. “Teknen mi var?” derken sesimden şaşkınlığım belliydi. Sesim tiz ve cırtlak çıkmıştı. Gülerek “Aslında bir kayık” derken önünde durduğu küçük kayığı işaret etti. Üstüne atlayıp bana elini uzatırken “Ama benim için büyük bir tekne” dediğinde gülerek elini tutup kayığa adım attım. Benim ağırlığımla kayık sallandığında onun elini sıkıca kavradım. “Oturmalısın” diyerek arkamı işaret ettiğinde gösterdiği yere eğildim. Ben eğilirken kayık sallandıkça kalbim çarptı. Çok değişik bir şeydi. Kıçımı tahtaya yerleştirdiğimde iyi olduğumdan emin olarak elimi bıraktı. İskeledeki demire bağlı olan ipi çözüp kayığın diğer ucuna oturdu. Bana bakıp gülümserken şapkasının altındaki gözleri düz çizgi halini almıştı. “Hazır mısın?” dediğinde kafamı iki yana sallasam da motoru çalıştırdı. Kayık ileri atıldığında sarsılınca çığlık atarak kenarlardan tutundum. Kahkaha attığını duyduğumda ona dönüp bakmadım çünkü koydan çıkıyorduk ve önümde sonsuz bir mavilik vardı. Fotoğraf makinemi çıkartıp denizin ve denizde Knidos’a doğru gelen teknelerin fotoğraflarını çektim. Birkaç tur teknesinin yanından geçtiğimizde ona selam verdiklerini gördüm. Demek ki burada yaşıyordu. Sonra fark ettim ki ben ismini bile bilmiyordum. Koydan çıktıktan sonra denize fazla uzaklaşmadık. Karanın hizasını takip ederek Ege denizine doğru ilerledik. Kayığı karaya yönlendirdiğinde kayalıkların arasındaki küçük yeri fotoğraf makinemin kadrajından gördüm. Ben etrafın fotoğrafını çekerken onun yaşam alanı kadraja girmişti. Kayaların arasında bir kayığın anca sığabileceği kadar alan vardı. Kayaların ilerisinde kurulu olan çadırı ve şemsiyenin fotoğrafını çektiğimde “Hey onları bir yerde paylaşırsan seni şikayet ederim” dedi. Ciddi olduğunu düşünerek fotoğraf makinesini indirip ona bakarak “Bir yerde paylaşmayı düşünmüyorum” dedim. Bana sırıtarak “Şaka yaptım” dese de bir kere keyfim kaçmıştı. Makineyi çantama atıp ona karşılık vermedim. Kayalıklara yaklaşırken motoru kapatıp eline kürek alarak kayığın ortasında ayağa kalktı. Kayık kayalıklara doğru ilerlerken elindeki küreği kayalıklara uzatıp çarpmasını engelledi. Dalgalar bizi sallarken o küreği kayalığa yaslayıp öyle durarak “Tırman” dedi. Ne demek istediğini anlamadığım için öylece dururken “Hadi kayaya tırman. Yoksa yüzmeyi mi tercih edersin?” dedi. Ayağa kalkıp kayalığa bakarken “Nasıl tırmanacağım?” dedim. Çok yüksek olmasa da ayağımı koyacak bir yer yoktu. “Sen kıçını kaldır ben seni desteklerim” dediğinde kayanın girintili ucuna tutundum. Kendimi yukarı çekmeye çalıştığımda bir eliyle popomdan beni kaldırdığını hissedince “Hey” diye bağırdım. “Hadi ama yardım ediyorum sadece” derken eğlendiği her halinden belliydi. Sonunda kayaya çıktığımda popoma vurmasaydı sadece yardım ettiğine inanabilirdim. Öfkeyle ona döndüğümde sırıtarak bana göz kırptı. Küreği iterek kayığı denizin içine doğru çekti. Kayığın içindeki çapayı kaldırıp denizin içine attıktan sonra teknedeki bağını kontrol etti. Cebindeki sigara ile çakmağı çıkartıp tekneye bıraktıktan sonra denize