1.Bölüm
Soğuk havanın acımasızlığı iliklerime kadar işlerken ellerimi omuzlarıma sürterek biraz kendimi ısıtmaya çalışmıştım. Yılların alışkanlığından olsa gerek, pek de umursamamıştım bu hareketi. Sıcağa ihtiyacım yoktu, ve son iki yüz senedir de hiç ihtiyacım olmamıştı ama bu durum, soğuğu hissetmediğim anlamına gelmezdi.
Sıkıntılı bir nefes alarak kuru toprak zeminden kalkarak ormanın derinliklerine doğru yürümeye başladım. Hayatım, kesinlikle ağza alınabilecek türden bir komedi içeriği taşımıyordu ve olabildiğince saçma bir yaşamım olmuştu. Önceki hayatımda, Dünya diye bir gezegende 24.yaş doğum günümde acımasızca bıçaklanarak öldürülmüştüm. İlk kez ölümü o an hissetmiştim. Nefes almadığım, alabildiğine karanlık, ve ıslak bir histi. Sonra beyaz ışıktan devasa bir el uzanıp beni çekmesiyle birlikte doğmuş oldum, ki beyaz ışık hikayesinin ardında böyle bir gerçek olması gururumu fazlasıyla incitmişti doğrusu.
Farklı bir dünyada olduğumu fark etmem yaklaşık bir sene sürmüştü. O süreci tahmin edebilirsiniz. Dokunmaya korkan ebeveynler, havada uçuşan iğrenç mamalar ve huzurlu kahkahalarla dolu bir seneydi. Doğduğumdan beri, dâhi olarak anılmam tüm köye yayılmıştı tabi. Çok zeki olduğumdan değil, ruhumun reenkarne olmasından kaynaklanıyordu bu durum. Tabi bunu kimseye anlatamamıştım.
İki ağabeye sahip olmak ve evin en küçüğü olmak, benim için paha biçilemezdi; ki önceki yaşamımda bulamadığım bu huzur, on altı senelik hayatımın vazgeçilmez bir parçası haline gelmişti. Büyük abim siyah saçlarıyla ve ela gözleriyle tamamen anneme benzerken küçük olan abim, sarı saçlarıyla ve masmavi gözleriyle babamın bir kopyasıydı. Ben ise ortaya karışık bir ürün olan, siyah saçlara ve mavi gözlere sahiptim. Aslına bakarsak, benden ve abilerimden birkaç yaş büyük bir ablamın olması gerekiyordu ancak o küçük yaşta bir kaza yüzünden ölmüştü.
Arada bazı olaylar olsa da, on altı yaşıma kadar her şey şüphe duyacağım kadar güzel geçmişti, ancak kader bir gün evimize acı ateşini düşürmeye karar verdi. Babam, yaşadığımız köyün lordu ve Kızıl Ejder ordusunun komutanıydı. Levis, yani babamın sağ kolu, kapımızı çaldığında yüzündeki ifadeden bir şeyler olduğunu anlamıştım ancak tahminlerim gerçeğin yanından bile geçmemişti. Babam öldürülmüştü ve failin bilinmemesi bir yana, babamın cesedi bile bulunamamıştı. Üstelik olayın üstü, oldukça ustaca kapatılmıştı.
Büyük abim, babamın ölümünden sonra büyük çaplı aramalar yaparak babama bunu yapanları araştırmaya başlamıştı ki, daha babamın şokunu atlatmadan gelen bir haber daha annemin hasta olup yataklara düşmesine neden olmuştu. Büyük abimin cesedi, kapının önüne bırakılmıştı ve bedeninde gördüğüm yaralar, ona işkence edildiğini haykırıyordu.
Ondan sonraki hafta, abimin haberinden sonra hastalanıp yataklara düştü denilen annemin zehirlendiğini öğrendim ve daha tedaviyi aramaya kalmadan o da gitti.
Annemin vefatından sonra küçük abimle alelacele sadece önemli eşyaları alarak şehri terk ettik. Doğduğum ev, anılar, ailem... Hepsi kısa bir sürede elimden kayıp gitmişti.
Huzuru tattığım ilk yer, sadece 3 ayda bana cehennem olmuştu.
Küçük abim Carter'ı iyi tanıyordum, babamdan sıkı bir eğitim almış ve sağlam dövüş taktikleri olan bir adamdı. Büyük abim Lex gibi, öleceğini bilse bile ailemizin intikamını almak için çabalardı ancak işin içinde ben vardım. Onun geriye kalan tek ailesiydim ve o beni korumak için intikamdan vazgeçmek zorunda kalmıştı.
Onlardan kaçmak için her hafta yerimizi değiştirmemize rağmen, doğudaki bir ormanda yakalanmak üzere olduğumuz bir olayla karşı karşıya gelmiştik. Kaçarken abim beni boş bir ağaç kovuğuna girmemi sağlayıp önünü çalılarla kapattıktan sonra koşmaya devam etmesine bile fırsatı kalmadan ayağından bir okla vurulmuş ve yere kapaklanmıştı. Hayatta kalan son ailemdi ve onun da bu şekilde ölmesini istemediğim için kovuktan çıkıp onun yanına gitmek için hareketlenmiştim ki, bana bakarak üzgün gözlerle "Yapma." dercesine başını sallamıştı.
Ve o da gözlerimin önünde siyah giyinimli iki suikastci tarafından, boynu kesilerek öldürüldü.
O günden itibaren, hayatım ormanlarda boş boş gezinme ve avlanmadan ibaret olmuştu.
Yaklaşık yirmili yaşlarımda, gezdiğim köy ve kasabalardaki askeri üstleri ve akademileri gizlice izleyerek birkaç dövüş ve savaş takdiği öğrenmeye başlamıştım, taktikler zorsa kılık değiştirerek oradaki eğitmenlerden bizzat öğrendiğim zamanlar da olmuştu. Zaten babamdan dolayı bir miktar bilgi birikimine sahiptim ancak daha fazlasına ihtiyacım vardı. Bunun nedeni ise, intikamı benim alacak olmamdı.
Ölsem bile umrumda olmayacak kadar depresif ve hayatta bıkmış bir vaziyetteyken, birden hayata tutunup intikam hırsıyla yanıp tutuşacak bir insan değildim. Bunun nedeni yirmi yaşındayken giriştiğim intihar girişimiydi. Ölmemiştim, çünkü ölemezdim. Babannemden gelen bastırılmış vampir kanı, ölüm anında kendini göstermişti. Bu değişim -hızlı koşma, ileri görüş ve koklama yetisi, sezgisel his - benim için oldukça avantajlı olsa da dezavantajları da vardı. Yemek yiyebilirdim ancak bu konuda iyice hassaslaşmıştım. Zehri geç, yemeğin bayat olması bile bende gıda zehirlenmesine yol açabiliyordu. Ayrıca enerjimi kesinlikle yiyeceklerden alamıyordum ve yemek yemeye ihtiyacım olmadığı için bu sadece benim hobim haline gelmişti. Enerji almak için kan içmem gerekiyordu ve enerji miktarı, hayvanın seviyesine göre değişebiliyordu.
Diğer bir dezavantaj ise, şehir efsanelerinin aksine güneş değil, ışık büyüleri bana hasar verme potansiyeline sahipti. Ne kadar seviye atlarsam, bu büyülerden korunma seviyem daha da artıyordu ancak benim seviyemin üzerindeki bir ışık büyücüsüne karşı hiçbir şansım yoktu. Bunun nedeni, vampirlerin de Karanlık Türler denen lanetli varlıkların bulunduğu kategoriye girmesinden kaynaklanıyor olabilir tabi.
Carter'ın ölümünden sonraki boşluğu, sadece çalışarak ve hiçbir şey düşünmeyerek geçirmeye çalışmıştım. Sadece seviye atlama da değil, bir yandan da ailemin katillerini de araştırmıştım. Yaklaşık altı insan yılı sonra da kim olduklarını bulmuştum. En güçlü beş ailenin içinde yer alan, Casstillo ailesi... Babamın Lordluk görevleri, onun işlerini kısıtlayınca babama rüşvet vermeye kalkmış, babam da kabul etmeyince tüm ailemizi katlederek şehre yeni bir Lord atanmasını sağlamış, ardından da o Lordu emri altına çekmişti.
Lakin ben bunu öğrendikten yaklaşık bir hafta sonra ailemin ölüm kararını veren William Casstillo, amansız bir hastalığa yakalanarak ölmüştü.
İntikamımı alamamıştım, tüm çabalarım boşuna gitmişti. Hayatım boyunca Castillo ailesine kin güdecek olsam da, intikam alabileceğim herhangi biri kalmamıştı. Buna rağmen çalışmaya devam ederek daha da güçlenmeyi hedeflemiştim. Güçlü olan güçlü olmayanı ezmek zorundaysa, Casstillo ailesini ezecek kadar güçlenmeyi hedefim haline getirmiştim, gerçi bu çalışma azmini bana neyin verdiğini soracak olsanız cevap bile veremedim. Tüm bu süreç boyunca çaldım, tehdit ettim, para kazandım, harcadım.. Defalarca öldürdüm, defalarca ölümle yüz yüze geldim. Ve yüz yirmi senenin sonunda hedefime ulaştım.
Dünyadaki en yüksek seviyeye ulaştım.
Kimseye fark ettirmeden dünyadaki en güçlü kişi oldum.
Vampir yılı diye bir şeyi, ellili yaşlardayken keşfetmişim. Vampirler dünya üzerinde pek fazla olmadıkları için, onlarla ilgili bilgilere pek rastlayamıyordum ancak elli yaşımda olmama rağmen en fazla on sekiz gibi gösterdiğim için, bunun hakkında da bir araştırma yapmıştım.
Vampir yılı ve insan yılı, tamamen birbirinden farklı olan iki kavramdı ve vampirlerin yaşam süresi insanlardan on iki kat daha fazlaydı. Yani vampir yılına göre geçen bir gün, insan yılına göre yaklaşık iki haftaya eşitti. Yirmi yaşına kadar vampir güçlerim aktif olmadığı için normal bir büyüme sürem vardı ancak aktif olduğu günden itibaren büyümem doğal olarak tamamen durmuştu. Yirmi vampir yılı, iki yüz kırk insan yılına eşit olduğu için iki yüz kırk yaşına gelene kadar büyümem devam etmeyecekti ve üstelik büyüme hızım geriye gidecekti. Yani benim klsik lanetlerimden olan yaş lanetim yüzünden yavaş yavaş gerçek vampir yaşıma yaklaşacaktım.
Öyle de oldu. yüz yirmi yaşıma ayak bastığımda daha on yaşındaki bir çocuk gibi görünüyordum. Vampirlerin Karanlık Türler kategorisine girmesinin en temel sebebi de buydu. Ne olursa olsun yaşına göre yaşamak zorundaydın.
Şu an ise, insan yılına göre bir hesaplama yapacak olursak, yaklaşık iki yüz yaşında olmalıydım. Yani dünyadaki en güçlü insan olma günümden seksen yıl sonra... Bu dünyanın bir laneti olmalı ki, savaş taktikleri dışında gelişen hiçbir şey yoktu. Lordlar, krallar, köleler, ve yaratıklar gibi; gün gün teknolojinin yavaş yavaş gelişeceğini düşünsem de her şey eskiden nasılsa, şimdide öyleydi.
Dünyanın yaşam tarzı olan bu güç, dünyanın gelişmesine engel olan asıl nedendi.
Ticarete ve dövüş sanatlarına ilgim olduğu bir dönem bazı girişimlerim sonucunda ülkeye güçlü teknik kitapları getirip satan tüccarın bana büyük bir hayat borcu olduğu için bu teknikleri gizlice benim okumam konusunda anlaşarak tüm borcunu silmiş ve bilgi kaynağımı da buradan tedarik etmeye başlamıştım.
