Mısır gevreği dolu kaseyi önüme iteklediğimde kaşığı havaya kaldıramayacak kadar bitkindim. Dün gece yaşadığım rastlantı kabus görmeden bayılırcasına uyumama sebep olsa da bundan pek hoşnut olduğum söylenemezdi. Kafam tabiri caizse kazan gibiydi ve hatırladıklarım dahilinde bana söyledikleri her söz, bir kepçenin dibe batması misali zihnimi allak bullak ediyordu.
"Gece senin için yorucu geçmiş." Sarah, annemin zıttı sarı saçlarını tepesinde toplamış, bir elinde rujla işe gitmek için hazırlanıyordu. "Eve geç geldin, Vera. Bu bir ilk! Ne zaman anlatacaksın?"
Bakışlarımı ağırca kaldırdım. Ona hiç yalan söylememiştim. Tek akrabam, uzun süredir neredeyse tek arkadaşımdı. "Yeni insanlar tanıdım." Bu söylediğim yalandan fazlasıyla uzak olduğu için gevrek dolu kaşığı gönül rahatlığıyla ağzıma götürdüm.
"Erkek insanlar mı?" Sarah güldüğünde rujun kapağını kapattı. Masadaki sandalyeyi çekip önüme kurulduğunda o anın geldiğini anlamıştım. "Nasıl tanıştınız? Dün ilk randevunuz muydu yoksa plansız mı gerçekleşti?"
"Düşündüğün gibi değil." Suya uzandığımda yanaklarımın kızarmaması ya da burnumun kaşınmaması için dua ediyordum. "Buraya yeni taşınmışlar sanırım. Birkaç kez denk geldiğimizde sohbetlerinden hoşlandım. Dört kişilik bir yürüyüş yaptık gece boyunca. Birbirimizi tanıyıp arkadaş olduk, hepsi bu."
"Gece boyunca yürüdünüz mü?" Sarah'ın yüzü ciddileştiğinde kırmızı ojeli parmaklarını kulağının arkasına sürttü. "Caddede ya da merkezde mi? Kalabalıkların arasında. Mesela bir kafede zaman geçirmişsinizdir. Değil mi, Vera?"
Onun su yeşili gözleriyle bakıştığımda başımı salladım.
"Biliyorsun, Lotus'ta son güz geceleri..." Aniden durduğunda dişlerini gösterecek kadar büyük güldü. "Saçma sapan bir efsane işte. Söylemek istediğim sadece ayazı cildi mahvediyor." Bardağımı kavradığında birkaç yudum içtiğim suyu tek seferde bitirdi. "Samir ve benimle tatile gelmemeye kararlı mısın?"
Samir, teyzemin iki senelik beraberliğini geçtiğimiz ay nişanla taçlandırmasına sebep olan erkek arkadaşıydı. "Söylediğim gibi ben evde kalıyorum siz gidiyorsunuz." Bu sene tek iznini berbat edip romantikliği bozamazdım.
"Öyleyse beraber gitmiyoruz çünkü seni yalnız bırakmam." Kalktığında eliyle öpücük attı. "Çıkmalıyım, akşam gecikirsem dolapta sandviç stoku var. En sevdiklerinden, garnitürlü."
Kapıya dek yolcu ettiğimde alnıma bana her daim sıcak gelen bir öpücük kondurdu. Çocukluğumda o kadar çok beraber uyumuştuk ki hangi parfümü sıkarsa sıksın öz kokusunu ayırt edebiliyordum.
"Sarah," dediğimde arabasının anahtarını çıkarırken durdu. "Son güz gecelerine inanıyor musun?"
Gözlem yeteneğim annem kadar iyi olmasa da dudağında asılı kalan gülücüğün solmaya daha yakın durduğunu görebiliyordum. Çenesini kasıyor, belki de dişlerini sıkıyordu.
"Bu soru Grimm Kardeşlerin masalları gerçek mi sorusuyla tamamen aynı." Ceketinin düğmelerini ilikledikten sonra ensesinde kalan at kuyruğunu dışarı çıkardı. "Hem nereden aklına geldi ki bu?" Omzumu silktiğimde suratı aniden düştü. "Evren'in ölümünün ikinci senesindeyiz, o yüzden mi?"
Bunun beni ne kadar rahatsız ettiğini biliyordu. Ortadan yok olan benim annemse onun da ablasıydı. Beraber aşabilirdik ama babamın kaybı da eklenince içimde biriktiğim acı daha büyüktü, kıyaslanamazdı.
Hangi ara Sarah'ın omzuna yüzümü yasladığımı hatırlamıyorum. Yine aynısı olmuştu; ne kadar büyüdüğümü, atlattığımı, yokluklarına alıştığımı düşünürsem düşüneyim onlardan bahsettiğimiz her konuşmanın sonu böyle bitiyordu. Ağlıyordum. Bu beni yoruyordu ama içimde bir şeylerin güçlendiğini de hissediyordum.
"Yanında kalmamı ister misin?"
Başımı sağa sola sallarken burnumu çektim. "Patronunu tanıyorum. Başına dert açma, ben iyiyim."
Pek inanmasa da kabullenmek zorundaydı. Yerel bir gazetenin dağıtım şirketinde çalışırken aynı anda birkaç işi birden yaptığını biliyordum. Onu daha fazla yormaya hem gönlüm el vermiyor hem aynı şeyleri konuşmayı istemiyordum.
"Bak ne diyeceğim!" diyerek heyecanla durdu. Kapatmak üzere olduğum kapıya omzunu yasladı. "Arkadaşlarını çağır, film izlersiniz. Akşam erken gelebilirsem tanışmış oluruz hem zevklerine göre yiyecek bir şeyler de alırım birlikte yeriz, ne dersin?"
Parmaklarımı ağzıma götürüp tırnaklarımı kemirmeye başladığım esnada Sarah elime hafif ama hızlı bir tokat atarak bu iğrenç eylemi yapmamı engelledi.
"Olabilir, bunu düşüneceğim." Bana çatık kaşlarıyla baktığında afalladım. "Ne? Şimdi mi arayayım?"
"Bekliyorum, beni iyi olduğuna ve onlarla takılacağına ikna et."
Birilerine bazı şeyleri ikna etmeye mecbur durumuna düşmek beni fazlasıyla bunaltıyordu. Numaralarının olmadığını söylemem saçma gelecekti bu yüzden sanırım rol yapmak zorundaydım.
Sarah'ın sırtıma kenetlenen bakışları eşliğinde salona yürüdüm. Telefonumu her zaman uzandığım kanepenin kenarında bulunca ekrana baktım. Gözlerimi devirip kulağıma dayadığımda yeniden kapının önüne ulaşmıştım.
"Açmıyor," diyerek telefonu kulağımdan indirdim. "Kapalı."
"Açmıyor mu yoksa telefonu mu kapalı?"
Duraksadım, sessizce yutkundum. "Kapalı olduğu için açamıyor yani." Gülümsedim.
Sarah dudak büzünce gümüş kordonlu kol saatine baktı. "Diğerlerini ara. Dört kişi olduğunuzu söylemiştin."
Bu kadın her ayrıntıyı kafasında mı tutuyordu? Ahşap rengi ayakkabılığımıza bakmayı kesip acilen düşünmem lazımdı. Aksi takdirde Sarah'ın gözlerindeki şüpheci ifade gittikçe büyüyecekti.
"Onların numarası yok çünkü erkekler. Sen hep demez miydin bir erkek numaranı isteyene dek konuyu açma ve sakın ilk aramayı yapma diye. Elbette senin taktiklerini uyguluyorum, Sarah."
Dudaklarına bilmiş bir tebessüm yerleştiğinde tuttuğum nefesi bıraktım. "Aferin kızıma!" deyip yumruğunu havaya kaldırdığında aynısını yaparak ona eşlik ettim. Neyi kutladığımızı bilmiyordum ama ilk defa stratejisine uyum sağlamamdan hoşnut olmuştu.
Masada kalan kahvaltılıkları dolaba yerleştirip bulaşıkları tezgaha dizdim. Aylardır tek rutinim buydu. Üniversiteye hazırlanmam için Sarah birkaç özel öğretmenle görüşmüştü ve evde ders almaya başlamıştım. Sonuç berbattı, hiçbir şey anlamıyordum. Okulu dereceyle bitirdiğim halde derslere devam edemeyecek kadar zihinsel bir yorgunluğum vardı.
Kapının çaldığını duyduğumda ellerimi kuruladım. Sarah çıkalı neredeyse üç dakika oluyordu, bir şeyleri unuttuğunun farkına varması için harika bir zaman. Çiçekliğin yanındaki şemsiyeyi elime alıp gülümsedim. Geçen gün aniden bastıran şiddetli yağmur sebebiyle işyerinin otoparkına gidene dek sırılsıklam olmuştu ve kupalarla ıhlamur içerek anca kendine gelebilmişti.
"Kapına kadar gelen canavarları bu şekilde mi yok edeceksin?"
Arel'in yeşil gözlerine bakarken elimdeki şemsiye neredeyse düşecekti. Kendimi güvende hissettiğimi sanmıştım. Sıradan bir mahallede, klasik aile evinde yaşadığım için beni artık özgür bırakacaklarını düşünmüştüm.
"Demek Lotus'un en cansız kenti olan Görken'de yaşıyorsun."
Bu konu hakkında onlara daha önce bilgi vermemiş olmam umarım başıma dert açmazdı. Beni dün gece evimin önüne kadar değil, şehrin merkezine kadar bırakmışlardı çünkü.
"Konuşmamız gerek, Vera." Delfin'in üzerinde bu defa dün geceki gibi siyah kıyafetler hâkim değildi gayet sportif görünüyordu. Daha da önemlisi ılımlıydı.
Arel adımlarını geriye kaydırıp evin duvarına yaslandığında günün her vaktinde aynı huysuzluğa devam ettiğine karar verdim. Noyan ise neredeyse gülümsüyordu. Onların cephesinde her şey yolunda gibiydi.
"İçeriye gelmek ister misiniz?"
Pijamalarıma ve kedili panduf terliklerime baktıklarını fark ettiğimde bir ayağımı geriye saklayıp gülümsedim. Birlikte bir yere gitmemizdense onları eve almak daha mantıklı görünüştü gözüme. Ayrıca kabul etmeliyim ki, zarfı bırakanın beni izlediğini düşünüyordum.
Kararsızlıkla da olsa içeriye girdiklerinde kapıyı kapadım. Az önce aylık rutinimin sofra toplamak olduğunu söylemiştim, değil mi? Bunu tamamen unutalım. O heyecansız ama güvenli günlere geri dönebilmem için tempolu bir evreyi atlatmam gerekiyordu.
Tabii eğer gereken tek şey tempoysa. Tüm bunların bedelini canımla ödemeyeceksem, Sarah'a bir şey olmayacaksa, bu garip döngü benden bir şeyler almadan bitecekse.
Üç kişilik kalabalıklarından dikkatimi toplayan Arel oldu. Evimizdeki o eskimeye yakın eşyalara nasıl baktığını, ilgisini neyin çektiğini merak ettim. Hayatında hiç aile ortamına girmemiş gibi, hiçbir eve ait olamaz gibi yabancıl görünüyordu.
Çekingenlikle oturduklarında küçük salonumuz uzun zamandır ilk kez Sarah'ın arkadaşları dışında bu kadar doluydu. Kendime yakın hissettiğimden Delfin'le göz teması kurdum.
"Daha iyi misin, Vera?" diye sorduğunda bakışlarımı evin duvarlarında dolaştırdım. Bilmiyordum. Bilmediğimi biliyorlardı.
"Sana topluluğumuzdan bahsetmiştim. Şehre geldiğimizde kendi küçük ekiplerimizle hareket ediyoruz ve aslında dört kişiyiz. Merkezi çalışan üyemiz Sare de seni görmek istiyor."
Sonsuza kadar böyle mi sürecekti? Neyin içine düştüğümü bilemsem de her biri beni daha derine çekmek için uğraşıyordu sanki.
"Şart mı?" dedim merakla. "Sırf dün gece ormanda karşılaştığımız için artık bu şekilde mi devam edecek?"
"Hayatının bir anda altüst olması gerekiyormuş ama inan bana, hiçbiri planımızda yoktu."
Noyan'ın söylediği gerçek olabilirdi. Bir şeylerin değişmesi gerekiyormuş ve doğru zaman dünmüş gibi hissettiriyordu. Bu değişimin iyi ya da kötü olması da mühim değildi. Karşılaşmalar, yaşananlar hatta en küçük duygular dahi planlı olabilirdi.
"Burada Sarah'la mı yaşıyorsun?"
"Teyzemin ismini nereden biliyorsunuz?" diye endişeyle sordum. Yüzlerinde her an her şeyi doğru kaynaklardan öğrenebileceklerini vurgulayan bir ima vardı.
"Ailenleyken de mi burada kalıyordun?"
Farklı bir şeyi merak eden Noyan'dı. Başımı olumsuz anlamda salladım. "Kuhav'da yaşıyorduk ama ev bir seneyi aşkın süredir açık arttırmayla içindeki eşyalarla birlikte satıldı."
Çünkü orta gelirli bir ailenin ansızın ortadan yok olması böyle sonuçlanırdı. Babam henüz bana miras bırakma planları yapacak yaşta değildi, annem aile yadigarı adı altında bana hiçbir şey zimmetlememişti. Henüz birçok şeyin taksiti dahi bitmeden meclis üyeleri hepsine el koymuştu.
"Üzgünüm," dedi Delfin. Bunu duyan herkes zaten sadece üzgün olabilirdi. "Kaybedecek hiçbir şeyin olmadığını mı düşünüyorsun, Vera?"
Bunu daha önce düşünmemiştim. Neye sahip olduğumu, bu saatten sonra hangi kaybı yaşarsam ikinci kez yıkılacağıma kafa yormamıştım.
"Sarah," dedim kirpiklerim titrerken. "Geriye kalan tek şey. Onu kaybedemem."
Noyan bana bakıp sessizleşirken Delfin başını salladı ağır ağır. "Bu yüzden gerek zarfla, gerek rüyayla ve gerekse gerçekte kim olduğunla ilgili daha fazla şeyi öğrenmelisin. Adını koyamadığın kayıplar yaşarken her şeyi kadere bağlamak aptallık olur, bunun da farkındasın."
Dilime yansıtamasam da korkuyordum. Bunu kesinlikle onlara söyleyemezdim. Güvenmiyordum, zamanı geriye alıp o ormana hiç gitmemeyi diliyordum. O posta kutusunun kapağını açmamayı, yazılanlardan haberdar olmamayı istiyordum.
"Bu ev güvenli mi?" diye sordu Arel.
Konuştuklarımız tesir etmemiş gibi anlamsız duruyordu yine. Değil duygularını, tepkilerini dahi saklamayı çok iyi öğrenmişti. Ben onu çözmeye çalışırken koltuktan kalktı.
"Sarah," dedi gözlerime bakıp. "Sence senin yanında güvende mi?"
Kaşlarım çatılırken ayakta durduğu için ona aşağıdan bakıyordum. Yüz hatlarında doğaüstü bir gizem saklıydı. Yeşil irislerinin etrafında gördüğüm kırmızılığı unutamıyordum. Hafızam silinse dahi o bakışları es geçmem mümkün değildi.
Arel evin duvarlarına parmak uçlarını sürttü. Sanki içindeki saklı sesleri duymaya çalışıyordu. Hepimizin bakışları ona odaklanmışken hâlâ konuşmadığımı fark ettim.
"Daha önce böyle bir şey yaşamadık," dedim.
Beni dinlemediğini düşünüyordum çünkü tüm hislerini evi anlamaya vermişti. Gün yüzüne çıkmamış enerjiyi duyumsamayı deniyordu. İşin garibi, adeta duyabiliyormuş gibi bakıyordu.
Sessizliği dolduran kapı zili kulaklarımda çınlarken hızla ayaklandılar. Bir saniye içinde ben de ayağa kalksam da onlara uyum sağlamakta yine de zorlanmıştım. Aklıma türlü senaryolar geldiğinde ellerim titremişti.
"Kapıyı sen açıyorsun, ben hemen arkanda olacağım."
Arel'e başımı salladım. Delfin ve Noyan duvara sırtlarını dayayıp gereken durumda gelen her kimse üstüne atlayacak gibi pozisyon almışlardı. Kapı kulpunu tuttuğumda usulca delikten baktım.
"Burada kimse yok," dediğimde kekelemiştim.
Kapının ardında tüm kötü canavarlar beni bekliyormuşçasına geriye çekildim. Arel yanımdan sıyrılıp demin bulunduğum yere geldiğinde kazaklarımızın birbirine değmesi dahi güvende hissettirmişti.
Arel temkinli bir yavaşlıkla kapıyı açtığında elini kemerine koyduğu an durdu. Doğru anlayabilmek için birkaç adım attığımda kafamı eğdim. Sarah, yere çömelmiş bir şekilde topuğu kırılmış ayakkabısını inceliyordu.
Teyzem de başını kaldırdığında önce Arel'i sonra beni baştan aşağı süzdü. Daha iyi bir karşılaşma olamazdı. İki tarafın da buradan geri dönüşü yoktu.
"Selam." Sarah toplanmış saçını geriye atarak ayağa kalktığında gülümsedi. Benden bir açıklama bekliyordu.
"Ayakkabına ne olmuş öyle?" Düşünmeliydim, çabucak düşünmeliydim. "Sana topuklarının çok ince olduğunu söylemiştim."
Resmen çocuk kandırıyordum. Sarah da Arel de bunu fark etmiş olmalıydılar. Kurumuş dudaklarımı yalarken hangisiyle göz teması kurmamın daha az öldürücü olduğuna karar vermem lazımdı.
"Merhaba."
Arel'le aynı anda geriye döndüğümüzde samimiyetle gülümseyen Delfin'le karşılaştık. Bizi es geçip Sarah'ın karşısında durduğunda elini uzattı.
"Ben, Delfin. Arel'in ablasıyım. Siz de Vera'nın teyzesi Sarah olmalısınız."
Gözlerim irileşirken Arel'in uyarıcı bakışları toparlanmamı sağladı. Gülümseyip başımı salladım. Nedense arkadaşlarımın ebeveynleriyle tanışmak Sarah'ın hep hoşuna giderdi.
"Memnun oldum," dedi Sarah elini sıkıp. Ayakkabılarını dışarıda bırakıp içeriye girdi. "Bu bey Arel mi oluyor?"
Arel de sıkıntılı bir ifadeyle başını eğerek teyzemi selamladığında Sarah'ın yüzünde bir memnuniyet oluşmuştu. İşler zorlaşıyordu. Bana bakıp göz kırptığında yerin dibine girecektim. Arel'i beğenmişti, daha da kötüsü benimle yakıştırmıştı.
"Bir kahve içelim mi?" dedi Sarah. Beni es geçerek diğer ikisinin yüzüne kocaman bir gülümsemeyle bakıyordu.
Delfin kolundaki pahalı saate göz gezdirdi. "Çok isterdim ama Arel'in spor eğitimine gitmesi gerekiyor."
Sarah'ın suratından beğeni okununca onu yavaş yavaş süzdü. "Sence gerek var mı, Arel? Bir orduyu pataklayabilecek kadar güçlü görünüyorsun."
"Ah hayır, yanlış anladınız." Delfin gülümseyerek elini Arel'in omzuna koydu. "Arel bir öğrenci değil. Dövüş sanatları federasyonunda eğitmen."
Sarah büyülenmiş bir yüzle baktığında elimde olmadan eşlik etmiştim. Bu bir yalan değil gibi görünüyordu. Arel için sanki en doğru meslek buydu.
"Aslında biz de buraya sizi görmeye gelmiştik." Delfin elini Arel'in omzundan indirdi. "Birkaç günlük tatile çıkmaya karar verdik. Lotus'un saçma son güz geceleri efsanelerinden dolayı iş çıkışında toplanacak mekân dahi bulamıyoruz. Vera'yla tanıştığımızda onun da Lotus dışında bir yere gitmek istediğini anladım. Bu yüzden Kuhav'da bir tatil köyüne gidebilir miyiz diye sizden izin isteyecektik."
Kuhav... Delfin, insanları nereden vuracağını çok iyi biliyordu. Sarah oraya bayılırdı, daha da önemlisi ben bir zamanlar orada yaşıyordum ama iki senedir ufak tefek resmi işler dışında hiç gitmemiştim.
"Kuhav," diye mırıldandı. "Vera orayı çok sever. Bizim için özel bir yer."
Titreyen sesini duymam sertçe yutkunmama sebep oldu. Onlarla gitmek istemiyordum ama bana başka açık kapı bırakmıyorlar, bunu bir zorunluluk haline getiriyorlardı.
"Çok isterdim fakat bizim farklı planlarımız vardı," dedi.
Sessiz bir şükür nefesi verdim. Gitmeme izin vermeyecekti. Delfin'in amacı beni ekibindeki diğer üyenin yanına götürdüğünde ortadan kaybolmamı değil, sorunsuz bir şekilde yanlarında olmamı istemesiydi.
"Siz nasıl isterseniz," dedi Delfin. "Tempolu çalışan biri olarak bilirsiniz, son güz de tatil izinleri sorunsuz verilir. Lotus'tan kısa süreliğine firar etmeyi kimse mantıksız bulmaz." Delfin bana dönüp elini sırtıma yasladığında yine o enerjiyi hissettim. "Döndüğümüzde görüşürüz, Vera. Belki seneye birlikte gidebiliriz."
Seneye bugüne dek asla tatile gidemeyeceksin demek ister gibi söylemişti ama bunu yalnızca ben fark etmiştim. Sarah kararsız kalır gibi görünse de eline aldığı yeni ayakkabıları incelemeye çalışıyordu.
"Hoşça kal, Vera." Arel'in sesini duymamla ona baktım. Onu tanımayan biri, içinde bana karşı bir umudun olduğunu ve bu umudun şimdi kırıldığını zannederdi. "Lotus'ta sana denk gelebilmek güzeldi. Umarım geri döndüğümde tekrar görüşebiliriz."
Bakışlarında bir şey vardı. Söylediklerine asla inanmamamı vurgulayan bir anlam. Buna kırılmam saçma olurdu ama bana ne hissettirdiğini çözemiyordum. Emin olduğum tek şey bunlar oyunun bir parçasıydı.
"Aslında ben de nişanlımla küçük bir tur düşünmüştüm fakat Vera bize katılmak istemedi. Evde yalnız kalması da pek içimden gelmiyordu."
Delfin'le bakıştıklarında gözlerimi kapadım. Bu kadar çabuk mu gerçekten? Elbette onları tatilinden alıkoymak istemezdim ama sanırım evde kalmayı tercih ederek Sarah'ın planlarını da mahvediyordum.
"Harika! O halde akşam seni alırız, Vera. Hoşça kalın."
Veda içeren son sözleri duymadım. Delfin samimiyetle Arel soğuk bir tavırla adeta fırlarcasına dışarı çıktığında tüm bu olanlarla nasıl baş edeceğimi bilmiyordum. Beni korumak için yalan söylemişlerdi fakat bunun karşılığında onlarla gitmek zorunda olmamalıydım.
"İkimizin de tatile gidiyor olması gerçekten mükemmel! Delfin çok sıcakkanı Arel'in de fiziki gücüne güvendim. Güzel arkadaşlık kuracaksınız."
Sarah salona ilerlediğinde dudak büzerek takip etsem de aklıma aniden Noyan geldi. Koşarak Sarah'ın önüne geçmeye çalıştığımda tökezlemiş ve geç kalmıştım. Noyan'ı nasıl açıklayacağım hakkında kimse bir şey söylememişti.
"Vera!" dediğinde duvardan destek alıp yürüdüm. "Hava soğumaya başlamışken neden pencereyi açıyorsun?"
Noyan pencereden gitmişti. Sonuçta bir gökdelenin tepesinden atlamamıştı ama yine şaşırmaya engel olamıyordum. Bahsettiklerine göre o da bir savaşçıydı. Hayatta kalmanın bir yolunu hep bulurdu.
Sarah tatilde yapacakları hakkında konuşmaya başladığında, her konuda Arel'i ima etmesine rağmen gitmek istemediğimi söyleyemedim. Benim için bazı roller biçilmişti ve bu saatten sonra sanırım sadece üstesinden gelmeye bakacaktım. Bu akşam ya bir akıntıda sürüklenircesine düşük enerjide, çekingenlikle, keyifsizce katılacaktım ya da sırtımı dikleştirip kendimden emin, suçsuz olduğumu bilir halde tüm kozlara karşı güçlü duracaktım.