Törenden sonra sınıflara alındığımızda isimlerimizin yazılı olduğu sıralara geçildiğini gördüm. Sıralara bakıp adımı ararken pencere kenarında en arkadan ikinci sıraya kadar ilerledim ve orada oturan erkek öğrencinin yanındaki boş kısmın bana ait olduğunu gördüm. Kumral, subay traşlı ve beyaz tenli bir gençti.
‘’Merhaba, sanırım sıra arkadaşıyız?’’ deyip yanına otururken bana dönüp dikkatli ama mesafeli bir şekilde baktığında hafif çekik ve iri gözlerinin yeşilin çok nadir bir tonu olduğunu fark ettim. Benimkiler de koyu yeşildi ama bu çocuğunkiler başka bir leveldi. O donuk ve ihtiyatlı bakışları üzerimden çekerken,
‘’Merhaba.’’ demekle yetindi. Vaay, okulun soğuk ve havalı çocuğunu bulmuştum galiba. Ya da o kendini öyle göstermeye çalışan ergen bir züppeydi. Yüzünde hala birkaç sivilce olduğu gözümden kaçmamıştı çünkü. Tamam, benim de var sivilcelerim ama daha çok sırtımda, yüzümde fazla sivilce çıkmadığı için şanslıyım. Annem yakında geçeceklerini söylüyor ve azaldıklarını ben de fark ediyorum.
Havalı çocuk bana başka bir şey söylemediği için ben de konuşmaya hevesli değildim. Yerime yerleşmiş, millet sıralarına otururken sağa sola bakıyordum ki onun da baka bir tarafa baktığını görünce hemen sıradaki adına bir göz atma şansım oldu.
‘’Göktuğ Tunçsoy.’’ Muhtemelen o zaten benim adımı, ben sıraya gelmeden okumuştu. Kafasını çevirdiğini anlar anlamaz hemen ben de bakışlarımı başka tarafa çevirdim.
Ayberk’le aynı sınıfa düşmemiştik ama belki yabancı dil sınıfında denk gelirdik. Bu yıl hazırlık okuyacak ve seçtiğimiz yabancı diller için yoğun eğitim alacaktık. Ben de Ayberk de bu okula çok önceden hazırlandığımız için zaten İngilizce yeterliliği kazanacak kadar dil öğrenmiştik ama okulda toplamda 7 farklı dil eğitimi veriliyordu ve öğrencilere seçme şansı sunuluyordu.
Babamın tavsiyesiyle, Batı dillerinden Fransızca, Türkiye’nin coğrafi konumunu göz önüne alarak ve muhtemel operasyon alanımızı da hesaplayarak Rusça ve Arapça öğrenmeye karar verdim. Tabii hepsini birden değil, beş yıl boyunca geliştirecektim sırayla. İlk yıl Fransızca ve Arapça ile giriş yapacaktım. Ayberk de benimle aynı dilleri seçmişti. Yani seçmeli derslerde bir araya gelecektik muhtemelen. Diller konusunda epey zorlanacaktım belki ama kim kolay olacağını söylemişti ki zaten? Eğitimlerim için yurtdışına da çıkacağımdan batı dillerinden ikisini bilmek bu kurslar sırasında işime yarayacaktı.
Fransızca seçmemin bir başka stratejik sebebi de Afrika’nın birçok bölgesinde sömürgecilik döneminden kalma en yaygın dillerden biri olmasıydı. Türkiye’nin Afrika kıtasındaki politikaları bizlerin de oralarda göreve gitme ihtimalini güçlendirdiği için yerel halk veya batılı unsurlarla iletişim sorunu yaşamamak için faydasını göreceğimi söylemişti babam.
İlk dersimiz binbaşı olan hocamızın açılış konuşması ve bizlerden kendimizi kısaca tanıtmamızı istemesiyle start vermişti. Sınıfta benimle birlikte 4 kız vardı. Her birimiz bir erkek öğrenciyle yan yana oturtulmuştuk. Öğrenciler sırayla kalkıp adlarını, geldikleri şehri ve bu okula ne için geldiklerini kısa bir şekilde söylüyorlardı. Sıra bize geldiğinde Göktuğ hareket etmeyince önce ben kalktım.
‘’Asena Çiçek Bozkurt. Ankara’da yaşıyorum. Babam da bir askerdi ve bu ülke için askerlik mesleğinin önemini bilerek büyüdüm. Burada en iyi şekilde eğitim alıp helikopter pilotu olmak istiyorum.’’ derken bütün sınıf ve binbaşı bana bakıyordu ama yorum yapmadı. Ben yerime oturunca Göktuğ ayağa kalktı.
‘’Göktuğ Tunçsoy. Ankara’da yaşıyorum. Askerliğe olan ilgim beni bu okula getirdi.’’ Soğuk, çizgi çeken bir ses tonuyla konuşup oturdu. Kısa ve net. Sıra arkamızdaki öğrencilere geçerken Göktuğ sessizce tahtaya bakıyordu. Ama o konuşurken binbaşının gözlerinde onu süzen bir bakış yakalamıştım. Hatta demin ben konuşurken de gözleri biraz kısılmıştı. Ama sanırım Göktuğ’u daha ilgi çekici bulmuştu. Ya da o da benim gibi soğuk ve havalı bir ergen diye düşünmüş olabilirdi tabii.
Ders arası koridora çaktığımda yalnızdım. Kız öğrencilerin koridorda bir araya geldiklerini gördüm. Bana da gülümsediler ve,
‘’Merhaba, istersen tanışalım.’’ dedi içlerinden biri.
‘’Merhaba, olur.’’ deyip onlara doğru yürürken sıra arkadaşım hayalet gibi süzülüp geçti yanımdan.
‘’Biraz soğuk bir tip mi?’’ dedi bana merhaba diyen kız Göktuğ’un arkasından bakarken. Omuz silktim.
‘’Bilmem, sanırım.’’ dedim kayıtsız görünerek.
‘’Ben Işıl.’’ deyip elini uzattı bana. Sarışın, mavi gözlü, güzel bir kızdı. Saçlarını güzelce toplamıştı tepesinde. Biraz minyondu bana göre ama cana yakın görünüyordu.
‘’Asena Çiçek.’’
‘’Aslıhan.’’ diğeri uzattı elini. Koyu renk saçları kısa kesilmiş, kahverengi gözlü, geniş yüzlü bir kızdı. Geniş omuzlu, güçlü görünen bir tipti. Onunla da tokalaştıktan sonra sonuncusu,
‘’Ben de Sibel.’’ Sibel hepimizden daha minyon, dar çeneli, koyu renk saçlarını sıkıca bağlamış küçük yüzlü, biraz donuk bir kızdı. Elimi uzatırken bana biraz kibirle bakar gibi geldi ama önyargılı olmak istemedim. Tanışma faslından sonra sohbete girdik. O sırada Ayberk’in aban doğru geldiğini gördüm.
‘’Çiçek?’’ dedi bana yaklaşıp. Kızlar Ayberk’e ilgiyle bakarken ona dönüp,
‘’Ayberk?’’ dedim sakince.
‘’Nasıldı ilk dersin?’’ dedi direk sohbete girip.
‘’İyiydi, arkadaşlarla tanışıyordum.’’ dedim bize bakan kızları ima ederek. Ayberk onlara kısa bir selam verip ilgisizce,
‘’Merhaba arkadaşlar.’’ dedi ama onların cevabını alırken çoktan bana dönmüştü bile.
‘’Bahçeye çıkalım mı birlikte, eğer sakıncası yoksa arkadaşlar için?’’
‘’Sorun yok.’’ dedi Işıl sevimli şekilde bizimkine gülümseyerek. Hemen bir yakıştırma yapmayacaktım hayır.
‘’Tamam, sonra görüşürüz arkadaşlar.’’ deyip Ayberk’le ilerledim.
‘’Arkadaş edinmeye başlamışsın, güzel.’’ dedi bana o bildik bilgiç tavrıyla.
‘’Beni kaçırmasaydın ediniyordum.’’ diye düzelttim biraz ukala bir tarzda. Bana bakıp omuz silkti,
‘’Sadece sorumluluk sahibi olmaya ve ilk günden seni yalnız bırakmamaya çalışıyordum.’’
‘’Beni bahane etmiyorsun değil mi? Yoksa kimseyle tanışmadığın için kendin mi yalnız hissettin? Kimseye söylemem söz, rahat ol.’’ dedim sahte bir dostluk ifadesiyle. Bana bakıp gözlerini kıstı ve,
‘’Hiç büyümeyeceksin diye korkuyorum bazen.’’ dedi sakince. Gözlerimi kıstım.
‘’Bana büyüklük taslamaktan vazgeçtiğinde belki seni ciddiye alırım.’’ Binadan çıkmıştık. Bahçe kalabalıktı ama herkes yeni yeni kaynaşıyor gibiydi. İkili veya üçlü grupların yanı sıra bazıları yalnız başına bakınıyordu etrafa. Onlardan biri de sıra arkadaşımdı. Tek başına yürüyordu.
‘’Sana büyüklük taslamıyorum ki. Sadece dost olmaya çalışıyorum ama sen her seferinde anlayamadığım bir tavır takınıyorsun.’’
Gözümü bahçede yalnız gezen Göktuğ’dan ayırıp Ayberk’e çevirdim. Hemen hemen aynı boydaydılar muhtemelen. Ayberk koyu renk saçlara, biçimli yüz hatlarına ve annesininkilere benzeyen kahverengi gözlere sahipti. Yakışıklıydı işte ne yalan söyleyeyim. Ama şimdi konumuz bu değildi, sonuç olarak anlaşamıyorduk biz bu çocukla.
‘’İkimiz de aslan burcuyuz, ne bekliyorsun ki? Annem beni biraz daha geç doğursaydı daha fenaydı ama hadi dua et.’’
‘’Nedenmiş o?’’
‘’Neden mi? Eğer başak burcu olsaydım galiba birbirimizi boğmaya falan kalkardık. Ay ama ellerim kirlenir diye eldiven takmak zorunda kalırdım o zaman da.’’ Ayberk boş boş bakınca yüzüme,
‘’Temizlik takıntıları oluyor da başakların. Ayrıca her şeyini irdeleyip eleştirir ve hiçbir şeyinden memnun olmazdım. Ama iyi bir dinleyici ve yargılayıcı olurdum aynı zamanda.’’
‘’Asena ne diyorsun ya? Okulun ilk günündeyiz ve kalan 5 yıl boyunca bırak da burada birbirimize destek olalım işte. Burçlarla hiç ilgilenmiyorum.’’
‘’Tamam ya şaka yapıyorum. Biraz boş vaktimde bakmıştım bir ara bu burç işleri nedir diye.’’
‘’Eminim okulda çok faydasını görürsün.’’ Alaycı bir ifade vardı yüzünde.
‘’Bak kaşınma?’’ dedim parmağımı sallayıp. Ellerini kaldırdı ve,
‘’Tamam, beyaz bayrak uzatıyorum size Asena Hanım.’’ derken de bir elini bana uzattı. Yüzüne manidar şekilde bakıp elini sıkarken,
‘’Peki, birbirimize köstek olmak ve küçük düşürücü laflar sokmak yok Gürhan Bey. Çünkü biliyorsun bu konuda senden daha iyiyim.’’
‘’Anlaştık. Ne zaman başın sıkışsa sana yardım etmeye söz veriyorum. Laf sokmadan.’’ diye de ekledi.
‘’Peki, ben de sana.’’ dedim samimiyetle. Sonuçta kuzen çocuğu sayılırdık bir yerde. Babalarımız çocukluk arkadaşı, analarımız kardeş gibi. Çocukluktan beri çok sık görüştük, çok sık kavga ettik. Birkaç kez saçını falan çekip pataklamışlığım da olmuştur ama iyi çocuk kerata.
‘’Nasıl etraf?’’ dedi etrafa bakınırken.
‘’İyi, yani alışacağız bir şekilde. Akıllı telefonlar da yasak.’’
‘’Eh, güvenlik birinci şart tabii. Tuşlu var. Gerektiğinde onunla ararız bizimkileri.’’
‘’Aynen. Bu beş yıl bizim en büyük şansımız kendimizi geliştirmek için. Sizin sınıfta kaç kız var?’’
‘’Dört galiba. Sizinkinde?’’
‘’Bizde de. Yanımda gördüklerin ve ben işte.’’
‘’Umarım iyi kızlardır. En azından akşamları sohbet edecek birileri olur.’’
‘’Bakalım, biraz tanıyayım da.’’
‘’Hadi girelim, teneffüs bitti.’’ dedi herkesin içeri hareketlendiğini gören Ayberk. Tam kapıya yönelecekken Göktuğ’un en geriden geldiğini gördüm. Sanki tüm bu kalabalığın bir parçası olmak için hiçbir acelesi yokmuş gibi sakince yürüyordu.
‘’Çok tuhaf bir tip.’’ dedim hala ona bakarken.
‘’Kim?’’ dedi Ayberk baktığım tarafa bakarken.
‘’En geriden gelen kumral. Sırada yanımda oturuyor, soğuk ve biraz garip bir enerjisi var.’’ Ayberk, Göktuğ’a bir iki saniye bakıp bana döndü,
‘’Hemen karar verme bence. Belki arkadaşlık kurmakta iyi değildir, utangaçtır, belki zor bir hayattan geliyordur.’’
‘’Tanımadığın birini savunuyorsun?’’ dedim Ayberk’e kaşlarımı kaldırmış şekilde bakarken. Omuz silkti,
‘’Hayır, sadece tanımadığım birini yargılamak istemiyorum. Sessizliği için bir sebebi olabilir çünkü.’’ Birlikte sınıflara dönerken Ayberk’in dediklerini ve Göktuğ denilen çocuğu düşündüm. Hem Ayberk’in bilgece yaklaşımına sahip olamadığım için biraz kızdım hem de haklı olabilir diye biraz kötü hissettim…