Aslında bir borcu yoktu ancak tüm tekniklerin onun elinden geçtiğini öğrenince, çok değer verdiği kızını gizlice zehirlemiştim. Ardından kızı ölüm döşeğindeyken çok büyük bir yardım severmiş gibi kızını iyileştirmiş, ve onun ısrarlarına dayanamayarak basit bir şekilde bu borcu ödemesine izin vermiş gibi görünmüştüm. Kısacası ülkeye giren her teknik kitabı benim elimden geçmiş, üstüne ülkenin en iyi tüccarlarından birisinin tüm sadakatini kazanmıştım. Ne kadar acımasızca görünürse görünsün, neresinden bakarsak kârlı bir işti. Bu dünyada sadece güçlülerin hayatta kalabildiğini deneyimleyerek öğrendiğimden bu yana, acıma duygum oldukça körelmişti.
Ayrıca 100.seviyeden sonra, bir başarım kazanmıştım. Güçlerim arasına Sistem diye bir güç eklenmişti ve bu başarım oldukça işime yaramıştı. Bir video oyunu gibi, kendi güç seviyemi, tekniklerimi, karşıdakinin seviyesini, vb. şeyleri rahatlıkla öğrenebiliyordum. Ayrıca Eşyalar kısmına her türlü eşyamı koyabiliyordum ve bunların hepsi tek bir pencerede karşımda duruyordu.
Bu Sistemin işime en çok yarayan diğer bir özelliği ise, gezdiğim yerleri kaydeden bir haritaya sahip olmasıydı. Sadece basit bir komutla önümde dijital bir pencerede geniş bir harita açılıyor, canlıları seviyelerine göre renkli noktalarla bulundukları yeri işaretliyordu. Tek dezavantajı, haritada görmek istediğim bir yeri önceden gezmiş olmam gerekiyordu ancak işin kolay yanı, şehri bir dağdan bile görmüş olsam Sistem tüm şehri tarayıp harita oluşturabiliyordu. Bu da iki yüz yıldır yaşayan tescilli bir işsiz için hiçbir sıkıntı oluşturmuyordu, çünkü sadece güzel bir geyik eti yemek için kıta değiştirdiğim zamanlar olmuştu. Kısacası, yasaklı bölgeler dahil dünyanın neredeyse tamamını gezmiştim.
Eh, iki yüz yıllık hayatımı yaşlı kadınlar gibi boş boş oturarak geçiremezdim nihayetinde.
"Siz ikiniz arkasından saldırın! Elliot sen benimle yaratığın dikkatini dağıtacaksın. Diğerleri boş bulduğunuz yerde ateş toplarıyla ona hasar vermeye çalışın, atış serbest!"
"Evet efendim!"
"Seni salak herif! Kafasına nişan al!"
Uzaktan gelen bir grup insanın bağırış sesiyle başımı o yöne çevirip uyuşuk adımlarla seslerin kaynağına doğru yürümeye başlamıştım. Bağırış sesleri ve korku dolu haykırışların dışında kılıç sesleri ve muhtemelen C seviyenin üstünde olan bir yaratıktan gelen hırlamalar vardı. Sezgisel gücüme dayanarak söyleyebilirdim ki, on üç kişilik olan bu grupta sadece iki tane C seviye ve üç tane de D seviyeli savaşçı vardı. C seviyeli savaşçılardan birinde bir miktar büyü gücü seziyordum, ama bu, karşılarındaki yaratığı alt etmelerini sağlayacak bir etken değildi.
Birkaç dakikanın sonunda olay yerine vardığımda, yerde yatan iki E seviyeli savaşçının cesetlerini görmüştüm. C seviyenin doruklarında olan ve zamanla güçlenmeye devam ediyormuş gibi görünen bir Taş Golem, güçlü saldırılarıyla etrafındakileri kırıp geçiriyordu. Bir miktar eğlence bulurum umuduyla geldiğim yer, tamamen hayal kırıklığıydı.
"Ne sıkıcı. Ben de biraz eğlenirim diyordum." diye söylenerek bir ağacın gövdesine yaslanarak insanların hayatta kalma savaşını bir süre ifadesiz bir şekilde izlemeye karar vermiştim ki, bu savaşçıların lideri olduğunu tahmin ettiğim adam beni fark etmişti, ki kafamdaki kapşunlu sayesinde yüzümü göremediğinden emin olduğum için rahat tavrımı üzerimden atmama gerek kalmamıştı.
"Çocuk! Buranın tehlikeli olduğunu görmüyor musun! Evine dön hemen!"
Çocuk mu? Hadi ama, ben hala on sekizinde gibi görünen o yaşlı teyzelerdenim ben, terbiyeli ol biraz..
Ayrıca bu güçsüz golem, dünya üzerindeki kan torbalarımı patlatarak ne halt yediğini sanıyordu acaba? Benim yemeğime dokunmaya nasıl cüret edebilirdi ki?
"Çocuk! Beni duymuyor musun?! Öleceksin!"
Yerden gözüme kestirdiğim bir yumruk büyüklüğündeki taşı alıp biraz mana kullanarak güçlendirdikten sonra bir profesyonel beysbolcu edasıyla taşı golemin kafasına atmıştım. Benim goleme taş attığımı görünce Liderin yüzünde oluşan "Salak mısın sen?" ifadesi, golemin kafasının parçalara ayrılmasıyla dehşete kapılan bir ifadeye dönmüştü. Golem devrilirken birkaç saniye ne olduğunu anlamayan savaşçılar, olayın şokuyla bir süre yerdeki golem cesedine bakakalmışlardı.
Şoku atlatmalarını pek umursamadan adımlarımın yönünü değiştirerek sola dönüp ilerlerken grup lideri olayın şokundan sıyrılmış ve bana doğru gelmeye başlamıştı.
"Bekleyin lütfen." diye arkamdan seslenen liderin kibar sesine karşılık olarak adım atmayı kestim, ancak yüzümü de ona dönmedim. O da yüzümü göstermek istemediğimi fark etmiş olmalı ki, olduğu yerde kalmıştı. "Az önce yaptıklarınız için minnettarım. Birçok askerim sizin sayenizde hayatta. Yaptığınız iyiliğin karşılığı olarak, golemin çekirdeğini size vermek istiyorum. Lütfen kabul edin." dedikten sonra arkasını dönerek diğerlerine "Çekirdeği getirin." diye seslendiğini duymuştum.
"Önemli değil, çekirdek sizde kalsın."
"Ama-"
"Teşekkür etmek istiyorsanız, burada gördüklerinizi unutun. Bu yeterli olacaktır." dedikten sonra izimi kaybettirmek amacıyla dizlerimi hafif kırarak duruşumu aldım ve gökyüzüne doğru zıpladım. Saniyesinde yerden kilometrelerce uzakta, havada süzülüyordum.
Bu olaydan yarım saat sonrası da, şimdiki zamana tekabül ediyordu. Yarım saattir ormanda gezinmeye ve bulabildiğim her mağarayı kontrol etmeye devam ediyordum. Bunun nedeni ise, yaklaşık bir ay kadar önce bir söylentiye denk gelmemdi. Kaynaklarımın güvenilir olduğunu bildiğim için -ki işsizlik seviyem sağ olsun güvenilir olmasa bile gelirdim- buraya çok uzak bir noktada olsam bile gelme kararı almıştım. Batı Krallığının yasak bölgesinde bulunan bu alanda SS seviyeli bir zindan kapısının çıktığı söylentisi beni yerimden ederek birkaç ülke değiştirerek buralara kadar gelmeme sebep olmuştu, ve umuyordum ki artık eğlence arayışım yakın zamanda son bulurdu. Daha önce bu bölgeye, yaklaşık bir asır önce gelmiştim ancak fazla inceleme fırsatı bulamadan birkaç insan tarafından fark edilmiş ve bazı olayların oluşmasına istemsizce katkıda bulunmam sebebiyle kıta değiştirmek zorunda kalıp bir süre şehir efsanesi olarak krallık tarihinde yerimi edinmiştim.
Her neyse, konumuza dönelim..
"Şaka gibi, haritada da görünmüyor." diyerek önümde açılan dijital haritayı da incelemiştim ancak hiçbir şey yoktu. "Söylentiler asılsız mıydı-"
O sırada dehşet verici bir ağırlığı olan karanlık aurayı hissetmem, söylenmemi yarıda kesmişti. Öyle yoğundu ki, auranın kızıl sisli yapısını görebiliyordum. O an anladığım şey, bu zindanın SS seviyesinin zirvesinde değil, çok daha üstünde olduğuydu.
Auranın yükü birden kalkıp hiçbir şey olmamış gibi kaybolurken heyecanla nefes alıp sezgi gücümle kalan aura parçalarının izini sürmeye başlamıştım. Bunca zaman sonra ilk defa benden güçlü biriyle karşılaşacaktım ve normal olarak heyecanlanmıştım. Bu, kendimi geliştirmem için büyük bir fırsattı.
Kısa bir yürüyüşün ardından kırmızı şeritlerle çevrilmiş zindanın kapısını bulmuştum. Kırmızı bir Karadeliği andıran görüntüsü, gerçekten de zindanın SS seviyesinde olduğunu kanıtlıyordu ancak içinden yayılan aura, bana bunun daha fazlası olduğunu söylüyordu. İçeriye giren bir SS seviyeli savaşçının bile kolayca ölebileceği kadar güçlü bir öldürme arzusu yayılıyordu.
Tabiki de zindandan içeriye girdim.
Beni ilk karşılayan şey, gerçekten şaşırtıcıydı. öyle ki kendimi devasa bir saraya giren karınca gibi hissediyordum. Sütunlar kalın ve gerçekten uzundu. Ortam, sütunlara asılı meşalelerle aydınlatılsa da tavanı göremiyordum. Onun dışında zemin, sütunlar v meşaleleri tutan süslü askılar tamamen kristallerden oluşuyordu. Masmavi kristaller o kadar düzgün bir şekilde işlenmişti ki, kesinlikle bir canavarın inindeymişim gibi hissettirmiyordu.
"Geldi."
Kalın, yaşlı ama oldukça gür bir ses yankılanmıştı her yerde. Refleks olarak Yaratığın Gözü yeteneğimi kullanarak, sesin sahibini görebilmiştim. Meşalelerin sonundaki karanlık bölgede, devasa derecede büyük olan bir ejder yatıyordu. Tek bir burun deliği benim boyumdaydı ve sorun benim kısa olmam da değildi.
Sadece yolu aydınlatan meşaleler yüzünden buranın ne kadar geniş olduğu belli olmuyordu ancak o gür sesin tekrar tekrar yankılanmasından, ne kadar geniş olduğunu az çok çıkarabiliyordum.
"Hoş buldum, hoş buldum." dedim meşalelerle aydınlatılan yolun sonuna doğru. Aslına bakarsak, meşaleler bir yere kadar gidiyordu ve ondan sonrası yine karanlıktı. "Ev sahibi burada mıydı acaba?"
"İyi de bu bir vampir." diyerek sağ çaprazımda duran sütunun arkasından bakır rengi uzun saçları ve parlak turuncu gözleriyle uzun boylu ve yapılı bir adam çıkmıştı. Turuncu gözleri gibi alnının ortasına çizilmiş güneş simgesi de parlıyordu.
"Ne ırkçı canavarlarsınız siz böyle." diye söylenmem, kimsenin umurunda olmamış gibiydi.
"Bu sorun değil. Seviyesi bu iş için oldukça uygun." diyerek bu sefer de sol çaprazımdaki sütunun arkasından absürt derecede bembeyaz uzun saçlara ve mavi gözlere sahip bir adam çıkmıştı. Aslına bakarsak ona adam demeye bin şahit isterdi, öyle ki bebeksi suratı en fazla on sekizli yaşlarında gibi duruyordu.
"Saraya girmesi zor olacaktır ve çok fazla şüphe çekecek gibi duruyor ama ben onun ırsî özelliklerini baskılayabilirim." diyerek meşalelerin sonundaki karanlık bölgeden buraya doğru asil adımlarla yürüyen adamı görmüştüm. Gümüş kısa saçları ve gri gözleri, bu loş ortama rağmen parlıyordu ve üzerindeki altın işlemeli beyaz takımı, kraliyet üyelerinin giydiği takımları andırıyordu.
"Öhöm." diye sahte bir öksürükle üçünün de bakışlarını üzerime topladıktan sonra masum bir ifadeyle sorumu dile getirdim. "SS seviye bir ejderin önünde neyi tartıştığınızı çok merak ediyorum." dememle birlikte bakır saçlı adam gülümseyerek bana doğru yaklaşmış ve yüzüme doğru eğilmişti.
Evet.
Kısayım.
"Bu eğlenceli bir şeye benziyor." dedikten sonra gümüş saçlı çocuğa dönerek konuşmuştu. "Benim olabilir mi?"
"Yavaş ol." diyerek birkaç adım geriledim.
"Onu korkutmayı kes Raph." diye elini bakır saçlı adamın omzuna koyan gümüş saçlı adam, tüm ilgiyi kendine çevirirken, bu saç mevzusu beni iyice germeye başlamıştı. Adının Raph olduğunu öğrendiğim bakır saçlı adam da, "Sadece sordum." dercesine omuzlarını silkmiş ve geri çekilmişti.
Beyaz saçlı adam ise elini karnına koyup kısa bir reverans yaptıktan sonra konuşmasına başlamıştı. Kısa gümüşî saçları, griye yakın bir mavi olan gözleri, kraliyet ailesindenmiş gibi görünen takımı ve kusursuz bebeksi cildiyle tamamen bir meleği andırıyordu.
"Onun kusuruna bakmayın, kendisi tam bir holigandır. Ben Alpheus Renava Clind, bu zindanın bir tür yöneticisi sayılırım. Holigan arkadaşın adı ise Raphael, kısaca ona Raph deriz. Ve o da Valtiz, biraz sessiz birisidir ama alışırsın."
"Yani siz de boss sayılırsınız?" diyerek cevap bekleyen bir tavırla yüzüne baktım.
"Bosstan kastın, bir tür zindan yöneticisiyse, evet öyleyiz." diye kibar bir gülümsemeyle soruma cevap vermişti.
Dostum, bu adam kesinlikle bir melekti.
Derin bir nefes alarak ağırlığımı sol ayağıma verdim ve ciddi bir ifadeyle beyaza yakın gümüş saçlı meleğin gözlerine baktı.
"Bir düşünelim. Zindanın bir tür yöneticisiniz ama boss tam arkanızda. Bize de saldırmadığına göre onunla iletişime geçebiliyorsunuz, ki bu tür bosslar katliam ve yemek dışında bir şey bilmezler. Bu oldukça hayret verici doğrusu.. İnsan olduğunuzu varsayarsak, bu zindandan çıkamamış ve zindan kapandıktan sonra burada mahsur kalmışsınız. Aslında giydiğiniz kıyafetlere bakacak olursak, bu size karşı düzenlenmiş bir tür komplo olmalı, çünkü hiçbir avcı asil bir kanı geride bırakacak kadar cesur olamaz. Tahminimce zindanın laneti devreye girmiş ve sizi buraya bağlamış olmalı, bu yüzden buradan ayrılamıyorsunuz. Seviyelerinizin insan seviyesinin çok ötesinde olduğunu farz ediyorum, yani sonuçta bir ejderle arkadaşsınız. Antik teknikleri bile öğrenmiş olabilirsiniz." derken duraksayıp bir elimi çeneme koyarak kendi kendime söylenmeme engel olamamıştım. "Oh, bu baya kârlı aslında. Zindan laneti olmasa ben de kendimi zindana kapatırdım kesinlikle." dedikten sonra önümdeki melek adamı inceledim kısaca. "Giydiğin kıyafet kesinlikle bir krallık ailesinden olduğunu gösteriyor, muhtemelen şu anda içinde bulunduğumuz Batı Krallığına ait." dedikten sonra geri çekilerek uzun isimli Melek adamın gözlerine baktım tekrar. "Soy ismin Clind'ti değil mi? Şimdiki kralın kardeşlerinden birisi olmalısın, yani buraya kapatılalı çok uzun bir süre olmamış. Taht kavgası yüzünden kardeşin mi kapattı, yoksa aile içi bir komplo muydu senin burada mahsur kalman?"
Üç ultra yakışıklı adam, kelimenin tam anlamıyla apışıp kalmıştı. Üstelik üçü de neye uğradıklarını anlamayan bir ifadeyle bana bakarken Melek adam boş bulunarak birkaç kelimeyi ağzından kaçırmıştı.
"Üvey annem..." dedikten sonra olaya uyanmış olacak ki gözlerini kapatarak pişmanlıkla dudağını ısırmıştı.
"Ne?" diye uzun bir aradan sonra beyaz saçlı adam, yanlış hatırlamıyorsam adı Valtiz'di, ilk defa konuşmaya dahil olmuştu. Tabi Valtiz'in bu tepkisinden sonra uzun bir tartışmaya gireceklerinin sinyalini alan ben, hemen olaya dahil olmuştu.
"Hayat hikayenizi sonra dinlemek isterim. Şimdi, benden ne istediğinizi konuşalım." dedikten sonra kollarımı önümde bağlayarak zafer elde eden bir oyuncu gibi yan bir gülüş takınmıştım. "Evet beyler, anlaşma nedir?"
(☞゚ヮ゚)☞ YAZAR NOTU ☜(゚ヮ゚☜)
Bazı kavramlara yabancı kalmayın diye minik bir tanıtım kısmı.
NOT: Kavramları ezberlemenize gerek yok, kitapta bahsedince ne olduğunu açıklıyorum :)
1》Güç Seviyeleri
SS, S, A, B, C, D, ve E olmak üzere yedi bölümden oluşur.
Güç seviyesi E olan birisinin gücü 1-20 seviye arasındadır.
D=21-40 seviyeler arası
C= 41-60 seviyeler arası
B=61-80 seviyeler arası
A=81-100 seviyeler arası
S=101-120 seviyeler arası
SS=121-140 seviyeler arasında olanlar için kabaca bir tabir olarak kullanılır. İnsan seviyesi 140.seviyeye kadardır.
2》Para Birimleri
100 Bakır= 1 Gümüş
100 Gümüş= 1 Altın
1000 Altın= 1 Saray Sikkesi
3》Zindanlar ve Zindan Türleri
Zindanlar çok eski zamanlardan beri var olan, farklı gezegenlerdeki yaratıkların diğer gezegenlere ulaşmasını sağlayan geçit kapılarıdır. Görünümleri bir karadeliği andırır ve boyu 3-15 metre arasında değişebilir. Zindan kapıları, zindanın seviyesine göre farklı renklere bürünür.
●SS seviye bir zindanın kapısı KIRMIZI,
●S seviye bir zindanın kapısı TURUNCU,
●A seviye bir zindanın kapısı SARI,
●B seviye bir zindanın kapısı YEŞİL,
●C seviye bir zindanın kapısı MAVİ,
●D seviye bir zindanın kapısı LACIVERT,
●E seviye bir zindanın kapısı MOR renklerine sahiptir.
Bazı durumlarda zindanların renkleri siyah olur ve sonradan kendi seviyesinin rengine döner. Bu gibi sonradan seviyesinin rengine dönen kapılara Sahte Kapılar da denilebilir. Bu tür kapılardan geçmek oldukça tehlikelidir.
Bir zindanı kapatmak için, o zindanın bossunu öldürmek şarttır. Doğal olarak bossu ölen bir zindan yaklaşık 1 saat içinde kendini kapatacaktır. Olur da zindan kapanmadan içinden çıkamazsanız, zindan yenilenirken sizi de kendinin bir parçası yapar ve aynı zindan yeniden açılsa bile zindandan çıkamazsınız.
Ayrıca bir zindan açıldıktan sonra kapının tamamlanması 7-10 gün arasında değişir. Kapı tamamlanmadan içeriye insanlar girebilir. ancak canavarlar çıkamaz.