Bu sabah güneş kendini bulutların arkasına saklamıştı. Yağmur damlaları pencereye çarparken az önce söylediğimiz yalanı düşünüyordum. Delfin'in elinde hâlâ telefonum vardı. Usulca bıraktıktan sonra cam kenarına, yanıma geldi. Sarah'ı arayıp Kuhav'da eğlendiğimizi ve bunun bana iyi geldiğini söylemiştim. Delfin'in sert bakışları, aksini söylersem başıma büyük bir bela alacakmışım gibi bakmıştı.
Sarah, yanında olmadığımda her ne kadar endişe duysa da sesimdeki heyecanı alabildiği için bana istediğim kadar kalmam konusunda izin vermişti. Delfin de sesini biraz inceltmesi gerekse de rolünü başarıyla tamamlamıştı. Bu tatlı sözlere güvenen Sarah'a kabul etmekten başka seçenek kalmamıştı. Üstelik kendisi de nişanlısıyla ile tatile çıkmayı planlarken, arkadaşlarımla keyifli bir zaman geçirdiğimi bilmek gözünü arkada bırakmayacaktı.
"Aklından ne geçtiğini biliyorum. Hem melek gibi olmaya çalışıyorlar, yine de bana güvenmiyorlar ve yalan söylüyorlar diye düşünüyorsun."
Pencereye çarpıp akan yağmur damlacıklarını parmağımla takip ettim. Bu sıkıcı oyundan zevk alamayınca sırasıyla önce küçük bahçeye, sonra bahçe dışındaki uçsuz bucaksız diyebileceğim türden ormana baktım.
"Sarah ile konuştun, bana izin verdi. Ben sıradan bir insanım ama bu bile bir oyun gibi geliyor size, öyle değil mi? Yani yine de beni bırakmıyorsunuz."
Delfin ifadesiz bir şekilde başını salladı. "Büyücülerin bazıları o kadar güzel, o kadar masum, o kadar ürkek ama bir o kadar da oyunbaz ki. Büyüyle kendilerini insanlara dünyanın en güzel yaratığı gibi gösteren cadılardan şu anda yanımda duran kız gerçekten bihaber mi, Vera? İşte bu sorunun cevabını zaman gösterecek."
Sanırım bende gördükleri şey tam olarak buydu. Belirsizlik. Küçük bir olasılığın canımı yakacağı o ateş sanki hep ellerinde gibiydi.
"Hadi aşağı inelim, diğerleri de birazdan gelir."
"Neredeler ki? Beni böyle bırakıp gitmelerine çok duygulandım. Her an sihirli değneğimle ortadan kaybolabilirim halbuki."
"Dalga geçme, Vera." Gülümsemesini bastırarak konuşmaya devam etti. "Arel odun getirmek için çıktı, Noyan da evde oturursa Arel'in dönünce bir işe yaramadığını söylememesi için ona yardıma gitti."
Dünkü karanlık tartışmamızı anlatıp anlatmamak konusunda tereddütte girsem de güçlü bir ses takınmaya çalıştım. "Benden hoşlanmıyor hatta nefret ediyor. En kısa zamanda gitmem gerek."
"Alınganlık yapıyorsun, Vera. Arel'in yaradılışı böyle. Biraz kaba ve açık sözlüdür ama sana en kısa zamanda alışacağından da eminim. Tüm bunlardan kurtulman için hepsine bir çözüm bulacağız, sadece tadını çıkar."
Başımı hafifçe yukarı aşağı salladım. Haklı olduğunu biliyordum. İmkânsız gibi görünen karşılaşma yaşamıştık, bu kadar çabuk çözülemezdi. Aynı zamanda böyle farklı insanlarla zaman geçirmenin tadını çıkarmak elbette mantıklı bir hareket olurdu. Onlara sorular sorsam cevap vermeyeceklerdi, zarfla ilgileri olmadığı da belliydi. Geriye sadece yeni bir ortama girmiş gibi uyum sağlamak ve biraz kafa dağıtmak kalıyordu.
Aşağıya inmeden önce birkaç dakika ayna karşısında kendimi izledim. Bacaklarıma yapışan kot pantolon ve üzerime giydiğim dar kesim V yaka kırmızı kazak tüm vücudumu sarıp hatlarımı ortaya çıkarmıştı. Saçlarım belime özgürce ve hafif bir dalgayla dökülürken kendimden emin görünmeye çalışıyordum.
Merdivenden inerken başka bir hayata, başka biri olarak adım atıyordum sanki. Ya da bu basamak hayatıma yeni adımlardı, yeniliğe dair her şey gibiydi. Salona vardığımızda herkesin burada olduğunu fark ettim. Bir ortamda yeni gelen kişiye odaklanılırdı. Hemen yakınımdaki koltuğun köşesine oturup, bir an önce dikkatlerin başka bir şeyin üzerine çevrilmesini bekledim.
Küçüklüğümde de hep utangaç bir çocuktum. Asla özgüvensiz değildim, aksine arkadaşlarım arasında kimi zaman en cesaretlisi olurdum. Fakat dikkatlerin üzerimde toplanması beni hep endişelendirirdi ve kızarmamı asla bastıramazdım.
"Bugün daha iyi görünüyorsun, Vera."
Noyan'ın sesiyle kafamı kaldırdığımda şaşkınlığımı örtmeye çalışarak gülümsedim.
"Üzerindekiler sana çok yakışmış. Belki burada bizimle aynı çatı altında uyandığın içindir bilmiyorum ama gerçekten güzel bir enerji hissediyorum. Sanki başka biri olmuşsun, Vera."
Samimi cümlelerine nasıl bir cevap vermem gerektiğini düşünürken keyifsiz, bıkkın bir ses, salonda hüküm süren ruhu dinlendiren sessiz havayı dağıtmaya yetti.
"Tanıştığımıza memnun oldum, Vera."
Adımı ilk kez söylemişti. Anlamsızca bütün gözler Arel'in üstüne çevrildi. İki gün önce hepimiz aynı anda tanışmış olsak da adamın kafasından başka bir düşünce geçtiğini, asıl amacının hoş bir sohbet başlatmak olmadığını görebiliyordum.
Yoksa dünkü korkunç tavırları için mi özür diliyordu? Eğer öyleyse buna hemen uyum sağlardım çünkü bu zebani kılıklıyla düşman olmaktan iyidir. "Ben de öyle, Arel."
Gülümsemesi daha geniş bir hâl alırken gayet sakin, laftan anlamaz bir tavırla ağız dalaşına hazırlanıyordu. "Bizi temsil eden rengi giyinip gülümsediğin için kalbinde bir tutam dahi kötülük olmadığına karar verildi muhtemelen. Sen adeta bir yeryüzü meleği olmalısın, nasıl daha önce anlayamadık?" Kahve kupasını dudaklarına götürürken gözlerini asla benden ayırmıyordu.
Ellerim sinirden adeta buz kesmişti. Bu sözlerin hiçbirini hak etmediğime ikna ettirmek istiyordum. Fakat biliyordum ki ipe sapa gelmeyen biriyle bir konuda uzlaşmak imkânsızdı.
"Sana bundan sonra yalnızca Vera diyeceğim. Küçük, masum, günahsız bir kız çocuğu. Artık kötü takma isimler yok, Vera."
İsmimin bir kez daha asla duymak istemeyeceğim ağızdan kulaklarımda yankılanması artık sabrımın sınırını zorlamıştı. Hışımla ayağa kalkarak, "Bunun benim canımı yaktığını tahmin edebildiğinden yapıyorsun. Sadece bu yüzden değil mi, sırf beni huzursuz hissettirmek için. Benden nefret ettiğin için böyle davranıyorsun!" diyerek adeta gürledim.
"Hayır, ismin Vera olduğu için. Bu konuda duygu sömürülerin veya öfke numaraların fikrimi değiştirmeyecek."
"Bana dünkü gibi kara cadı, büyücü hatta hırsız bile diyebilirsin. Adımı tükürür gibi söylemendense bunlarla hitap etmeni tercih ederim."
Odada anlamayan bakışlar, tartışan iki kişinin üzerinde dolanıyordu çünkü frakına varmışlardı. Arel benden hiçbir zaman hoşlanmamıştı ve bunu her fırsatta belli ediyordu. Empati yapmaya çalışsam da suçlu olduğum ispatlanmadığı için böyle onur kırıcı kelimeler kullanması bir hataydı.
Delfin ağır hareketlerle ayağa kalktığında yavaşça kolumdan tutup kendi arkasına doğru çekerek Arel ile aramıza girdi. Otoritesi daha güçlü olduğu için bu konuda bir şeyler söylemek de ona düşmüştü.
"Seni her zaman anlıyorum, biliyorsun Arel. Mantıklı hareket eden, duygularını hep geri planda tutan birisin. Ama yine de ona bu kadar acımasız olma. Sevmesen bile biraz kibar ol en azından. O bizim kadar güçlü değil, çabuk kırılıyor."
Delfin'in korunaklı bedeninin arkasında söylediklerini kafamda tartarken, çabuk kırılmak sözünün üzerimde bir damga gibi durduğunu biliyordum. Her şeye rağmen böyle olmasa bile karşımdaki adamın davranışları en umursamaz kişiyi bile, gerçekten böyle biri miyim, diye düşünmeye iterdi.
"Demek ona acıyorsun? Ne çeşit bir iblisin ruhunu satın almış olabileceğini bilmeden üstelik. Oldukça garipsiniz, hiçbiriniz büyücülerle bir geçmişi olmamış gibi rahat davranıyorsunuz." Arel ayağa kalktığında sanki gölgesi hepimizin üzerine düşmüştü. "Senin kocanı bir cadı öldürdü, Delfin. Güzel mavi saçları vardı, onu nasıl kandırdığını unutmuş olamazsın."
Delfin'in arkasında durduğumdan yüzünü göremesem de kaskatı kalmış bir halde gerçeklerin suratına bir bir çarpmasını beklercesine sabit duruyordu.
"Kocan Nikolas iyi bir savaşçıydı. Ama gökyüzü rengi saçlara, uzun beyaz elbise içindeki masum bir kıza inanıp cehennemin çukuruna attı kendini. Ya sen, Noyan?"
Kendi adını duyunca şaşkınlıkla kafasını Arel'e doğru çevirdi. Yeşil gözlerinde haddini bildiriyormuş bir ifade okunan adam, onun hem en yakın arkadaşı hem düşmanı gibiydi. Sanırım şimdiyse gerçekle çarpıştıran kişiydi.
"Baban en yaşlı büyücünün kollarında öldü, öyle değil mi? Çünkü ak sakalına güvenip çelimsiz bedenine acıdı ve ona yardım etti. Yanında durdu, evinde kaldı, onun için nehirden su taşıdı. O şeytan ise babanın yemeğine zehri katıp adamı yavaş yavaş öldürdü. Ölürken acı çekmesi için de lanet dudağından kötü kelimeler fısıldadı daima. Babanın cesedi çürüdü, şeytan ise ikimizden bile daha genç."
Noyan göz kapaklarını bile titretecek kadar içinde yer eden doğruların ağırlığını taşıyamaz gibi omuzlarını indirdi. Kısa da olsa cümle kurabilmesi gerekirdi. Fakat ağzını açıp kapatacak gücü kendinde bulamıyor olmalıydı.
"Peki sen Sare, kızını bulabildin mi? Nerede olduğunu bile bilmiyorsun. Tek bildiğin onun artık olmadığı. Bildiğin diğer bir şey ise kaybolmasından birkaç hafta önce gayet kafa dengi birileriyle tanıştığı. Zaten genelde kafa dengi olurlar. Kolay anlaşırsınız, masumdurlar, güzel görünürler."
Son cümleleri söylerken bana bakmaktaydı fakat duyduklarımı idrak etmeye çalıştığım için bu imaları havada asılı kalmıştı. Her biri o kötü anlar gözlerinin önünden geçiyormuş gibi donuk haldeydiler.
"Onlara böyle yaparak sadece acı çekmelerini sağlıyorsun!" diye çıkıştım. "Yalnızca benden nefret etmelerini sağlamakla kalmayıp unutmak istedikleri geçmişlerini gözlerine soktun. Hallerine bir bak, hepsi şimdi düşünmek istemeyeceği şeyleri kafalarından atmakla uğraşacaklar. Sen kendini melek sansan da kötü birisin. Kötülük sadece büyüyle olmaz."
"Ben kötü değilim gerçekçiyim! Gözlerini kapatmış senin peşinden gidiyor hepsi. Senin gittiğin yolun dikenli olabileceğini hiç düşünmüyorlar. Büyü mü yapıyorsun yoksa? Normalde yabancılarla asla böyle arkadaş olamazlar!"
Karşımda volta atarak bu işe bir çözüm bulmaya çalışır haldeydi. Tek derdi bu da değildi, beni rencide etmekten vazgeçmiyordu.
"Onlara insanlara güvenme büyüsü yaptım evet," dedim cesurca. "Sana da herkesin kötü olmayacağını anlama büyüsü yapmaya çalışıyorum ama asla işe yaramayacak gibi."
Arel hiçbirimize bakmadan siyah ceketini alıp balkon kapısından dışarıya süzüldü. Ne zaman geri döneceği asla belli olmayan bir gidişti bu. Nereye gittiği, neden gittiği gibi yanıtsız kalacak soruları sıralamanın hiçbir anlamı olmadığını geride kalan herkes biliyordu.
Kalplerine yer edip her daim bir köşesinde sıkışıp kalan acımasız gerçeklerle hazırlıksız yüzleşmişlerdi. Anladığım kadarıyla farklı yerden yaralanmışlar, aynı acıyı paylaşmışlardı. Bitmeyen uzun gecelerde sevdiklerini kaybetmenin savaşını veren tek kişi ben değildim. Düşmanların kanının son damlasını avuçlarında hissetseler dahi geçmeyecek kadar büyük bir kinle doluydu surat ifadeleri.
Delfin güçlükle oturabildiği koltukta bedensel olarak buradaymış gibi görünse de gözlerinin önünden geçen anıları onu başka mekanlara sürüklüyor gibiydi. Usulca dürtüp iyi olup olmadığını sorduğumda irkildi.
"Zor günlerdi. Bir anda tekrardan duymak insanı hazırlıksız yakalıyor."
Biraz utanç duyuyor olmalıydı kocası bir cadıya aldandığı için. Keşke ona içten içe dalga geçmediğimi ve cadı kahkahası atmadığımı anlatmamın bir yolu olsaydı.
"Belki de çıkıp biraz hava almalıyım."
Acıyan bakışlar benim de tahammül edeceğim son şeylerden biriydi. İçindeki fırtınayı da beraberinde sürükleyerek sessiz adımlarla salondan uzaklaştı.
Duygularımı çekip alacak bir şırınga olsaydı, babamın kaybının anısını aklımdan silmek uğruna içimdeki iyiliği de beraberinde götürmesini kabul edebilirdim. Bu yüzden Noyan'ı anlıyordum. Çaprazımdaki koltukta otururken güçlü olduğunu sanıyordu, büyük yanılgıydı. Unuttuğunu sanması ve öyle göründüğünü zannetmesiyse yanılgıların en büyüğüydü.
"Hiçbir şey düzelmeyecek, ben bu kötü günleri asla unutmayacağım. Tüm lanet büyüler dünyadan silinse bile öfkeli kalbim rahatlamayacak," diye söylendi.
Avuç içleriyle yüzünü ovuşturduktan sonra kanepenin köşesine ilişmiş, salonun bir parçası olmadığımı belli eden yüzümdeki gerçek üzüntüyü bir şekilde görebilmiş gibi baktı.
"Babam ben çok küçükken her zamanki gibi şehrin diğer bir ucuna önemli görevlerinin peşine düşmüştü. Kendisini tüm efsuncular tanır ve ondan korkardı, gerçekten güçlüydü."
Sözlerinin bu kısmında babasının heybetli görüntüsü gözlerinin önünde dokunsa kaybolacak bir hayal olarak belirmiş gibi duraksadı.
"Karşısına ne çeşit iğrenç bir mahluk çıkarsa çıksın iyilikten ve merhametten asla vazgeçmedi ve bu onun sonu oldu. Yolculuğu esnasında denk geldiği elden ayaktan düşmüş yaşlıya acımış, onu sırtında taşıyarak evine götürmüş. Titreyen ellerini daha fazla yormasın diye ona yemek bile yapmış. İstediği tek şey, son günlerini geçiren bir yaşlıyı huzurlu bir ölüme kavuşturmakmış. Ne yazık ki sonunda ona kalan huzursuz bir mezar taşı oldu. Bunları nereden mi biliyorum? O ihtiyar görünümlü şeytan bunu her yerde gülerek anlatmış. Annem de günden güne tükenerek öldü. Lanet girsin en ufak sihir tozuna bile."
Sondaki cümleyi sesi kısılarak söyledi ve ardından dışarıdan duyulacak bir iç çekişle, ona acı verdiği belli olan konuşmasını tamamladı.
Ne söyleyeceğimi, nasıl teselli edebileceğimi asla bilmiyordum. Daha önce hiç karşılaşmadığım bu acı ölümlere ne denilse faydasız kalacaktı. Utana sıkıla oturup başımı sallamam da mantıklı bir hareket olmadığı için bir şeyler söylemek için kendimi zorladım.
"Gerçekten çok üzgünüm, Noyan. Aynı acı benim kalbimde de var, buna inan. Babam öldü, annemin öldüğü bir ihtimal ama gerçeğe en yakın şey aynı zamanda. Dediğin gibi en ufak büyü tozuna bile lanet olsun. Tüm büyücülere, kötü insanlara binlerce kez. Her bir yıldırımın onları kurutması için dua edeceğim."
"Umarım seni asla bir yıldırım götürmez, Vera. Sana güvenmek istiyorum."
Bana sunduğu iyi dilek karşısında konuştuğumuz konuların ağırlığı bir süre hafiflemiş gibi gözlerim parladı. Bu onlardan kurtulacağım için mi yoksa sadece samimiyetime gerçekten inanan biri olduğu için miydi bilemiyordum. Ama her iki seçenek de güzeldi, iyi olduğumu ona hissettirebilmiştim. Ayrıca Delfin'in de bunu içten içe anladığını fark etmem kalbime su götürmez umutlar eklemişti bugün. Bana karşı samimi oluşu, birkaç ima ve temkinsiz bakışları dışında tatlı gülümsemelerini de saklayamıyordu çünkü.
Sare her ne kadar çoktan kimseye fark ettirmeden salondan süzülmüş olsa da bunun tek sebebinin kayıp kızının anısını hatırlamaktan kaynaklandığını düşünüyordum. Yoksa bu ana kadar ilk karşılaştığımız zaman söylediği anlaşılmaz cümleler dışında asla rahatsız edici bir davranışta bulunmamıştı. Yani üçü de benden korkmuyordu çünkü kabullenmiş sayılırlardı. Hatta sıradan bir insan olduğuma, birbirlerine itiraf etmeseler de kanaat getirmişlerdi.
Aşamayacağım dalgalı bir deniz, tamamlayamayacağım uzun bir yol, dünyanın en güzel sözlerini söylesem dahi yüzünde her daim memnuniyetsiz bir ifade takılı kalacağına emin olduğum Arel'i düşündüm.
Onun kaybı neydi? Bu kadar cesur görüntüsünün altında korkan da yine kendisiydi. Ben en çok onu endişelendiriyorum ama neden? Neden bu kadar kapalı bir kapalıydı? Anahtarını neden kimseye vermiyordu?
"Peki ya Arel'in başından ne geçti?" diye sordum dayanamadan. "Çok uzun ve yıkıcı bir hikayesi olduğunu tahmin etmek zor değil. Neden en çok rahatsız olan o? Neyini kaybetti bu acımasız savaşta?"
Sadece merakla dümdüz Noyan'a doğru bakıyordum. Kendimi oldukça üzücü bir hikaye dinlemeye hazırlıyordum.
"O hiç kimseyi kaybetmedi. Anne ve babasını zaten tanımamış. Henüz birkaç aylıkken eskiden sığınak olarak kullanılan, şimdiyse akademi dediğimiz eski binanın yakınlarına bırakıp gitmiş birileri. Onu bulup iyilik mührünü yapan da bunu bebeklere uygulamaya başlayan genç bir bilginmiş. Şimdi okulumuzda sözü geçen bir eğitmen ve Arel'e en yakın olabilme onuru da ona ait. Kısacası bir ailesi hiç olmadı, sadece savaşı uğruna çabaladı. Birkaç arkadaşı daha var bizim dışımızda, tüm manevi çevresi bundan ibaret. Bize bile ördüğü güçlü bir duvar var emin ol."
"Yani büyücülerin elinde son bulan bir geçmişi yok. Ama bu saçma, peki o zaman neden böyle davranıyor herkese karşı? Kimseyi kaybetmediyse onlara neden böyle öfke duyuyor?"
Gitmek için hazırlanan Noyan, Arel ile ilgili hiçbir şey bilmediğimi elbette ayırt edebiliyordu. Onlara en azından bir süre alışabilmem için bazı şeyler hakkında, özellikle de Arel hakkında fikir sahibi olmam gerektiğinin farkındaydı.
"Yanlış soru, Vera. Onlara öfke duymasının en büyük sebebi, bir gün onlar alır götürür diye kimseyle duygusal bir yakınlık kuramaması. Yani birilerini alıp en yakın arkadaşı, koruyucu ailesi ya da en değerlisi yapamıyor. Kaybetmekten korkuyor sadece. Acı içinde bittiğine çevresindekiler sayesinde defalarca şahit olduğu için birileriyle bağ kurmadan yaşamaya çalışıyor. Artık anlamışsındır büyücüler ve cadılar bizzat kişiye zarar verse de arkasında bıraktığı enkaz tüm yakınlarını altına gömecek cinsten." Bu derin konuşma üzerine Noyan elleri cebinde, düşünceli bir tavırla ağır ağır salondan çıktı.
Yapayalnız kaldığımda acıma duygumu hiç istemediğim birine karşı hissettiğime inanamıyordum. Bebekken terk edilmiş, sadece kötülerin kimler olduğu hakkında yetiştirilip, savaş için doğmuştu adeta. Tıpkı tahmin ettiğim gibi. Ailesel ilişkileri gerçek anlamda bilmese de yakınındakileri korumak adına uzak durmayı tercih etmişti.
O sert ve ifadesiz görüntüsünün aslında en büyük sebebi kimseyle bir şeyler paylaşmamak, onlara yakınlık sağlamamakmış. Kim bilebilirdi onun kendi dışında başkalarını da düşünebileceğini? Hatta bu yüzden tüm duygularından vazgeçip kabuğuna çekileceğini. Hiç aklıma gelmezdi böyle ince şeylere kafa yoracağı. En azından bana zarar vermeyeceğinden artık emindim. Bu duyduklarıma kadar onun için üzüleceğimi söyleselerdi asla inanmazdım.
Ancak Arel, merhametimin sana olan nefretimin önüne geçmesine engel olacağım.