atlamıştı. Üstündeki kıyafetlerle öylece denize atladığında şok oldum. Ayağındaki terlikleri ve şapkası ondan önce su üstüne çıkarken biraz sonra o yüzeye çıkarak kafasını iki yana sallayıp saçlarındaki suyu attı. Yüzerek terliklerini topladıktan sonra dar geçide doğru yüzdü. Tabi orada kayalar alçaktı ve gördüğüm kadarıyla denizin içinde de bir kaya vardı. Ellerimi belime koyup kayaya çıktığı yerde dikildi. Kafasını kaldırıp bana baktığında çenesindeki sakalından su damlıyordu. Eliyle yüzünü silip “Ne ayakkabılarının ıslanmasını istemezsin diye düşünmüştüm” dedikten sonra ıslak şapkasını kafasına taktı. “Ayakkabılarımı çıkartıp kıyıya atabilirdim” dediğimde gülerek “Belki de öyle yapardın ama benim için çok eğlenceli olmazdı. Poponu ellemek daha eğlenceliydi” dedi. Ne diyeceğimi bilemeyerek orada öylece dikilip hayret içinde ona baktım. “Hey bu kadar takma” diyerek yanımdan geçip kayaya çıktı. İlerideki çadıra giderken “Sana enfes bir balık yapacağım ve her şeyi unutacaksın” diyordu. “Salak” diyerek onu takip ettiğimde gülerek “Daha kötü şeyler duymuştum” dedi. “Aptal” dedikten sonra çadırın yanında kurulu olan şemsiyenin gölgesine sığındım. Güneş tepede epey yükselmişti ve artık yakmaya başlamıştı. “Bence küfür dağarcığını genişletmelisin” diyerek çadırına girdiğinde “Geri zekâlı” dedim ve çadırın içinde güzel bir kahkaha yükseldi. Kafamı iki yana sallayıp yere oturarak çantamı kucağıma aldım. Az sonra altında yeni bir şort ve üstünde bir şey olmadan dışarı çıktı. Şortunun beli biraz fazla düşüktü ve bir zamanlar beyaz olan teninin bir kısmını gözler önüne seriyordu. Gövdesi ise çok fazla güneşin altında kalmaktan esmerleşmişti. Etrafı taşlarla çevrili ocağının önünde durdu. Daha önce orada ateş yaktığı sönmüş kömürlerden belliydi. Biraz ilerideki çalılardan alıp kömürlerin üstüne attıktan sonra cebinden çıkarttığı çakmakla çalıları tutuşturmaya çalıştı. Biraz uzun sürse de sonunda başarmıştı. Geri dönüp çadırının içine girdi. Çıktığında ise elindeki şeffaf poşetin içinde balık vardı. Ateşin başına gidip bana dönerek “Balık seviyorsundur değil mi?” dedi. Gülerek “Daha yeni mi sormak aklına geldi” dediğimde omuz silkip “Misafir umduğunu değil bulduğunu yermiş” diyerek ateşe geri döndü. Kenarda duran şişlerden alıp balıkları şişe geçirdikten sonra ateşin üstüne iki taşın arasına bırakmıştı. Arada bir balıkları çevirerek her tarafının pişmesini sağlıyordu. Balıklar piştiğinde eski bir tabağın içine iki tane koyup bana uzattı. Kendisi tabak kullanmadan balığı şişten alarak yemeyi tercih etmişti. Yemeklerimizi yiyip ellerimizi deniz duyunda yıkadıktan sonra yüzmeyi teklif ettiğinde “Mayom yok” dedim. “İç çamaşırlarında mı yok?” derken sırıtıyordu. Kafamı yana yatırıp o kadar da salak değilim dercesine bakarken “Söz bakmayacağım” dedi. Yüzünde hâlâ haylaz bir sırıtma vardı. Nedense onunla ilgili kötü bir hisse kapılmıyordum. Ayağa kalkıp üstümü çıkartmaya başladığımda ise belki de gerçekten salağımdır diye düşünüyordum. Ben üstümü çıkarttığımda ona bakınca arkasını dönmüş denizin kenarındaki kayada duruyordu. Ona doğru ilerlediğimde terliklerini çıkartıp denize atladı. Kayanın üstünden denizin derinliklerine dalmak bana ürkütücü geldiği için denizin içindeki kayaya inip oradan denize girdim. Su serindi. Hatta yer yer soğuk su geliyordu. Su üstüne çıktığında “Su soğuk” dedim. “Evet, kayaların altından tatlı su geliyor. Güneşin ısıtamayacağı kadar yerin derinliklerinden sızıyor olmalı” Kayığın yanından geçip denize doğru açılırken “Sen ne yapıyorsun burada” dedim. “Kamp yapıyorum” dedikten sonra uzun kollarıyla kulaç atıp yanımdan geçti. Yavaş yüzerek onu takip ettim. Ona ulaştığımda denizin üstüne yatmış dinleniyordu. Kalktığında bana bakıp “Sen ne yapıyorsun?” diye sordu. “Geziyorum” diye cevap verdiğimde gülümseyerek “Bir gezgin ve bir kampçıyı bir araya getiren Knidos” dedi. Gülümsedim. Evet, bazen insan kadere inanabiliyordu. Ve bana göre benim ondan öğreneceğim bir şeyler vardı. Veya onunla birlikte keşfedeceğim. Yine de emin olamıyordum. “Burada kal” dediğinde gülümseme yoktu yüzünde. Yüzündeki ifade isteğinin ciddi olduğunu gösteriyordu. “Neden burada kalmamı istiyorsun?” Suyun içindeki omuzları kalkıp indi. “Bilmiyorum. Sanırım yalnız kamp yapmaktan sıkıldım” dediğinde gözlerine baktım. Gözleri yalan söylemez derlerdi ya bende gözlerine bakarak içinde kötülük olup olmadığını anlamaya çalıştım. Belki bunu yapmak için geç kalmıştım. Gözlerine bakıp onu çözümlemeyi buraya gelmeden önce yapmam gerekiyordu. İçinde kötülük olsa da artık buradan yüzerek kaçamayacağıma göre zaten onun elindeydim. Beni bekleyen yeni bir planımda olmadığı için “Tamam” dedim. Gülümsedi ve teşekkür etti. Günün geri kalanında yüzdük. Güneşlendik ve tekrar yüzdük. Sarı bir ara çantamdan fotoğraf makinemi alarak benim ve kendinin fotoğraflarını çekti. Gelirken yaptığı şakayı bir nevi telafi etmeye çalışıyor gibiydi. Bir ara fotoğraf makinesini ondan alarak bende onun fotoğraflarını çektim. Onu denize atlarken ve gülerken yakaladığım bir iki fotoğraf oldukça güzel çıkmıştı. Bana karşı en ufak yanlış hareketi olmadı. Ağaçlardan, balıklardan, kuşlardan kısaca kendimiz hariç her şeyden konuştuk. Doğayı tartıştık ve uzun zamandır en keyif aldığım sohbetti. Şimdi yanımda hafif bir şekilde horlayarak uyuyordu. Aldığı nefes dudaklarının arasından tıs sesiyle çıkıyor arada bir homurtuya dönüşüyordu. Çadırını bana verip dışarıda yatmak istediğinde onu çadıra gelmesi için ikna etmem zor olmuştu. Çadır iki kişinin sığacağı kadar büyüktü. Hâlâ adını bile bilmesem de iyi bir çocuk olduğuna emindim. Fotoğraf makinesinin sesini kapatarak uyurken de fotoğrafını çektim. İnsanların doğal hallerini seviyordum. Sanırım beş günde bir maddeyi silebilmiştim. Denize açıl Tekneye bin demiştim ama kayıkta yani çocuğun kayık ama ona göre tekne olan kayığıyla denize açılmam sayılırdı. Diğerleri nasıl hissettirirdi bilemem ama o küçük kayık bile çok güzel hissettirmişti. Dalgayla her sallanışında düşmekten korksam da beni heyecanlandırmıştı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD