Gözümü açtığımda başımı kaldırarak gözümün kenarıyla duvardaki saate baktım. Yediye geliyordu. Gün aymıştı, kuşların cıvıldaşan seslerini ve yatak örtüsünün yarısını kaplayan güneşin ışığının bacaklarımı ısıtmaya başladığını fark ettim.
Saatlerdir kafamın içinde cevap bekleyen sorulara tek bir yanıt bulamamıştım ve bu belirsizlik Barın gibi benim de başımı ağrıtıyordu. Son geçirdiğim saatlerde babasına teşhisin konulduğunu abimden öğrenmiştim. Barın kelimenin tam anlamıyla çökmüştü. Benim birkaç saatlik uykuma kezayla tek bir dakika bile gözlerini kapattığını düşünemezdim. Tek ailesi babasıydı. Hayata tutunma, kendini dizginleme ve iradesini koruyan o şey başında bulunan babasıydı. Henüz tanışamamış olsak da, sükunetini kimden aldığını merak ediyordum. Birkaç dakika telefonda sesini duydum. Hüsrandı. Kafasının içinde binlerce soru olduğunu biliyordum ve bunların cevabı yalnızca yeni cinayetler gün yüzüne geldiğinde alacağımız ipuçlarına veya tamamen katilin bulunmasına bağlı olan şeylerdi.
Sanki ense kökümden başlayan tedirginlik tüm zihnime yayılmıştı. Cinayetlerin sorumlusunu bulmak için ekstra çabama rağmen bulduğumuzda ne olacağını düşünüyordum. Adalete mi teslim edecektik? Yoksa yerini bulduğumuz an Barın bizden önce mi davranacaktı?
Katilin sağ çıkmasına imkan yoktu.
Hayatımda öğrendiğim şeylerden birisi de, korku ve çaresizliğin insana yaptırdığı şeylerin sınırı olmamasıydı.
Odanın kapısını açıp koridora çıktığımda abim görünmüyordu. Sessizliğe bakılacak olunursa eve zaten hiç gelmemişti. Cinayetlerin artması iş yerindeki baskıyı artırıyor olmalıydı ama en azından bir an önce işindeki görevin yerine gelecek olması onun da hoşuna gideceğini biliyordum. Abimin ve benim disiplinim benziyordu, tek farkımız benim kurallara sığamıyor oluşumdu.
Aslında cinayetin yanı sıra Ilgaz’ın dün yanında gördüğüm adamın kardeşi olmasına şaşırmıştım. Şu ana kadar duyabildiğim sırların ardında Ilgaz’ın tek çıktığı yangında aile fertlerini tamamen kaybetmiş olmasıydı. Bir anda gördüğüm Kuray Ferhan şaşılacak cinstendi. Sözlerini düşündüm. Bakışlarını ve oluşturduğu gizemli profili? Her iki kardeş de birbirine benziyordu ve ikisine de kolaylıkla güvenemiyordum. Ferhan soyu böyle olsa gerek.
Pencereden evin içine sızan canlı ışık usulca adımlarımı takip edercesine dış kapıya kadar bana eşlik etti. Telefonumu ve ceketimi alıp çıktım. Merdivenden inip bahçeye çıkıyordum ki çitlerin arkasında Barın’ı gördüm. Siyah polo yaka bir tişört giymişti ve her zamanki klasik siyah pantolonu vardı üzerinde. Karalara bürünmenin tam zamanıydı galiba. Adımlarım birdenbire anlamsızca yavaşladı. Çitin arkasına geçip birlikte yürümeye başlayınca,”Günaydın.”dedim kuru bir sesle.
“Günaydın.”dedi benim kadar canı sıkkın bir tavırla. Katı bakışları yolu boşlukta izliyordu ve her adımında ayak tabanı kuru yaprakları eziyordu. “Hastanede işleri bitirdim. Şehir dışından akrabalarımız cenaze törenine katılmak için geliyorlar. O zamana kadar neler bulabileceğimize bakalım istiyorum.”
“Dün olay yerine kadar gittim ama iç kısma girmeme izin vermediler. Fazla bir şey öğrenemedim. Sadece abimden alabildiğim birkaç bilgi var. Yeniden, ısrarla konulan teşhisle hayvan saldırısı denildi.”
Tükürür gibi,”Yalan,”dedi. “Bir hayvanın oluşturabileceği kadar cani yaraları bir insan bir insana neden yapar anlamıyorum.”
