Gözlerindeki Nefret

2176 Words
Misafir olduğum evin banyosunda kendi yansımamı izliyordum. Evde bu şekilde özgürce dolaştığıma göre zarfla ilgili anlattıklarıma güvenip bana inanmalarının daha ağır bastığı belliydi. Banyoyu kullanabileceğimi söylediklerinde ihtiyacım olan tek şey buymuş gibi sığınmıştım. Küçük havalandırmadan kaçmamın imkânsız olduğunu biliyorlardı anlaşılan. Açık kahve saçlarımı ellerimle fırçaladıktan sonra uzunca bir süre dalgın dalgın aynaya baktım. Nereye gittiğimi bilmediğim gibi nereden geldiğimi de unutmuştum sanki. Az da olsa huzurlu günlerin artık çok geride kaldığı, kulağa heyecanlı gelse de asla atılmak istemediğim maceradan nasıl sıyrılabileceğimi en az on beş dakika boyunca düşünmüştüm. Sonsuz dakikalar geçse de kendi kafama göre çözüm bulmam mümkün değildi. Kayıp annemi aramaya teşvik eden zarfı sırt çantama koymuş, yanımdan ayırmayacağıma da kendi kendime söz vermiştim. Parçaları birleştirmeye çalıştıysam da yapbozu tamamlayamıyordum. Eksik ya da arta kalan bir şeylerin olduğunu tahmin etsem de çözemiyordum koca bulmacayı. Önce gizemli zarf, ardından gizemli insanlar, şimdi de gizem barındıran küçük ev. Ne olduğunu anlayamadığım bu insanlarla ilgili bildiğim tek şey, söylediklerine göre iyi amaçlara hizmet ettikleriydi. Bir de şu kızıllık vardı. En zor kısım da bunu mantık çerçevesine oturtmaktı. Sare'nin dediklerini düşündüm. Kızıl Mühürlüler... Arel'in irislerinin karanlık gecede bile parladığını gördüm. Kötüleri avlamak için kullanılan bir araç gibiydi o bakışlar fakat kötülerin kim olduğuyla ilgili hâlâ cevaplanması gereken sorularla doluydu kafamın içi. Büyücüler, cadılar, yaratıklar ve daha bir sürü iç içe geçmiş tüyler ürpertici türler. Söylemeye çalıştıklarına göre hepsi acımasız fikirleri olan, varlığını yanlışlığa adamış, insanlara acı çektirmek isteyen, bunu istemekle kalmayıp eyleme döken türlerdi. "Gerçekten dünya bunlarla mı çevrili? Kötü insandan daha kötü bir şey varsa o da daha kötü başka bir insanmış demek ki," diye kısık sesle düşündüm. Ürperirken banyodan sessizce çıktım. Üst katta yatak odaları vardı ama en ufak bir frekans yoktu. Hepsinin ilginç ve bir o kadar da kafa yoran günün ağırlığını biraz olsun hafifletmek için odalarına çekildiklerini tahmin ediyordum. Bu rahat tutum beni şüphelendirmişti, küçük tutsakları kaçabilirdi. Kısa bir süre başarısız firar etme denemesinin hayalini kurdum. Ormanda koşarken yakalamaları ihtimali oldukça yüksekti ve onların tahammül sınırlarını artık aşabilirdim. Bu yüzden uslu bir şekilde hapis süremi tamamlamam gerektiğinin bilincindeydim. Ben bir suçlu veya onların kuruntu yapması gereken bir şeye sahip değildim. En azından biraz hava almakla tüm planlarını bozmam diye düşünerek çıplak ayaklarımla gıcırdayan küçük tahta merdivenleri indim. Burada sanki her şey korkunç görünmeye çalışıyordu ama kimse beni karanlıkla korkutamazdı. İnsanlar ve onların bunaltıcı baskıları çok daha korkunçtu. Salonda hayalet boşluğu vardı. Normalde bu sessizliğe ve şöminede dans eden alevlerin duvara yansıttığı zebani gölgelere katlanamazdım. Ama artık eski hayatım bir gün, hatta sadece bir gece içinde değişmişti. Korkmam gereken ışık oyunları değil, şu anda bu evin içinde bulunan kişiler ve asla tanışmak istemeyeceğim düşmanlarıydı. Buradakilerle biraz olsun el sıkışabildiğime göre geriye kalan yaratıkları da henüz görmediğim için istemsizce rahatlıyordum. Şöminenin başına oturup ısınmaya çalışırken, düşünecek şeylerim olmasına rağmen zaten her şeyi mükemmel tekrarlarla bir an olsun kafamdan atmadığımı fark ettim. Boş boş evi incelemek daha rahatlatıcıydı. Yerde halı olmasına sevinerek ayağa kalktım ve ayaklarımı halının yumuşak yüzeyinde sürüyerek duvara monte edilen rafları incelemeye koyuldum. Genellikle cildi aşınmış kitaplar sıralanmıştı, isimleri bile tam olarak okunmuyordu. Bunda loş ortamın da payı vardı fakat yıpranmış olduklarını anlamak için ışığa gerek de yoktu. Gözlerim harfleri ayırt etmeye çalışırken kelimeleri asla bir araya getiremiyordum. Burada görmeyi beklediğim dünya klasiklerinin eskimiş basımlarıydı. Alışkın olduğumuz usul buydu. Anormal bir yerde normallik beklediğim için yine yanılmıştım. Bakışlarımı inatla kitapların üzerinde gezdirirken sanırım okumayı unuttum diye paniğe kapılıyordum ki, aslında bu alfabeyi daha önceden tanımadığımı fark ettim. Birtakım şekiller vardı kapaklarında. Belki iç sayfalarında okuyabileceğim cümleler, okusam da muhtemelen anlayamayacağım yazılar vardı. "Belki bu kitaplar da sır, kapakları bu yüzden okunmuyordur," derken istemsizce omuzlarımı silktim. Ahşap kitaplık üstündekiler kadar eski olmasına rağmen görkemli görünüyordu. Burası geçici süreliğine de olsa kafesim olacağı için eşyaları hafifçe incelemem de büyük bir suç olmamalıydı. Kitaplığın yanında duvara monte edilmiş dar raflardan birinde duran ve komik görünen siyah kedi biblosuyla göz teması kurdum. Kapkara olduğundan sadece iri beyaz gözlerini tanımlayabiliyordum. Karşımda bir süs değil de gerçek bir canlı var gibiydi. Kedinin gözlerindeki büyük saydam beyazlıkta bir gölge belirmesi, tüm nefesimin bir anda kesilmesine yetti. O iri yapay gözlere duyduğum tüm yaratıkları ve kötü nefeslileri sığdırabilmiştim. Elimi kalbime koyduğumda aklımı kaybetmemek için bir daha başka bir şeye bakmamaya sessizce söz verdim. Kısa bir soluklanmanın ardından tekrar şömine sıcaklığına kavuşmak için geri dönüp yürümeye yelteniyordum ki, koltuğa benden önce oturan silueti daha büyük bir korkuyla sezinledim. Bedenini incelemeye korktuysam da yavaşça kafamı kaldırınca, yüzüne bakmaya fırsat kalmadan düşmanıyla konuşan asker sesini tanıdım. "Nesin sen? Küçük bir hırsız mı yoksa bir büyücü mü?" "Gerçekten korkudan ölmek üzere olan biriyim! Az önce kalbim yerinden çıkacaktı, beni böyle mi yok etmeye çalışıyorsun?" Kalbimin atışını soluk borumda hissedebiliyordum aldığım her nefeste. "Ne sanıyordun bilmiyorum ama diğerleri gibi sana güvenip huzurla uyuyacağımı beklediysen yanılmışsın. Sen varken huzur namına bir şey olmayacak. Ne uyku, ne gülmek, ne biraz olsun rahatlama. Geldiğin dakikadan beri hepsi son buldu, sen gidene kadar da bize uğramayacak." Öfkeli bakışları ve burnundan solumasıyla asla hiç kimsenin arkadaş olamayacağı bir tipti. Çorak bir araziydi, kupkuru havaydı, üzerinde yaprak olmayan çürümüş bir ağaçtı. "Yeter artık! Hiçbiri benim suçum değil anlıyor musun, hiçbiri! Bunu sen de en az benim kadar iyi bilsen de her şeyi üstüme yıkmaya çalışıyorsun." Bakışlarımla onu süzerken gözlerimi kıstım. "Şu haline bak, ne sanıyorsun? Her hakaretinde ezilip büküleceğimi mi?" "Karşımda titremene gerek yok. Kurallarımızı senin kanın uğruna çiğneyecek değilim. Ve şunu da kafana sok ki, canını yakmaktan çekinmeyecek yaratıklarla dolu bu dünya. Senin büyüdüğün masallara benzemeyen, içinde prenseslerle kraliçeler olmayan, sadece zalim olanlarla dolu." Zorlukla yutkunurken, karşımdaki laf anlamaz sinsi düşmanıma ya ezilecek ya da diklenecektim. Hiçbir şey yapmadan yürüyüp doğruca yatağa girmeyi her şeyden çok istesem de onu alt eden birkaç cümle kurabilmeliydim. "Sen nesin biliyor musun? Benim suçsuz olduğum ihtimalini asla düşünmediğin için kötüsün, çekilmezsin, bencilsin, en uysal insanı bile çileden çıkarabilecek kadar huysuzsun. Ben de böylelerine laf anlatmayı sevmem, kötü geceler." Bunun üzerine Arel'in kesik ve sessiz kahkahaları adım atacakken beni durdurdu. Hışımla kalktığında kolumu kuvvetlice tuttu. "Seni kara cadı! Benimle bir daha asla böyle konuşma. Git de yukarıda biraz plan yap ve buradan kaç. Peşine düşmeyeceğim ama seni yakalarsam bu sefer işini bitireceğim." Kirli bir şeyi tutuyormuş gibi iterek bırakmıştı beni. En çok da sondaki hareketine sinirlendiğimden suratımı kızgınlıkla buruşturdum. "Daha önce bana bu fırsatı versen koşarak uzaklaşırdım ama şimdi benden böylesine nefret ettiğini gördükten sonra planlarını mahvetmek uğruna da olsa buna katlanacağım. Emin ol hiçbir yere gitmiyorum. Uykularını kaçıracak kadar kafa yor." Yüzümüzdeki tiksinmeyi saklamadan birkaç saniye göz göze baktıktan sonra, "Bana da bir daha asla dokunma!" dediğimde son noktayı koymuştum. Dişlerimi sıkarken kimin kapısının açık olup olmadığına, Arel'in çıkardığı rezilliği duyup duymadığına emin değildim. Yaptığı tam olarak buydu; tek kelimeyle rezillik! Ondan hoşlanmıyordum çünkü kendisi hariç her şeyden nefret eden egoistin tekine başka bir duygu besleyemezdim. Benim için hazırlanan yatağa uzanıp uykuyu kovalarken geceye kulak kabarttım. Sesimizi duysalar da bölmeye cesaret edememişlerdi muhtemelen. Aynı tarafın savaşçısı olmalarına rağmen Arel'in içinde kusması gereken kin ve nefretten bir pay almak istememelerine daima hak verebilirdim. Her ne kadar sert bir savaşçı olarak eğitilse de ailesinin onu yetiştiriş tarzı ve sevgisinin de eksik kaldığını fısıldıyordu bir yanım. Ancak hayatında hiç masal dinlememiş biri bu cümleleri kurabilirdi. Annem ve babam bana masal anlatsa da peri tozuna bir tutam cadı iksiri katarlardı. Bu hep böyleydi; iyi ve kötü dengesi. Tehlikeli denge. Elimi kalbime koydum, görünmez duyguları hissettim. Atan kalbimin içindeki iyiliğe dair her şeyi aileme borçlu olduğumu biliyordum. Bu yüzden kayıplarımın acısına her bir hücrem yoğun hislerle eşlik ediyordu. Onların hayalini kurabilmek için gözlerimi kapatmak üzereyken odanın kapısının tıklatıldığını duyumsadım. Biraz sendeleyerek sessizce yataktan kalktığımda üç adımda kendimi beyaz kapının önünde buldum. Hafifçe çalınsa da kapının ardında en ufak yaşam belirtisi yoktu. Ama biliyordum ki tüm zorluklara ve onun gözünden bakıldığında saçmalıklara rağmen meraklanan biri kesinlikle oradaydı. "Vera, benim Noyan. İyi misin?" Diğerlerinin ne kadarını duyduğunu kestiremesem de kimse odasından çıkmadığı için bu işe karışmak istemediklerini de tahmin edebiliyordum. Noyan hariç. Yanıtsız geçen birkaç saniyenin ardından kapıyı küçük bir aralıkla açtım. Etraf karanlık olsa da birbirimizin varlığını hissedebiliyorduk. Konuşmak yerine Noyan'ın arkasına doğru göz gezdirip yanında başka kimse olmadığını fark edince kapıyı sonuna kadar açtım. Kısa bir cümle kurmam, en azından selam, nasılsın, neden geldin gibi şeyler söylemem gerekse de bunun için kendimi yormadım. Noyan'ın sesleri duyup merak ettiği apaçık ortadaydı, yine de söze başlamayı ona bıraktım. "Şey, ben biraz ses duymuş olabileceğimi düşündüm. Ama sen odanda olduğuna göre yanlış duymuş olmalıyım." "Üst katta nefes alabileceğim bir balkon var mı?" Sanırım Noyan, sohbet etme girişimini olumlu karşıladığımı anlamıştı. Arel aşağıda olduğu için şu anda oraya gitmemiz, cehennemde adım atmak kadar saçma bir hareket olurdu. "İstersen arka kapıdan bahçeye çıkabiliriz." Buna inanmakta zorlansam da beklemediğim bir teklifti. Dar merdivenden alt kata inerken Noyan önde, ben de bir basamak arkasındaydım. Olabildiğince sessiz ama bir o kadar çabuk adımlarla hareket etmek zorunda kalmamızın tek sebebi Arel değildi. Noyan da böylesine temkinli davrandığına göre anlaşılan o ki diğerlerinin de bu arkadaşça davranışımıza karşı çıkacağı kesindi. Soluk mavi arka kapının gıcırtısız açılması ve dışarıya adım atmamızla ciğerlerime derin ve keskin bir soğuk doldu. Sonbaharın son haftalarında olsak da orman çok soğuktu. Kollarımı birbirine birleştirip bedenimi olabildiğince sarmalaya çalışarak karanlık ağaçları izledim. "Bana herkesten daha iyi davranıyorsun. Kötü olmadığıma nasıl bu kadar emin olabildin?" Alnı kırışan Noyan, sohbet havasına girmiş gibi ellerini beline yerleştirip, "Bundan aslında emin değilim," dedi. "Senin kimlerden olduğunu tahmin edebilmem imkân dışı." "Kötülerden biri olsaydım neden sizle buraya geleyim ki? Sessizce yoluma devam ederdim ve tüymenin bir yolunu bulurdum." Noyan bunu da düşünmüş ve bir ihtimal olarak değerlendirmiş gibi başını salladı. Fakat hemen ardından kafasına daha fazla yer edinmiş görünen cümleleri sıraladı. "Ya da bize masum bir insan gibi görünürdün ve o nasıl tepki verirse sen de öyle yapardın. Çığlık atıp kaçardın, biz seni yakaladığımızda rolünü sürdürürdün. Sana inanıp serbest bırakırdık ama adamların bizi çoktan köşeye sıkıştırmış olurdu. Ve son! Dünyayı kötülük yönetsin." "İnanamıyorum Noyan, tüm planlarımı mahvettin. Ayrıca dünyayı zaten kötülük yönetiyor." Dalgalı ve umursamaz cevabımla kafamı başka yöne çevirerek bu saçmalığı yüzümden saklamaya çalıştım. "Belki gerçekten haklısın. Yani kötü bir amacın olmadığı konusunda. Bunu da köklü bir araştırmayla öğrenebiliriz. Eğer seni onlar gönderdiyse de kesinlikle bir çaylak olduğundan, yem olmana üzüntü duymayacakları için öne sürmüşlerdir. İki durumda da senden korkmamız veya çekinmemiz gerekmez, rahatlığımızın sebebi de aslında bu." Dinlediğim kurgu suratımı ekşitmeme nede olsa da bir şey ifade etmeyen cümleleri sarf edip yorulmak istemedim. Belli belirsiz başımı salladım. "Umarım uzun sürmez. Yüz yıl burada kalacak değilim. Ayrıca teyzemi sürekli bilgilendirmem gerek, meraktan aklı çıkar." "Elbette, telefonu bizim kontrolümüzle kullandığın sürece sorun yok," dedi kesin bir sesle. "Biraz daha iyiysen içeri girmeliyiz. Hiçbiri şu an uyumuyor aslında, tahmin etmişsindir." İsteksizce hak verirken bakışlarım Noyan'ın siyah harelerine kaydı. İşaret parmağımı onun irislerine doğrultarak, "Ormandayken Arel'in gözlerinde garip bir kırmızılık gördüm," diye fısıldadım. Noyan cevap vermeden içeri girmemiz için kapıyı açmaya yeltenirken usulca kolundan tutup onu engelledim. Gözlerim konuşabilseydi eğer, bu bakışmadan birçok soru geleceğini anlayabilirdi. O kızıllığın zaman zaman hepsinde belireceğini tahmin ediyordum. Onlar bir ekipti. Büyük bir ekip. Kızıl Mühürlüler. Noyan bakışlarını koluna doğru indirip ardından tekrar gözlerime yöneltti. Kısık ve şüpheli bir sesle konuştu. "Belki çok iyi biliyorsun, belki de gerçekten ilk kez gördün. Eğer ilk ihtimal gerçekse size ne kadar zarar vereceğini merak ediyorsun. İkinci ihtimalle daha önce görmediysen, bu karanlık dünyaya girmeni hiç istemem, unut gitsin." Beni kendine bakar halde bırakıp kapıyı açtığında girmem için yol verdi. Anlayabiliyordum, suçlu da suçsuz da olsam hiçbir şey öğrenemeyecektim. Bildiğimi düşündüğüm şeyler dünyayı yerinden oynatacak kadar büyük sırlar gibi gelse de aslında insanlar buna bir masal deyip geçiştirirdi. Her şeyi daha çok öğrenmek, ayrıntıları bile bilmek istediğimi fark ettiğimde bu kadar sıradan olmam beni ilk kez rahatsız hissettirmişti. Herkesin sırları vardır ama sanki Mühürlüler tüm kainatın yükünü sırtlanmışlardı adeta. Herkes gibi benim de böylesine güçlü arkadaşlıklara ihtiyacım vardı. Ama ben yalnızım, onlar ise amaçlarına sıkı sıkı bağlanmış, birbirlerini herkese karşı koruyorlardı. Sırlarını asla paylaşmayan dost ama aynı zamanda en sert savaşçılardı. Kalbimi en derininden titreten imrenme duygusuyla odanın kapısının önüne ulaşmıştık. Noyan'a yarım ağız iyi geceler dedikten sonra hafif bir rüzgâr gibi misafir olduğum odaya süzüldüm. Tavana bakarken bir kez daha gözlerimin dolmasına engel olamadım. İnsanlara bir şeyi inandırmanın zorluğunu tekrardan hissettim. Şimdi kafamı kurcalayan iki düşünce vardı; suçsuzluğum ispatlanıp eve dönünce sıradan hayat rutinime devam mı etmeli yoksa bu zarfın peşinden mi gitmeliydim? İkisi arasında mantıklı bir seçim yapmaya çalışırken kafamda şimşek gibi beliren düşünceyi uzaklaştırmaya çalıştım. Beni asla bırakmayabilirlerdi. Suçsuz olduğum kesinleşse bile bu kadar şey bildiğim için beni tutmaları gerekebilirdi. Efsanevi türler olmasa bile bana yardım edebilecek gerçek dostlarımın olmasını isterdim. Hiç değilse bu düzenbaz zarfı korkmadan paylaşabileceğim bir arkadaşım. Hayatımda herkesten ayrı tuttuğum en yakın tek bir arkadaşım vardı. Demre. Çok uzak bir eyalette ailesinden ayrı yaşıyordu. O kadar ayrıydı ki, iki sene önce cenazeye bile katılmamıştı sadece telefonla defalarca arayıp bana destek olmaya çalışmıştı. Zaten yalnız gelmeme sebep olan da bu değil miydi? Kimsesiz oluşum tekinsiz yollara girmeme yol açmıştı. Noyan'ın hemen bu kadar ilgilenip, nasıl olduğumu merak etmesi bile yüce bir yardım ediş gibi görünüyordu. Eğer yanlarında olsam beni dışlamaktan ziyade aralarına alacaklarını hissediyordum. Yoksa aslında bunu mu istiyorum? Onlarlayken güvende olduğumu hissetmem normal mi? Burada kalmayı istiyor olamam. Kendi kendimi istemediğime inandırmaya çalışırken huzursuz bir uykuya daldım.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD