Ablamla davete bir saat kala hazırlanmayı bitirmiştik. Kendini aynada defalarca kez izlemesine rağmen yine de bıkmamıştı. Çünkü ne bu tarz ortamlara ne de bu tarz kıyafetlere alışkındı. Ablam benim kadar dışa dönük biri değildi. O içine kapanık sessiz tiplerdendi. Yani bu mahalleye tamamen uyum sağlayan biriydi. Benim gibi ayrık otu gibi dışarıda durmuyordu. Bu yüzden kimse onu benim gibi aşağılayıcı bakışlarla süzmüyordu.
Boynuna babamın onun için yaptığı ve elbisesiyle harika bir uyum sağlamış olan mavi taşlardan yapılmış altın bir kolye vardı. Gerçek safir değildi taşlar. Çünkü safir bir kolyeyi takmak herkesin harcı değildi. En azından bizim gibi bir aile için bu pek mümkün görünmüyordu. Her ne kadar aynanın önünde gerçek safirden yapılmış bir bileklik duruyor olsa da o bana ne bana ne de bu aileye aitti. Ve bu gece ait olduğu dünyaya geri dönecekti.
Benim takılarla aram iyi değildi. Ancak bileğimde çocukluğumdan beri hiç çıkarmadığım, tasarımını ve işçiliği babamla yaptığımız bileklik duruyordu. Altın ve kırmızı taşlardan yapılmıştı. Babam ne kadar kırmız taşlar yerine yakut kullanmayı istemiş olsa da onu karşılayabilecek durumumuz olmamıştı. Ancak benim için bu bileklik yakuttan yapılmış kadar değerliydi. Bu bileklik bu ev halkından aldığım, babamın ve benim emek vererek aldığım ilk hediyeydi. Ve bir kez olsun onu çıkarmayı düşünmemiştim. Bu gece de çıkarmayacağım gibi…
Küçük bir çanta alıp içine gerekecek birkaç şey koydum. Sonrada Evren’in gönderdiği bilekliği de kutusuyla beraber içine koyarak kapattım. Ablam bizim için iki şal almıştı ve kapıda beni bekliyordu. Çağırdığımız taksi de birazda gelirdi zaten. Evren arayıp araba yollamak istemiş olsa da bunu istememiştim. Oraya kendimiz de gidebilirdik. Kimseyi ayağıma çağırmaya niyetli değildim. Böylesi kendimi daha iyi hissetme neden olurdu.
Ablamla kol kola merdivenleri indiğimizde annem ve babam salonda sohbet ederek bizi bekliyorlardı. Bizim varlığımızı fark ettiklerinde ise ikisi peş peşe ayağa kalmış ve gülümseyerek bize bakmaya başlamışlardı. Annem daha fazla dayanamamış ve ilk ablama ve sonrada bana sıkıca sarılmıştı. “ Maşallah beni güzel kızlarıma.” Demeyi ve yüzümüze defalarca kez tükürmeyi de ihmal etmemişti.
Babam bir elini bana uzatıp elimi tutmuş, diğer eliyle de ablamın elini tutmuş bizi süzüyordu.” Ayfer Hanım, görüyor musun kızlarımız ne kadar da güzel olmuşlar? Bunlar evden gittiğinde biz ne yapacağız?” diye sordu.
Annem ağlamaya başlamak üzereyken babamın bu sorusuyla muslukları açmıştı. Ablamla aralarına girip kollarımızı onlara doladık. “ Ablamı bilmem ama benim için endişelenme babaç” dedim. Ablam çatık kaşlarla bana baktığında gülümseyerek devam ettim. “ Onu yakın zamanda kaçırmaz isterler ama beni kimse istemez. Bu yüzden hayatımın sonuna kadar dizinizin dibinde oturacağım. Bu konuda endişeniz olmasın.”
Üçü de gülmeye başlamıştı. “ Seni alacak adamı gerçekten çok merak ediyorum deli kız. Allah o adama şimdiden bol bol sabır versin. Sen aldıktan sonra gerçekten çok ihtiyacı olacak.” Dedi annem gülümsemesinin arasından. Sabah yaptığım için hala bana kızgın olduğunu biliyordum. Bu yüzden üstelemedim. Aynı konuşmanın açılmasını istemiyordum.
O sırada kapıdan duyulan korna sesleriyle babam yanımızdan ayrılıp cama yaklaşmıştı. Perdeyi aralayıp dışarıya kısa bir bakış attıktan sonra yeniden bize dönmüştü. “ Taksi geldi kızlar. Oraya gittiğinizde bana haber vermeyi unutmayın. Eğer geç gelecekseniz Evren’e ya da Ferhat’a söyleyin sizi bıraksınlar. Taksiyle dönmenizi istemiyorum.”
Her ne kadar içten onaylamasam da sesli olarak tersini dile getirmek durumundaydım.” Tamam bana. Söylerim.” Dedim ve yanağından öpüp anneme yöneldim. Onu da öptükten sonra kapıyı açıp dışarıya çıktım. Ablam da hemen arkamdan gelmişti. İkimiz de taksiye binerken evlerin pencerelerinden bize bakan birkaç meraklı göz de dikkatimden kaçmamıştı. Ancak onları umursamayacak kadar heyecanlıydım. Bu gece benim gecemdi ve kimsenin bozmasına izin vermeyecektim.
Taksi şirketin önünde durduğunda, çantadan ücreti çıkarıp dışarıya çıktım. Ablam da diğer taraftan inip arabanın önünde birleştik. İkimizin de kavalyesi olmadığı için birbirimizin koluna girerek, davetliler için serilmiş kırmızı halı üzerinde yürümeye başladık. Giriş kapısında elinde not defteriyle bekleyen güvenliği gördüğümde hızımı azaltmamıştık. Zaten adımızı sorma gereği bile duymamıştı. Beni tanıdığından ablamı tanımıyor bile olsa benim misafirim olmasından dolayı sesini çıkarmamıştı. Biz de duraksamadan hazırlanmış olan davet salonuna doğru ilerledik.
Girişte Evren’le karşılaşmak beklemediğim bir durumdu. Tabi burada kasıtlı olarak beklemiyorsa eğer. Çünkü böyle önemli bir davette onunla karşılaşma ihtimali oldukça düşüktü. Ancak içimden bir ses bunun altından bir şeylerin çıkacağını bana fısıldayıp duruyordu. O sesi şeytana yorarak dinlemeyi bırakıp gülümseyerek Evren’in yanında durdum. Zaten biz yanına gitmeden bizi fark ettiği için bizi izliyordu. Bu yüzden bakışlarının esas noktasını yakalamak benim için çocuk oyuncağı olmuştu.
Ablamın heyecanlanmaya başladığın hissettiğimde, burada benim bilmediğim başka bir şeyler döndüğüne emin olmuştum. Bunu önce ablama daha sonra Evren’e sormak için aklımın en kullandığım köşesine not ettim. İkisine aynı anda soramazdım çünkü ikisinin cümlelerini karşılaştırıp doğruluğunu değerlendirecektim. İkisinin ne kadar tutarlı olacağını o zaman anlayabilirdim.
“ Yakut,” dedi bana el uzatırken. Ben de uzattığı eli tuttum. Sonrada aynı eli ablama yöneltti. Zümrüt, hoş geldin. Çok güzel görünüyorsun. Bu gerçekten böyle miydi yoksa şüphelendiğim için mi böyle hissediyordum bilmiyordum ama ablama olan bakışları dikkatimi çekmişti. Üstelik beni sadece Yakut diyerek selamlarken ablama iltifat ediyordu.
İç sesim sen iltifatlardan hoşlanmazsın diye bas bas bağırırken fesat tarafımı dinlemek daha fazla işime gelmişti. İkisi arasında benim yeni eğlence kaynağım olacak bir şeyler döndüğü ortadaydı.
“ Evren Bey siz de çok iyi görünüyorsunuz. Bu gün için özel olarak hazırlanmış gibi görünüyorsunuz. Bildiğim sebepten başka bir şeyler mi var acaba?” diye sordum. Yüz ifadesini kaçırmamak için gözümü bile kırpmada yüzüne bakıyordum. Ablama attı kaçamak bakışları görmek düşüncelerimi doğrulamaya yetmişti.
“ Yakut, davet var bildiğin gibi. Bunun için hazırlandım.” Diye yanıtladı aceleci bir tavırla. Üstelemeye gerek yoktu. Bunun için daha sonra bol bol vaktim olacaktı. Bu yüzden bu eğlenceli kısmı sonraya erteleyip konuyu şimdilik kapatacaktım.
“ Madem öyle girelim mi?” diye sordum. İkisi de başını olumlu anlamda salladığında, aklıma gelen yeni düşünceyle olduğum yerden bir adım bile kıpırdamamıştım. Ablama dönerek “ Sen Evren Beyle içeriye geç abla. Ben bir lavaboya gidip geleceğim.”
İkisi de bunu beklemediği için birkaç saniye afallasalar da hızlı toparlanmışlardı. “ Ben de seninle…”
Elimi kaldırıp ablamı susturdum. “ Siz geçin abla. Ben hemen geleceğim.” Dedim ve Evren’e doğru baktım. O hala şaşkın görünüyordu. Ancak mutlu olduğu da gözümden kaçmamıştı.” Ablama birkaç dakika göz kulak olursunuz değil mi?”
“ Sen git, biz içerde olacağız “diye karşılık verdi. Kahkaha atmamak için dudaklarımı ısırmam gerekmişti. Evren’in ablama uzattığı kolu, ablamın çekingen bir şekilde bana baktığını gördüm. Başımla gir işareti verdiğimde, kızaran yanaklarla söylediğimi yaptı. İkisinin kol kola içeriye girişini izledim. Gerekten çok sevimli görünüyorlardı. İkisini ayrı ayrı sıkıştırdıktan sonra bu konu hakkında bir şeyler yapmayı düşünüyordum.
Gülümseyerek lavaboya girdim. Ancak içerisi tıka basa dolu olduğundan içeride duramadım. Ancak davet salonuna da hemen gidemezdim. Ben oraya şimdi gidersem ikisi ayrılırlar ve konuşma fırsatlarını kaçırırlardı. Bu yüzden biraz oyalanmak durumundaydım. O ikisine konuşmaları için yeterli bir süre vermek istiyordum. Eğer tahminlerim doğruysa ki şu ana kadar bu tarz şeylerde hiç yanılmamıştım, ikisi birbirinden hoşlanıyordu. Ancak bir miktar teşvike ihtiyaç duyuyorlardı. Ve ihtiyaç duydukları teşvik bendim.
Bej elbisemin eteğini kaldırarak kapıya doğru yürümeye başladım. Ablamdan şalı istemediğim için pişman olmuştum şu an. Ancak şalı isteseydim şüpheleneceğini de biliyordum. Bu yüzden biraz idare etmem gerekecekti. İçeriye giren davetlilerin yanından geçerek dışarıya çıkmaya çalışıyordum. Bu havada bu yaptığım oldukça delice geliyor olmalıydı çünkü yanımdan geçip gidenler bana tuhaf bakışlar atıyorlardı.
Açık bıraktığım saçlarım bir nebze beni soğuktan koruyordu ancak yeterli değildi. Sadece sırtımın açık kalan kısmını soğuğun keskin etkisinden arındırıyordu. Ama bu tamamen sıcak tuttuğu anlamına gelmiyordu. Bu yüzden ellerimi kendime dolayarak merdivenlerin başına gelip durdum. Kimseye engel olmamak için kenara geçip İstanbul’un gece karanlığında olan büyüleyici görüntüsünü izlemeye başladım. Buradan çok fazla bir yer görünmese de idare ederdi.
İstanbul’u izlemek bana ayrı bir sakinleştirici etki veriyordu. Bu yüzden canım sıkıldığında, içinden çıkamayacağım bir noktaya geldiğimde, dayanamayacağım kadar canım yandığında soluğu Çamlıca tepesinde alırdım. Ve sakinleşene kadar, acımı hafifletene kadar, bir çözüm yolu bulana kadar da oradan dönmezdim. Babam sayesinde keşfettiğim bu tepeden o günden sonra hiç vazgeçmemiştim. O gün işe yaradığı için aklımın bir köşesinde her zaman işe yarayacağına dair bir düşünce oluşmuştu. Gerçekten ama gerçekten de işe yarıyordu.
Bu yönümü ailemdekiler de bilirdi. Bu yüzden kırıldığım zamanlarda beni nerde bulacaklarını bilirlerdi. Evde yoksam ve bir sorun varsa beni arayacakları yer Çamlıca tepesi olurdu. Bu kesin ve değişmez bir durumdu.
Uzun zamandır o tepeye gitmediğimi de şimdi fark ediyordum. En son dört yıl önce falan gitmiştim oraya. O zamanda da babam küçük bir kaza geçirmişti. Onun yanında ağlayamayacağım için kendimi oraya atmış ve rahatlayana kadar ağlamıştım. Sonrada sakinleşmiş bir şekilde eve dönmüştüm. O günden sonra bir daha oraya gitmeye ihtiyacım olmamıştı. Olmasından yana da değildim hani. Hayatımda her şeyin yolunda olmasından oldukça memnundum.
Soğuk artık katlanılmaz olduğunda, daha fazla burada duramayacağımı anladım. İçeriye girme vaktim gelmişti. Arkamı dönüp içeriye girmek için acele ederken, bir anda elbisemin uzun kuyruğuna bastım ve sendeleyerek yere doğru düştüm. Ancak zeminle buluşmadan bir el beni belimden tutup düşmeden önce yakalamıştı. Yere düşmek üzere olmama mı, beni düşmeden önce yakalayan kişiye mi yoksa bu adamı daha öne tanımadığıma mı şaşıracağımı düşünmeye başlamıştım.
Ancak bu adamın kim olduğuyla ilgili düşüncelerim daha ağır basıyordu. O an hangi pozisyonda olduğumuzu hatırlayarak aniden doğrulup beni tutan güçlü ellerden kendimi kurtardım. Adam ise ceketinin yakasını düzeltip kıpırdamadan bana bakmaya devam ediyordu. Onu nerde gördüğümü düşünmeye başlamıştım. Tanıdık gelmiyordu. Daha önce hiçbir lansmanda denk gelmediğime emin olmuştum.
Bronz saçları kısaydı. Işıkların altında parlayan ve ela olduğunu anladığım gözleri üzerimde izinsiz bir şekilde dolanıyordu. Ben kısa bir kız değildim. Bir yetmiş boyum vardı. Ama bu adam nerden bakarsam bakayım benden bir oldukça uzun bir yapıdaydı. Üzerindeki mavi takım elbisesi ve kusursuz fiziğiyle oldukça etkileyici görünüyordu. Bana tanıdık gelen hiçbir yanı yoktu.
O an ona bir teşekkür borçlu olduğumu hatırladım. Öyle ki onun da beklenti içinde olan bakışları aynı şeyi düşündüğü kanıtlıyordu. “ Ben teşekkür ederim.” Dedim soğuktan titreyen dudaklarımı zorlukla kontrol altına alarak.
“ Önemli değil…” dedi adımı beklediğini ima ederek. Her ne kadar buna gerek duymuyor olsam da buna teşekkür borçlu olduğumdan ona bu kadarını borçlu olduğumu hissetmiştim.
Elimi uzatıp “ Yakut Eren” dedim. Dudaklarında oluşan belli belirsiz gülümsemeye takıldım. O da uzattığım eli tuttu.
“ Murat Doğan.”
İsim kafamın içinde yankılanırken yüzüne şaşkın bir ifadeyle baktığıma emindim. Bunu yüzündeki gülümsemenin daha belirgin olmasından anlayabilmiştim. Murat Doğan… Doğan Mücevherin yeni patronu. Şu meçhul kişi. Beni düşmekten kurtaran kişi şirketimizin bir numaralı rakibiydi. Gerçekten tuhaf bir durumdu. Bunun hayalini bile kurmazdım ama olmuştu işte.
“ Sizinle bu şekilde tanışacağımı düşünmezim.” Dedim elimi elinden kurtarırken. “ Hoş geldiniz.”
Elini indirip geri çekmişti ancak gülümsemesini bitirmemişti. “ Ben de şu meşhur Yakut’la bu şekilde tanışacağımı düşünmemiştim. Bir de rakibimin bu denli genç ve güzel olduğunu.”
Ağzımı açmıştım ama bu cümleye karşı diyecek bir şey bulamadığımdan kapatmak zorunda kalmıştım. Zoraki bir gülümsemeyi yüzüme yerleştirip başımla onu selamlamış ve bu kez eteğimi tutarak kapıdan içeriye girmiştim. Hızımı hiç azaltmadan doğrudan davetin yapılacağı salona girip, kalabalık arasında zorlukla seçebildiğim ablam ve Evren’in yanı gittim. Az önceki tuhaf karşılaşma olmazsa bu yakınlık hakkında eğlenceli düşüncelerle hem kendimin hem de ikisinin keyfini artırabilirdim. Ancak aklım sürekli bir yere doğru kayıyordu. Murat Doğan…
Ablam beni fark ettiğinde, Evren ile her halinden anlaşıldığı üzere keyif aldığı bir sohbet içinde olduğu halde konuşmayı yarım bırakarak bana yöneldi. Gerginliğimi onlara yansıtmaya çalışarak gülümsüyordum. “ Nerde kaldın Yakut? Seni merak ettim.” Dedi.
Dudaklarımı birbirine bastırarak önündeki bardağı elime alıp gülümsememi saklamak adına bir yudum aldım. Beni merak ettiği o kadar belliydi ki, Evren’le kahkahalar atıyordu. “ Çok üzgünüm abla. Ama sanırım Evren sana gecikmem hakkında komik bir şeyler anlatıyordu. İkiniz de pek bir gülüyordunuz.”
Ablamın yanakları kızarmaya başladığında çok doğru bir yere değindiğimi de anlamış oldum. Onun bir şey diyemeyeceğini anlayan Evren araya girmek mecburiyetin de hissetmişti.“ Şey, o mu…” elini ensesine götürüp kaşımaya başladığında. Onun böyle çekingen halini görmek beni daha fazla eğlendiriyordu. “ Aslında biz iş hakkında konuşuyorduk.”
Bir kaçış hemen havaya kalmıştı. “ Demek iş hakkında konuşuyordunuz… Sevgili patronum, bunca yıl sizinle çalışıyorum ancak şimdiye kadar sizinle defalarca kez iş hakkında konuşmama rağmen bu kadar güldüğümü hatırlamıyorum. Bunu nasıl açıklayacaksınız?
Ablam sanki daha fazla kızarabilecekmiş gibi kızarmaya devam ettiğinde Evren ile birbirine kaçamak bakışlar atıyorlardı. Bir anda üstlerine bu kadar gitmek iyi olmazdı. Eğer düşündüğüm şey doğruysa birbirlerine bile itiraf edemedikleri ortadaydı. Ben de üstelersem daha kötüye gidebilirdi. Ablamı tanıyordum. Çekingen bir yapıya sahipti ve kendini bir konu hakkında kapatırsa yeniden açmak zor olurdu. Bu yüzden burada buna nokta koymalıydım. İkisini de ayrı ayrı sorguya alıp daha sonra eğlenebilirdim.
“ Sen yine neye gülüyorsun Yakut Hanım.”
Ferhat Beyin keyifli sesi aramıza sızdığında gülümsemem daha fazla yüzüme yayılmıştı. “ İş konuşuyorduk.” Dedim Evren’i taklit ederek. Ancak o ne demek istediğimi anlamış olacak çekingen bir ifadeye bürünüvermişti.
“ İş konuşurken gülen birilerini görmek çok ilgin doğrusu.” Dediğinde uzun süredir tutmaya çalıştığım kahkahalarımı serbest bırakarak gülmeye başladım. Ferhat Bey neye güldüğümü anlamamıştı ancak diğer ikisi kahkahalarımın nedenini anlamıştı. Ne kadar kendimi durdurmaya çalışsam da işe yaramıyordu. Elimle ağzımı kapatmam da çözüm olmamıştı.
O sırada yanımızdan geçen garsonların taşıdığı tepsilerden bir meyve suyu alıp yudumlar almaya başladım. Sırf gülmeye ara vermek için yaptığım bir hareketti. Ancak Ferhat Beyin sorusunu hatırladıkça ve Evren ve ablamın yüz ifadeleri gözümün önüne geldiğinde susma çabam çok uzun sürmüyordu.
Ferhat Bey şüpheyle bizi süzerken ben Evren’i kenara itip Ferhat beyin yanına geçtim. Sonrada koluna girerek “ İlaçlarınızı aldınız mı?” diye sordum. Hem konuyu dağıtmak hem de sürekli ilaçlarını almayı unuttuğundan sormuştum. Yüzümde gezinen bakışları onun alı almadığını düşündüğünü gösteriyordu. Ve ben cevabı çoktan anlamıştım. Yine unutmuştu.
“ Sanırım ben yine unuttum.” Dedi çekingen bir gülümsemeyle. “ Sen olmazsan halim ne olur bilmiyorum.” Diye de ekledi.
“ Bunları duymaktan hoşlanmadığımı biliyorsunuz. Bu yüzden duymamış gibi yaparak odanızdan size ilaç getirmeye gidiyorum.” Dedim kolundan çıkarken.
“ Çabuk dön annem sırf seni görmek için buraya geliyor. İlk seninle konuşmak isteyecektir. Fırça yemek istemiyorum.”
“ Hemen geliyorum.” Sonra ablama döndüm. “ Ben hemen geleceğim abla. Siz Evren Bey’le iş konuşmaya devam edebilirsiniz.” Sonrada dudaklarımız ısırarak arkama bakmadan asansöre doğru yürümeye başladım.