“Hayvan kalıntıları yok, sadece çok derin ve ağır yaralar. Cesedi inceleyen görevliler bunun hayvan saldırısı olabileceğini söylemişler ama bıçak izleri var, Barın.”
Yanak içini nefesle doldurdu. Büyük bir sıkıntıyla nefesini dışarıya atarken,”Hala inanamıyorum,”diye fısıldadı. Dudağını dişledi sertçe. Fakat daha fazla konuşmadı. Buna gücü yokmuş gibi sustu.
Yürümeye devam ediyordu, kolundan yakaladım ve bir şey söylemesine fırsat vermeden kendime çektim.
“Gerek yok.”dedi. “İyiyim.”
“Sarılmaya ihtiyacın olduğunu biliyorum. Bunu kendine çok görme. Bu ilgiden daha fazlasını hak ediyorsun.”
Nefesi omzumdan yayılarak bedenimi gıdıklarken sızlanır sesi kulaklarımı doldurdu. “Sen benim en iyi arkadaşımsın, Hansa. Aklımı kaybedebilirdim…dönüp dolaşıp öldüğü yere gitmekten kendimi alıkoyamıyorum.”
“Biliyorum,”diye fısıldadım. Yavaşça vücudumu çektim ama gözlerinin içine bakarken nefesini hissedebilecek kadar da yakındım ona. “Sürekli gidip geleceksin. Babanı ölümden çekip alamadığın için, belki onun yerine sen gitmediğin için sürekli düşünüp duracaksın. Bu hisler ancak bir başkasıyla, çevrenin içine girip hobilerle kendini meşgul ettiğinde hafifleyecek. Emin ol unutamayacaksın ama bu acıyı hafifletmen için zamanımız oldukça ben sana yardım edeceğim.”
Kaşlarını garipser bir tavırla çatarak,”Sen nerden biliyorsun bunları?”diye sordu.
“Çünkü yaşadım.”
Alnını alnıma bıraktığında histerek titreyişi bana yansımıştı. Kollarını belime dolayarak,”Bunu engellemek isterdim.”dedi sözlerimi doğrulayarak. Sonrasında yüzüme baktı ve gülümsedi. “Yanımda olduğun için teşekkür ederim. Bazen her şeyi biliyor olman kafamı karıştırmıyor değil.”
Güldüm ve koluna vurarak,”Manyak!”diye şakıdım.
Barın’ın ve benim başımdan geçenleri düşününce içimde oluşturduğum nefes fazlasıyla ağır bir yük oluşturmuştu. Yaşamak isterken yaşayamadığım çoğu şey için kendi ailemi suçlarken, abimin zamansız gelişi yüzünden dengemi sarsarken bunun benzeri şeyleri hayatımda değerli gördüğüm bir insana olduğunda aslında ona yardım edebildiğim için mutluydum.
Barın ve ben iyi arkadaşlardık. Burada bana kucak açan iyi biriydi. Ruhunu onarmak için elimden geleni yapacaktım.
Gözleri dolunca sözlerimle beraber gülerek elinin tersiyle sildi gözlerini. Derin bir nefes verdi dışarıya ve yeniden yürümeye başlarken başka şeylerden söz ettik. Okuldan, Bardo’dan ve bu zamana kadar edindiğimiz tecrübeleri dile getirdik. Onun yaşamına nazaran benimkisi daha çalkantılıydı. Ailem ve değiştirdiğim okulları düşününce çok da normaldi. Asi olan çocuk bendim. Suça karışmayı seven ve peşimden bin bir türlü belayı da çeken. Barın ise sakindi. Sporları sever, kitaplarla araştırma yapar ve düzenli bir hayata sahipti. İnsanın aklının alamayacağı bir düzene sahipti.
“Son zamanlarda buradan uzak durmanın nasıl olacağını düşünüyorum.”
“Bu ormanın reşit olmayan çocuklara yasaklanması gerekiyor,”diyen sesle birlikte irkilirken Barın beni arkasına çekti ve gülerek,”Korkmayın, sadece konuşmanıza dahil olmak istedim çocuklar.”dedi uzaktan bize bakan Kuray.
Karşımızdaki adam Kuray Ferhan’dı.
“Sen,”dedi Barın. Yüzünde soğuk bir hava vardı ona bakarken. “Ölmedin mi?”
“Bu soruyu ilk defa duyamıyorum ama sürekli söylediğim bir kelimeyle sana cevap verebilirim genç adam..” Sırıttı. “Hayır.”
Bir gizem ve gizemin içindeki tuhaf olay.
Bakışlarım iki adam üzerinde eğreltici bir şekilde devam ederken gerçekten ikisinin birbirini tanıyıp tanımadığını merak etmiştim. Barın’ın hayretli bakışlarına bakacak olursam, evet tanıyordu. Kuray Ferhan’ın bakışlarında ise yanıltıcı bir düş vardı. Sanırım Barın’ı tanıyamamıştı.
Bozuk plak gibi bir hayata sahiptim. Dönüp dolaşıp geldiğimiz yer Ferhanların malikanesi ve onların söylediği amansız sözler: “Burada olmamalısınız.”
“Pardon,” Barın bir adam yaklaştı, gülercesine bir tavırla kıvrılan dudaklarına alaylı ışıklar iliştirmeyi de ihmal etmedi. “Burası Bardo. Evinizin önünde ölmüş babamın katilinden izler aradığım için devlet bana ağır vergi borcu verecekse hiç şüphe duymam ama artık o devletin başında sizlerin ailesi olmadığını düşünürsek çöplüğünüzde düdük öttürmeniz fazla saçma olur, Kuray Ferhan.”
Kuray şiddetle parlayan gözlerini açarken, hemen Barın’ın kolundan tutup bir adım geriye çekerek arkama aldım ve kendimi neredeyse bir yem gibi onun önüne attım. “Fazla gergin ama bunu büyükler olarak görmezden geleceğinizi düşünüyorum.” Aynı şekilde onun arkasında saklanır gibi bekleyen Ilgaz’a da gösterdim dileğimi. Kuzgun bakışlar, sözlerimle beraber kendini göstermişti. Başını nazikçe salladığı an, Kuray geriye çekildi.
Sanırım, hatta kesin olarak diyordum ki Ilgaz, Ferhan kökü için bir araf niteliğindeydi.
Temkinli şekilde yolumuzun tersine yürümeye başladığımızda, Ilgaz’ın yıllar önce duyuyorum gibi gelen haset sesi,”Çözüm burada değil.”demişti. Bakışlarımız Barın’la birleşti. Ve Ilgaz devam etti. “Önerim devlete güvenmemeniz. Cinayetlerin aslını bizde bulmuş değiliz, fakat bizzat peşinde olacağımız bu suçların üzerini örten kişiler devlet dediğimiz bu kasabayı yöneten insanların elinde.”
“Gidelim.”
Onun atağı karşısından,”Önden geç, hemen arkandayım.”dedim esrarengiz bir fısıltıyla.
Durdu, ama sadece birkaç saniye. Hızlı adımlarla durduğum yerden ayrılışını fark ettim. Gözden kaybolana kadar arkasından onu izlemeye devam ettim. Gözden kaybolurken, yavaş da olsa yönümü tamamen Ferhan kardeşlere çevirmiştim. İki kardeş birbirinden nasıl bu kadar farklı olabilirdi? Ilgaz sabit bakışlara sahipken, Kuray güleç bir tavırla mizacımı süzüyordu.
Kuray, evet onu tanımıyordum ama onlara doğru ayağımı ileriye atmamla hızla yanıma geldi ve gülümseyerek arkamdan dolaşarak karşıma geçti. “Kalbinde sen de yapılması gereken doğru olan şeyin bu olacağını biliyorsun.”
“Şartlara göre değişebilir.”dedim ve bakışlarımı Kuray’dan Ilgaz’a çevirdim. “Burada öğrendiğim şeylerden birisi bir şeyden hiçbir zaman net olamayacağım. Fazla net konuşuyorsun ama emin olmadığına kalbımı basarım. Neyin peşindesiniz?”
“Hiçlik.”
“Hadi ama,”dedim kollarımı iki yana açarak. Gözlerimi devirmemek için içten içe bir zalimlikle boğuşuyordum. “Burası küçük bir yer, Ferhan. Yirmilerimi görmemiş olduğum için bazı şeyler hakkında bilgiye sahip olamayacağımı düşünmen acizlik göstergesi olur. Bu olaylarda parmağınız var, itiraf edin.”
Gülerek ağır ağır kafasını sallayan Kuray’dı. “Sen şirin bir kızsın ama haklı…sanırım burada seninle köklü bir tartışmaya girmemiz gerekir, küçük hanım.”
“Bir anda ortaya çıkan kardeş de tartışmaya değer bir konudur bence.”
Bakışları kabalaştı. “Belki de küllerimden doğmuşumdur.”
“Üzgünüm, küçükken peri masalları anlatan ebeveynlere sahip olmadım. Pek inanmam öyle şeylere.”
Dikkatli bakışları gözlerimin içine sızmak istercesine bakarken tavırlarımın netliğinden emin olmak ister gibi bakıyordu. Kuray’ın yanına gelip onu geri çekilmesi için bir bakışıyla ikna ederken karşımda durdu ve,”Senin karşında değiliz, Hansa. Eskiden bu toprakların yönetimi bizim elimizdeydi ama şuan kim bilir ne niyetinde olan insanların elinde. Katil onlar diyemem ama katili besleyenlerin onlar olup olmadığından emin olmamız gerekiyor.”diye konuştu.
Derince bir nefes alıp kararlı bir bakışla baktım lacivertimsi gözlerine. “Ne yapmam gerektiğini söyle.”
Belli belirsiz gülümsediğinde,”Sana güvenmeyi umut ediyorum.”diye mırıldandı. Arkadan Kuray’ın ağız bükerek Ilgaz’ın büyük bir adam gibi işi avuçlarına almasında küçük çocuk taklidi yapan rolünü hemen kaptığı belliydi. Ilgaz ise…sanki bu dominantlığı çok zaman önce sırtlanmış gibiydi.
“Emin ol. Arkadaşımın ve kaybedilen herkesin huzuru sağlandığı sürece önünüzde durmak gibi bir niyetim yok.”
Kuray işaret parmağıyla uzağı göstererek,”O sapıtmış manyağa da göz kulak olacaksın ama,”dedi ağzını gerercesine.
“Halledeceğim dedim.”
Ilgaz,”İçeriye girebilmemiz gerek öncellikle.”dedi ve ardından bakışlarımı kalbime indiren bir gülüş fırlattı. “Bu sen olacaksın. Eğer inanıyorsan, oraya gidip neler olduğunu bakman lazım.”
“Abimi mi kullanmamı istiyorsun?”
Onaylamayan bir mimik yaparak,”Nasıl düşünüyorsan öyle yaparsın? Bu tür şeylere yatkın olduğunu birkaç aydır zaten görmemi sağladın.”dedi.
Dikkatini mi çekmiştim? Bu zamana kadar bana karşı kurduğu en düzenli ve içten cümle bu olabilirdi.
Belirsizce yüzümde oluşan gülümsemeyi hızla sildim. “Tamam. Hallederim.”
Bana cevap vermeden arkamı dönüp hızla yakınlarından uzaklaştım. Ormanın içinde bulunamayacak şeyin dosyalar dolusu kağıtların içinden çıkacak olması fazla şaşırtıcı olurdu galiba. Abimi kullanmak istemiyordum. Bu yüzden dolaylı olarak işin içerisine sokacağım kişi de sevgili arkadaşım Barın’dı. Bana güvenmek zorundaydı.
Elimizde bulunan tek şans buydu.
Ailelerimizi huzura kavuşturamazdık belki. Bu işin benim ailemle hiçbir bağlantısı olmamasına karşın, yine de sevdiğim insanların ölümün karşısındaki kederini kendi çabamla düzeltmek için gereken her şeyi yapmaya razıydım. Bu yer, bu kasaba bana sevgiyi getirmiyordu. Ölümler acıdır. Bu yer yalnızca acıyı hissetmeme neden oluyordu. İlmek ilmek içime işleyen bu şey, minik bir toz tanesi gibi zihnime girmeyi başarmış ve amansızca kalbime dokunup onu kanatıyordu. Sevdiklerimin hissettiği acı tam orada, kalbimin kanaması ile aynı şeydi.
Barın’ı şehir tabelasının altında yakalamıştım. Ayağını tozlu toprağa vurarak,”O lanet kardeşler seni neden bu kadar tuttu?”diye sordu.
Kaşlarımı çattım ve dudaklarımı yaladım. “Kötü bir şey olmadı. Bize yardım edeceklerinden emin olmak istedim.”
“Onlar yalancı,”diye kestirip attı. “Ferhanların hiçbir ferdinin sözüne güvenmiyorum.
“Tamam,”dedim ve gülümseyerek ellerimi birbirine çarptım. “Ama şöyle düşünelim, onlara güvendin ve şimdi eminim ki onların sözlerine kulak vererek planlar kuruyorsundur.”
Yüzüme acıyarak bakarak,”Göremiyorsun.”dedi. Yalnızca bakmakla yetindim, sözlerinin nedenini tahmin bile edemiyordum. Başını yere eğip ardından kaldırdığında acı acı kan kusar gibi güldü. “Burada çok fazla ölüm yaşandı. Annemi, kardeşimi ve birçok arkadaşımı toprağa gömmemizin sebebi onlar oldu. Kati yönetim, hiyerarşi, şu yerinden yönetim denilen saçmalıklara uyduklarını söylerken bizi bir köleden farksız görüyorlardı. Onlar aileleri için birer mirastı, Hansa. İnsanlar ailelerinin zulümlerini gördüğünde onları ortadan kaldırmak için ellerinden geleni yaptılar.”
Etrafına şöyle bir bakındı ve,”Onların yaptıklarını asla yargılamadım ama o zamandan bu zamana anlatılan şeylere baktığımda haklı olduklarını düşündüm. Bizim hayatımızın devam etmesi onların ölümüne bağlıydı.”dedi karamsar bir tonlamayla.
“Bu bir suikast ve sorumlusu halkın içinden insanlar mı? Onların yaptıklarına karşı siz de aynı hükümle onları yargılamış olmadınız mı yani?”
“Mecburiyet.”dedi yüzüme bakıp. “Çevrendeki herkesin öldüğünü düşün, ne yapardın?”
“Öldüler zaten!”diye bağırdım. Sesim öyle yüksek çıkmıştı ki bir aslanın gürlemesiyle böceklerin yok olacağı atmosfer tek cümlemle oluvermişti. “Benim ailem öldü. Küçüktüm, Barın. Yanımda abim yoktu. Küle dönen, alevler içindeki evimizden beni alıp köşeye çekerlerken ailemin içinde yandığı evi izledim sadece. Çevremde kimse kalmadığında tek yaptığım şey adaleti aramaktı ama bu olan şeylerin hiçbiri adalet değil.”
Çelik kadar sert bir bakış attıktan sonra yaklaştım. Elimi koluna sardım ve,”Bunun adalet olduğunu savunarak atalarınızın yaptığı şeyi onaylayamazsın.”dedim.
“Onaylamıyorum ama ben,” Sertçe yutkundu ve biraz gözlerine zaman verdikten sonra benimkilere çevirdi. “İnsanları uzun bir süre huzura erdirmelerinden dolayı mutluydum.”
Gözlerimi etrafta dolaştırırken derin bir nefes verdim ve,”Peki,”diye fısıldadım. Gün ortası soğuğu ağzımdan çıkan nefesi duman gibi havaya süzdürdü. Kollarımı önce birbirine bağladım, sonra yüzüne baktım. “Bunun kefaretini hayatını riske atarak ödemeni istiyorum. Seçim şansı sana ait, istersen yapmazsın.”
“Ne yapacağız?”
*
Gecenin ışığı olduğunu tahmin ettiğim beni karanlıktan kurtarırken yediğim tırnaklarıma baktım, diplerinde kanlar vardı. Kafamın içinde biri konuşuyordu sanki ama kimin olduğunu anlamam fazla güçtü, onu anlamak yerine kendimi teslim ederek tüm olan şeye yem gibi saldım benliğimi. Epeydir bir karanlık sokağın köşesindeki merdivenlerde oturuyordum. Sokak lambası bir yanıp bir sönüyordu. Gözümün dibindeki oyukta biriken yaşlar geçmişi anımsadığı her dakika yaşını gözlerimi doldurarak gösteriyordu.
Bugün fazlasıyla ölen ailemden bahsetmiştim. Bu bahsediş küçüktü, rahatsızlık verecek kadar da yüksek.
Nihayetinde saatler sonra telefonda bir ses oluştu ve polis telsizinden yükselen ihbarların kendisini duyuyordum. Barın’ın bunu kabul edeceğini bilmeme rağmen kendisini bir seçim gibi buna kabul ettirmesine göz yummalıydım, aksi halde o polis merkezine giden ben olsaydım yeterli araştırmayı yapamadan abimin polis arkadaşları beni polis merkezinden dışarıya gönderebilirlerdi. Babası ölmüş, cevaplar arayan ve gazabına kendini sunmuş çaresiz bir çocuğun huzur bulması için onu köşede tutacaklardı ve Barın bazı şeyleri öğrenebilmek için arşivde saklanan dosyalarda bir şeyleri görmek için bizim için çabalayacaktı. Ferhanların bahsettiği gibi bir ihtilal söz konusuysa bunu öğrenmemize dakikalar belki de saniyeler kalmıştı.
Çaresizce tırnaklarım tekrar ağzıma ulaştığında hızla elimi çektim, parmaklarımın hepsi neredeyse kan içindeydi. İçimi yiyip bitiren o kurt kendimi tüketmeme neden oluyordu. Engel olamıyordum. Huzura ihtiyacım vardı.
Sinirlerimin uç noktalarıyla oynayan telsizin boş sesini duymaktan bir gazaba sürüklenirken omzuma yaklaşan eli hissetmemle ayaklandım, fakat karşımda donakalan bakışlarıyla Ilgaz vardı. Yutkundum ve kalktığım yere geri oturdum. Ondan bana zarar gelmezdi.
“Kafamı uçuracağını düşünmüştüm.”dedi sırıtarak.
“Biraz daha yaklaşırsan denemeyi düşünürüm.”
Yanaklarını şişirdi ve,”Zor bir gün geçirdiğini tahmin ediyorum.”dedi. Yüzüne öylece bakakalırken,”Sahiden mi?”diye sordum. “Tahminlerinde iyi olduğun aşina o halde.”
“Dalga geçiyorum. Eve gitmeden önce bağırdığını duydum, Barın’la kavga etmiş olmanı göz önünde bulundurdum tabi ama seni çılgına çeviren şeyin ne olduğunu hala merak ediyorum.”
“Bu yüzden mi geldin?”diye sordum nefesimi boşluğa üflerken.
Başını iki yana salladı. “Sadece seni merak ettim.”
Yüzümü yüzüne çevirdim. Bir nefes kadar yakınımdaki gözlerinin içine bakarken gülümsedim, çünkü gözlerine baktığımda gülümseme zorunluluğum var gibi hissediyordum.
“Peki,”diye mırıldandı. Avuç içlerini dizlerine sürerken başını yukarıya kaldırdı. Sokak lambasının tuhaf görüntüsüne bakıyordu ama kulağının bende olduğunu belli ederek,”Burada olduğuna göre işi çözen Barın.”diye kolay bir tespitte bulundu. Yeniden bana baktı. “İşler nasıl?”
Telefonu yüzüne çevirdim ve omuzlarımı silktim. “Bekliyorum.”
Kaşlarımı alayla kaldırdı. “Başarabileceğine inanıyor musun?”
“Sadece acının bir insana neler yaptırabileceğine inanıyorum, Ilgaz.”
Konuşmak anlamsız gelmiş olsa gerek sonrasında ikimiz de sustuk ve konuşan telefondan gelen cızırtılı adım sesleriydi. Bir şeyler oluyordu. Barın’ın,”Hadi, buralarda bir şey olmalı,”diye fısıltıyla yakındığını duydum.
Huysuz ve kaba bir sesle,”Oraya sen gitmeliydin.”diye homurdandı.
“İki dakika sonra da kovulsaydım.”
Yine aynı sesle devam etti. “Bir yolunu bulurdun.”
“Lütfen susar mısın, duyamıyorum.”
“Tamam.”
Hızla alıp verdiği nefesleri telefonun hoparlöründen kulaklarıma çarptı. Barın’ın sonunda dercesine mırıltısıyla beraber yabancı bir sesin,”Orada kim var?”diye bağırmasıyla olduğum yerde irkildim. Kısa bir an Ilgaz ile donmuş bakışlarımız birleşti. Barın’ı telefonda görecekmişim gibi telefona döndüm ama artık ses yoktu.
Kısa bir süre sonra,”Hey!”diyen adamın sesinin arkasında,”Arşivde kim olabilir? Boş burası. Kahve molası verdik, sende gel hadi.”diyen bir kadının sesi içime kocaman bir su serpmişti.
Sonra Barın’ın sesi kulaklarıma yankı yaptı. “Hansa…”diye mırıldandı. “Bulduğum şey örtbas edilmiş bir akıl hastasının dosyası ve bunlardan onlarcası var. Sanırım içlerinden bir şey çıkabilir.”
“Fotoğraflarını çek.”
Bu son sözler ve zaferin gülüşünü beraberinde getiren bir memnuniyetti.